"Sende benim oğlum sayılırsın Akın. Seninle tanıştığıma çok sevindim evladım" diyen Nuray Hanım'ın gözleri adeta parlıyordu. Neden bilmiyordum ama bu kadına hissettiğim sıcaklığı ve güveni şimdiye kadar hiçbir kadından görmediğimi hissediyordum. Kendi öz annemden bile...

İşin daha da beteri ise Nuray Hanım böyle samimi ve içten cümleler kurunca o koca çenemi tutamadım ve babama yardım etmek amaçlı ileri atıldım.

"Bende memnun oldum efendim fakat gitmeden önce sizinle konuşmak istediğim çok önemli bir konu var" dedim altın çocuk gülüşümle. Evet, bu eli yüzü temiz, kibar beyefendi halim yeri gelince de benden büyük ablalarımı, teyzelerimi ikna etme yönünden işe yarıyordu.

Diğer yandan söylediklerimle herkes merakla bana ve Nuray Hanım'a bakmaya başlayınca huzursuz oldum. Çünkü konuşacağım konuyu -sadece- Nuray Hanımla konuşmak istiyordum. Babama ve çocuk Dilşah'a küçük bir iyilik yapmak istiyordum.

"Tabii evladım. Hemen mi?" deyince bize bakanlara göz ucuyla baktım.

"Mümkünse" dedim tedirgin bir gülüşle.

Babam 'ne yapıyorsun?' gibisinden bana baksa da Dilşah'ın herkesi yeniden koltuklara buyur etmesiyle ayakta kalanlar tekrar yerlerine geçip oturdu. Nuray Hanım ise önde odadan çıkıp rahtça konuşabileceğimiz boş bir odaya beni davet etti.

Tahta ve eski zamanlardan kalma temiz ve gösterişli bir odaya girdiğimizde Nuray Hanım oturmam için köşedeki tekli koltuğu gösterdi. O koltuğa oturup ardından kadının da tam karşıma oturmasını bekledim. Nihayet yüz yüze geldiğimizde koltuğun ucuna doğru gelip ellerimi ovuşturdum.

"Aslında sizden rica edeceğim ufak bir sorun vardı" dedim çekingen bir sesle. Bu kadınla nasıl konuşacağımı henüz çözememiştim. Nuray Hanım'ın yeşil gözleri bana sorarcasına bakmaya devam edince cesaretimi topladım. En azından bu kadının büyük oğlu gibi olmayacağını umuyor, ümit ediyordum.

"Buyur oğlum?" diye teşvik edince derin bir nefes aldım. Tanrım neden böyle şeylere karışıyordum ki? Def olup İstanbul'a dönmeli, babama da başının çaresine bakmasını söylemeliydim. Sonuçta şu an burada olma nedenim sadece ortağım Sami Bey'in vefatıydı. Onun kızı ve sorunlu ailesi değil! Ama... ama içimden bir ses o gencecik kıza yardım eli uzatmamı söylüyordu.

"Şuan İstanbul'da işler karıştı" dedim ben bile ne dediğimi anlamayarak.

"Anlamadım?" dedi merakla.

"Sami Bey'in vefatı hepimizi çok üzdü Nuray Hanım. Babamın arkadaşı olması dolayısıyla ve kendisiyle çoğu kez birebir sohbet ettiğimizi göz önünde bulundurursak ölümü gerçekten yıkıcı ve ağır oldu" deyince kadıncağızın yine gözleri doldu. Ne yaptığımı bilmeden öylece konuşuyordum işte. Ulaş haklıydı; piç tarafım tutmasa çenem tutuyordu.

"Evet, peki işler karıştı derken?" dedi ıslak gözleriyle.

"Dizdar'dan hisselerin yeni sahibinin Dilşah Hanım olduğunu duydum" deyince kadının beti benzi attı. Bir soldu bir soldu ki bunu Sami Bey'den beklemediği belliydi.

"Ne diyorsun oğlum sen? 19 yaşındaki kızıma yani ailemizde o kadar erkek varken-," diyecekken sözünü kestim. Saygısızlıktı belki ama pişman değildim.

"Sami Bey kimin hakkı olduğunu düşünüp ona vermiştir Nuray Hanım. Erkek veya kadın hiç fark etmez. Sonuç olarak ortağım Dilşah Hanım ve İstanbul'da karışan işleri düzenlemesi için benimle birlikte gelmek zorunda" dediğimde kendimde bulduğum cesarete büyük bir özgüvenle sarıldım.

Sev Yeter (2)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin