ayağa kalkıp ellerimi sıkıca tuttu "şşş, nisa kızıyorum ama ne alaka bu söylediklerinin seninle? koskaca adam hiç mi ilişkisi sonlanmamış, kedileri de öylece bırakıp gitmedin ya, bir şeyleri de yokmuş. şu an saçmalıyorsun bak." dedi "ben kendime kızıyorum zaten bihter. bunları düşündüğüm için kızıyorum. sabah yüzüne gülümserken bir anda "haklısın ayrılık ikimiz içinde en iyisi" dedi. neden ona karşı bu kadar savunmasızım? neden her cümlesi beni bu kadar yakmaya açık hale getiriyor, anlamıyorum? neden ona hayır demekten bu kadar korkuyorum?" "nisa o herhangi biri değil ki aşık olduğun adam o senin. normalde söylenip canını yakmayacak sözler ona ait olursa seni yaralar, çok sade cümleler ondan gelirse dünyanın en mutlu insanı olursun. en çok onun üzerine titrersin, en çok ona tavır alırsın. bazen ise asla affetmem diyeceğin şeyleri o yapsa tolere edersin. keskin çizgilerini o söz konusu olunca görmezden gelirsin. bu hep böyledir." dedi. yüzümü iki eline alıp gözlerimin içine baktı. "hiçbir irade sevdiğin adamı o kadar çaresiz halde görünce dirayet gösteremezdi zaten. sen olması gerekeni yaşadın. hah, bitti bu ilişki deyip hayatından tamamen silip atamazdın ki zaten. hem siz birbirinize ihanet de etmediniz. hala aranızda güven bağı var. istesen de hayatından şak diye çıkartamazsın onu." deyip gülümsedi. "çok teşekkür ederim bihter. bana o kadar iyi geliyorsun ki." dedim. elimi tutup geri koltuğa beni yöneltti. beraber diz dize oturup "bak nisa kendini ya hata yaparsam, diye sıkma. yap hata. o an içinden ne geçiyorsa yap. bak şimdi bile bana olanları anlatırken nasıl çekindin. ya ben kimim ki? bu senin hayatın kim karışabilir? senden başka biri yaşamıyor ki. bırak yaşayacak olacağın şeyleri sen kendin karar ver. kim ne der diye düşünmeye izin verme kendine." ellerini tutup minnetle sıktım. ardından ellerimizi birbirinden çözüp heyecanla ayağa kalktı.
"sen uyurken ne oldu biliyor musun? benim üst komşum cemile abla, seni o kadar çok severdi ki anlatamam yarı finali onunla beraber izlemiştik sevinçten ağlamıştı hatta. senin burada kaldığını görünce elinde bir tencere yemekle kapımıza geldi. uyuduğunu duyunca çok üzüldü ama buradasın görmeyi gideriz beraber. çok tonton biri kızı gibi seviyor seni. ayrıca dillere destan sarmasını yapıp gelmiş." deyip güldü. sarma lafını duyunca yüzümü memnuniyetsiz bir tavır sardı. "ay görmeye gideriz tabii gitmesine de sarma deme bana ne olur?" "niye ki sevmiyor musun? bak elinin lezzeti bambaşka şahidim diyorum ya." dedi. "yok ondan değil ben bi beş-on yıl sarma yüzü görmesem iyi." "hayda, kızım sen nerede sarma yedin, nereden bileceksin?" dedi. "biliyorum tabii bi tencere sarmışlığım var." "sen?" deyip kahkaha atmaya başladı. "ne gülüyorsun ya saramaz mıyım?" "sararsın sarmasına da" deyip bir tur beni süzdükten sonra "yok saramazsın ya." deyip gülmeye devam etti. "hem sen nereden biliyorsun sarmayı?" dedi. "ogeday öğretmişti." dedim. "nasıl, yemek yapmayı biliyor mu o?." dedi. "ooo, ne hünerleri var. çeşit çeşit yemek çıkarıyordu her gün." "hiç çaktırmıyor görüyor musun?" dedi. "de mi? hayat itmiş onu yemek yapmaya" deyip sustum. "neden" deyince de "boş ver " deyip geçiştirdim. bundan sonrası ogeday'ın özeline giriyordu.
geçmiş bir zaman
ogeday yine elinin lezzetini konuşturmuştu. bu sefer ki yemek bana ağır geldiğinden koltukta uzanıyordum. ogeday'da yanıma uzanıp bir koltuğa ikimizde sığmaya çalıştık.
elleriyle oynamaya başlayıp:
-ogeday girişken bu kadar lezzetli yemek yapmayı nereden öğrendi acaba?
-yedi sekiz yaşımdan beri mutfaktayım.
-şaka?
-ciddi.
-o yaşta daha elin kalem tutmayı bilmiyor. nasıl bıçak tutacak?
-hayatın getirdiği zorluklar diyelim.
-ne gibi zorluk bu?
-boş ver canımızı sıkmayalım.
-böyle dedikçe daha çok merak ettim yalnız.kendini biraz toparlayıp koltuk yanına sırtını yasladı. ben de açtığı alanda oturur duruma geldim. saçlarımla oynayıp anlatmaya başladı. "ben küçükken annemle babam çok kavga ederdi. babam işten gelir çok stresli olurdu. annemde stresli haline gelemeyip çatışırdı babamla. bir gün annem babama tavır aldığından yemek yapmadı. babam da işten gelmiş evde yemek olmadığını görünce çok sinirlendi. o gün evde de bir tek ben vardım, ablam arkadaşındaydı. her gün sayardım kavgaları yedi dakikayı geçmezdi. yine saymaya başladım yedi dakika sonra biticek diyordum ama bitmemişti. sesler yükseliyor, susuyorlar sonra tekrar sesler yükseliyordu. sonra annem babama ben boşanmak istiyorum dedi. babam da onayladı. o kadar korktum ki. çocuk aklım işte. boşanmak istemelerinin sebebi annem yemek yapmaktan sıkılmış babam aç kalmak istemiyor olduğunu düşünmüştüm. sonra her gün televizyonda cizgifilm kanalları yerine yemek programları açtım. izledim, mutfağa girdim. anneme yemek yapmak istiyorum ilgim var deyip kandırıyordum o da mutfağa sokuyordu beni. ikisi de sırf ayrılmasınlar, olur da annem bir gün yemek yapmaktan tekrar sıkılır yine kavga ederler bu sefer gerçekten boşanırlar korkusundan gün boyu yemek programları izlediğimi, aslında mutfağa bir ilgimin olmadığını farketmemişlerdi. çünkü ikisi içinde bu ayrılık için yemek çok küçük bir nedendi. o gün sarma yapmayı öğrenmiştim ben nisa. boşandıklarını öğrendiğim gündü o gün. ondan sonra sarmadan nefret etmiştim. ne kadar sevsem de bir gün ağzıma atmamıştım." dedi. yaşaran gözlerimi silip "ama o gün biz..." "evet o gün sana sarma sarmayı öğrettim. çünkü hayatımda sadece en güzel anılarım seninle olsun değil tüm kötü anılarım da seninle son bulsun istiyorum nisa." dedi yüzümü önüme düşürdüm. utandığımı belli etmek istemeyerek. gülümseyip "gel" dedi sıkıca birbirimize sarılıp öylece kaldık.
•yokuş aşağı
En başından başla