"Bence de." dedi Alparslan.

Aybüke şaka yapmak için Alparslan'ının beğenmeyeceği bir kızı işaret ettiğini düşünmüştüm ama Alparslan'ın beğendiğine göre gerçekten güzel bir kız olmalıydı.

"Hangi kız?" diye sordum merakla arkamı dönüp bakarken.

"Bekle de gör." dedi Alparslan ve uzun koyu renkli saçlarını elleriyle düzelttikten sonra sesini öksürerek açtı. "Bakar mısınız?"

Aybüke Alparslan'ın girdiği şekillerden dolayı gülmemek için kendini tutmaya çalışırken ben de alaycı gözlerle onu izliyordum. Ta ki beni eskilere döndürecek o sesle karşılaşıncaya kadar.

"Hoş geldiniz."

Kafamı yukarı kaldırıp sesin sahibiyle karşılaştığımda öylece kalakaldım. Açık sarı saçları omuz hizasını biraz geçecek kadar uzamıştı. Yüzü zayıflamış, daima düz duran dudakları mecburiyetten hafifçe yukarı doğru kalkmıştı. Buz mavisi gözlerinin altında her ne kadar yorgunluktan torbalar oluşmuş olsa da hala çok güzeldi. Yüzündeki morluklar ve yaralar gitmişti. Geriye birkaç iz bırakmış olsa da güzelliğini saklamaya hiçbir şey yetmiyordu. Kırmızı gömleği, siyah önlüğü, siyah şapkası, elinde bir not defteri ile karşımda duruyordu. Gözlerime uzun uzun baktı. Beni gördüğü için şaşırmıştı. Tabii ben de onu. Kaderin bizi bir gün mutlaka yeniden karşılaştıracağını biliyordum. Sonuçta iki insan birlikte olmak için yaratılmışsa eninde sonunda tekrar karşılaşırlardı. Ama şimdi buna hazır değildim. Şimdi ne diyecektim ona? Üzgün olduğumu mu? Bunu söyleyeceğimi zaten biliyordu. Birbirimize çoktan elveda demiştik oysa. Neden şimdi karşılaşmak zorundaydık ki? Bu bizim yarım kalmış yanımızdı ve her iki tarafında bir şeyler söylemesi gerekiyordu. Böylece gerçekten hayatımıza devam edebilecektik.

"Selam." dedim boğazım düğümlenirken.

"Selam." dedi duygusuz bir ses tonuyla. Böyle yapmayı nasıl beceriyordu bir türlü anlamıyorum? Bu zamanlarda ne düşündüğünü anlamıyordum ve bundan nefret ediyordum. Kolayca anlaşılacak kadar basit değildi.

"Siz tanışıyor musunuz?" diye sordu Alparslan bozulduğunu belli etmemeye çalışarak.

"Bize biraz izin verin." dedim ve sorusunu cevaplamadan masadan kalktım.

O da bir arkadaşına onu idare etmesini söyledikten sonra birlikte dışarı çıktık. İkimiz de bir şey söylemeden gözlerimizi birbirimizden kaçırarak durduk. Abisine karşı ondan hoşlandığımı söylerken çok eminken neden şimdi hiçbir şeyden emin olamıyordum? Neden onu kollarıma alıp sıkıca sarılamıyordum? Suçluluk duygusu yüzünden miydi?

İkimizin de konuşmaya başlamak için cesareti yoktu ama bunu birimiz mutlaka yapmalıydık. Ve terk eden taraf olarak bu görevi ben üstlendim.

"Nasılsın?" diye sordum. Sesim kısık ve ince çıkmıştı. Bir zamanlar onunla hiç düşünmeden, aklıma ilk gelen kelimelerle, rahatça konuştuğum zamanlar oldukça uzakta kalmıştı.

"İyi." dedi alışılmış bir şekilde. Sesi kırgın geliyordu. Bunu belli etmese de aradan geçen zamana inat bana olan kızgınlığı ve kırgınlığı geçmemişti. "Sen?" diye sordu ama bu sorunun cevabını gerçekten de merak ettiğini sanmıyordum. İkimizin de sormak istediği çok başka şeyler vardı.

"İyi." dedim alışkanlık olan bir şekilde. Seni terk ettiğimden beri hiç iyi değilim, demeye cesaret edemedim. Tam bir korkaktım.

Tekrar bir sessizlik.

"Burada mı çalışıyorsun?" diye sordum. Başıyla onayladı.

"Sen ne yapıyorsun burada? Yanındakiler arkadaşların mıydı?"

Öylesine sorulan sorular.

"Evet. Üniversiteden arkadaşlarım."

"Yalnız olmadığına sevindim." dedi gözlerimin içine bakarak.

"Evine dönmedin mi? Neden burada çalışıyorsun?"

"Beni bulduğun o günden beri bir evim yok."

"Abilerin?"

"Onlarla görüşmüyorum."

Bana Armina'nın yanında olacaklarını ve ona sahip çıkacaklarını söylemişlerdi. Sözlerinde durmamışlardı. Nasıl bir aptal gibi onlara güvendim? Armina'yı bulmalıydım. Yanında olmalıydım.

"Nerede kalıyorsun peki?" içimde oluşan tarifi olmayan suçluluk duygusu. Bunca zamandır tek başına mıydı?

"Bir ev tuttum."

"Senin için zor olmuyor mu? Tek başına her şeye yetişmeye çalışmak."

"Oluyor." Dedi dürüstçe ve daha sonra konuyu dağıtmak için teyzemi sordu. "Selvin Teyze nasıl?"

"Pastaneyle ilgileniyor. Olanlardan sonra işleri toparlamak baya zor oldu."

"İyi olmanıza sevindim." dedi. Ama hiç iyi değildik ki. Aklı sürekli sende Armina. Her akşam yemek yerken senin nasıl olduğunu, güzel yemekler yiyip yiyemediğini, akşam sıcak bir yastığa başını koyup koyamadığını merak ediyor.

"Ben de senin iyi olmana sevindim."

Sessizlik.

"O zaman..." dedi konuşmayı bitirmek ister gibi.

"O zaman... Hoşça kal." dedim mecburen. Hiç ayrılmak istemiyordum. Onun yanında kalkmak ve uzun zaman sonra huzur bulmak istiyordum. Ama bunu yapamazdım. Bu garip bir veda olacaktı bizim için. Her ne kadar ayrılsak da birlikte olmaya devam edecektik. Bunu ikimizde biliyorduk ama cesaret edip de söyleyemiyorduk ayrılmamak istediğimizi. Hani onu bulduğumda elini tutacak ve bir daha bırakmayacaktım? Neden şimdi bunu yapamıyordum? Utanıyor muydum yoksa korkuyor muydum? Neden bunu yapamıyordum? İstediğim bu değildi ki.

Son kez gözlerimin içine bakıp gülümsedi ve elini havaya kaldırarak hafifçe salladı, arkasını dönüp gitti. Onun gidişi içimi acıttı. Giderken arkasını dönüp bakar diye bekledim ama yapmadı. Tereddüt bile etmeden gitti. Çünkü o Armina'ydı. Verdi kararlarla kesin ve net olan kız. Asla tereddüt etmezdi. Onun için sadece beyaz ve siyah vardı. Hayatında gri gibi ortada kalmış bir renge yer yoktu. Keşke ben de onun gibi olabilseydim ve arkasından gidip seni çok özledim, diyebilseydim. Bunu yapmaya yüzüm yoktu. Onu neden bıraktığımı sorarsa ne diyecektim ki? Daha sonrasında bunu yapamadığım için çok pişman olacağımı bildiğim halde yapamadım. Ben o kadar korkaktım ki içeri bile giremedim. Alparslan'la Aybüke'ye gittiğimi yazan bir mesaj atıp kaçtım. Korkak gibi.

KİRALIK KATİL (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin