Böyle yerlere geleceğimiz aklımın ucundan bile geçmemişti!
Mine'yi gözlemleyip bağlantılarıyla kontak kurup kurmadığına bakacak ve şehir kaçtığımızı artık tamamen sindirdiğinde ise Koray'a haber verecektim. Mine başka bir yerde ölüp ben şehre döndüğüm zaman cinayet akla gelmeyecekti.
Kendi isteğimle kaçmıştım ve gittiğimiz yerde de, Mine'ye araba çarpmıştı, olamaz mı yani?
Fakat evdeki hesap çarşıya uymamıştı. Mine değil ölüme, ölümsüzlüğe daha yakındı şu anda. Ve ben sürekli onu öldürmeyi planlamıyordum. Cidden güzel, egzotik yerlere gidiyorduk, neden bir süre keyfini çıkarmayayım ki diye düşünmüştüm. Üstelik ilk zamana göre de güvenini kazanmış sayılırdım. İlk hafta onu boğmamı bekleyerek, tek gözü açık uydu. İkinci hafta gözlerini kapatsa da güvenmiyordu. Fakat dün gece benimle sarmaş dolaş, çırılçıplak ve savunmasız bir şekilde uyudu. Yüzde yüz olmasa bile, bence artık bu hayatta en çok güvendiği insandım.
Ve gitgide onu öldürme düşüncem zayıflıyordu.
Saflık, iyilik ve güzellik mertebelerine ulaşmak için bir hayli çaba harcayan bu büyük iblise kötülük etme arzum günden güne azalıyordu. İyileşmek istiyordu, beni yanında istiyordu, zararı yoktu. Ama benim bir hayatım vardı, geçmişte bana yaşattığı acılara sünger bile çeksem, bugün bir yerlerde beni özleyen ve isteyen birileri vardı.
Herkesin beni merak ettiğini biliyordum. Koray'ın her çalan kapıda karşısında beni görmeyi umut edip, karşısında benim yüzümü görmediği zaman nasıl düş kırıklığına uğradığını da tahmin edebiliyordum. Babam kesin yine alkole düşmüştür, kim bilir belki de annemler dönmüştür. Koray odasında derin bir melankoliye kapanmış; günlerini içmek ve avarelik etmekle geçiriyordur.
Bense hayatımdaki herkesin aksine, günümü gün ediyor, muhtemelen ömrümde hiç tecrübe edemeyeceğim şeyler yaşıyordum. Ruhum demlenmişti, içim arınmıştı. Aslında bu yaşadıklarımız bana kısmen de olsa iyi gelmiş sayılırdı. Mine ile değil de Koray'la olduğumu hayal ediyordum. Soğuk denize el ele atladığımızı, bilmediğimiz dar sokaklarda motorumuzla gezindiğimizi, ellerimin belinde, yanağımın sırtında, rüzgarın saçlarımda olduğunu düşleyerek içinde bulunduğum bu durumdan huzur ve mutluluk çıkarmasını biliyordum.
Kahvaltıdan sonra, Mine kahve pişirerek önüme koydu. "Yunanlarda buna Yunan Kahvesi diyor, aslında Türk Kahvesi." Dedi. Hakikaten de Türk kahvesiydi yani. Mine ise sevdiğim gibi orta şekerli yapmıştı, Yunanca bir lügati eline almış, üç beş tane de olsa kelime öğrenmeye çalışıyordu. Ben geldiğimden beri tek tük öğrenmiştim, zaten Rumca bildiğim için anlaşıyorduk biraz.
"Adalardan İzmir'e açılabiliriz, buraya oldukça benziyormuş." Dedi. Akdeniz'den artık sıdkım sıyrılmıştı. "Selanik'i görmek isterdim." Dedim. Efsanevi bir liderin doğup büyüdüğü bir yere yakın olmak bile maceraperest ruhumu heyecanlandırmaya yetiyordu.
"Bir süre Atina'da kalalım mı? Oradan tekrar geçebiliriz. Daha sonra da Bulgaristan sınırından trenle Berlin'e gideriz." Mine ilk defa düşüncelerini benimle paylaşıyordu. Bir saat sonra olacağımız sokağı bile açıklamazken Avrupa'dan, yeni şehirlerden, yolculuklardan bahsediyordu.
"Ben eve hiç dönemeyecek miyim Mine?" diye sordum. Bunu sormaktan hep kaçınmıştım. Çünkü ters tepeceğine ve bana karşı inşa etmeye çalıştığı güvenin en başından enkaz altında kalacağını düşünüyordum. Fakat bana şu anda aşırı derecede samimi görünmüştü.
"Dönmek mi istiyorsun?" dedi.
"Evet." Diye itiraf ettim mahcup bir tavırla. Onun bu coşkun halleri benim sıkıcılığımı örtbas etse de utanıyordum nedense. Sanki yerlerimiz değişmiş gibiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gangsterlerin Pençesinde
ActionBaşına gelen talihsiz olaydan sonra seks kulüplerini, alkolü ve uyuşturucuyu bırakmış olan Avşar Hancızade'nin hayatı, gecenin bir vakti kolunda kurşunla eczaneye gelen gangsterle beraber yeniden değişecektir. Dağılmış ailesi, arkadaşları ve bozulmu...
68. Bölüm - Bir Otel Odasında / FİNAL
En başından başla