"Katil olmaya bu denli yaklaşmış bir adam için fazla ter döktün. Ah, hayır! Sen birinin ölümüne yol açarak zaten katil oldun." Henüz cümleyi tartamadan Anıl, Didem'e doğru atılınca Doruk kendini araya koydu ancak Anıl onu hızla itince yere düştü. Bu sefer Orkun ayırmaya çalışırken darbeler aldı ancak daha çok Didem'in çığlıkları yayılıyordu odaya.

Kolonun köşesinde kendine gelmeye çalışan Doruk'un yanına gidip, kalkması için yardım ettim. Didem kendini dışarı sıyırırken Anıl'ın da birkaç darbe yediği gözlerimden kaçmadı.

Didem'in çekilmesiyle kavga dururken, kaldırmak için kolunu tuttuğum Doruk hızla silkindi ve beni iterek, Didem'le dışarı doğru çıktılar.

Kapı yüksek bir gürültüyle çarparken omuzlarım titredi. Orkun ve Anıl bir müddet öfkesini bakışlarına aktarırken yerimden kımıldamakla kımıldamama arasında gidip geliyordum. En sonunda Anıl odasına gitmiş, Orkun da yanıma doğru gelmişti.

Anıl'ın ona vurduğunu görmeme rağmen pek de etkilenmiş görünmüyordu ancak Anıl'ın dudağının kenarı kanamıştı.

"Neden onun öldürdüğünü düşünüyorsunuz?" Dedim Orkun'a sesimi olabildiğince alçaltarak. "Nefreti iradesini aştı. Eğer bir cinayetse, o öldürdü." Demin sinirle haykıran çocuk gitmiş, yerine koltuğun altına sığınmış, sakin çocuk gelmişti.

"Neden cinayet olduğunu düşünüyorsun? Anıl dün geceden beri o odaya gitmedi bile." İçerden her tıkırtı geldiğinde kendimi diken üstünde hissediyordum. "Onu korumaya başlamışsın."

"Alakası yok. Suçlamanızı anlamıyorum, o kadar." Orkun kıkırdadı ve "Suçlamak mı? Doruk'u bile öldürmekle tehdit etti o. Onu mu öldürmeyecek!" dediğinde gözlerim kocaman olmuştu. Kaybetmekten korktuğu kardeşine nasıl olur da böyle bir şey yapabilirdi?

"Gördün mü? Onun için imkansız diye bir şey yok." Orkun'un da gitmesiyle koridorun ortasında Can'ın haykırışlarıyla beraber yalnız kaldım.

Akşama doğru yatağa geri dönmeyi reddederek Can'ın olduğu odaya doğru yöneldim. "Girmeyin." Dedi hafif saçlarında beyazlar olan adam. Az önce Ahmet'i götürdüklerini görmüştüm ancak nereye götürdüklerini bile sormadan kafamı çevirmiştim.

"Neden?" Adam sırtını dikleşti ve "Daha iyi olur." dedi zoraki kibar olmaya çalışırken. Yanındaki ikisi de onu onaylarken, "Olsun. Konuşmam lazım,..." diye atıldım daha ne konuşacağımı kendim bile bilmeden. "İsmim Ertuğrul."

"Pekâlâ Ertuğrul, konuşmam lazım." Bakışları bir müddet kararsız olsa da nihayet önümden çekilerek bana yol açtı. İçeriye girdiğimde hafif bir esinti yüzüme çarptı. Yerdeki kurumuş kan lekelerinin üzerindeki kiri es geçerek Can ile belli bir mesafeyi koruyacak şekilde odanın ortasında durdum.

"Kaybın için üzgünüm. Birini kaybetmek nasıl bir his, bilirim." Öfkesi odadaki tüm soğuk havayı emiyordu sinirli bir basınç bırakırken kulaklara. "Senin suçun. Sen olmasaydın ölmeyecekti." Diye bir anda tepki saldı ortaya. "Neyden bahsediyorsun?"

"Eğer sen olmasaydın, dedemin yerini de bilemezlerdi. Sahiden nasıl bir his biliyorsun, demek! Ne var biliyor musun? Kaybetmeye henüz başlıyorsun sen."

Üzerime yakıştırdığı suç etiketiyle gerilerken bir şeye çarptım. Yerimden sekerken yavaşça arkama döndüm. Karşımda Anıl'ı gördüğümde ağzıma tüm kelimeleri tıkıp konuşmaya başladı.

"Neden onunla konuşuyorsun?" Kollarını birbirine bağlarken, gözleri de kısılmıştı. Dağınık saçlarını zapt etmeye pek de uğraşmamış görünüyordu ancak bunun ona belli bir tarz kattığı yalan değildi.

PARANOYAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin