Bölüm 8:Ahengin Yansıması

En başından başla
                                    

"Ah, tesadüfen elim onun eline dokununca..."

Üzerini değiştirirken dahi avcunun içinden bırakmadığı kolyeyi görebilme adına parmaklarını araladı. O küçük ve değerli boncuğun, ardından o boncuğu takip eden altın zincirin altında yatan teni az evvel onun eline değmişti. Eli, avuç içi ve parmak uçları, Necdet'in kendininkine nazaran daha büyük olan avcunun içinde süzülmüştü. Elinin bir miktar uyuştuğunu hissetmesinden daha tesirli olan ise bu anı hiç yılmadan başa sarıp gözlerinin önünde canlandırdıkça üstü altına nazaran daha çıkık olan pembe ve ufak dudaklarının hafifçe yana kıvrılarak yüzüne taze ve umut dolu bir tebessüm meydana getirmesiydi. Kitabı sert bir hareketle kapatarak elinde tutmaya devam etti Diana, gözleri hafifçe yukarı kayarken şimdi kıvrılan dudağı minik bir ısırıkla tam tersi istikamete meyletmişti.

Onu bu denli heyecanlandıran bu hislerden kaçma isteğini de sorgulamalıydı elbet, aşkı tatmayı bu denli istiyorken, şimdi o aşkın kucağına düşmekten koşar adım kaçmasını arzulatan sebepler gülüşünü hemencik solduruvermişti. Onca vakit belki de bir Yunan gencinin hayalini kurmuştu, iyi bir aileye mensup, ailesinin onay vereceği centilmen bir Yunan genci... İsteklerine binaen ve kendini en çok anlayan insanın Yorgos olmasından ötürü ona beslediği dostluğun böylesine bir hisse yaklaştığını düşünen veyahut böyle olduğuna inanmak isteyen Diana o vakit anlıyordu, o kendisine bir eş ısmarlama gayretinde olmuştu. Çabucak elde ettiği, beğendiği vakit siparişini vererek sahip olduğu her şey gibi gönül işlerinde de üzerine en çok uyanı almak niyetindeydi. Bu hissin aşktan uzak olduğunu o koltuğun üzerinde, o serin yaz akşamında anlıyordu Diana. Yorgo'yu zihninde koyduğu o yerden bir çırpıda kaldırmak mümkün değildiyse de artık dostuna neyden ötürü başka bir alaka beslediğinin o vakit idrakındaydı.

Kendine en çok uyanı istemekten ziyade, Necdet'ten uzak kalmasını istemesinin buna benzeyen; lakin çok daha dikenli bir sebebi daha vardı: Üzerine oturmayan, kendine benzemeyene, dolayısıyla imkansıza kapılma korkusu.

Uyumalıydı genç kız. Kandili söndürerek yatağa geçtiği vakit elindeki inci halen yerli yerinde duruyordu. Uyumalıydı, zira uyku düşüncelerden kaçmayı başarabildiği tek yerdi ve rüyalar genç kız için, hayalini dahi günah saydığı hisleri yaşamada hür olduğu bir hediyeydi. Elindeki kolyeyi başını yastığa koymadan az evvel boynuna takıvermişti Diana, uzandığında yeri değişen inciyi usulca iki parmağıyla tutup tam kalbinin üzerine taşıyıverdi, yalnızca bir gece evvel Necdet'in kalbi üzerinde soluklanan o kolye şimdi habersizce genç kızın kalp atışlarına şahit oluyordu.

***

Gözünü diktiği pencerenin ardında yanmaya başlayan cılız alevin sarı ışığı ile Diana'nın nihayet odasına vardığını anlayan Necdet, derin bir nefes alarak ve sessiz olmaya gayret ederek evinin yolunu tutmuştu.

Hastaneden öylece giden Diana'yı, başına bir şey gelmesi korkusuyla, onu geceden daha karanlık kılan bir gizlilikle takip etmişti. Şu kaybetme korkusu denen şey, hele ki gözünden bile sakınmak denen o şey, şey... Ta içindekileri, Cevdet oğlu Necdet'ten öte bir Necdet'i saklayan o kalbin içindekileri yok saymak, bir ağacı budamanın tesirinden farksızdı, kesildikçe gür çıkan dallar ve mevsimi geldikçe yeşeren yapraklar gibi önlemez bir vaziyetti bu. Üstelik uzak durması gerektiğini söyleyen o içinin sesine karşın bu hisse bir an olsun kapılmak fikri pek güzeldi. Yakıcı bir güzellikti yalnız, yasak olan, günah olan bir şeyin cazibesi gibiydi, Adem ve Havva'ya yasaklanan o meyve misali... Oysa ki Necdet, kendi cennetinden kovulma hususunda henüz, o kadar cesur değildi.

Belki de sevda cesaretten çok, bir çeşit körlük haliydi. Geceye çalan bu karanlık vakitte Diana'yı takip etmek için, her zamankinden farklı bir cesarete ihtiyaç duymamıştı, bundan ziyade saf bir merak ve kontrolünün haricinde meydana gelen bir sürükleyicilikle, en çok da kıymet veriyor olmanın dürtüsüyle, ona bir şey olmasının endişesini içinde barındırarak konak yolunu tutmuş, hiç de farkında olmayarak Diana'ya evine dek eşlik etmişti. Cesaret denen duygu, bir çeşit mücadele haliydi, kendiyle veyahut kendinden başka kimselerle. Girdiği bu yolu en açık şekilde görebiliyorken cesarete bir vakit sonra ihtiyaç duyacağı da aşikardı. Lakin kim bilir, bu körlük halinden sonra vuku bulacak o aptal cesaretinin sonu, belki de daha derin ve iflah olmaz bir körlüğe, kendini kaybedişe varacaktı.

AYNAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin