"Yok artık teyze. Ben evlenmeyi düşünmüyorum diyorum sen bana görücü usulü kız bulmaya çalışıyorsun. Hem yirmi birinci yüzyılda yaşıyoruz. Kaldı mı bu işler?"

"Sana bırakırsak evlenmezsin sen. Anlaşıldı. Bak dil öğrenmeye yatkın kız. Almancayı sular seller gibi konuşur bir kursa gitse kısa sürede."

"Resmi var mı kızın sende?" diye sordu Deren Hanım merakla. O esnada Barış'ın ne düşündüğü önemsizdi sanki. Hülya Hanım sanki bu anı bekliyormuş gibi eline telefonu aldı. Aslı'nın sosyal medyasına girdi. Öyle çok fotoğrafı yoktu ama yine de çekildiği fotoğraflarda yüzü net bir şekilde görünüyordu. İlk önce Deren Hanım inceledi genç kadını. Ardından zorla Barış'a gösterdiler. Barış genç kadını görünce bir an kalakaldı. Hafızasının derinlerinde yatan birisine benziyordu sanki. Öyle tanıdık bir simaydı ki bu durum merakını cezbetti.

"Sanki daha önceden gördüm ben bu kızı ya da tanıdığım birisine benziyor. Çok yabancı gelmedi nedense."

"Nereden tanıyacaksın? Belki ruh ikizindir. Öyle değil mi Hülya? İnsanlar ruh ikizlerine yabancılık çekmezlermiş."

"Anne ya! Şu hayal dünyanıza şaşırıp kalıyorum gerçekten."

"Aaa, ne var sanki hayal dünyamızda? Oğlum bak yaşın geçiyor, bu yaşında evlenmezsen otuzundan sonra evlenemezsin. Bak istersin sonra evlenmek ama kimse karta kaçmış adama bakmaz."

"Tövbe Yarabbim ya! Teyze, bunlar nasıl sözler Allah aşkına? Hem Avrupa'da evlenme yaşı otuzlarında oluyor. Almanya'da, geçen okumuştum, erkeklerde evlenme yaşı genelde otuz üç ile otuz dört yaşları arasında; ortalama ise otuz iki yaşında olarak gösteriliyor. Bu oran Türkiye'de de bu yaşlara çıkıyordur muhtemelen. Artık okuyan, hayatını kariyer odaklı şekillendiren bir nesil var. Bu işler biraz bin dokuz yüzlü yıllarda kalmadı mı?" dedi isyan eden bir ses tonuyla. Ortamda tek erkek kendisi olmasından ötürü kendisini müdafaa etmek adına bilimsel verilere sığınmıştı. İkizler kahkahayı bastılar bir iki saniye sonra bu sözler üzerine. Eee, tabi dalga geçerlerdi kendisi ile. On yedi yaşında iki ergen kız her şeyle dalga geçebilirdi. Alınmadı bu duruma ama gözleri teyzesiyle annesi arasında mekik dokuyordu resmen. Kaderi o an bu iki kadının ağızlarından çıkacak sözler arasında dans ediyordu sanki.

"Bir haber verelim Canan'a da kızının fikrini alsın bence. Sen de bir görüş Barış kızla. Sanki kızı görmeden, tanımadan evlen dedik. Bak daha uzun bir zaman İstanbul'dayız. O sırada kızla buluşursun, konuşursun... Bakalım o seni beğenecek mi?"

"Niye beğenmesin canım? Neyim eksik benim? Allah'a şükür elim yüzüm düzgün, işim gücüm yerinde... Daha başka ne ister ki bir kadın?"

"Bunun bu yaşa kadar neden birisini bulamadığı belli ablacım. Bu çocuk da duygu yok, sevmenin ve sevilmenin ne olduğunu bilmiyor." dedi teyzesi. Barış bu sözlerde haklılık payı olduğunu düşündü. Bu zamana kadar hiçbir kız arkadaşı onun bu ilgisiz, sevgisiz hallerine dayanamamışlardı. Barış için aşk kelimesi de hayat gibi düz bir anlama sahipti. Genç adam hayatın anlamının doğmak, kaliteli yaşamaya çalışmak ve ölmek olduğunu düşündüğü gibi, aşkın anlamının da görmek, beğenmek, dokunmak ve bu istekler bitince ayrılmak olduğuna inanıyordu. Tabi bugüne kadar olan ilişkilerinin hiçbirinde bitiren taraf olmamıştı. Genelde karşı taraf bir mesajla kendisine katlanamadığını belirtip terk ederdi. Küfür yemişliği bile vardı. Hoş, bunu hak ediyor muydu emin değildi. Çünkü o her zaman saygısını karşısındakine karşı korumuştu.

"Tamam, kız da olur derse bir görüşelim." dedi bir anlık bu meseleyi gurur meselesi yaparak.

"Hem bu kız küçüğü gibi değil. Küçüğü biraz hoyrat bir kız, çok ana baba sözü dinlemez ama Aslı öyle değil. Uyumlu bir kız. Dinine de bağlı... Tam Barış'a yakışır birisi." dedi Hülya Hanım.

KAPALI KAPILAR ARKASINDAKİLERİ KİMSE BİLMEZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin