Jung Öğretmen her zaman çok mantıklı şeyler diyordu. Gelecek için kaygılanırken tam olarak da "bu anı" kaçırıyordum. Jung Öğretmen ile yan yana oturup konuşabildiğim, yeni şeyler öğrenmekten keyif alabildiğim bu anı yok sayıyordum. "Haklısınız..." diyerek dudaklarımı kemirmeye başladım, o ise yüzüme uzun uzun baktı. Bir süre sonra hiç beklemediğim şekilde aniden ayaklandı ve telefonunu açtı. Hızlı hızlı birkaç tuşa bastıktan sonra daha önce hiç duymadığım bir şarkıyı açtı. Ne yaptığını anlamadığım için boş boş yüzüne bakarken o ise gülümseyerek eliyle ayağa kalmamı söylüyordu.
"Strese karşı en iyi çözüm, müzik ve danstır! Sana da iyi geleceğine eminim!"
Kaygılı bir şekilde gözlerimi devirdikten sonra kafamı yere eğdim. Dans etmek konusunda berbattım ve bu yanımı Jung Öğretmen'e gösterip rezil olmak istemiyordum. Eminim ki o diğer konularda olduğu gibi bu konuda da oldukça iyiydi. O ise yüzümdeki ifadeyi görmemezlikten gelerek eliyle beni ayağa kaldırmak için tüm enerjisini kullanıyordu. Zoraki kaldırıldığım yerde öylece dururken o ise ritme uygun bir şekilde vücudunu sallıyordu.
-Sen de benim gibi yap, vücudunu biraz hareket ettir.
-Bunun iyi geleceğinden emin misiniz?
-Tabii ki, hatta kollarını şöyle yaparak dans et!Jung Öğretmen'in güzel vücudunda hayat bulan hareketler benim vücudumda ise sorunlu bir insanmışım gibi gözükmeme neden oluyordu. Utanarak yüzümü kapattıktan sonra oturmak için koltuğa yöneldiğimde asla vazgeçmeyen Jung Öğretmen bileğimden kavrayarak beni kendisine çekti. Yüz yüze geldiğimize emin olunca gözlerimin içine meydan okurcasına baktı.
- Ben gitmene izin vermeden nereye gittiğini düşünüyorsun?Aynı filmlerde duyabileceğim türden bu cümle kalp atışlarımı hızlandırmak için fazlasıyla yeterli olmuştu. Jung Öğretmen'le inatlaşacak değildim o yüzden rezil olduğum gerçeğiyle yüzleşerek bir süre daha onun dansına ayak uydurmaya çalıştım. Gerçekten küçük düştüğümü hissediyordum ve yüzüm kıpkırmızı olmuştu. O ise saçma hareketlerime kıkırdıyor ama bir yandan da yalandan "Harika!", "Aferin!" gibi yüreklendirici şeyler söylüyordu.
Müzik listesi son bulduğunda kendimi sırt üstü yatağa bıraktım. Azıcık bir hareket sonucu bile her yerime ağrı girmişti, Jung Öğretmen bana göre oldukça enerjikti. Yatakta öylece uzanırken beni izleyen Jung Öğretmen'e baktım. O da gelip hemen yanıma uzandı. Sonra ikimiz de birbirimize döndük. Onunla bu şekilde sohbet etmeyi gerçekten seviyordum, çok rahat oluyordu ve onunla böyle yüz yüze konuşuyor olmak beni oldukça mutlu ediyordu. Eliyle gözlerimin üzerine düşen kâküllerimi geriye attıktan sonra bir süre bana baktı.
-Gerçekten yoruldun mu?
-Evet...
-Ama daha iyi hissetmiyor musun?
-Hımm...
Ben böyle dudak büzünce o da yaklaşıp dudağıma kısa bir öpücük kondurdu. İçimden gelerek bir süre kıkırdadım. Bu öpücükler beni gerçekten keyiflendiriyordu, bir insanın sevdiği kişi tarafından öpücüklerle şımartılması kadar daha güzel ne olabilir ki? Ben ona bakarken o ise gülümseyerek dirseğinin üzerine doğruldu.
-Peki şimdi?
-Eh biraz daha iyi hissediyorum tabii...Bencilleşmiştim, onun öpücüklerine doymuyordum. Hem çocuktum da ben, şımartılmak istiyordum. Hep beni sevsin, hep bana dokunsun istiyordum. Çocukça bir istek olduğunu bilsem de elime geçen tüm fırsatları değerlendirmek için elimden geleni yapıyordum. O ise cevabımın üzerine bıyık altından gülümseyerek yavaşça bana yaklaştı. Bacağını iki bacak arama yerleştirdikten sonra elleriyle destek alarak bir şekilde üzerime çıkmıştı. Vücudunu bana değdirmiyordu ama yüzü hemen yüzümün üzerindeydi. Dudakları dudaklarımı bulduğunda bencilleşen dudaklarım artık benim kontrolümde değildi. Büyük bir istekle dilini ağzıma buyur ettikten sonra kollarımı onun sırtına doladım. Vücutlarımızın birbirine değmesini istiyordum. Kendini bu kadar kısıtlamasına gerek yoktu. Kollarıma onu kendime yasladığımda o da yavaşça ağırlığını üzerime verdi.
Bir süre o şekilde öpüştükten sonra dudaklarını çekip bana baktı.
- Ağır değil miyim senin için?
- Ben çiftlikte her gün sizin iki katı ağırlığınızda yük taşıyorum.
Beklemediğim bir şekilde güldükten sonra dudaklarını dudaklarıma sürterek konuşuyordu.
- Böyle bir anda bile bana "siz" diyorsun...
Bu şekilde konuşmaya devam ederse sertleşebilirdim ve bunu gerçekten istemiyordum. Burnuma dolan parfüm kokusu, dudaklarının varlığı beni yeterince zorlarken kendimi kaybetmekten korkuyordum.- Nasıl hitap etmemi istersiniz?
- Hoseok diyebilirsin, şu an baş başayız.
Bir süre sadece gözlerimiz birbirine baktıktan sonra o ise gözlerini üzerimden çekmeden tekrar konuştu.
- İsmimi söyle.
Normal bir konuşmadan çok emir cümlesi olan bu istek beni bir süre düşündürse de ben de gözlerimi ondan çekmeden sonunda ona ismiyle hitap edebilmiştim.
- Hoseok...
Jung Öğretmen kendini biraz daha bana yasladıktan sonra bir eliyle yanağımı okşarken diğer eli ise gömleğimin üzerinde geziniyordu.
- İsmim şimdi kulağa daha hoş geliyor.Gülümsedim. Aslında çok utanmıştım, bu şekilde iltifatlar duymaya alışık değildim. Gözlerimi kaçırarak bir süre duygularımı saklamaya çalışsam da Jung Öğretmen'den kaçamazdım. Boynumdan kulağıma doğru hafifçe eğildiğinde saçları yüzüme değdiği için biraz huylanmıştım. Boğuk bir sesle konuşmaya başladığında ise kendimi yine tarif edemediğim hisler içinde buluyordum.
- Utandığın zaman çok sevimli gözüküyorsun ve ben kendimi kaybedecek gibi oluyorum.
Şaşkınlık ve katlanarak büyüyen utancıma rağmen gözlerimi bir an ona diktim. İki elimle yüzünü kavrayıp kendime çektim. Bu cesareti nereden bulduğumu ben de bilmiyordum ama onun hoşuna gitmişti. Tam öpecekken durup bir süre dudaklarına baktım.
- O zaman sorumluluğunu almalıyım, değil mi?O ise soruma benden daha çok şaşırmış gibi bir süre bana baktı. Sonra kafasıyla sorumu onaylayarak kendini bana bıraktı. Dili dudaklarımın üzerinden çeneme küçük bir yolculuğa çıktığında ise kendimi dünyanın en mutlu insanı gibi hissediyordum. Sonra dilini ve sıcak nefesini kulağımda hissettiğimde ise istemsizce vücudumun ısındığını fark ettim, o ise gülerek kulağıma iyice sokuldu.
"Demek sorumluluğunu alacaksın..."
Bu cümlesinden sonra dişlerini çeneme, elini ise gömleğimin altından karnıma koymuştu. İstemsizce inlemiştim ki gülerek tekrar doğruldu.
"Bu işler o kadar kolay değil..."
Ben ise şaşkınlıkla ne dediğini anlamaya çalışırken o ise birkaç hareketle üzerimden kalkmış, yamulan tshirtünü düzeltiyordu. Sonra benim de yataktan kalkmam için elini uzatınca biraz bozularak elini tutup ben de kalktım. Beni bu şekilde tahrik edip sonra da odasından mı atacaktı yani? Açıklama bekler şekilde yüzüne bakınca o da odadaki duvar saatini gösterdi. Neredeyse üç saattir buradaydım, zaman ne kadar hızlı geçmişti!
-Senle zaman geçirmeyi çok seviyorum ama bu kadar saat burada benimle durman dikkat çekebilir. Benim yüzümden sana bir şey denmesini istemiyorum.
Dediklerinde haklıydı, az önce ona bozulduğum için kendime biraz kızgındım; her türlü durumda beni düşünen yine oydu. Kollarımı karnına dolayıp başımı göğsüne yasladım.
-Haklısın, teşekkür ederim.
O da bana sarıldıktan sonra eşyalarımı toplayıp yanağına bir öpücük bıraktıktan sonra odadan çıktım. Kendimi sarhoş gibi hissediyordum, yapmam gereken işleri, kaygılarımı hepsini unutmuştum. Kafamın içi Hoseok ile doluydu. Onca sorumluluk içinde kendimi ucu bucağı görünmeyen tehlikeli bir aşka teslim etmek nedense çok güzel geliyordu. Mantığım durmuştu, sonsuza kadar burada kalmak istiyordum. Yeni yeni yetişkin olmaya hazırlanan vücudum fazla heyecanlı, aklım ise tamamen küçük bir çocuk gibiydi. Onu istiyordum, sadece onu. İçimde her geçen gün daha da büyüyen bir aşk vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
My Dear Sunflower ° Vhope
Fanfiction"Benim sevgili ayçiçeğim". Çok mu gülünçtü sevgiliye ayçiçeği demek? Çok mu kırılgan bir benzetmeydi erkekler için? Erkeği kırılgan yapan neydi ki? Bir çiçeği kırılgan gören kimdi? Eğer koca bir aşk doğuyorsa bir çiçek hatırına, o zaman o çiçeği baş...
10.Bölüm: "İsmimi Söyle"
En başından başla