"Lila rolünü iyi oynuyor gerçekten. Deneyimi var mı merak ediyorum doğrusu." diyen Zoé idi. Bizzat tiyatroyla ilgilenen Zoé, bugün sergileyeceğimiz gösteriyi izlemek için buradaydı. Bizden daha heyecanlıydı. Bana birkaç taktik öğretmişti. İşini bilen bir öğrenciydi. Kalabalık ortamlarda konuşma yaparken heyecanlandığımı söylemiş ve nasıl rol oynayabileceğimi ona sormuştum. Basitmiş. Tüm ışıklar sönüyormuş ve seyircilerin üzerini karanlık örtüyormuş. Sahne önünde repliklerim yoktu ama bu bilgi benim heyecanımı bir nebze olsun dindiriyordu.
"Marinette,"
"Efendim Alya?"
"Rose'u çağırabilir misin? Giriş sahnesinde bazı düzenlemeler oldu. Haberdar olsa iyi olur." Alya bir peri giysisinin içerisindeydi. Onun kostümü daha fırfırlı ve ağırdı. Bu hareket etme kabiliyetini kısıtlıyordu ve hiperaktif Rose'u bulmak onun için işkenceye dönüşebilirdi. Yani iş başa düşüyor...
Basamakları elbise eteklerimi kaldırarak çıkarken arkamdan bağırdı. "Soyunma odasında olabilir!"
"Tamam!"
İçeriden daha ferah ve serin olan koridordan geçerken derin nefesler verdim. Prenses elbisesini taşımak tam bir eziyetti. Neyse ki 21. yüzyılda yaşıyorduk. Rahat pantalon ve tişörtler. Hadi üşümeyelim diye bir ceket. Tamamdır, kombin muhteşem!
Önüme çıkan ilk kişiye soyunma odalarının ne tarafta olduğunu sordum çünkü unutmuştum. Burası ihtişam kokan bir sanat merkezi olsa bile bir labirenti aratmayan yolları sabır seviyemi yerle bir ediyordu. Üstelik duvarlar beyaz ve tavan da siyahken! Tam bir eziyet!
Genç çocuğun eliyle gösterdiği yöne hiç beklemeden, eteklerimi kaldıra kaldıra hızlı adımlarla gitmeye başladım. Sanırsanız Bugs Bunny'nin oyununa düşmüş Avcı Sam'dim. Bir elimde de shotgun... Tam da üstlendim bu rolü şu an!
"Kıpkırmızısın Marinette." diyen kwamim kabarık eteğimin içerisinden çıktı. Sık nefesler verip sağıma soluma bakındım. Hallerim cidden Sam'i aratmıyordu.
"Saklan Tikki." dedikten hemen sonra önünde durduğum kapıya iki kere vurdum. Bir de eldiven geçiliydi ellerime taa dirseklerime kadar. Bu nasıl bir moda anlayışıydı Tanrı aşkına?
Komut alamadığım için derin bir nefes daha verdim. Kapıyı açıp içeri başımı uzattım. "Rose? Burada mısın?" Gözlerim odada dolaşırken kapıyı biraz daha araladım ve içeri girdim. Onlarca kostüm parçaları içerisinde bu odada bir şeyi bırakın birini bulmak olanaksız hissettiriyordu. Her yerde askılık, kıyafetler, ışıklar... Prenses elbiselerini göremedim. Daha doğrusu kadın oyuncularının kostüm parçaları yoktu.
Bir adım daha atmak üzereyken ancak anlayabildim. Burası erkek soyunma odasıydı! Endişeyle iniltiler çıkarırken arkama döndüm. Felaket!
"Sen... iyisin değil mi?" Duyduğum kısık sesle havada kalan adımımla duraksadım. Bu ses hafızamda yer edinen kişiye aitti.
"Ben buna sevindim. Senin iyiliğini isterim Nathalie... Tamam, kendine iyi bak, ben de olacağım. Görüşürüz." Telefonu kulağından çekti ve masaya bıraktı. İki eliyle masadan destek alıp eğildiğinde karşısındaki aynaya yansıyan beni gördü. Yeşil gözleri şaşkınlıkla açılırken ben de yakalanmışım gibi kaşlarımı kaldırdım ve dudaklarımı birbirine bastırdım.
"Marinette?" Saklandığım yerden çıkıp bir adım öne geldim. Bir şey söylemediğim için, "Burada ne işin var? Bir şey mi oldu?" diye sordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lain: Son Yazgı (Ⅲ. Kitap) | Miraculous
FanfictionLain Serisi Ⅲ #together Âşık olmaya başladığım zamanlarda kimse sonsuzluktan bahsetmemişti. Öyle derin, öyle saklı, Kozasında kelebek olmayı bekleyen bir tırtıl gibi... Habersiz, saf ve dünyayı tanımayan bir ruh. O ruha karıştın ve bilmediğim, tanım...
9. Bölüm "Tiyatro Oyunu"
En başından başla