"Sana çocukları güldürecek bir şey yazmanı söylediğimi hatırlıyordum," Patronum Dan kaba sesiyle konuşup önüme dergiyi attığında paketin dibinde kalan kek kırıntılarını yemekle meşguldüm.
"Ama görünen o ki sekiz yaşındaki çocukları ağlatmayı planlıyorsun."
Ona aldırmayıp biten paketi elimde bir kaç buruşturdum ve masanın üzerine fırlattım. Dilimle dişlerimi temizlerken hala başımda beklemesi sinirlerimi bozuyordu.
"Sana en başından söyledim, ben çocuklar için yazmıyorum."
"Başkası içinde yazamıyorsun," dedi intikam dolu bir sesle. "Bu senin gelip gelebileceğin en yüksek mertebe."
Güldüm ve ayaklarımı masanın üzerine doğru uzattım. "Ne? Bu mu? Bana günde bir öğün yemek vermekten başka bir bok yaptığın bile yok. Bu aptal dergide hademe bile benden daha fazla maaş alıyor. "
"Eğer itirazın varsa kapı orada," diyerek bakışlarıyla çıkışı işaret ettiğinde yeniden güldüm.
"Beni kovamazsın Dan, buradan kaçıp gitmeyen bir tek ben varım. Eğer gidersem yerime kimseyi bulamazsın. Kimse burada bedavaya çalışıp sana katlanamaz, benim dışımda."
Karşı masamda oturan ismini hatırlamadığım kız kıkırdadığında Dan ona ters bir bakış attı. "Üzgünüm Dan," diyerek mırıldandı kız.
"Yenisini bekliyorum, " dedi dergiyi önümden alırken. "Lütfen sekiz yaşındaki çocuklara regl'nin veya mastürbasyonun ne demek olduğunu anlatmayı kes."
"Itiraf et," dedim. "Iyi bir jinekolog olabilirdim."
Kız yeniden gülerken Dan sözlerimi duymazdan geldi. Küçük koridordan geçip kendi odasına doğru ilerlerken çantamı astığım yerden aldım.
Saatin erken olması umrumda değildi, beni kovamayacağını ikimizde biliyorduk. Maddi sorunlarımın olduğunu bilmesi daha çok üzerime gelmesine neden oluyordu. Tanrı biliyor ya, eğer başka bir iş bulabilseydim bu fare deliğinde bir dakika daha kalacak değildim. Zaten haftada en fazla bir yada iki kez uğruyor, yeni sayıyı yayıma yetiştirmeye çalışıyordum.
Anahtarı eski kapı deliğine soktum ve kapı bir müddet sonra büyük bir gıcırtıyla açıldığında ayakkabılarımı çıkardım. Bodrum katında, sadece bir yatak odası ve bir mutfağı olan küçük bir dairede yaşıyordum. Bulabileceğim en uygun daire buydu fakat bazen buranın kirasını bile vermekte zorlanıyordum. Maaşımı almaya bir haftam daha vardı ama Dan bazen geciktirebiliyordu.
Ellerimi yıkayıp üzerimdeki eski pantolonu değiştirmeden dolabı açtım ve yiyebileceğim bir şeyler baktım. Dolaptaki tek şey bir kaç salatalık, makarna paketleri ve birazda çaydı.
Dolabı geri kapadım, her akşam makarna yemek zorunda kalmaktan nefret ediyordum. Bir kaç gün önce depoladığım biralardan iki tanesini alarak yatak odama geçtim.
Sanırım geçinememe dertlerimden biri de buydu. O aptal dergiye gitmediğim zamanların dışında genelde kendimi sarhoş eder ve düşünmekten kaçardım. Maaşımın bir kısmı zaten kiraya gidiyordu. Bu yüzden gün boyunca yediğim tek şey derginin bayat yemekleriydi ama buna bile razıydım. O aptal ve kalitesiz dergide çalışıp çocukları uyutacak bir kaç masal anlatmam yetiyor gibi görünüyordu.
Eğer üniversite okumaya devam etseydim hayatım nasıl olurdu merak ediyordum. Eğer ailemin benden istediği gibi doktor olarak hayatıma devam etseydim belkide bu sıkıntıların hiçbirini çekmeyecektim. Şuan bir bodrum katında tek odalı bir yerde yaşamak yerine içini istediğim gibi döşeyebileceğim bir evim olabilirdi. Yangın merdivenimin önünde yığın halinde duran kitaplar yerine hayatımı steteskoplarla geçiriyor olabilirdim.
Belki dolabım yeterince dolu olabilirdi.
Ama şuan olduğum halimden bile mutsuz olacağımı biliyordum.
Ben insanları ilaçlarla değil kelimelerle tedavi etmek için doğmuştum. Ama hayatın beni getirdiği nokta açıktı, ortalamanın altında bir maaş alıp bir çocuk dergisinde yazıyordum. Üniversiteyi bunun için bırakmış olamazdım. Ben bunun için varolmamıştım.
Sürünerek kucağıma tırmanan kahverengi-beyaz tüy yumağına baktım. Miyavlayarak elimin üzerini yaladığında birkaç damla şişeden yatağa dökülse de önemsemedim, şişeyi eski abajurun yanına bırakarak Michael'ı kucağıma aldım. Parmaklarım tüyle dolu sırtında gezinirken gözlerini kapattı ve yavaşça miyavlamaya başladı.
Bu kasvetli şehirde belki de tek arkadaşım tahminimce 4 yaşından daha büyük olan bu yaşlı ve şişman kediden başkası değildi.
Portland'in yağışlı bir gecesinde bulmuştum onu. Portland'e taşınalı neredeyse bir hafta olmuştu ve birkaç gün önce taşındığım evime giderken sokak lambasının altında acı içinde miyavlayan bu kediye rastlamıştım. Bacağının teki kötü durumdaydı, içe doğru dönmüş ve sızıntı şeklinde kanıyordu.
Ona bunu yapanlar muhtemelen insan denilen canavarlardan başkası değildi.
Her ne kadar insanla hayvanın ilk yardımı aynı olmasa da onu yanıma almış ve bacağına pansuman yapıp sarmıştım. Hala yürürken hafifçe aksıyordu, ama o geceki halinden oldukça iyiydi.
Sonunda uyuya kaldığında kucağıma alıp yerdeki minderin üzerine yavaşça bıraktım ve abajurun yanında duran bira şişesini elime geri alarak pencerenin önüne doğru yürüdüm.
Saat neredeyse 6 olmak üzereydi, fakat şimdiden iki şişe birayı dikmiştim bile. Hayatım bir bok çukurundan farksızdı.
Yolun karşısından gelen siyah renkli arabaya bakarken birkaç yudum daha çaldım şişeden. Sonunda arabayı park eden kişi arabadan indi ve arka tarafa dolaşıp bagajı açtı. Bagajtan birkaç market poşetini alarak bitişiğimdeki apartmana girdiğinde onu daha önce hiç görmediğimi fark ettim.
Bu garipti, yani kabul edelim Amerika'da saçını renkli yapan kıza rastlamak pek imkansız bir şey gibi görünmüyordu. Ama saçlarını kırmızıya boyayan ve yan apartmanımda yaşayan bu genç adamı daha önce hiç görmediğime emindim.
Arabasının siyah cilası yer yer aşınmış ve altındaki beyaz rengi ortaya çıkarmıştı. Buradan yeterince dikkatli biri olmadığına karar vermiştim. Arabasının arka kısmı hafifçe içeriye göçüktü. Muhtemelen dikkatsiz bir sürücüydü, kaza yapmış olma ihtimali bile vardı ama daha çok kaldırım kenarlarına çarptığını düşünüyordum. Çünkü bir kazanın sebep olacağı kadar büyük bir göçük gibi durmuyordu.
Odamın diğer penceresine doğru ilerledim ve yaşadığı daireyi bulmaya çalıştım. Üçüncü katta yaşamadığını biliyordum, Bayan Sally'i mahallenin tüm sakinleri tanırdı. Biraz huysuz bir kadındı ve en ufak gürültüde cama çıkıp insanları azarlamayı severdi.
Ya da Bayan Sally'nin azarlamalarına kulak asmayan ikinci kattaki liselilerden olduğunu da sanmıyordum.
Birinci katın ışığı yandı, perdenin arkasında birkaç hareketlenme olduysa da kim olduğunu çözemedim. Belki de dairemin tam karşısına denk gelen dairede oturuyordu. Umarım bahçeyi çok kullanmazdı, çünkü orası kendimi huzurlu hissedebileceğim tek yerdi.
Işık söndü.
Bende perdeyi kapatıp boşalan şişeleri çöp kovasına doldurmaya başladım.
İşte, hayatım tam olarak buydu. Aptal bir dergide çalışıyor, muhtemelen o dergideki en az maaşlardan birini alıyor, henüz akşam olmadan kendimi sarhoş etmeyi planlıyor ve hayatımın nereye doğru gittiğini çözmeye çalışıyordum.
Kesinlikle iyiye gitmiyordu.