Fulya ise bir yorum yapmadan yalnızca omzunu silktiğinde "Sen bilirsin," demişti ve sesindeki umursamazlık da kaçınılmaz anın geldiğinin göstergesiydi. Şaraplar hakkında konuşacakları sürenin sonuna gelmişlerdi.
Devrim iç çekme isteğini bastıramadan kafasını salladığı sırada Fulya'nın, bir şey dikkatini çekmiş gibi kaşlarını çatması ve bilgisayar ekranına yaklaşması Devrim'in bir an için şaşırmasına sebep olmuştu. "O arkadaki sen misin?"
Devrim, Fulya'nın neden bahsettiğini anlamak için arkasını döndüğünde gözleri duvara sabitlenmiş ahşap rafın üstündeki çerçeveye takıldı ve eş zamanlı olarak yüzüne de sıcacık bir gülümseme kondu. Henüz dört yaşındayken, şimdi kapısının önünde uzanan bağların ortasında, dedesinin omuzunda olduğu fotoğrafı eline aldığında Fulya'nın daha iyi görebilmesi için çerçeveyi kameraya doğru yaklaştırdı ve "Evet," dedi. "Omuzlarına oturduğum kişi de dedem..."
Fulya'nın da yüzüne en az Devrim'inki kadar sıcak bir gülümseme konduğunda sesi istemsiz olduğu belli bir şekilde yükselmişti. "Çok tatlısın!"
Devrim'in gülümsemesi geniş bir sırıtışa evrildiğinde bu sırıtış, neredeyse elinde tuttuğu fotoğraftaki çocuğun sırıtışıyla aynıydı. Fulya ise coşkusunu fark ettiğinde hafifçe boğazını temizledi ve daha usul bir şekilde devam etti, "Ve çok mutlu."
"Saatlerce ağlayarak kazanılan bir zaferin fotoğrafı bu, o yüzden."
"Nasıl yani?"
Devrim fotoğrafı dikkatlice yanına bıraktığında kollarını da masaya yasladı ve merakla ona bakan Fulya'ya en sevdiği anılarından birini anlatmaya başladı. Gerçi kendisi hayal meyal hatırlıyordu, ona bu anıyı anlatan dedesiydi ama olsun sonuçta anıdaki özne kişi kendisiydi.
"Ailecek Fransa'da olduğumuz bir tatil zamanı dedemin plansız bir şekilde, iş için buraya gelmesi gerekmiş. Bu ev o zamanlar dedemin bir arkadaşının eviydi, bağlar da öyle tabii... Yıllar sonra satılacağının haberi kulağıma gelince de ben talip oldum."
Bunu yaptığında dedesi çoktan gitmiş olsa da, bu fotoğrafın bu evde duracak olması fikri bile Devrim'e iyi gelmişti ve ona iyi gelecek her şeye tüm gücüyle sarılması gereken bir dönemde olduğundan, bu kararı vermesi de oldukça kolay olmuştu.
"Neyse, dediğim gibi bu plansız bir iş gezisiymiş ve ben elbette ki dedem olmadan bir tatil fikrine katlanamadığım için küçük çaplı bir kriz çıkarmışım. Bunun üzerine dedem beni de yanında götürmek istemiş fakat babam buna izin vermemiş."
Bir an için duraksadığında babasının "Hayır!" diyen sesinin gürlüğü o günkü tazelikte kulaklarına dolmuştu. Ömrü boyunca bu kelimeyi, ondan ne kadar fazla duyduğunu düşündüğünde ise içinden gülmek gelmişti. Ancak bu gülüş muhtemelen neşeden yoksun bir gülüş olurdu.
"Eee?" diye onu anlatmaya teşvik eden Fulya'nın ilgili tavrı Devrim'i tekrar ana döndürdüğünde, bir elini yanağına yaslayarak çocuk merakıyla gözlerini kırpıştıran kızın görüntüsünün, gülüşlerin en neşelisini hak ettiğini düşündü ve bu düşünceyle birlikte aksayan keyfi de sapasağlam bir şekilde varlığını korudu.
"Dedem bu durumda beni yanına alamamış tabii. Ama benim, dedemin evden çıkmasıyla başlayan ağlamam dakikaları, dakikalar da saatleri bulunca... Sevgili babacığım kendi elleriyle beni buraya getirmek zorunda kalmış. Vazgeçmesin diye yolda sürdürdüğüm ağlama numarası yüzünden uçağa binemediğimizden, saatlerce araba kullanmak zorunda kalarak hem de..."
Devrim'in en net hatırladığı kısmı burasıydı, babasının öfkeli ama çaresiz ifadesi karşısında yol boyunca o kadar eğlenmişti ki bu fotoğraftaki gülüşün bir parçası da o eğlencenin eseriydi.
Gülüşleri Fulya'nın gülüşlerine karıştığında o günkü keyfin bir benzerini yaşadığını hissetti. Zaman farklıydı, sebepler bile farklıydı ama işte ilk çocuksu zaferini kazandığı yerde, şimdi bir şekilde Fulya'yla beraber gülebiliyor olmak kendini iyi hissetmesine sebep olmuştu.
"Şimdi her şey daha da anlaşılır oldu," dedi Fulya gülüşünü durdurabildiğinde. "Suratındaki ifadenin basit bir mutluluk olmadığı belliydi."
"Canavarı yenip üzümlü bahçeye girmeyi başarmışım, elbette basit değildi!"
Canavar kelimesiyle Fulya'nın suratının bir an için buruştuğunu fark etse de bunu fark etmemiş gibi yaptı ki zaten Fulya'nın ifadesi de hızlıca değişmiş ve tatlı bir ifadeyle kaşlarını kaldırarak "Üzümlü bahçe?" diye sormuştu.
Devrim kullandığı tanımın farkına yeni vardığında elini havada şöyle bir salladı, "Bağ yani," dedi. Burnunu kırıştırarak hafif mahcup bir şekilde güldü. "Küçükken bağa üzümlü bahçe dermişim de..."
Fulya'nın duyduğu şey karşısında attığı kahkaha öyle güzeldi ki Devrim, böyle bir tepki alacağını bilse bunu, ona daha önce bile isteye anlatabileceğini düşündü.
"Bak ama düşününce mantıklı, değil mi?"
Fulya'nın gülüşü daha da şiddetli bir hal aldığında, bir yandan gülerken bir yandan da kafasını sallayıp zar zor bir şekilde konuşmaya çalışıyordu, "Öyle," dedi. "Ve bu, durumu daha da komik bir hale getiriyor."
Devrim bunun, durumu daha komik bir hale getirip getirmediğini bilemiyordu ama manzarayı daha izlenesi kıldığı bir gerçekti.
Fulya en sonunda derin bir nefes alarak kendini sakinleştirdiğinde hafifçe gözlerinin altını sildi ve "Umarım Anna uyanmamıştır," diye mırıldandı. Devrim, artık buna alışmıştı. Ne zaman gülüşü ya da sesi yükselse o anın ardından hemen telaşlı bir hale bürünüyordu Fulya. Sanki birilerini rahatsız etme fikri onun için kabul edilebilir değilmiş gibi... Üstelik bunu, henüz Anna'yı rahatsız edip etmediğini bilmiyorken yapıyordu. Muhtemelen az sonra da sırf bu riski almamak için kapatması gerektiğini söyleyecekti.
Devrim, bunun sıradan bir ev arkadaşına saygı davranışının ötesinde bir şey olduğunu fark edebiliyor ancak sebebini anlayamıyordu. Gerçi, Fulya'yla ilgili sebebini anlayamadığı ve merak ettiği o kadar çok şey vardı ki...
Mesela, hala ensesindeki dövmenin sebebini çözememişti. Sahiden ensesinde kırık bir şarap şişesinin olmasının sebebi ne olabilirdi ki? O tarihin Filiz'le bir ilgisi olabilir miydi? Diyelim ki olabilirdi... O zaman o dövme Filiz'le ilgiliyse bile şarap şişesi ne alakaydı?
Bu ve bunun gibi onlarca soru zihninde dönüp duruyor, Fulya'yla geçirdiği hemen hemen her anda da bunlara bir yenisi daha ekleniyordu. Ama sorun değildi, Devrim soruları severdi. Sorularına şu an cevap bulamıyor olabilirdi ama bir noktada bulacaktı, bundan emindi.
"Ben artık kapatsam iyi olacak... Zaten işimiz de bitti."
Ve bingo!
Devrim sitemkar gülüşünü bastırmaya çalışırken haklı olmaktan keyif almadığı bir anda olduğunu hissetti fakat bununla ilgili bir yorumda bulunmak yerine, Fulya'yı onaylayarak "İyi geceler," dedi. Fulya da aynı dilekte bulunup görüşme sonlandığında Devrim birkaç saniye ekrana öylece bakakalmıştı.
Gözü hala masanın kenarında duran çerçeveye takıldığında ise özlem dolu bir iç çekişle birlikte ayaklandı. Çerçeveyi düzgünce ahşap rafa yerleştirmesinin ardından soğutucuya koyduğu şişeyi çıkartmak için mutfağa ilerledi. Şişeyi soğutucudan çıkarıp ada tezgahın üzerindeki kadehe usul usul doldurduktan sonra ise elindeki kadehle birlikte dış kapıya doğru ilerledi ve kapıyı açtı.
Şehrin serin havasına bir adım attığında önünde uzanan bağlara gülümsedi. Kadehinden bir yudum alıp şarabın vurucu etkisini damağında hissettiğinde ise gülüşü büyüdü. Fulya'ya daha önce söylediği gibi; Sangviose üzümünden, yani Jüpiter'in Kanı'ndan, üretilen şaraplar oldukça sert olabiliyordu... Chianti Classico da işte tam böyle bir şaraptı. Sert olduğu kadar güzel olduğu bilgisiyse şu an için sadece kendinde kalması yeterli olan bir bilgiydi...
🍷
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bi' Bağ Bozumu
RomanceÇünkü bağ bozumu zamanı gelmişti ve bağ bozumu biraz da isyanın zamanı değil miydi?
• Chianti Classico
En başından başla