"Kızım yeseydin iki lokma bir şey."

"tokum babaannem, ondan yemiyorum zaten."

"E, git madem ama çok geç kalma." Dedi uyarır ses tonuyla. Durduğu kapının önünden çekildi. Gülümseyip yanağından öptüm. Dışarı çıkıp basamaklarda ayakkabımı giydim. Çardakta yemek yiyen ailemin gözleri bana döndü.

"Nereye Yekbun'um?" dedi dedem.

"Yürüyüşe. Aç değilim ben. afiyet olsun size." Dedim ve bahçe kapısının kulpundan tutup açtım. Herkes arkamdan 'görüşürüz', 'dikkat et' ve 'geç kalma' sözlerini sıraladıktan sonra kapıyı kapattım.

Babam bana hiç böyle şeyler demezdi. Ve şimdi bunları duymak bana kendimi değerli hissettirmişti. Güvende. Sıcak dolu bir ailenin içinde. Öyleydim zaten. İnsanların kalbinde gerçekten yerim vardı.

Tren raylarına çıkıp yürümeye başladım güneşin batışındaki ufka doğru. Yazları geç batan güneşin gidişini seyrettim. Kavaktan uzaklaşmadan rayın üzerine oturdum. Rayların kenarlarında kasımpatıları vardı. Artık vakti geçiyordu. Onlardan bir demet toplayıp avucumda toparladım. Etrafıma bakındım. Ne gelen vardı ne giden. Birazdan gelir umudu ile beklemeye başladım. bekledim, bekledim, bekledim. Fazla bekledim. Artık güneş tamamen batmıştı. Etraf kararıyordu.

Beni buraya çağırmıştı ama kendisi gelmemişti. Neden böyle bir şey yapmıştı? Sabah konuşmuştuk oysa. Acaba başına bir iş mi gelmişti? Bir sorun vardı. Çağın geç kalan bir insan değildi. Hep onu dakik tanıdım. Tamam onunla çok buluşmamız olmadı ama dedem veya babaannem Çağın'ı ne zaman çağırsa hemen orada olurdu.

Gezindiğim tren yolundan geri döndüm ve yola çıktım. Bahçelerinin önünden geçerken dışarıdan göz gezdirdim. Kimsecikler yoktu. Onun için korkuyordum. Neredeydi? Yine Utku mu bir şey yapmıştı? Geldiği günden beri bana takmıştı. Bir türlü rahat vermiyordu. Çağın ile yakın olmamadan rahatsız oluyordu ama kendisi baştan başa bir sorundu. Asıl o rahatsız ediyordu.

Köyün iç kesimlerine hızla koştum. Telefonumla Çağın'ı aradım. Çaldı ama açmadı. Bu sefer Hira'yı aradım. Aynı şekilde o da çaldı ama açmadı. Bir sorun vardı.

Onların evine gideceğim sırada telefonum çaldı. Yeni cebime koyduğum telefonu çıkardım. Arayan yengemdi.

"Alo yenge?"

"Çabuk eve gel Yekbun." Sesinde bir endişe duydum. Arkadan gürültü sesleri geliyordu.

"Yenge noldu?" sorum yanıtsız kalmıştı. Çünkü yengem çoktan telefonu kapatmıştı. Çağın'a bakmam gerekiyordu ama evde bir şeyler oluyordu. Her şey aynı anda ters gitmek mi zorundaydı?

Geldiğim yoldan terse doğru koşup yokuş aşağı indim. Sokaklardan hızla dönüp bizim eve geldim. bahçe kapısını açtığımda dedem bardağı yere fırlattı. Cam parçaları yere hızla saçıldı. Merve köşede durmuş, eliyle ağzını kapatmış olayları izliyordu. Yengem amcamın kolundan tutmuştu. Babaannem dedemi sakinleştirmekle uğraşıyordu.

Dedemin nefret dolu gözleri amcamı delik deşik ediyordu. Şaşkınlıkla kapının önünde öylece kalmıştım. Hiç kimse geldiğimi fark etmemişti.

"Bir oğlum vardı. bir oğlum vardı diyordum, o da bugün yok artık. Çık git evimden!" amcama karşı kükrer gibi bağırmıştı. Bu ses tonu beni bile korkutmuştu.

Amcam hiçbir şey demedi. Sadece dedeme baktı. Sonra yanından geçip gitti. Dedem derin derin nefesler aldı burnundan. Olduğu yerde donup kalmıştı. Babaannem ağlamamak için kendini tutuyordu. Yengem ve Merve'de amcamın peşinden yukarı çıktı.

YEKBUNUM (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin