Birlikte bahçenin diğer tarafına koşan Miles'ın siyah saçları küt kesilmiş, güzel bir genç kıza çarpmasını izlediler. Onun kafasını kavradığı gibi eğmiş ve yere oturmasını sağlamıştı. Oğlunun tıpış tıpış sakinleşmesini izleyen Estelle ışıltılı bir şekilde gülümsedi. "Uliana, Miles'ın kapatma tuşunu bulmuş gibi. Bu kızı her geçen gün daha fazla sevmem mümkün mü?" derken simsiyah elbisesiyle etrafa inanılmaz bir enerji yayan kıza doğru gülümsedi. Uliana onunla göz göze geldiği anda göz kırpmıştı. 

"Şimdiden birçok talibi var ama asla gönlü yok gibi." 

"Onun tek aşkı babası." deyip kıkırdayan Estelle, gözlerini girişteki çifte dikti. Gelenleri karşılayan, tanıştıkları andan beri mükemmel bir uyumla parıldayan çifte. 

Estelle'nin altın sarısı, mini elbisesinin aksine Alita sade, şarap rengi bir elbise tercih etmişti. İnce askıları ve dik yaka dekoltesiyle son derece şık duruyordu, iyice uzamış saçlarını da tepeden sıkı bir atkuyruğu ile toplamıştı. Yanında, siyah bir takımla şarap rengi kravat takmış Lucas vardı. Yıllar geçtikçe yaşına yaş kattığı gibi, yakışıklılığına da yakışıklılık katmıştı. Kumral saçları, koyu renkli gözleri, çıkık yüz hatlarını az da olsa uzattığı sakalı süslüyordu. Yakaladıkları her boşlukta birbirlerini doya doya seyreden güzel ikilinin, kilometrelerce öteden deli gibi aşık olduklarını anlayabilirdiniz. Henüz evlenmemişlerdi, buna ihtiyaç duymayacak kadar uzun süredir tanıyorlardı birbirlerini. Ancak hiç olmayacak diye bir şey de yoktu, olasılıklar ve mucizeler onlar için gelecekte bekliyordu. 

Yanlarına yaklaşıp aceleyle bir şeyler soran Riley, gelinin odasından geliyor olmalıydı; elinde bir liste vardı. Düğün hazırlıkları başladığından beri elinden düşürmediği şu defteri kapatma zamanıydı artık. Ancak Riley ancak böyle kafasını dağıtabiliyordu. Nuna'yı kaybedeli yaklaşık bir buçuk yıl oluyordu, bu süreç Riley ve yıllar sonra edindiği kocaman ailesini daha çok yakınlaştırmış ancak genç kızın ne olursa olsun süzülmesine yol açmıştı. Kilo vermişti, yas sürecini kolay atlatmıyordu ve tam da bu yüzden sürekli kendini meşgul edecek bir şeyler arıyordu. Keşke Aramis'in yeni ve en genç asistanı Rex'in ona nasıl baktığını görseydi. "Bu işe bir el atmalı," diye düşündü aşk perisi Estelle. Bu düşünce sırıtmasına sebep olmuştu.

Hissettiği daha farklı, mavi enerjiyle sola doğru döndü ve dudakları hızla kıvrıldı. 

Arkasında onu takip eden Alba'nın hayran bakışları altında Octavia geliyordu. Üzerinde ona çok yakışan kolsuz, siyah elbisesi vardı. Saçlarını hâlâ kısa tutuyordu, yüzünde abartısız bir makyaj vardı ve yıllar boyunca iyileştikten, sevdikleri yardımıyla iyice toparlandıktan sonra eskisinden bile güzel ve güçlü duruyordu. 
Estelle ile göz göze geldiğinde kocaman gülümsedi ve masaya oturacaklarını işaret etti. Daha arkasını dönemeden onu kolları arasına alan Alba ile ikisi de kahkahalara boğulmuş ve etraftaki insanların, aralarındaki bu özel bağı kıskanan bakışlarına maruz kalmışlardı. Octavia Alba'dan zorlukla uzaklaşıp köşede tek başına oturmuş kitap okuyan kızlarına ilerledi. Astrid, ailelerinin en küçük üyesiydi ancak en akıllısı olma yoluna büyük bir hızla ilerliyordu. Küçük yaşına rağmen çok bilmiş hâlleri en çok da Thomas'ı delirtiyordu. Thomas ve Estelle, kız çocuk sahibi olmamışlardı ancak eksikliğini de hiç hissetmiyorlardı doğrusu. Büyük, güzeller güzeli aileleri her yönden tamamlanmış ve kusursuzdu.

Sonunda, müziğin yükselmesiyle mırıltılar kesilmiş ve bakışlar taş yolun başına çevrilmişti. Çocuklar neyin geldiğini bilir gibi hızla kenara çekildiğinden ortalık olması gereken sessizliğe ve huzura da kavuşmuştu. Estelle, Thomas ile birlikte kenara çekilirken ellerini çenesinin altında birleştirdi. Ağlamayacaktı, kendine söz vermişti. Bu anı yıllardır beklemesine rağmen ağlamamalıydı. Ancak daha çifti görmemesine rağmen, gözlerinin yandığını hissedebiliyordu. 
Yalnızca sevdiklerin, yakın arkadaşların çağrıldığı bir düğündü; resmi hiçbir anons ya da açıklama yapılmadı; buna gerek de yoktu. Yolun en başında, sanki kaderin onların yolunu kesiştirdiği anda, el ele durdular ve bir süre birbirlerine baktılar. Herkesten farklı ve güçlü bir enerji algılasa da, Estelle ne zaman Aramis ve Sandy'e baksa adını koyamadığı onlarca büyünün de işin içine katıldığını hissedebiliyordu. Birbirlerine olan sevgileri, güvenleri, bitmek bilmeyen özlemleri ve daima kıvılcımlarla çevrili olmalarına sebep olan tutkuları eşsizdi; kelimelerle tarif edilemezdi.

Sandy abartılı bir kutlama da, elbise de istememişti. Estelle onun için Feu terzisini çağırmış ve çok zarif, sade bir elbise diktirilmişti. 
Yarım kollu beyaz elbise parlak ve düz bir kumaştandı. Göğsü kapalıydı ancak sırtında derin, çevresi küçük incilerle süslenmiş cesur bir dekoltesi vardı. Dizlerine kadar uzanan elbisenin alt kısmı asimetrik kesimdi ve Sandy'nin uzun, bileklerini saran topuklularını ve ince bileklerini ortaya çıkarıyordu. Saçlarında bıraktığı kaküller içe doğru kıvrılmış, saçları su dalgaları hâlinde serbest bırakılmıştı. Alnının üstüne oturtulmuş, inci ve elmaslarla süslenmiş küçük taç, hafif makyajının tamamlayıcısıydı. 

Kulaklarında, sallantılı inci küpeler vardı. Bu ona Estelle ve Thomas'ın armağanı, özel tasarım bir aksesuardı. 

Elindeki beyaz, küçük çiçek buketi kristaldendi. Buzdan bir heykel tutuyormuş gibiydi, eline tam oturuyor ve ışıklar altında göz alıcı şekilde parıldıyordu. Hemen yanındaki Aramis de üzerine tam oturan koyu renkli bir takım giyiyordu. Kumral saçları özenle şekillendirilmiş, karizmatik hatları ve yakışıklı yüzü iyice ortaya çıkmıştı. Nerede, ne zaman olurlarsa olsunlar daima ortamın parlayan yıldızları olacaklardı; bu onların kaderinde yazılıydı. 

Hemen arkalarından gelen, elinde Sandy ile aynı kristal heykelciği taşıyan küçük kız ise, belki de buradaki en güçlü kişiydi. 

April. 

Baharda doğan, ailesinden aldığı büyü güçleri gibi doğmak için de mevsimlerin melezini seçen küçük kız.

Sandy ve Aramis gibi kumraldı ancak saçları ile sarışınlığa biraz daha yakındı. Açık teni pürüzsüzdü, babası gibi keskin hatlara sahip yüzü kusursuz bir ovallikteydi. Minik burnu, büyük ve bal rengi gözleri, bir de annesi gibi bıraktığı kakülleri vardı. Bu dünyadaki idolünün annesi olduğu çok açıktı. 
Ailesinin arkasından ilerlerken yüzünde sevgi dolu ancak kontrollü bir ifade vardı. Miles ile aynı yaştaydı ancak ondan birkaç ay büyüktü. Buna rağmen kesinlikle oğlundan çok daha olgun ve akıllı olduğunu düşünüyordu Estelle. Sarışın prensi, çapkın bir haylaz olup çıkacaktı bu gidişle. 

Beklenilen çift durmaları gereken yere geldiklerinde bir alkış tufanı koptu. Başından beri, adım attıkları macerada öyle ya da böyle izi olan, hayatlarına dahil olmuş ve onlara yardım etmiş hemen herkes buradaydı ve geldikleri noktayı gururla takip ediyorlardı. Birbirlerine yemin ederken, ömür boyunca bir arada olacaklarına söz verip dudaklarını heyecanla birleştirirken o kadar güzel duruyorlardı ki Estelle kendine verdiği sözü defalarca hiçe saydı. Gözyaşları yanaklarını ve boynunu kaplamıştı, yüzünde biraz bile makyaj kalmadığına emindi. Onu daima göz hizasında tutan krallık danışmanı Cedric bir anda yanında belirip alkışlamaya devam ederken, "Kraliçem, iyi misiniz?" diye sordu muzip bir tavırla. Aralarında yıllar sonra arkadaşça bir ilişki oluşsa da ikisi de bu ilişkiyi bu şekilde nitelendirmezdi. Cedric, kraliçesine bulaşmaya bayılıyordu. Zeki ve çalışkandı, ancak en iyi ve Estelle'nin en sevdiği özelliği de çok iyi bir gözlemci olmasıydı. Ancak o anda, en sevmediği özelliğin ta kendisiydi bu. 

"İyiyim, Cedric." dedi ve onu omzuyla kenara ittirdi. "Gözüme polen kaçmış." 

Aramis ve Sandy, aşklarını mühürleyen sözleriyle birbirlerine baktılar. Bir kenarda, onları izlerken ve gururla gülümserken, yanında alayla gülümseyen Miles'ın ayağını sertçe ezen April duruyordu. Miles acı dolu bir ses çıkarsa da sinir bozucu sırıtmasını bozmamıştı, April'in kazanmasına asla izin vermezdi.

Keyifli o akşam; danslar, koşuşturmacalar ve sevgi dolu bolca kucaklaşma ve öpücükle devam etti. Bilinmezlerle dolu bir gelecek onları bekliyordu. Bilinmezdi, bazen korkutucuydu ancak sevgi ve umut onları daima ileriye taşıyacaktı. Emin adımlarla ileriye giderken kocaman bir aile olarak bir arada kalacak, hikâyelerine kulak veren herkese ilham olacaklardı. 

Onları sevgi kurtarmıştı. Dünyayı da ancak sevgi kurtarabilirdi, bu yüzden çabalamaktan ve doğru yolda mücadele etmekten hiç vazgeçmeyeceklerdi. 

Sandy, yanında sevdiği adam ve kızıyla etrafındaki neşeli insan kalabalığına bakarken macerasının ilk gününü düşündü, bir de içinde bulunduğu anı. Aklına gelen düşünceyle gülümserken sevdiklerini kendine çekip kocaman sarıldı.

Eğer hayatı bir kitap olsaydı, son sahne kesinlikle içinde bulundukları bu an olurdu. 


SON




ATEŞİN VARİSİ 2 - KAYIP NEFES (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin