O bahçede belki ikimizde çok defa yürüdük, çok kez o taşlı yollara ayak tabanlarımızı sıkılarak ve oflayarak sürttük ama o zaman yürüdüğümüz bu aynı okul bahçesi, bambaşka gelmişti gözüme. Seni bilmem ama, yüreğimin söylediği şeyler yüzünden aklımda beliren düşünce dağınıklığına odaklanamıyordum. Tek bildiğim, yanımda yürürken yaptığın alışkanlıklarının güzelliği ve içtenliğiydi; ne zaman yüzüne rüzgar çarpsa gülümsüyor, göz kapaklarını peş peşe kırparken kaşlarını havalandırıyor ve o güzel ellerinle dağılmış saçlarını düzeltmeye çalışıyordun. Şimdilerde yaptığın gibi, hiç değişmeyen o dudak bükme hareketinle nasıl iç geçirmiştim, hatırlıyor musun? Fazla süren sessizliğe karşı dudak bükmenle sana karşı olan çocuksu hislerimde yoğunlaşmıştı. Nasıl hala o alt dudak her kızgınlığında her sevincinde ya da her sıkkın olduğun anda alta doğru kıvrılıyor, anlam veremiyorum. Öyle bir ifadeye bürünüyorsun ki, karşımda küçük bir çocuğun büyüklerinden öğrendiği tavırları taklit eder gibi, çok masum ve çok saftı hareketlerin. Bu çocuksu, içten, naif ve huzur verici hareketlerinin her anını sadece benim görmemin mutluluğunu da sen tahmin et şimdi. Bana yaptıklarının bir tarifi yok aslında ama küçükte olsa anlatmama izin ver; güzelliğinin vücudumdaki izlerini tane tane anlatacağım.
Seni ilk fark ettiğimde gözlerimi kaybettim ben. İlk konuştuğumda dilimi, ilk gülümsediğinde ise kalbimi kaybettim. O zaman da hareketlerin, tavırların, davranışların beynimi darmadağın etmişti ama sen benim ne hissettiğimi göremeyecek kadar kendindeydin. Bense kendimi kaybetmiştim.
Kaç saat yürümüştük hatırlamıyorum ama o gün güneşin kaybolup, yere gece karanlığındaki ayın ışığının vurduğunu hatırladığıma göre, sanırım birlikte çok zaman geçirmiştik. Konuştuklarımız sadece kitaplar, okul, gazete kupürleri ve yine kitaplardı. Edebiyatı çok sevdiğini, okuduğun kitaplardaki sevdiğin karakterleri içinde benimsediğini, kötü karakterleri anlatışındaki kızgın ifadenin ardından mutlu biten sonlara olan sevgini nasıl tarif ettiğini hatırlıyor musun? Ah sevgilim, güzelliğin karşısında dudağıma götürdüğüm her sigarada kederleniyorum nedensizce çünkü istiyorum ki sadece bana özel kal, sadece ben sen olmaya yelteneyim ya da ben benliğimi siktir edip senin denizinde yüzeyim. Yüzmeyi bilip bilmemem önemli değil, sana ait olan her denizin bir damlasını sadece ben bileyim, yeter.
Biraz daha yürüdükten sonra yalnız gidebileceğini söylemiştin ama o zaman da biliyordun ki ben seni öylece bırakamazdım. Birlikte evine doğru yürürken bunun gerek olmadığını nazikçe dile getirişini hatırlıyorum –elini ensene götürüp yine utangaç bir halde kaşımıştın- ve ben de artık bir arkadaşın olduğunu, her arkadaşın yaptığı gibi seni yalnız bırakmayacağımı söylemiştim. Kışı atlatıp baharın yerini almasının verdiği o hafif soğuk, omuzlarını titretiyordu, bunu görebiliyordum bu yüzden üstümdeki ince kapşonluyu birden çıkarıp omuzlarına koymamla sıçrayışın çok komikti ama itiraf et. Fakat yine de hiçbir şekilde bozuntuya vermedin; sanki hiç şaşkınlık yaşamamışsın gibi, omuzlarındaki ellerime koyduğun ellerin, bana bir kez daha hatırlattı seni neden bu kadar 'sen' kadar sevdiğimi. Çok değil, 'sen' kadar seviyorum seni çünkü çokta, azda, orta da, yarım da, her şeyde 'sen' gibi bakıyorum sana.
Üşüdüğün omuzlarından tutarken, gözlerin gözlerime kayarken ve dudakların hafif bir tebessümle yukarı kıvrılırken, ben ne soğuğu dinledim ne de kendimi. Güzel yürüdük o yolları ama soğuğun bize verdiği mesajı dinlemedik; az sonrasında yağmurun yağması ve bizim o yolları koşarak, ıslanarak ve kahkaha atarak nasıl geçtiğimizi hatırlamanı istiyorum. Soluk soluğa kalmış bedenlerimizdeki hava isteyen ciğerlerimizin çırpınışlarına aldırmadan koştuk birlikte o ıslak yolları ve sen bana bakarken ki her gülümseyişinde yağan yağmurla ben de aktım yol kenarına sanki. Her köşemiz ıslanmıştı ama senin evine vardığımızda beni de eve çekmiştin. Dış görünüşün kadar tuhaf bir evin vardı o gençlik yıllarında; küçük bir aparman dairesinin küflü duvarlarındaki milyonlarca poster ve düzenli plakların arasında dağılmış eski roman sayfaları, havadaki limon kokusu, her köşeye koyduğun renk renk boncuklar, saç spreyleri, duvarlara yaptığın karalamalar üstüne yazdığın birkaç kelime, şiir satıları bana evim gibi hissettirmeye yetmişti çünkü çoktan sen olmuştum ben. O zamanda dağınık değildin, her şey sanki oraya aitmiş gibi kendi yerinde duruyordu. Ben evini büyük bir heyecanla ve merakla dolaşırken sen bana evde giydiğin bol kıyafetlerinden getirmiştin. Duş alıp almamak bana kalmıştı ama yine de teşekkür edip bunun gerek olmadığını söylemiştim. Verdiğin kıyafetleri giyip yine o tuhaf salonuna girdiğimde elinde iki kupayla oturuyordun koltukta.
Yanına oturmuştum, elindeki bir kupayı sessizce bana uzatmıştın ve ben onu nazikçe elinden alırken yine ellerimizin birbirine değişine büyük bir iç geçirmiştim. Çok zaman olmadı, sen de hatırlıyorsundur ama bu senelerin hatırına yarattığımız her şeyi sana anlatırken, sayfalara damlayan gözyaşlarıma aldırma tamam mı? Anılarımız da sen kadar güzel olunca durduramıyorum içimdeki duygusal adamı, ne yapayım. Sen aldırma şimdi buna, o gün bana verdiğin battaniye ve bir yastıkla o eski koltukta nasıl bükülerek yattığımı anlatacağım sana. Pekala komikti ama sabah kalktığımda ağrıyan eklemlerim ve boynumla o zaman bana hiç komik gelmemişti. Yine de bir şey vardı; o koltuğa yatıp sarkan bacaklarımı oynattığımda ve kollarımı başımın altında birleştirdiğimde tavana yapıştırdığın parlayan yıldızlara, aya ve güneşe, hatta boncuklara bakarken daha seninle çok mutlu olacağımızı düşünmüştüm. Ama biraz yanılmışım değil mi?
Olsun, seninle yaşadığım her anım, mutluluk denizinde benim aksime yüzebiliyordu ve ben, yüzme bilmelerini bile kıskanıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
papatya adamın itirafları // chanbaek
FanfictionSusarak sevgisini ilan eden çok var sevgilim, Ama bir başka seven yok benim sustuğum biçimde. // aziz nesin
3 - güzel sevdin beni, fark edemedim
En başından başla