Niall başını salladı, kendini yavaşça Louis'den ayırarak dik oturdu ve ayaklarını da masanın üstüne koydu. Yüzünde tuhaf titrek bir ifade vardı, Louis'nin Niall'da görmeye alışık olmadığı bir şey, ve içinde merak dikenlerinin saldırıya geçtiğini hissedebiliyordu.

"Des'in şu günleri iyi geçirmediğini duydum," dedi Niall ve gözlerini Louis'ninkilerle birleştirdi. "Bu sabah küplere binmiş. Hem de çok kötü."

Oh.

"Şarkıyı beğenmiyor. Yayınlanmasına izin vermeyeceğini söylüyor."

"Şarkıyı kendisinin yazdığını sanıyordum," dedi Louis, daha da köpüren merakıyla. Harry hakkında olan düşüncelerini aklının en ücra köşelerinde tutmaya, yüz ifadesinin ve duygularının nötrlüğünü korumaya çalıştı.

"O yazdı. Ama fikrini değiştirdi, sanırım," diyerek omuz silkti Niall. "Babam bana bundan fazlasını anlatmıyor. Ancak bir şeyler ters gidiyor. Telefonda sesi pek iyi gelmiyordu."

"Bu ne demek şimdi?"

"Bu, Des muhtemelen siktiğimin aklını yine yitiriyor ve Harry'nin bu yüzden pisliğe dönüşmesi durumunda şaşırmamalısın demek."

Louis sersemleyerek, "Affedersin?" dedi. "Eğer Des hep duyduğum kadar kötüyse, o zaman Harry'nin pislik gibi davranmaya elbette hakkı var. O lanet bir robot değil, Niall, bu onu da etkileyecektir!"

"Bak," dedi Niall ve Louis'yle yüz yüze olmak için kafasını çevirdi, gözleri keskin ve berraktı, parmağı kendisine taraf doğrultulmuştu, saatinin kordonu tehlikeli bir şekilde parlıyordu. "Harry'nin sana kötü davranmak için hiçbir mazereti olamaz. Kendini ona karşı savunmalısın. Sen zayıf değilsin, Louis. Bu yüzden öyleymişsin gibi davranma."

Louis afallayarak gözlerini kırptı. Bu ışıkta, bu tonla, Niall neredeyse... korkutucuydu.

Ve zayıf mı? Ne sikime Louis'ye zayıf diyordu ki?

Louis Tomlinson birçok şeydi, ama zayıf kesinlikle onlardan değildi.

"Bana parmağını uzatma," dedi Louis sinirle, oğlanın parmağını kavrayıp kenara iterek. "Zayıf olmadığımın gayet farkındayım, İrlanda. Hem de iyice. Fakat birini önemseyip ona şefkat göstermekte hiçbir zayıflık yok, tamam mı? Hatta bu güç gerektiren bir şey. Bu yüzden boş boşuna çene çalıp nutuk çekmeyi kesersen iyi edersin, çünkü sen Harry'yi benim onu tanıdığım gibi tanımıyorsun, oldu mu?"

Durumun her iki yöne doğru ilerleyebileceği bir sessizlik oldu —Niall zehir dolu bir yorumla veya öfkeli bir bakışla karşılık verebilir veya sessizce oradan uzaklaşabilirdi. Louis hangisinin olacağını çözemiyordu.

Ta ki Niall'ın dudaklarında bir tebessüm oluşana kadar. Ki bu beklenmedikti.

"İşte böyle, Tommo," diyerek sırıttı ve Louis'nin saçlarını karıştırdı. "Benim de duymak istediğim buydu. İyi olacaksın."

Louis bunun ne anlama geldiğini veya neler olduğunu anlayamıyordu, ancak Niall sadece kanepeden kalkmış ve oyun konsolunu açarak yüzünde sırıtışla Louis'ye kumandalardan birini uzatmıştı. Bu yüzden konunun burada kapanmasına izin verdi, zaten aklı başka bir sorunla daha uğraşmak için fazla doluydu.

"Tanıdığım en garip piçsin," diye mırıldandı Louis, kumandayı eline alarak. "Az önce ne oldu, anlayamıyorum bile."

Niall sırıttı. "Ben de seni seviyorum, ahbap. Şimdi. Hint yemeği mi yoksa sushi mi istersin?"

Louis gülümsedi.

***

Ertesi gün Louis dersten döndüğünde, stres seviyesi çatıdaydı (yapması gereken kaç proje vardı? kaç sayfa? gayretle hazırlanması gereken kaç sınavı vardı?) ve hatta Harry'yi aklından çıkarmayı bile başarmıştı, aklı derslerindeydi ve her dersten kalma olasılığını hesaplamakla meşguldü. Açıkçası bu neredeyse imkansızdı, lakin yine de mümkündü.

Young & Beautiful ➸ l.s  (Türkçe)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin