Söyleyeceklerimi merakla bekleyen iki tarafa da öfkeli bakışlar attıktan sonra bu söz dalaşına son vererek kesin bir dille konuştum.

"Senin düellonu kabul ederek, ordunun bir kaç dakika fazla yaşamasına izin vererek yeterince tolerans gösterdiğini düşünüyorum. Haddini daha fazla aşarsan bir daha konuşamayacak hale getiririm ve ömrünün sonuna dek köpekler gibi bir yaşam sürmeni sağlarım. Bu senin için yeterince fazla olacaktır."

Yüzü kızaran Aptal Prensimiz kibrine güvenerek tekrar konuştu. En azından konuşmayı denedi.

"Bir savaştan kaçan Korkağın sözlerini asla dinlemey-... Kuaaaahh."

Ruh rüzgarı ile oluşturduğum açık pembe renkli bıçak Prensimizin dilini kestiği anda çığlığa benzer bir ses çıkartarak kan tükürdü.

Küçük bir el hareketim ile boynunda beliren büyü çemberi git gide parlak bir hale geldi en sonunda yakıcı bir ışık yaymaya başlayınca Prensin çığlıklarında başka hiçbir ses duyulmamaya başladı.

Yanık et kokusu etrafa yayıldı.  bir anda ortadan kaybolan ışıkla Prensin boynundaki siyah renkli iz ortaya çıktı. Yüzünde bulunan maske ışığın etkisi ile paramparça olmuştu. Tıpkı diğer kıyafetlerine olduğu gibi. Dizlerinin üzerinde duran Prensin gözlerinde karmaşık bir ifade mevcuttu. Bir miktar kibir biraz korku ve bolca tedirginlik.

Hafifçe gülümseyerek Prense hitaben konuştum.

"Bu efendinin kölesine olan kesin emridir eski ismini hiçbir şekilde kullanmayacaksın. Bundan sonra ismin Bo olacak. Ve katiyen iki ayak üzerinde yürümeyeceksin. Her daim bir köpek gibi dört ayak üzerinde yürüyeceksin ve nereye gidersem gideyim beni daima takip edeceksin."

Sözlerim sona erince boynunda oluşan siyahlık ortadan kayboldu ve yerini "M" harfine bıraktı. Aynı anda ise dört ayak üzerinde beklemeye başladı. Bu olaylara oldukça sinirle bakan ve öldürme arzusu ile beni izleyen düşman ordusuna doğru elimdeki tırpan kaldırarak saldırıya geçtim gökyüzündeki yıldırımlara ise beni hedef halan okçuları vurmalar konusunda bir emir verdikten sonra, tırpanı kullanarak rakipleri birer birer katlettim. Bu hareketimle birlikte saldırıya geçen küçük ordumda buna benzer bir yöntemle savaşıyordu. Surlara çarpan lacivert renkli alevleri görünce istemsizce gülümsedim. Yıkılan kalkanın ardından tekrar çarpan Alev kütlesi ile üzerinde çatlaklar beliren Duvarlar bir sonraki darbe ile Moloz yığınına dönüştü. İçeride bekleyen ordu büyük bir Savaş narası ile bize doğru saldırıya geçti.  Surların yıkımıyla birlikte dışarıya akın eden binlerce savaşçıya bakar istemsizce;  delice bir kahkaha attıktan sonra yoğunlaşan öldürme arzular birlikte tırpanımı hızla ileriye doğru savurdum. Hemen önümde duran kadının bedeni simetrik bir biçimde ikiye ayrılırken üzerime sıçrayan kan ile yüzümdeki gülümsemede daha büyüdü.  Tırpanı her savuruşumla rakiplerin sayısı bir bir azalırken bedenimi kaplayan kan giderek artıyordu.   Tek bir büyü ile bunu engelleyebilecek olsamda nedensizce kontrolümü yitirmek hoşuma gidiyordu.   

      Öldürdüğüm her düşman ile benim üzerime saldıran kişi sayısı artarken bedenimi çevreleyen kalkanlar art arda kırılıyor ve yerini bir başka kalkana bırakıyordu.  Öldürme hevesim giderek azaldığında düşmanın ancak yüzde onluk bir kısmını yok edebilmiştik bizim kaybettiğimiz kişi sayısı ise yedi yüz civarındaydı.  Heyecan dolu gülümsememle birlikte Necromancer büyümü harekete geçirerek, ölen herkesi birer kukla, ölü savaşçı olarak tekrar canlandırdım.  Ardından bu büyünün devamlılığını koruyarak ölen her bir kişinin yeni bir askere dönüşmesini sağladım.   Benim ölülerden oluşan ordumdaki asker sayısı giderek artarken  düşmandan yükselen umutsuzluğun kokusunu alabiliyordum.

OXDERIAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin