Saat de erken değildi uyanmış olması lazımdı.
Düşüncelere dalmışken yanağımın çekilmesi ile kafamı geriye attım refleksle.
Giray abim sessizlikten rahatsız olmuş olmalıydı büyük ihtimalle.
Ne düşündüğümü anlamış gibi konuşmaya başlamıştı.
"Abimlerin işleri bitti yolda olmaları lazım, Pars'da mutfakta bir şeyler yiyiyordu. Acıktıysan hazırlayabilirim bir şeyler abicim."
Herkesi bir cümlede anlatmasına gülüp kafamı salladım.
Herkesin yerini de öğrenmiş olmuştum böylelikle.
Dün akşam canım çekmediği için yemek yememiştim ve şu an farkına varıyordum, acıkmıştım.
"Sen yedin mi yemek?" Diye sordum Giray abime doğru, bir yandan da koltukta doğrulup kalkmaya hazırlanıyordum.
Abim de kafasını salladı yerinde doğrulurken.
"Yedim güzelim, gel sana hazırlayalım bir şeyler."
Tek başıma hazırlamak varken iki kişi daha cazip gelmişti açıkçası.
"Tamam abi, sen geç geliyorum ben." Dedim ayaklanırken.
Giray abim kafasını sallayıp mutfağa adımlarken, ben yönümü çevirip Sarp abime yaklaştım.
Ev sıcak olsa da, uyuduğu için üstümdeki hırkamı çıkartıp üzerine örttüm yavaşça.
Yaklaşıp yüzüne düşen saçları da geri çekip yanağına bir öpücük bıraktım.
Uyuyan insanları öperek uyandırmayı çok sevsem de sevgili Sarp abimin uyanmaya niyeti yoktu.
Yanaklarını sıkmamak için zor durarak geriye çekildim.
Derin bir nefes alarak salonun kapısına ilerledim.
Her şeyi bir yana bırakırsak, gece uyuyamamıştım. Uyusam rüyalarım bir garipti, uyansam da düşüncelerim aklımda büyük bir doluluk yapıyordu.
Berzan'ı görmüştüm birinde de. Hâlâ öldüğünün gerçekliğini kavrayamıyordum.
Her zamanki gibiyi hâlâ. Gerçeklikler ve onlara inanmak istemeyen bir Bade.
Kaç gün olduğunu bilmediğim ve yanında kaldığım piskopat adamın ölmüş olması mutlu ediyor diyemezdim ama, bir daha karşılaşmayacağımız gerçeği güzel geliyordu.
Çok boş hissediyordum bu aralar nedense. Kötü veya iyi olan bir şeylere tepki vermek zor geliyordu.
Önüme bir şey gelse aval aval bakardım o derece.
Gözlerimi kısmış bir şekilde koridordan ilerlerken çarptığım şey ile inleyerek geri çekildim. 'Çat' sesi kafamdan gelmiyordu inşallah.
"O ne ya." Diye bir cümle çıktı ağzımdan.
Alnımı tutarak geri çekildim ve ne ile çarpıştığıma baktım.
Kapı.
Evet, mutfağın kapısına kafayı geçirmiştim.
"Bade, ne oldu?" Yanıma gelip, elleri ile çenemen tutup kafamı kaldıran Pars ile bakıştım bir kaç saniye.
"Kapıyla özlem giderdik abi ne olsun daha." Diye konuştum elimi alnıma atıp ovuştururken.
Pars da hafifçe tebessüm edip, elini atıp alnıma baktı yavaşça. Yüzünde de, hâlâ 'abi' dememe alışamamış bir ifade vardı. Şaşkınlık dinç tutardı bir şey olmazdı.
"Kızarmış, buz koyalım mı?" Diye sordu ellerini çenemden çekerken.
Buz abartı olur muydu acaba? Ama konu kafamdı. Alnım benim her şeyimdi bir kere.
"Olur." Dedim dediğini onaylayarak.
Tam mutfağa girecekken konuşan Giray abim ile durdum.
"Bade, ne oldu abicim?" Diyerek yanıma yaklaştı hızlıca.
Pars, buz almak için dolaba ilerlerken, Giray abim de un olmuş ellerini yüzüme değdirmeden alnıma baktı.
"Kafamı vurdum." Dedim hüzünlü bir ses tonuna bürünerek. Rolüme adapte olmak için de kafamı eğdim hafifçe.
Bir de burnumu çeksem tamdı aslında ama bir terslik olup sümüğü yanlış tarafa akıtmam gibi şanssızlıklar olabilirdi, yapmasak daha iyidi yani.
"Oy kıyamam ben sana, yaklaş bakayım."
Dediğini yapıp yanına yaklaşınca alnıma bir öpücük bırakıp geri çekildi.
"Yok bir şey, baktım ben." Diyerek, büyük bir deney yapmış ve sonucu beklediği gibi gelmiş tarzında bir özgüven vardı sesinde de.
"Kapıya da bak abi, onda bir şeyler var mı?" Dedim gülerek.
Kafam biraz ağır olabilirdi aslında. Ama sadece biraz.
Canım kafam.
Abim, aval aval kapıya doğru ilerlerken bende Pars'ın yanına doğru ilerledim.
Elinde tuttuğu buzu yaklaştırıp alnıma tuttu.
Bende elimi kaldırıp buzu tuttum. "Teşekkür ederim." Dedim göz kırparak.
O da bir şey demeden gülümsedi sadece.
"Acıyor mu çok?" Diye sorunca iki yana salladım. Çok acımıyordu ama hafif bir acı vardı sadece.
"Azıcık." Dedim yalan söylememek adına.
Kafasını sallayıp elini buzdan çekti. "Sen tut bunu, kahvaltı hazırlıyorum hemen." Diye konuşunca kafamı salladım.
"Kolay gelsin." Dediğimde teşekkür etti kısaca.
Dirseklerimi masaya yaslayıp, buzu avuçlarımın arasına sıkıştırdım ve kafamı da ellerime yasladım.
Böyle durmak daha rahattı bence.
Gözlerimi de kapatıp ana odaklanacakken Giray abimden gelen yüksek ses ile kapatamadan açtım gözlerimi.
"Bade, sağlam abicim kapı. İyi iyi." Diye konuşması ile kendimi tutamayarak güldüm.
"Öyle diyorsan öyledir abi." Dedim sessizce. Gerçekten gidip baktığına inanamıyordum.
Kendince havalı bir gülüş yaparak tezgaha ilerledi hızla.
"Senin yüzünden kekim yarım kaldı bak. Konuşturttun beni hep."
Bir kek yaparken bile ellerini unlamayı nasıl beceriyor acaba diye düşünürken, abimin direkt olarak un kabına elini daldırıp, dolup taşan unu kek'e boşaltmasına şaşırarak baktım.
"Abi ne yapıyorsun! Kek o poğaça değil." Diye sordum buzu kafamdan çekip daha iyi görmek için. Kek, kek olmaktan çıkmıştı resmen. Bu kadar un koyulur muydu?
Pars abim de merak etmiş olmalı ki kafasını çevirip ne olduğuna bakmıştı.
Giray abimin kek poğaçasını görünce de yüzünü buruşturup geri dönmüştü işine. İçinden 'beceriksiz' dediğine adım kadar emindim. Buzu tekrar yasladım alnıma yine.