Daha sakin bir melodi dalga seslerinin arasına karışmaya başlayınca biz de yorulmuş oluyoruz. Yenilenen gıdalarımıza burun kıvırarak bakıyoruz ve havlularımızı vücudumuza dolayıp eve yöneliyoruz. Sıcak bir banyodan sonra terasta ılık hava eşliğinde çay içmeliyiz. Ne de olsa günlük bir rutinimiz var. Alışılmışın dışına çıkmaktan ikimiz de hoşlanmıyoruz.
Sahildeki yorgunluğumuzu attıktan sonra da şehre inebilirdik. Loş ama renkli ışıklarla donatılmış sokakları bronzlaşmış tenimizle arşınlar, sıcak çayımızdan sonra içimizi serinletecek dondurmalarımızı alabilirdik.
Belki de sırf Doruk'a iş çıkarmak için arabayı hazırlatıp evde kalabiliriz. Afitap'a kahve istediğimizi söyler, yeni bir şeyler deneyeceğimizi dile getirerek yaratıcılığını kullanmaya zorlayabilirdik.
Neyi seçersek seçelim bir o kadar tasasız, bir o kadar da umursamazdık. Dilemmalarımız sıradan, hayatımız organikti. Tek huzurumuza gölge düşüren faktör evimizdeki bu iki çalışandı. Annemle babam geldiğinde derhâl bir konuşma yapmamız gerekiyordu. Ne Doruk, ne Afitap... İkisinin de çıkıp gitmesi gerekiyordu.
Onların bakışları rahatsız edici, hareketleri ise huzursuzluk verici. Evet, yanımıza geldiklerinde huzursuz hissediyoruz kendimizi. Sanki hizmet vermek yerine huzursuzluk veriyorlar.
Anne ve babamız bizim şımarık olmadığımızı biliyorlar. Böylesine bir isteği nedensiz yere dile getirmeyeceğimizi de. Bir an önce onlardan kurtulmalı.
Terasa geçtiğimizde bronzlaşmaktan gecenin karanlığında iyice kararan bacaklarımızı uzatıyoruz. Evi çeviren yüksek palmiye ağaçlarının ardındaki uçsuz bucaksız görünen suyun manzarası ile her şey mükemmel.
Anne ve baba geldikten sonra evdeki yüklerden de kurtulacağız. Ama işine son verilmeden önce Doruk'la birlikte şehre inememiz şart. Bunca zaman bizden geçindiler, en azından gitmeden önce bir işe yaramalı. Yarın annemle birlikte katılmamız gereken bir çay partisi var. Şehirden kendimize hoş elbiseler ısmarlayabiliriz.
Çay yerine tercih ettiğimiz kahvelerimizi yudumlarken aniden gelen bir istekle, "Bugün vist oynayalım mı? Şehre inip alışveriş yaptıktan sonra Doruk'a eve dönmesini söyleriz. Hatırlıyorsan geçenlerde tanıştığımız o iki yakışıklı çocuk bizi düzenledikleri oyun gecelerine davet etmişti.
"Sen sarışını, ben de esmeri alırım. Eşli oynarız," dedim kahve fincanımın arkasından alaycı bir ifadeyle bakarken.
Nora da aklımdan geçenleri tahmin etmiş olacak ki bakışlarıyla bana katıldı. Birbirimize etrafta kimse olmamasına rağmen sadece anlam yüklediğimiz bakışlarla her şeyi anlatmıştık.
Kahvelerimiz bittiğinde damağımızda hoş bir acılık vardı. Her seferinde kullanmadığımızı bildiği halde sırf göz boyamak için koyduğu şekerliği kenara itip fincanlarımızı babamın bir seyahatinde getirdiği sedef kakmalı tepsiye koyduk.
"Vaktimiz var mı?"
"Daha birkaç saat daha oyalanabiliriz. Erken gitmememiz daha iyi. Zaten terzimiz belli."
Nora bacaklarını uzattığı yerden çekip ayağa kalktı ve içeri gitti. Bir süre sonra tekerlek sesleri geldiğinde gramofonu dışarı sürüklediğini anlamıştım. Tekerlekli masanın altında bir raf vardı. Masanın ayaklarındaki altın rengi varaklar plakların düzenli durup düşmemesini sağlıyordu. Epeyce plak barındıran evimizde hepsini elimizin altında tutmanın imkansız olduğunu bildiğimizden bu rafa yakın zamanda sıklıkla dinlediklerimizi koyuyor ve hep güncel tutmaya özen gösteriyorduk.
Nora herhangi bir müzik olmasa da zihninde dönen bir müziğin melodisine kapılmış olacak ki sallanarak raftaki plaklara bakıyordu. En son birinde karar kıldığında keyifle çekip çıkardığı plak gramofonda yerini buldu. İğneyi üstüne bırakmasıyla arkasını döndü ve bana baktı.
Alkış sesleri duyulduktan sonra Leonard Cohen palmiye yapraklarının hışırtılı sesini nazikçe bastırmış; Nora ise yavaşça bana yaklaşıyordu.
"Bu dansı bana lütfeder misiniz lütfen?"
Hayatını evlenmeye adamış toy kızların prensini bulduklarını sandıkları andaki heyecanı taklit ederek hızla ayağa kalktım.
Nora, "Dance Me to the End of Love, Karmila," dedikten sonra istemsizce kahkaha atmıştım.
O esnada küçük köpeğimizin patilerinin terasın zemininde çıkardığı sesler duyuldu.
Nora'yla romantik dans duruşumuzu bozup misafirmize baktık.
"Hoş geldiniz bayım."
Bir sağa bir sola sallanan kuyruğa sevgiyle baktım. Kucağıma aldığımda bir patisini koluma atıp diğerini narince elime aldım. Elimdeki patisini ne sıkıyor ne de çekiyor; aksine hafifçe tutuyordum. Biz onunla dans ederken Nora da etrafımızda müziğe uyumlu olacak şekilde dönüyordu.
Bir süre sonra Nora da ben de gülmeye başlamıştık.
"Babil'de insanlar böyle mi dans ediyorlar?" dedim kendimizle alay ederken.
Nora kucağımdaki eşimi aldığında bana komik bir şekilde bakmıştı.
"Hayır, özgür insanlar bu şekilde dans eder."
Dışarıdan gelen tüfek sesleriyle gözlerimi açtım.
Pencereden gelen anlık patlama ışıklarını görmem ve gürültüyü algılamam haddinden uzun sürmüştü. Hızla açtığım gözlerim bu uyku bölünmesini kabul etmek istemediğini batan göz kapaklarımla belli ediyordu. Aradan zaman geçmesine rağmen Nora'yla aynı odada uyumamamıza alışmadığımı, etrafa bakındığımda bir kere daha fark etmiştim. Açılan kapıyla içeriye giren Nora da anlaşılan soluğu benim odamda almıştı.
"Sence bu hayvanların çıkardığı huzursuzluktan kaynaklı bir gürültü mü yoksa yabancı insanların mı?"
Hiçbir fikrim yoktu, olmasını da istemiyordum.
"Hangi hayvan gecenin bir yarısında tüfekle vurulmayı hak edecek kadar düzen bozabilir ki?" dedim.
Nora kapıyı kapatıp yatağa tırmandığında odanın camlarının buğulu olmasından ötürü ne kadar şanslı olduğumu düşünüyordum. Camlar buğulu olmasaydı pencereden dışarı bakmak zorunda kalacaktım. Oysa benim tek yapmak istediğim bütün bu gürültünün kuru olduğunu be uykuma kaldığım yerden devam etmemem için hiçbir sebep olmadığını öğrenmek istiyordum.
Odada karanlık dışarıdan gelen ışıkla azalmıştı. İkimiz de sessizce etrafı dinlerken evin içinde bir hareketlilik olmaması tek dayanağımızdı. İkimiz de fikir bile yürütmek istemiyorduk.
Herhangi bir zorluk yaşamadan hiç bitmeyen kaygan bir kaydırağın üstündeymişiz gibi kolay ve rahat geçen günlerimizin ardından böyle bir kargaşa paslandığınızı yüzümüze vurmuştu.
Biz odada saklanan olmamalıydık. Her şeyin yolunda olduğunu umacak kadar renkli bir yaşama sahip değildik, hiçbir zaman da olmayacaktık.
Hızla açılan kapı bunun bir kanıtıydı.
Soluk soluğa kalan Salvador içeri girdiği anda kapıyı kilitlemişti.
Ne olduğunu sormak için ağzımızı açamadık. O kadar cevabından korkuyorduk ki Salvador konuşmaya başlamadan hemen önce aslında ne olduğunu bildiğimizi fark etmiştim.
"Afitap," dedi. "Geldi."
(Finale son bir bölüm kala yorumlarınızı görmek isterim.)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kopukluk
Mystery / Thriller"Bizim hayatımızda şikayet edebileceğimiz basit sorunlar, cüzdanımızda her renkten kağıt parçaları yoktu. Bizim cüzdanımız da yoktu." Sokakta can bulan, orada da can vereceklerini düşünen iki insan. Yaptıkları ve yapacakları için üzgün olduklarını ş...
Doğal Sıradanlık
En başından başla