Bakışları daha da ürkütücü bir hal aldı. Çenesi seğriyordu, dişlerini sıkıyor olmalıydı. Aklına bir şey gelmiş olacak ki bir anda sırıtmaya başladı. "Acırsa acıtırım." dedi boğuk sesiyle.

Ben söylediği şeyi algılayana kadar köprücük kemiğimin biraz altına yumruğunu geçirmişti bile. Dudaklarıma kadar gelen çığlığı zar zor engelledim. Dişlerimi öyle bir sıktım ki kırılacaklar sandım. Darbeleri çok sertti ve canımı yakıyordu. Bu da içimdeki ateşin daha da harlanmasına sebep oluyordu. Karnına doğru tekme atmak için dizimi kaldırdım ama o benden daha hızlı davrandı. Bileğimi tek eliyle sıkıca kavradı ve hızla kendine doğru çekti. Kendimi bir anda yerde buldum. Kısık bir sesle inledim. Resmen yere çakılmıştım. Çok sert çekmişti. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Tepeden bana bakarken sırıtıyordu. Demiştim dercesine bana bakıyordu. Sinirlenmiştim. O sinirle bileğini kavradım ve hızlıca çektim. Beklemiyor olacak ki sırtüstü yere düştü yoksa onu böyle bir kuvvetle bile yere sermek mümkün değildi. Hızla dizlerimin üzerinde doğruldum ve karnının üstüne oturdum. Şaşkınlıkla bana bakarken bu sefer sırıtan bendim.

"Erken galibiyetin dikkatini dağıtmasına izin verme." dedim göz kırparak. Alayla konuşmam dudağının kıvrılmasına neden oldu.

Ben gülüşüne odaklanırken o ise bir anda elleriyle belimi kavradı. Gözlerim büyürken o hala sırıtıyordu. Beni bir anda döndürdü. Ve ben ne olduğunu anlamadan altta kalan oldum. Bu sefer o üzerime çıkmıştı. "Dikkatini toplasan iyi edersin o halde." dedi. Yüzü yüzümün çok yakınındaydı. Nefesi yüzüme çarpıyordu. Kalbim benden izinsiz hızlanmaya başladı. Ona lanet okurken Visal ise mümkünmüş gibi yüzünü yüzüme daha çok yaklaştırdı.

Küçük bir oyunun zararı olmaz, değil mi?

Gözlerimi dudaklarına odakladım. Kafamı hafifçe kaldırdım. Nefesimi ise dudaklarına doğru verdim. Gözlerimde olan bakışları bu hareketimle dudaklarıma düşmüştü. Soluğumu tutmuş bir şekilde bekliyordum. Ellerimden birini yumuşacık olan saçlarına geçirdim. Bakışları daha da yoğunlaşmıştı. Gözbebekleri siyahlarının arasında yok olmuştu. Ben ne kadar gözlerine baksam da o hâlâ dudaklarıma bakıyordu. Bende kendimi tutamadım ve bakışlarımı aşağı doğru indirdim. Sanki aramızda bir çekim var gibiydi. Gözlerimi kapattım, biraz bekledikten sonra ellerimi kollarına koydum. Hızla döndürdüm. Yine altta kalan o olmuştu. Dikkatini dağıtmıştım. Küçük oyunum işe yaramıştı. Bu sefer şaşırmış gibi durmuyordu. Yoğun bakışları hâlâ yerini koruyordu. Yutkunma ihtiyacı hissettim. Ellerim yere düştüğümden beri sızlayan dizlerime dokundu. Ellerime bulaşan tanıdık sıvıya baktım. Kan. Yere sürtündüğü için kanamıştı. Yaranın olduğu yerdeki kumaş koyulaşmıştı. Visal'in eli bir anda dizime dokununca şaşkınlıkla dudaklarım aralandı.

"Pansuman yap demiştim." dediğinde, "Farkındaysan beni yere düşürdüğün için kanıyor!" dedim. Kaşlarını çattı.

"Yaranın kapanmasına fırsat tanımıyorsun." dediğinde sinirden gülmemek için kendimi zor tuttum.

"Sen fırsat tanımıyorsun."

"Düşmeseydin." dediğinde sinirden kafayı yiyecektim. Bu adam benim bileğimi hayvan gibi çekecek ve bende yere düşmeyeceğim öyle mi? Şaka falan yaptığını sanıyorsa hiç komik değildi.

Karşımda sırıtırken o yüzünü dağıtmamak için kendimi çok zor tuttum. Ya da tutmama gerek yoktu. O yakışıklı yüzünü dağıtabilirdim. Bence mükemmel bir fikirdi. Yumruğumu kaldırdım, yüzüne vuracaktımki bileğimi tuttu. "Kendi koyduğun kuralı çiğneyemezsin." dediğinde sırıttım. "Bal gibide çiğnerim. O kuralı koyduğum gibi kaldırırım." dedim ve yumruğumu vurabileceğim en sert şekilde kaşına geçirdim. Yüzünü buruşturdu. Kaşından akan kana baktım ve dudaklarımı araladım. "Kanarsam kanatırım." dedim ve üzerinden kalktım. Hızla ringden çıktım. Ağaçların arasından yürümeye başladım. Onu arkamda nasıl bir şekilde bıraktığım umrumda dahi değildi ama suratının hali aklıma gelince sırıtmadan edemedim.

          

Bu zamana kadar çok kan akıttım, daha fazlasına tahammülüm yok.

İşte o yüzden Visal Riva Arel, kanarsam kanatırım.

Kana kan.

🦋

Kararmaya yüz tutmuş gökyüzünden zamanın yaklaştığını anlayabiliyordum. Güneş yavaş yavaş yok olup yerini ay'a bırakacaktı. Güneş olmadığı zaman tam anlamıyla görebiliyordu onu herkes. Aydınlıkta değil gecenin karanlığında ortaya çıkıyordu eşşizliği. Gecenin hakimeyetine sahipti, ay. Güneşin gölgesinde kalıyordu ama gece hiçbir şey onu gizleyemiyordu. Ay, sadece başkalarının ışığından dolayı fark edilmiyordu ama aslında onun parıltısı her şeyden parlaktı. Sadece başka gökcisimlerinin gölgesinde kalıyordu. Ay, gölgede kalandı.

Tıpkı benim gibi...

Bir süredir pencerenin önünde duruyordum. Gökyüzüne bakıyor, ay ve yıldızları izliyordum. Kod-7 şehir ışıklarından uzak bir yerde olduğu için yıldızlar da ay da net bir şekilde görünüyordu. Gecenin karanlığıyla daha da parlak oluyorlardı, daha da belirginleşiyorlardı... Çok garip değil miydi? Aslında herkes gökyüzüne baktığında ışık saçan küçücük noktalar görüyordu ama onu betimlemek için beş köşesi olan bir şekil çizip buna yıldız diyorlardı. Herkesin aklına yıldız dendiğinde beş köşeli o simge geliyordu. Birgün bunu merakımdan araştırmıştım ve nedenini öğrenmiştim.

Eski Mısırlılar, bir insanın ruhunun öldükten sonra yıldız olduğuna inanıyorlarmış. Mısırlıların hiyeroglif yazısında "ruh" u gösteren işaret bir başı, iki kolu, iki bacağı olan çizgisel bir simgeyle gösteriliyormuş. Bu simge, taşa oyulduğunda ya da bir yere çizildiğinde beş köşeli görünüyormuş. Eski Mısırlılardan etkilenen pek çok kültürün gökyüzündeki yıldızları bu beş köşeli görünen simgeyle ifade ettikleri söyleniyor. Bu sebepten günümüzde bile yıldız denilince aklımıza hemen beş köşeli alışılageldik o geometrik şekil beliriyor.

Aslında hepsi bir inanıştan dolayıydı ve bu şekilde simgeleştirilmişti.

Araştırmayı seven bir kişiliğim vardı. Cevapsız sorulardan ve aklımda oluşan o soru işaretlerinden hiç hoşlanmazdım. Bu da biraz meraklı oluşumdandı. Bu durumdan da şikayetçi değildim. Telefonumun melodisi kulaklarıma dolunca arkamı döndüm ve nerden geldiğine baktım. Yatağımın üzerindeydi. Ekrandaki isimi görünce hiç şaşırmamıştım. Daha fazla bekletmeden aramayı cevapladım ve hapörlere alıp geri yatağa bıraktım.

"Ne var Armin?" dedim alayla.

"Alınıyorum ama Lara." dedi gücenmiş gibi yaparak. Gülümsedim ve dolabıma doğru adımladım. "Neyse ya şey diyecektim." dedi ve duraksadı.

"Ne diyeceksin?" diye sordum, o görmese de tek kaşımı sorgularcasına kaldırdım. "Akşam ne renk bir elbise giyeceksin? Ona göre bende seçeceğim." dediğinde dolabıma bir göz attım. Genelde siyah ve yeşil renkte elbiseler vardı. Siyah olanlardan birini elime aldım ve boy aynasının önüne geçip üzerime tuttum. Elbise gayet güzeldi o yüzden yatağın üzerine, telefonumun yanına bıraktım.

"Siyah." dediğimde, "Bunu diyeceğini biliyordum ama tamamen emin olmak istedim." dedi bilmiş bir tavırla, bu gülümseme sebep olmuştu.

Tam onun ne renk bir elbise tercih ettiğini soracaktım ki, "Hiç sorma Lara çünkü söylemeyeceğim." dedi sırıttığını tahmin edebiliyordum. "Öyle olsun." dedim ve ekledim "Kapat artık şu telefonu." dediğimde homurdanarak kapatmıştı. Bende gülerek lavaboya gittim, kısa bir duş almak için.

YAMALI RUHHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin