Bu sayede beni tekrar yıkmışken.

Sol kolumdan ansızın çekilirken, bedenim beni tutan ellerin sahibine doğru hızla savruldu. Yüzümdeki ifade, yeni ışıyan günün ışıklarıyla nasıl görünüyordu, hiçbir fikrim yoktu lakin Jongin'in gözlerindeki duyguyu değiştirecek kadar etkiliydi demek ki... Yıkılmıştım ve bunu saklayacak tek bir gardım yoktu. Maskelerim paramparça olmuştu. Duygularım ise... Sahi neredeydi onlar? Her daim beni koruyan gizli silahlarım?

"Tam sırası."

Dudaklarına karşılık vermeyip, öylece oradan kaçışımdan beri ilk konuşmasıydı Jongin'in. En az benim kadar yorgun görünüyordu.

"Duymayı kaldıramayacağın şeyleri konuşmamı isteme benden." Tutuşundan kurtulmak için titreyen bedenime rağmen istikrarla kaçmaya çalıştım dokunuşundan. "Her ne kadar söyleyeceğim her şeyin üstesinden gelebilecek gibi dursan da, öyle olmayacak tamam mı?"

"Nereden biliyorsun?" Bir adım yaklaşırken, bileğimdeki tutuşunu sıkılaştırdı. "Yüzüne bakınca hiçbir şeyi anlamıyorum. Acı çekiyorsan acı çektiğini, üzgünsen üzüldüğünü belli et. Tanrı aşkına... Kafanın içindeki dünyadan biraz olsun sıyrılmaya çalış. Buradayım. Söylediğin her şeye rağmen de burada olacağım."

"Zorunluluk cümlesi gibi geliyor kulağa nedense." Dudaklarımda bir gülümse oluşmasına yarım saniye vardı sadece. "Söz verdiğin için durmak zorunda olmadığını sana yüzlerce kez söyledim. Bir kez daha söylüyorum," Bileğimin üzerindeki parmaklarını boştaki elimle hafifçe çekiştirmeden önce, son kez konuştum. "Kalmak zorunda değilsin. Seni hiçbir zaman buna zorlamadım."

"Ulaşamıyorum sana." Gözlerini sımsıkı kapatıp açtı. Takati kalmamıştı ya da son demlerini yaşıyordu belli ki. Bunun olması muhtemeldi çünkü, bilerek zorluyordum Jongin'i.

"Hangimiz boşa konuşuyoruz?" Gözlerine baktım kaybolacağımı bilmeme rağmen öfkelenerek. "Git o sikik kanalları aç ve biraz izle. Verdiğim zararı kendi gözlerinle gör!" Diplomamın neden yandığını biliyor musun? Söylesene Jongin. Sen gerçek Kyungsoo'yu gerçekten tanıdığını mı sanıyorsun?"

"Kyungsoo, ben seni öptüm!"

Doğruydu.

Daha yalnızca birkaç saat önce dudakları dudaklarımın üzerindeydi Kim Jongin'in. Ansızın gelmişti. Beklemediğim bir anda, beklemediğim bir şekilde... Öleceğim sözünün ağırlığını bastırmak için hem de...

O an rüzzgarın bedenime bıraktığı ürpertici havayı dahi değiştirebilecek; orada içimden bir şeylerin süzülmesine neden olacak kadar güzeldi öpüşü. Sadece bir saniyeliğineydi tüm bu hisler. Çünkü Do Kyungsoo'nun, buna hayatı boyunca hakkı yoktu. Farkındalık hissi sonradan gelmişti ama oldukça yıkıcıydı.

Ona karşılık vermemek için sıkmıştım yumruklarımı iki yanımda. Soğuk avuç içlerimi yanaklarına yaslayıp, nefesini solumamak için çaba göstermiştim çaresizce. Kim Jongin'i kendime bağlamamak, ona çoktan vermiş olduğum iplerimi daha da bırakmamak için sıkmıştım kendimi. Her şeyin daha berbat olmaması adına, ona zarar vermemek adına; kendi kötülüğümden sakınmıştım sözde... Lakin burnuma vuran kokusu ve yüzümü sımsıkı sarmış olan parmaklarının büyüsüne kapılmadan edememiştim işte. Daha çok zorlamıştım bedenimi. Lakin bana yaşattığı hissi yok sayamamıştım. Sayamıyordum.

Aftertaste // kaisooWhere stories live. Discover now