birinci bölüm:
"şayet olur da şehvetimin bencillikle kurdelenmiş tuzağına düşersen eğer inan bana, seni, külsüz bırakmak gibi bir bencillik yapmayacağım."
.
.
."o çok güzel görünüyor..."
fırça darbelerimin eşliğinde tuvalime yansıttığım zarif ve de güzel görünen modelime bakıyorum. kendinden emin bir biçimde dudaklarıma yaklaşan o gururla, bilmeden, farkına dâhi varamadan tebessüm ettim.
bu gururun altında ise kibir yatıyordu, saklanmış yıllardır derinlerimde bir yerde, kimseler ne gördü ne de fark etti.
stüdyonun içerisi buram buram karanfil kokuyor, karanfil ile karışık bir gül esansının kokusu. biraz ağır bir koku, büyük odanın her yerine de sinmiş. insanı fena derecede mayıştırıyor, beyninizin ve de doğal olarak mantıklı düşüncelerinizin aklınıza sızmaması adına kapıyı kapatıyor resmen. hayal gücümü, çalışması adına fena derecede tetikliyor, bu birbirine karışmış olan iki koku. buraya gelmeden önce biraz ot çekmiş olmamın da faydası vardır elbet.
dışarıda, kapalı pencerelerin arkasında, yaz mevsiminin sıcaklığı yüzünden baygın kalan ağaçların arasında bir meltem, başıboş bir biçimde dolanıyor ve ağaçları, biraz olsun hasret kaldığı esintiye, elinden geldiğince kavuşturmaya çalışıyordu.
sanatçı, bulunduğu sahnesini nihayetinde varlığı ile kirletirmiş. buna benzer bir şeyleri vızıldıyorlar, velâkin benim fikrimce sanatçı, sadece bulunduğu sahneyi değil, parmaklarının temas etmiş olduğu her bir enstrümanı, fırçayı ya da tuvali, heykeli kirletir; bana göre bu palavrayı sallayan kişi çok yanlış fikirler içerisinde, zirâsında sanatçı değil varlığı ile küçük, belirli bir alanı kirletmek, yeniliklere açık olan zihniyetiyle birlikte, parmaklarının temas ettiği her yeri kirletir.
nasıl mı?
halk, eski geleneklerinden asla vazgeçmez, tabii bununla beraber oluşturdukları boktan algılardan da vazgeçmezler. bu konuda aşırı derecede dar görüşlülerdir, öyle ki, artık at gözlüğü diye adlandırmak da yetmez. onlara göre gelenekler, görenekler ve algılar, yaşamı yaşam yapan şeylermiş, öyle derler, fakat siktiğimin gelenekleri ve de algıları yüzünden bir insan ölünce de direkt olarak cinsiyetine, sonra da kıyafetlerine sallayarak olayı görmezden geliyorlar, olayın üstünü kapatıyorlar, hem de sadece fazla dedikodu çıkmasın ve boş yapan gelenekleri masumluğunu korusun diye. asıl korumaları gereken şeyi, bir insanın yaşam hakkından söz ediyorum, korumamanın yanı sıra çöp parçasıymışcasına kenara atmaları yetmiyormuş gibi üstüne, kimin tarafından yayıldığı bile belli olmayan iki üç emri savunuyorlar.
zaten halk, tecavüze uğrayan kişi ile değil, tecavüz eden kişi ile empati kuruyor. sanattan bi' sikim anlamayacakları da çok açık değil miydi?
güzel bir sanattan, bu herhangi bir sanat dalı da olabilir aslında sadece resimlerle sınırlı kalamaz, cahilce algılarının beraberinde bok gibi anlamlar çıkaran halk, ya zihinsel olarak gerilemiştir ya da henüz sanata hazır değildir. bir insanın sanata hazır olamayacak kadar geleneklerine bağlı kalmış olması, başlı başına bir kıyamet sebebidir ya..
tam karşımda, profesörümün de benimle birlikte, dikkatlice bir hayranlıkla incelediği şövaleye asılı olan tuvalime, hayır, sadece tuvale diyerek geçmek resmen bok atmak sayılır, şaheserimi izliyoruz. her bir zerresini itinayla süzüyor, en ufak kusurunu aramaya çalışıyoruz.
YOU ARE READING
unleash
Fanfictionçevrede veya orada burada bir şeyleri biliyormuşcasına entel dantel cümleler kurarak dolaşsam bile, şöyle bi' aynadaki yansımamı süzdüğüm vakitlerde sorardım kendime: "etrafına dağıttığın abuk subuk saçmalıklar dışında ne biliyorsun ki sen?"