"Gördüm. Engel olamayacaksın. Beni o halde sevmeye devam edemezsin. Bana sadece acıyacaksın..."

        "Ben senin görüntünü değil, içindeki Eflal'i seviyorum be deniz kızı. Ne olursa olsun senden vazgeçmeyeceğimi anlamadın mı hala?" Kaşlarını çatmıştı. Okyanus rengi gözleri karardı.

         "Ve sana asla ve asla zarar veremeyecekler. Senin gördüğün bütün kötü senaryoların inadına, herkesin kıskanacağı kadar güzel bir hayat vaad ediyorum sana! Bana güveniyor musun?" Başını yana eğmişti. Saçlarına dokunmamak ve dudaklarını yüzüme bastırmamak için kendimi zor tuttum.

        "Güveniyorum." diye fısıldadım. Ve yapmak istediğim şeyi Erdem yaptı. Saçlarımı ensemden kavrayıp dudaklarımı dudaklarına bastırdı. İşte o an, Erdem'in dudaklarını bir kez tatma duygusunun bile tüm korkularıma değeceğini anladım. Bile bile ateşe bile gitsek, cenneti değil, cehennemi arzuladığımı kabullendim. Çünkü Erdem'e ulaşmanın yolu yalnızca cehennem ateşlerinde yanmaktan geçiyordu. Ve ben bir saniye bile düşünmeden elimi ateşle soktum. Erdem'in öpücüklerine her zamankinden daha istekli karşılık verdim.

           Öpücüklerimiz kesilen nefesimizin etkisiyle son buldu. "Beni hayatımda hiçbir kız bu kadar güzel öpmedi." diyen Erdem'in ellerini avuçlarımın arasına aldım. Ve az evvel Erdem'in dudakları altında ezilen dudaklarımı avuç içlerine bastırdım. "Seni seviyorum..." diye fısıldadım. Onun yanındayken kalbim baştan çıkmışcasına atıyordu. Sakinleşmek için söz dinlemiyordu. "Seni her şeyden daha çok seviyorum deniz kızı..." dedi ve parmaklarıyla cılız parmaklarımı okşadı.

          Bir süre sessizce olduğumuz yerde oturduk. Fanusta büyüyen iki balığın okyanusa atılmış anı kadar çaresizlik yüklüydü sessizliğimiz. Bir balık Erdem ilken, diğer balık Erdem'e olan aşkımdı. Tüm okyanusu dize getirmeye yetecek kadar sonsuz olan tutku dolu aşkım. Delicesine hislerim damarlarımda akan kanı kavururken "Şimdi ne yapacağız?" diye sordum.

            Gülümsedi. Dudaklarının sağa kıvrılışı çocukluğumun en huzurlu gecesi olan Cuma günü kadar huzur verdi kalbime. "Evimize gideceğiz." dedi. Evimiz? Benim evim zaten Erdem'di. Başka bir ev mümkün müydü?

          "Bizim artık bir evimiz yok ki..." derken istemsiz bir şekilde boynum büküldü. Erdem yine gülümsedi. "Sen öyle san... Bir deniz kızının evi olmaz mı hiç? Prensi seçen deniz kızını sokakta mı bırakacaktık?" Sorusu dudaklarımda belli belirsiz bir gülümseme yarattı. Her durumda ve her şartta beni güldürmeyi başaran tek insan Erdem'di. Gözlerim merakla büyüdü.

         Erdem ani bir hareketle yerinden kalktı ve elimi tutup çekiştirerek beni yola doğru sürükledi. Ardından bir taksiye bindik. Şöforün eline cebinden çıkardığı bir adresi tutuşturdu. Ve arka koltukta keyifle yayılırken beni kolunun altına aldı. Kendinden emin hali her an bende büyük bir hayranlık yaratıyordu. Ben ne kadar korkarsam Erdem o kadar korkusuz oluyordu. Ben ne zaman endişe dolsam Erdem'in kendinden emin tavırları endişelerimin celladı oluyordu.

         Başımı camın soğuk yüzeyine yaslarken gözlerimi kapattım. Düşünmeye başladım.

        Zıtlık... Birbirinin tam aksi olan iki şeyin durumu... Zıtlığın yadsınamaz uyumu... Aksi ispat edilen şeylerin akıl dışı bir şekilde birbiriyle uyuşması... Dünyanın çoğu zaman bana aşırı büyük gelmesi gibi mesela. Tek bir su damlacığı kadar bile dünyada yer kaplayamama hissi. Ardından dünyanın avuç içi kadar kalması, avcumu sıksam can verecek kadar aciz olması...

         Hayat gibi mesela. Bitmek bilmeyen günlerin uzunluğuna kapılmışken, bir güne sığdıramadığın onlarca şeyin olması... İnsanlar gibi mesela. İyiliğin peşinde koşanlara inat, kötülükle kavrulan kalplerin zıtlığı...

EFLALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin