Kaybolmuş

10 1 0
                                    


Yorgunum. Çok yorgunum. Bu kelimeyi elimden gelse sonsuza kadar tekrarlamak istiyorum ta ki muhatabını yorana kadar... Her gün bir uyanmamışlıkla ve uykulukla herkesin içinde akıp gittiği 24 saat süren o gün kavramını bir ben yaşayamıyorum. Her gün birbirinin aynısı hatta diğerlerinin kendilerine göre gün dediği benim içinse o geçmiş zaman dilimleri toplasan bir gün etmiyor. Öyle bir dermansızlık içimdeyim ki hiçbir şey bitmiyor benim için. Aynı buhran, aynı çökkünlük, aynı üzüntü, aynı iç çekmeler bir sona ermiyor. Bu kadar süreklilik içinde olan bitmeyen tükenmeyen bir hal kafamda her şeyin muhakkak bir sonu vardır algısını bozuyor bu yüzden o gün denen zamanı geldiğinde mutlaka sonlanacak olan o nesnel, koşulsuz kavram belleğimde işte böyle böyle siliniyor. Ne tam bir uyku çekebiliyorum ne de tam bir uyanma durumu. Ne kadar yorgun uykusuz kalırsam kalayım uykuya dalamıyorum. Bende de o tuhaf deneyi yaptılar. 72 saat boyunca uykusuz kalırsan sonunda uyursun dedikleri hani tabi benim terapist nasıl bir akıl tutulmasıysa artık bu 72 saatlik süreyi tam ben iki gün boyunca uykusuz kaldığım gecenin gündüzünde başlattı. Benim için tam bir işkenceydi çok faydası oldu mu tabi ki hayır. 11 saatlik gece otobüs seferleri yapan ben eve vardığım sabah nasıl uyumadıysam bu deneyi de çok iyi sonuçlandıramadım. Burada uyku bozukluğu rahatsızlıklarından bahsetmeyeceğim benim işim değil ama sadece bu lanete düşenlere bir selam veriyorum, sadece biz birbirimizi anlıyoruz.

 Hayat için genelde iki şekilde cümle kuran olur biri hayat zordur diğeri hayat kolay değildir. Hayat kolaydır diyenlerin hep biraz daha kayrıldığını düşünmüşümdür. Talihin biraz daha onlardan yana olduğu, rüzgarların hep arkalarından estiği, ağacın gölgesinin hep üzerlerine düştüğü, durağa son dk gelenin önüne otobüsün kapısının açılması gibi kader biraz onları kollamaktadır. Önlerine hep çabalarıyla yenebilecekleri engeller gelmiş ve sanki ısınma yapar gibi bu engelleri hep diğerlerinden daha az çabayla savuştururlar, bunun kendilerine sağladığı özgüvenle hayatlarından zevk alırlar. En başta bunlar çok istekli olurlar başkalarına öğüt vermeye, çalışmanın övgülerinden söz etmeye ve çok sıklıkla çalışırsan her şey olur demeye. Kendi hayat tecrübeleriyle öğrendikleri çalışma kavramını herkesinkiyle aynı görürler. Görmesinler de ne yapsınlar... Kendilerinkinden daha kötü bir hayatla kim değiş tokuş eder kendi yaşamını ?.. Aradaki bunca farkın, adaletsizliğin, eşitsizliğin sebebini sadece talih diyerek kim nereye kadar savunabilir ? Talih kimin başına konduysa ortada sebebe dayanmayan, kabul edilebilir bir mantık olmadan onu diğerlerinden avantajlı kılar. Talih hiçbir çaba, emek istemez. Hiçbir yöntemi, alışverişi, karşılığı yoktur. Bakmayın piyango, at yarışı, maç kuponu satın alanlara talih parayla alınmaz. O şans oyunlarına girecek kadar parası olmayanlar talihsiz değildir o oyunu kazanmak bakımından. Onların talihsizliği havaya savuracak kadar paralarının olmamasıdır. Kaderin kendini kayırdığı insanların çenesini tutmayıp tamamen bu yokmuş gibi konuşmalarının sebebi korkudur. Kendilerinden başkalarının bir şeyleri elde etmek için başvurduğu yol çalışmak olduğu için evet herkesin iyiliği için yegane tercih edilmesi şart koşulmak istenen bu olduğu için çalışmayı bir zorlamadan ziyade bir irade gibi göstermeye çalışırlar. Çalışmak doğru bir tercihtir keşke herkes çalışmak zorunda kalsaydı da daha fazla çalışma irade ile açıklanabilir olsaydı.

Hayat zordur diyenler işte hayatı gerçekten okuyanlardır. Hayat, doğduğundan itibaren insanın karşılaşacağı her şey. Tamamen tesadüf. Herkes birbirinden o kadar farklı ki. Gözünü açtığın andan itibaren seninle aynı zamanda diliminde hayatta olanlardan farklısın. Herkesin önüne alıp okuduğu her kelime kendisinde başka bir yere sahip. Adalet, herkesin kendi yaşamında öğrendiği doğru/yanlışa ve iyi/kötüye göre. Kimse senin yerine geçip ayakkabının nasıl vurduğunu anlayamıyor. Bugün işittiğin bir sözün canını nasıl acıttığını birebir deneyimleyemiyor ama taşlı bozuk yolları görüyorsun onun üzerinde yürüyenlerin yalpaladığını görüyorsun, o sözü duyunca o kadının yüz ifadesini görüyorsun gözyaşlarının sicim gibi çenesinden boynuna üstüne boşaldığını görüyorsun. Bir köpeğin kırılmış sağ arka ayağını nasıl sürüttüğünü görüyorsun. Kendi içindeki acıları aktaramasan da dışarıda gördüğün bir acı var. Kendi içinde ne kadar üzüntü yaşamışşsan dışarıdaki acıyı da o kadar hissedebiliyorsun. Bunca insan, hayvan, canlı birden dünyaya gelmişler ve her biri ayrı ayrı zorluk yaşıyor. Herkesin dediği demekten resmen zevk aldığı o cümle: canım bir sen mi çekiyorsun neler neler var... Bu cümle hiçbir zaman bende bir hafifleme sağlamamıştır. Başkalarının da acı çekiyor olması neden beni hafifletsin ? Nasıl benim acımı küçültebilir ? O üzüntüyle muhatap olan ben, onu yaşamak zorunda kalan bensem benim yerime gelip kimse ondan bir tutam almayacaksa başkalarının da üzülüyor olması niye beni rahatlatsın ? Muhtemelen bunu söyleyenler en başta dediğim gibi talihin kabul edilebilir olmasına inanmak istiyorlar. Başkaları çekti sen de çekeceksin deyişi bu. En başından hayatın zor olduğu kabullenilse işte yaşıyorsun. Şu an ağlamaktan kan çanağına dönsen de melankolik olsan da iştahın da olmasa uyku görmesen de hayat bu. Bu dönemlerin sanki hayat değil de hayatın içinden ayıklanması gereken küçük kırıntılar muamelesi görülmesi belki zorlaştırıyor her şeyi. 

Aynı şeye yıllardır üzülüyorum. Her sene çığ gibi büyüyerek beni daha da zor koşullara itiyor. Şu an içinde bulunduğum durumu o anki bir acının hâlâ etkileyebiliyor olması ondaki bu güç en çok yoran beni. Ne kadar savaşırsam savaşayım ben var olduğum sürece benden aldığı gücüyle o da sürdürüyor ömrümü. Her seferinde ağlıyorum. Elimden gelmeyişi onu yok etmemi engelliyor işte. O acının doğmasında hiçbir etkim olmamasına rağmen işte yine ben durdurmak zorundayım. Kimse anlamıyor. Kendimin sebebiyet vermediği bir acıyı ben nasıl kendi ellerimle durdurabilirim... Hayat bu işte, hiçbir adaleti yok. Herkes bu senin sorunun diyerek kenara çekilmeyi bilmiş. Bu bakımdan aslında hayat adaletli değil diyerek uyduruk bir şekilde soyut bir kavrama yükleyiveriyoruz. İnsanlar adil değil işte. İnsanlar kendileri adil olmadan ortaya çıkacak bir adalet bekliyorlar. Hayat, çok zor. Gerçekten çok zor. Buraya sanki başarmaya, mutlu olmaya gelmişiz gibi davranan çok. Burada sanki uzun süre yaşamalıyız gibi davranan çok. Hayatın genel bir tanımını çizmeye çalışıyorlar. Sanki herkesin bu tarife bakıp öyle yaşaması uygulanabilirmiş gibi. Uzun süredir bir üzüntü içindeyim bazen dalgaların altında kalıyorum bazen yüzeye çıkıyorum. Başkaları beni tekneymişim gibi değerlendirip kalk denizin yüzeyinde olmalısın diyor. Ama bak benim hayatım bu işte, dalgaların içinden geçiyorum, aşağıdan onları izliyorum, yüzeye çıkıyorum nefes alıyorum gökyüzüne bakıyorum. Belki tamamen deniz yüzeyine çıkamadan öleceğim belki istediğim kadar nefes alamayacağım güzel bir tekne olamayacağım. Batıp çıkan olacak adım. Batıp çıkardı işte diyeceklerdi. Ne kadar çok dalga gelip geçtiyse de o da o kadar batıp çıktı diyeceklerdi. Onun yaşamı buydu. Onun hayatı böyleydi. Hep bir tarafı hüzünlüydü. Hep aynı yerinden acı çekerdi. Hep aynı şekilde ağlardı. Böyle tamamladı hayatını. Bundan bize hiçbir tavsiye yok, bundan hiçbir ders çıkarmaya gerek yok. Yaşam onu dünyaya kondurdu ve işte alıp kaybettirdi. Kendi kayboluşunu tamamladı.

KaybolmuşWhere stories live. Discover now