- Bana acı çektirmekten başka bir şey yapmıyorsun! Senin herşeyi bilen, nerdeyse evren kadar yaşlı, herkesi seven benliğini her gördüğümde... Kafayı yiyecek gibi oluyorum! Senin beni sevmen için hiç bir neden yok. Senin bana ne kadar uzak olduğunu her gördüğümde canım yanı...

Blaef onu sertçe öperek sözünü kesti. Kollarını birbirlerine dolarlarken Devon, Blaef'in isteğini hissetti. Gözleri fal taşı gibi açılırken Blaef'e istekle karşılık verdi. Devon onun pantolonunu sıyırırken Blaef, Devon'ın t-shirtünü çıkardı. Blaef'in elleri göğüsünde hareket ederken Devon nefes nefese kaldı. Blaef'in eli şimdi Devon'ın pantolonunun önünü kavramıştı. Blaef'in dokunuşları arttıkça ve sertleştikçe Devon kıvranarak inliyordu. Blaef onu kucağına aldığında Devon onu daha sert bir biçimde öptü. Onlar çatıda sevişmeye devam ederken Rowena bir rüyanın içine girdi...

Beyaz tavşan kulakları görüyordu. Kulakların sahibi bir anda hızla yanından geçti. Bu Devon'dı.

- Geç kaldım. Lanet olsun!

Rowena peşinden koşarak ona yetişti.

Şimdi farkettiği üzere üstünde kırmızı siyah, kısa, kabarık bir elbise vardı. Saçları iki yanda kurdelelerle bağlanmıştı.

- Nereye geç kaldın?

Devon ona ters ters baktı.

- Kırmızı Kraliçe'nin şölenine tabiki nereye olacak?

Rowena ardından bakakaldı. Yine kitap okurken uyuyakalmamıştı, öyle değil mi? Rowena ani bir kararla Tavşan Devon'ın peşinden koştu. En sonunda Devon'ı gördü ve anında geri kaybetti. Devon'ın koştuğu ağaca doğru koştuğunda son anda farkettiği çukura yuvarlandı. Düşerken bir yandanda küfrediyordu. En sonunda sert bir zemine düştüğünde oflayarak ayağa kalktı. Odanın ortasında onun boyunu fazlasıyla aşan bir masa vardı. Masanın ayaklarının dibinde bir şişe vardı. Üstünde 'İç beni' yazıyordu. El yazısı az çok Devon'ınkini andırıyordu. Rowena şişeyi açıp pembe sıvıyı içti. Tadı çilek gibiydi. Bir anda devasa boyutlara ulaştığındaysa şaşkınlıkla kendine baktı.

- En azından masaya uzanabiliyorum...

Masada bir dilim çikolatalı kek vardı. Yanındaki kağıtta 'Ye beni' yazıyordu. Rowena bu seferde bir parça kek yedi ve bir anda küçücük oldu. Şimdi küçük kapıya boyu yetiyordu. Kapıdan çıktığında tuhaf çiçeklerin olduğu bir çayırdaydı. Oflayarak yürümeye başladı. Bir anda karşısına çıkan kocaman köpeği görünce durdu. Hayvan hırlayarak ona doğru geliyordu, Rowena gerilediği anda köpek havlayarak ona doğru koştu. Rowena geri dönüp kapıya doğru koştu ama kapı artık orada değildi. Hızla tuhaf bir ormana doğru giden yola saptı. Köpekten var gücüyle kaçıyordu. En sonunda durduğunda köpek ortada yoktu. Rowena nefes nefese yere çöktü. Nefesini toplamayı başardığında bir müzik sesi duydu. Güzel hareketli bir vals. Müziğe doğru gittiğinde uzun bir masa ile karşılaştı. Masanın başında kafasında tuhaf silindir bir şapka olan Logan vardı. Kendine çay koyuyordu. Onun iki yanındada Henry ve Derek vardı. Derek'in küçük fare kulaklar, Henry'ninse kahverengi tavşan kulakları vardı. Derek uyuyordu. Henry ise bir cep saatini kurcalıyordu. Onu ilk farkeden Logan oldu.

- Ah, bir konuk! Ne zamandır bu şapşalkardan başkasıyla çay içmiyorum. Hadi hadi oturda sana çay ikram edeyim!

Rowena masanın öbür ucuna oturdu. Henry ona bir fincan verdi Logan'da gelip fincanı doldurdu.

- Şey, teşekkürler...

Logan gülerek kendi etrafında döndü.

- Ah, ne kibarlık bu böyle! Senin gibi kibar bir hanımefendinin sarayda olması gerek! Neden burdasın hayatım?

Bir Gotik'in GünlüğüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin