71 8 8
                                    

Girişteki basamağa dikkat etmemişti. Azıcık sendeledi; ancak yere kapaklanmak, arkasında onu kovalamakla meşgul tehlikeye yakalanmaktan bin kat daha iyi bir seçenekti. Hayatı risk altındaydı, dizleri bedeninden bağımsız hareket ediyordu ve kalbi, apar topar girdiği bahçede güvende olduğuna emin değilmişçesine küt küt atmayı sürdürüyordu. Ama baş düşmanı olan şu Tanrının cezası köpek, bir bahçe duvarı kadar uzakta kalmıştı. Halen hedefine kilitlenmiş vaziyette, havlamaya devam etme konusunda ısrarcıydı. Dazai onun eninde sonunda aralarındaki uçurumu idrak edeceğini umarak derin bir nefes aldı.

Köpeklerden kesinlikle nefret ediyordu.

Etrafına bakındı; kemerinde MP3'ü, kulağında teki bozuk kulaklıklarıyla "bir hava almaya çıkmıştı", fakat niyetinin aksi yolunda yürümüş ve kendisini mide bulandırıcı canavarların fink attığı hiçliğin ortasında buluvermişti. Doğduğundan beri oturduğu mahallenin yalnızca birkaç sokak gerisindeki, asla uğramadığı bir bölge daha, gerçekten harikaydı.

Köpeklerin nasıl olup da hep ona sataşabildiğini anlayamıyordu. Kılığı yüzünden olamazdı, ya da bakışları– sanki onlara beslediği duyguların farkındalardı, her seferinde, ne yapıp edip onu avlayabiliyorlardı. Kader ipleriyle bağlanmış bir yeminle karşı geliyorlardı birbirlerine. Bir savaş ilanı gibiydi, ama Dazai muhakkak suçsuz taraftı.

Yaptığı haneye tecavüzün ayırdına varma hadisesi, koşmaktan büzülen akciğerinin eski haline dönmesiyle rastlaştı. Evet, hiç tanımadığı insanların bahçesine dalmıştı, her ne kadar canını kurtarmaya uğraşıyorduysa da, bu yasadışı işler kategorisinde ilk maddelerden biriydi. – ilk beşte değilse bile, mutlaka ilk ondaydı.

Eh, çıkıp gidecekti. Lakin henüz bir alarm öttürmediğine veya üzerine hortumla su tutulmadığına göre, sahiplerin pek de umurunda değildi. Eve şöyle bir göz atma fikrine kapıldı; fakat hala orada, bir heykel misali, onu izleyen köpeğe sırtını gösterme cüretinde bulunduğunda önemli bir hakikatle yüz yüze geldi. Ortada evin sahipleri falan olamazdı, çünkü ev yanmış, kül olmuş haliyle karşısında uzanmaktaydı.

Şimdiye kadar ruhu duymaması inanılmazdı. Bahçe, çimenine kadar nizamlı ve temiz kalabilmişti, ama evin mezbelelikten farkı yoktu. Duvarları, yer yer isle örtülmüş, solgun bir krem rengindeydi; camları yoktu, olmazdı tabii, herhalde fiberglastan üretilmiş pencere pervazları ısının tesiriyle eriyip gitmişti. Ev iki katlıydı, öyle çok eski de durmuyordu, "Amerikan mutfak" zannettiği tezgah ile oturma odasını incelerse, on beş yaşını devirdiği söylenemezdi.

Evin içerisine gitmemişti elbette. Yalnızca önünde dikiliyordu, bir zamanlar teras olması amacıyla inşa edilmiş devasa delikten ilk katın neredeyse hepsini rahatlıkla görebilirdi. Şu var ki, evin artık kullanılamaz durumda olduğunu hesaba katarsa, ufacık bir iki adım atıp minik bir inceleme yapmasında bir sakınca saptayamıyordu. Zaten, halihazırda çöplük hali almış bir noktada, sınırların bir anlamı yoktu.

Tamam, ev ilgisini çekmiş olabilirdi, ancak tek başınaydı ve az önce ölümü kıl payı kaçırdığı da eklenirse, korkmuyor da değildi. Tanrı aşkına, o on yedi yaşındaki herhangi bir çocuktan ibaretti ve asla güçlü olduğunu ikna etmemişti. Junkieler ya da insan ticareti yapan mafyavari kişilerle karşılaşırsa ne yapacağını kafasında tarttı; beyninde bir ampul yanması çok uzun sürmedi: Dazai, oldukça hızlı tabanları yağlamak gibi bir yeteneğe sahipti.

Çağrı cihazının yanında olup olmadığını kontrol etti ve acil bir durumda arayabileceği bir elin parmaklarını geçmeyen kişilerden cesaret alarak ilk adımı attı. Gerisi fazla basitti, yapması gereken tek şey, bastığı yere dikkat etmekti artık. Kömür olmanın köşesinden dönmüş eşyalar ile potansiyel yakıt olarak bırakılmış kalaslar haricinde bir mobilya yoktu. Fazla hasar almışlar atılmış, biraz daha sağlam kalabilmişler ise onarılıp bir mezatta elden çıkarılmış olmalıydı. Yerde boş kavanozlar, abur cubur paketleri, plastiği zemine yapışmış kablolar ve ayakkabılarını tahmin bile edemeyeceği kadar acımasız bir pisliğe bulayacak derin bir toz tabakası vardı. Yakıcı yaz güneşi sağ olsun, akşamın bu geç saatlerinde bile içerisi apaydınlıktı.

and leave the lights on when you stay | soukokuWhere stories live. Discover now