Kısaca güldükten sonra cevapladı. ''Sanırım dalgınsın Jisungie. Mesajı benden sil yapmışsın sanırım.'' dediğinde yanaklarım neye kızaracağını şaşırmıştı.

Bana Jisungie demişti...

''Peki bu saatte burada ne yapıyorsun?'' dedim tekrar.

Bir elini başının arkasına atıp saçlarını karıştırdı. ''Eee şey... Beraber bir kahvaltı yapıp okula gidebiliriz diye düşünmüştüm.'' dediğinde afalladım.

Hele ki bunu söyleyiş tarzı... Ve teklifi...

Kalbime ne oluyordu be böyle? Bir an göğüs kafesimden çıkarıp sakinleşmesini haykırmak istedim.

''Çok üzgünüm Minho ama sanırım bugün okula gelemeyeceğim.'' dediğimde gözleri şaşkınca açıldı.

Neden demesine kalmadan içerden Yuna'nın öksürük sesleri gelince panikledim. ''Kardeşim hasta ve ailem şehir dışında. İçeri geçebilirsin hemen geliyorum.'' deyip Yuna'nın odasına koştum.

İçim söylediğim yalandan dolayı sızlamıştı ancak gerçekleri açıklayamazdım ki. Ne diyecektim zaten? Alkolik annem babamı aldattı ve babam bunu öğrendiğinde o sinirle dikkatsiz araba sürüşü yüzünden kaza yapıp hayatını kaybettiğinden beri kardeşime ve kendime ben bakıyorum mu?

Sağ olun. Kalsın.

Yuna'nın odasına girip kenardaki suyu ona uzattım. ''İyi misin abiciğim?'' dediğimde halsiz bir şekilde kafasını salladı.

Bu beni oldukça endişelendirse de içeriye dönmem gerekiyordu. Kalkmak üzere kapıya döndüğümde Minho'yu fark ettim.

''Sen...'' diye başlasam da cümlemi tamamlayamamıştım.

''Annem bir doktor Jisungie. Onun hastanesinde sessiz sedasız halledilebilir her şey. Gidelim mi? Araba çağırttırırım.'' dediğinde ona minnetle baktım.

Kendimi tutamayıp sarıldığımda yaptığımın farkına çok geç vardım. Elektrik çarpmış gibi geri çekildiğimde Minho içten bir şekilde gülümsedi.

''Nasıl teşekkür edebilirim bilmiyorum.'' dedim kısılan sesimle.

''Bir yemek yeter de artar Jisung.'' dediğinde kan yanaklarıma baskı yapmaya başlamıştı. Elim ayağımın birbirine dolandığını fark eden Minho sessizce kıkırdadı.

''Bunu evet olarak alıyorum sincapcık. Kardeşini hazırla da çıkalım.'' dediğinde telefonunu çıkardı ve çıkışa doğru yürüdü.

Kendimi toplayıp Yuna'nın odasına girdiğimde kendimi kaptırmamam gerektiğini sayıklıyordum sürekli.

Sanırım pek de başarılı sayılmazdım.

Dolaptan birkaç kıyafet çıkarıp Yuna'nın yatağına oturdum.

''Abi.'' dedi zorlukla. Gittikçe kötüleşiyordu. ''Efendim abicim?'' dedim içimdeki endişeyi ona yansıtmadığımı umarak.

''O abi kimdi?'' diye sorunca gülümsedim. Hala oldukça meraklıydı. Babam o daha küçük bir bebekken bile her şeyi kurcalamayı sevdiğinden bu yönüyle çok uğraşırdı. Belli etmemeye çalışsam da babamı deli gibi özlüyordum.

Bu yüzden de annemi hiç affedemedim. Ki affedebilmek için bulabildiğim haklı olduğu bir şey bile yoktu.

''O abi benim bir arkadaşım. Şimdi hastaneye gidiyoruz tamam mı bir tanem?'' dediğimde yalnızca başı ile onayladı.

Sonunda onu hazırlayıp çıktığımda Minho'nun kapı girişindeki portmantoya yaslanmış görüntüsüyle karşılaştım.

Seni bana ne getirdi Lee? Neden bir anda geldin? Bunca zaman beni neden görmedin? Planın ne Lee?

Yanına ulaştığımda zihnime sarı bir şerit çekip olay yerinden çıktım. Telefonunu cebine attıktan sonra çıkan Minho'nun peşinden biz de çıktık.

Yaklaşık yirmi dakika sonra hastaneye vardığımızda Yuna'yı kucağımda taşıyordum. İçeriye girdiğimizde 40'lı yaşlarda bir kadın bizi güler yüzle karşıladı.

''Hoşgeldiniz!'' diyen neşeli sesi beni rahatlatmıştı. Minho'nun yanağını sıktığında 'Anne!' diye cırlayan Minho ise kıkırdamama yol açtı.

Demek annesi bu kadındı. Açıkçası oldukça benziyorlardı. Gözleri, burunları ve dudakları özellikle.

Yanıma bir sedyeyle iki hemşire geldiğinde kardeşimi sedyeye dikkatlice yerleştirdim. Minho'nun annesi omzuma dokunduğunda zorlukla gözlerimi kardeşimden ayırıp ona döndüm. ''Endişe etmene gerek yok. Talimat verdim en iyi şekilde bakılacak. Yine de odasına götürebilirim seni. Ama mutlaka bir kahve içelim olur mu?''

Bayan Lee'ye minnet dolu bir gülümseme sunduktan sonra peşinden ilerledim. Minho da hemen arkamdaydı.

Odaya girmeden önce Minho'ya döndüm. ''Teşekkür etmekten dilinde tüy bitti resmen Jisungie. Hemen kapının arkasında olacağım. Çekinmene gerek yok.'' dediğinde başımı sallayıp içeriye girdim.

Küçük Yuna'm hastane giysileri içerisinde öylece yatıyordu. Kalbime saplanan okları görmezden gelerek yanına oturdum ve elimi ipek saçlarında gezdirdim.

Titreyen telefonumla kendime geldim. Cebimden çıkardığımda ekranda yazan isim beni gülümsetmişti.

Eşek sıpası arıyor...

Hyunjin'i böyle kaydettiğim gün somurtmasına dakikalarca gülmüştük. Çünkü böyle kaydetmemin nedeni telefonu açtığı anda annesinin ona böyle seslenmesiydi.

''Efendim Hyun?'' diyerek açtım telefonu.

''Seni de Minho'yu da bulamıyorum Sungie?'' dedi imalı ses tonuyla.
''Yuna hastalandı. Minho da yardımcı oldu bize.'' dedim.

Yuna'nın hasta olduğunu duyduktan sonra işlerin ciddi olduğunu anlamıştı. O da Yuna'yı manevi kardeşi olarak görüyordu tıpkı Yuna'nın onu abisi olarak gördüğü gibi.

''Okuldan sonra gelirim Jisung. Ona iyi bak. Kendine de.'' diyerek kapattı telefonu. O sırada kapı açıldı ve Bayan Lee içeriye girdi. Yuna hala uyur vaziyetteydi.

''Jisung..'' dedi sıkıntılı bir sesle.

''O nasıl?'' dedim sadece.

''Merak etme çok ciddi bir durum değil. Ancak birkaç gün kalması iyi olacaktır. Ona burada çok iyi bakacağız oğlum sıkıntı etme.'' dediğinde sanki içimde bir buz vardı da Bayan Lee onu eritmiş gibi hissediyordum.

''Par-''
''Hiçbir şey ödemene izin vermiyorum Jisung.'' dedi kibar bir sesle.

Minnet dolu gözlerle ona baktığımda birkaç adımda yanıma ulaşıp kollarını bedenime sardı. ''Sen mükemmel bir abisin Jisung.'' diye fısıldadı kulağıma. Ardından ayrılıp, ''Minho seni bekliyor, dinlen biraz. Gece uyumamışsın belli.'' dediğinde utana sıkıl çıktım odadan.

Minho beni gördüğünde yüzüne kocaman bir gülümseme yerleşti. Bakışlarımı gözlerinde tutmak zordu. Başımı eğdim ve ''Teşekkür ederim Minho.'' dedim sessizce.

Neden bana bir anda iyi davrandığı kocaman bir soru işaretiydi elbet fakat yine de iyi birisi olduğuna inanmak istiyordum.

Yüzüne baktığımda tatlı bir gülümseme ile karşılaştım. ''Ben teşekkürümü farklı alacaktım yalnız?'' dediğinde yanaklarımın ısındığını hissettim.

Saçma salak bir yaz dizisine dönmüştü resmen hayatım. Fakat görünen buydu. Ben hayatımı dram türünde yaşayan bir insandım.

Benim gri-siyah hayatımda pembeye yer yoktu.
Hiç olmamıştı.

If We're Together/MinsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin