12

132 11 2
                                    

Tek başıma döneceğimi sansam da Yağız'ı unutmuştum. Beraber otobüslere doğru yöneldik. Yavaş yavaş yürüyorduk çünkü ikimizde birazdan yere yığılacak gibiydik. Sırayla hapşırıp duruyorduk. Annemin gelememesi kötü olmuştu. Hava soğuk olduğundan yürümek hastalığımızı daha da arttıracaktı. Hemen geçeceğini umarak otobüslerin geldiği yola bakmaya başladım. Bizim bindiğimiz otobüs yolda gözükmüyordu. Otobüsü göremeyince durağa döndüm. Çantalarımı oturma yerinin yanına, yere, koyup oturdum.

"Keşke oturmasaydın otobüs geliyor." İçimden ciddi ciddi söverek çantalarımı alıp kalktım. Oturur oturmaz geldiğinden sinirimi çıkartmak amaçlı otobüsteki merdivene vurarak bastım. Yağız bu hareketimi fark edince güldü. Kartlarımızı bastıktan sonra boş olan koltuklara doğru yöneldik. "Gerçekten bıktım şu koltuklardan. Mümkünse uzun süre oturmak istemiyorum."

"En azından geziye gittiğimiz otobüsler rahattı. Bunlarla götüm ağrıyor." Şoför duymasın diye sessizce konuşan Yağız'a güldüm. "Duyacak şimdi seni otobüsten atılacağız."

"Doğruları söylüyoruz diye gördüğümüz muameleye bak. Hak etmiyorum bunları." Gözlerini gözlerimden ayırmayarak yalandan çattığı kaşlarıyla bana bakıyordu. Benim gülümseyerek dinlediğimi görünce o da gülümsemeye başladı. Aramızın böyle güzel olması çok hoşuma gidiyordu. Tamam ister istemez umutlanıyordum fakat küs olmaktansa böylesi en iyisiydi.

İneceğimiz yere geldiğimizde eşyalarımızı alıp indik. Şoför, Yağız'a ters ters baktığında bizi duyduğunu anladım. Otobüsten iner inmez sesli bir şekilde gülmeye başladım. Gülüşlerimin arasından onunla dalga geçmek için konuşmaya çalışsam da konuşamamıştım. Bu halimi gören Yağız da gülmeye başladı.

Kendimizi toparlayıp eve doğru yürümeye başladık. Hala sırayla hapşırmaya devam ediyorduk. İkimizde hasta olmuştuk ve ikimizde hasta olmaktan nefret ederdik.

Evime yaklaştığımızda Yağız'ı da davet ettim. Yüzü sapsarı olmuştu ve ne kadar belli etmemeye çalışsa da üşüdüğü belliydi. Sıcak bir şeyler içse rahatlardı.

Anahtarı çantamdan çıkartıp kapıyı açtım. Ev içi sıcaktı. Yüksek ihtimal annem geleceğimi bildiği için petekleri açmıştı. Sıcaklığın vücuduma verdiği rahatlıkla çantalarımı merdivenin yanında bırakıp oturma odasına geçtim. Yağız da peşimden gelince kendimi koltuklara attık. Hem hasta hem uykuluyduk.

Biraz dinlendikten sonra ıhlamur hazırlamak için kalktım. Suyun içine malzemeleri koyup kaynamaya bıraktım. O esnada üst kata çıkıp üstümü değiştim. Yağız'a da giymesi için bir şeyler verdim. Pijamalarımızla koltuklara oturmuş ıhlamurun kaynamasını bekliyorduk.

Ihlamur kaynadığında bardaklara koyup üstüne biraz daha limon sıktım. Bardakları alıp salona geçtiğimde Yağız'ın televizyonu açmıştı. Yanına oturup bende izlemeye başladım.

Bu sırada Yağız annesine haber verdi. Geldiğini ve bizde olduğunu söyledi. Ailelerimiz artık alışmışlardı. Zaten Akın, Ecem, Yağız ve benim ailelerimiz birbirlerini tanıyor hatta görüşüyorlardı bile. Böyle olması hepimiz için çok avantajlıydı. Sürekli beraber aktivite yapabiliyorduk. Lisenin başından beri eğlenceli bir arkadaş hayatımız vardı.

Ihlamurları zorla bitene kadar içtik. İkimizde bu tarz şeyleri sevmez ortaokuldan beri annelerimiz sağlıklı, bol bitkili yemekler yaptığında kaçar gizli gizli abur cubur yerdik. Hâlâ da öyle tabii.

İkimize de birer battaniye getirdim. Açtığımız filme devam ederek koltuklarda oturmaya devam ettik. O kadar yorgun hissediyordum ki uyumamak için kendimi zor tutuyordum.

Evin ışıkları açıldığında gözlerimi de zorla açtım. Annem gelmişti ve sırayla ateşimize bakıyordu. Yağız ve ben uyuyakalmıştık. Annemde hasta hasta uyuduğumuzu anlayınca bir doktor olarak uykumuzdan uyandırıp bizimle ilgilenmeye başlamıştı. Annemin telefonla konuştuğunu duyunca ne dediğini anlamaya çalıştım.

MavişimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin