Il Sang; eline telefonunun alıp Hana’nın annesinin numarasını çevirdi. Kısa bir hal hatır sormanın ardından Hana’nın dediklerinin doğruluğunu yaşlı kadına teyit ettirdikten ayağı için yapabileceği bir şey olup olmadığını sordu. Kadından gelen cevap ise oldukça manidardı.
“Bay Il Sang özür dilerim. Sizi de zor duruma soktum. Eğer kızımdan memnun kalmazsanız en yakın sürede güvendiğim başka birini size yönlendiririm. Biraz tuhaftır ama ona da tıpkı bana güvendiğiniz gibi itimat edebilirsiniz. İyi bir kızdır. Çenesinin biraz fazla olmasına aldırmazsanız eğer ben işimin başına dönene kadar yerime çalışsın.” Deyip telefonu kapattı. Yarım saat kadar sonra Hana’ya evini bırakıp iş yerine doğru yola çıkan Il Sang arabasının içinde hala doğru bir karar verip vermediğini düşünüyordu. Bu kızın evi yakabileceğine olan şüphesi bir hayli fazlaydı.
İşyerine geldiği anda ise bugünün aksiliklerle dolu bir gün olacağı kapıda bekleyen adamının yüzünden okunuyordu. Dün gece ki haracı alamadıkları barın haberini veriyorlardı Il Sang’a. Bugün ki icraat belli olmuştu. Il Sang’ın yaptığı kısa bir durum değerlendirmesinin ardından yola koyuldular. Peş peşe dört araba yola koyuldular. Gidecekleri yerde onları neyin beklediğinden emin olamazlardı. Il Sang; adamları arabalarından inince, kapıda bekleyen korumanın “Kapalıyız. İçeri giremezsiniz.” Sözüne karşılık, iri kıyım adamın karnına sert bir tekme atıp adamı nerdeyse kapıyla birlikte içeri savurdu. Onun önderliğinde içeri giren diğer adamlar ise ellerinde ki golf sopalarıyla barın altını üstüne getirmeye başlamışlardı bile.
Barın içinde kızılca kıyamet koparken mutfakta çalışan garsonlardan biri barın sahibine haber uçurmayı ihmal etmemişti. Adam barda çalışan kızlardan birinin evinde feneri söndürürken sabah başına geleceklerden elbette ki haberi yoktu. Bara geldiğinde ise onu bekleyen manzara gece ki hazzın fitil fitil burnundan çıkacağının en büyük göstergesiydi. Kendi adamları yere serilmiş halde yatarken barın her yeri de içinde bomba patlamış gibi görünüyordu. Il Sang; salonda ki bir masanın yanına ilişmiş halde onu beklerken bardan içeri girip durumu gören iş yeri sahibi Il Sang’ın üstüne doğru yürüyüp bir yandan da ağzından dökülen küfürlerine bin bir tane çeşitlilik katmış halde konuşmaya başladı. “Sen ne hakla…” deyip Il Sang’ın üstüne yürümeye çalıştığı anda ise yakasından kavrayan bir elle kendini Il Sang’ın ayaklarının dibinde buldu. “Sen benim para mı vermezsen, sana barında olacakları gösterdim.” Dedi Il Sang Gayet soğuk bir ses tonuyla. Yerde yatan barın sahibi ise hala karşı koymaya çalışıyordu. “Bunun hesabını vereceksin.” “Kim alacakmış o hesabı benden? Ben sana en başında dedim. Bu bölge benim. Ve eğer sen burada iş yapmak istiyorsan bana paramı vereceksin. İster zorla, ister kendini bilen bir adam gibi beni yormadan.”
Il Sang bardan çıkarken o ayki haracını elden almanın rahatlığıyla adamının açtığı kapıdan arabasına bindi. Bu hayat oldukça çetrefilli ve zordu. Ve herkesin bağlı olduğu yerler vardı. Kimse bir başkasının düzenini bozamaz, başkasının bölgesine hükmetmeye çalışamazdı. Ya da kurulu düzene çomak sokmak kimsenin haddi değildi. Arabanın içinde elinde ki sızıyı hissettiği anda bunlar geçiyordu Il Sang’ın aklından.
Yan tarafında duran camı açıp hava almaya çalıştı. Yıllar önce hapishane günlerinde o da kurulu bir düzene karşı gelmeye çalışmıştı. Ve bedelini çok ağır bir şekilde ödemişti. Hastanede kaldığı 20 gün boyunca hep düşündü. Başına ne geldiyse hep güçsüz olduğu için, savunmasız olduğu için gelmişti. İşlemediği bir cinayetin zanlısı olmuş hapishaneye düşmüştü. O da yetmezmiş gibi ölümle burun buruna gelmiş ve hastanelik edilene kadar dövülmüş bir de üstüne üstlük vücuduna ölene kadar hatıra kalacak bu dikişlere sebep olan usturayla tanışmıştı. Sağ göğüs kafesinin altına derin bir yara ve vücudunda çatlamış birkaç kemik, elinde burkulma. Bu yaşanılanların ona öğrettiği bir şey varsa o da; böyle güçsüz olmaya devam ettikçe bu hapishaneden leşinin çıkacağı gerçeğiydi.
Hastaneden, hapishaneye doğru yola koyulan cezaevi arabasının içinde hep bunları düşündü. Artık eski Il Sang olmaktan çok uzaktı. Bu güne kadar bir böcek gibi ezilmekten bıkmıştı. Ve artık o da güçlü olacaktı. Her şeye yeniden başlamaya karar vermişti. Yeni bir başlangıç için ne de garip bir yerdi değil mi? Hapishanede başlayan yeni bir hayat. Bütün insanların umutlarının tükendiği, her gün defalarca ölmeyi hayal ettiği yerde o yeniden başlıyordu hayata. Ayakta kalabilmek için ilk önce bedenini güçlendirmeye karar verdi. Çıkan olaylar yüzünden yaralandığı için hapishane yönetimi yanına kimsenin yaklaşmasına izin vermiyordu. Çünkü gardiyanlar o zaman çıkan olayların üstünü örtmek için baya zorlanmışlardı. Sonuçta işlerinden olmak da vardı.
Il Sang ise ona sağlanan bu yalnızlıkta sürekli düşünüyor ve kendi kendine planlar kuruyordu. Her sabah kalktığında cılız vücudunu güçlendirmek ve hemen yıkılmayacak bir adam olduğunu göstermek adına kas yapmak için mekik, şınav çekiyordu. Bahçeye çıkarıldıklarında yürümek yerine koşuyordu. Hapishane kütüphanesinden aldığı kitapları her gece yatağına yatıp ışıklar söndürülene kadar okuyor ve aklını onlarla meşgul etmeye çalışıyordu. Ama en önemlisi o hapishane de geçirilecek uzun yılları olduğu için herkese vermesi gereken bir dersi olduğunu iyi biliyordu. Kendini yaralayan adamın hakkından gelmeli ve kolay lokma olmadığını göstermeliydi. O gece hapishane müdürü evinin yolunu tuttuktan sonra bütün mahkûmlar bahis için gene bahçenin yolunu tuttular. Il Sang’da aralarındaydı. Artık yarası iyice iyileşmiş, gardiyanlar ise onu zoraki koruma işine son vermişlerdi.
İlk dövüş mahkûmların heyecanlı tezahüratları arasında rakiplerden birinin kan revan içinde yere yığılmasıyla son bulurken sıra yeni dövüş için kişi seçmeye gelmişti. Ortaya kimin çıkacağı belirlenmeye çalışılırken Il Sang ağzında ki sigaradan bir nefes daha alıp izmaritini hızla yan tarafa attı. Üstünde ki tişörtü bir çırpıda çıkarıp attığında ise bir yıldır bu hapishane de olan çalışmalarının sonucu vücudunda ki her milimden belli oluyordu. Sahanın içinde bir tam bir yarım tur attıktan sonra kalabalığın içinden kendini yaralayan adamın karşısına dikilip durdu. Eliyle işaret edip “Gel buraya.” Dedikten sonra ise tekrar sahanın ortasına doğru yürümeye başladı. Diğer adam da sahanın içine yürürken bu olayı gören mahkûmlar bir sene önce izledikleri maçın rövanşını izlemek için heyecan için de savaş nidaları atıyorlardı.
“Gebert onu adamım… Buradan sağ çıkamazsın artık... Tek yumrukta yere ser onu… Bu Adam canına susamış olmalı...” Bahisler kapanıp ortada ki güya hakem olan mahkûm çekildiğinde ise iki mahkûm hızla birbirlerine doğru yaklaşıp dövüşmeye başladılar. Il Sang’ın bilmediği şey ise hala alacağı dersler olduğu gerçeğiydi. Rakibi olan mahkûm Il Sang daha ona yüzünü dönmeden sırtına geçirdiği yumruğuyla yere kapaklandı.
4.bölüm sonu.
Yorumlarınızı büyük bir merakla bekliyorum.
Aslıhan Saranghae
4.Bölüm
En başından başla