Kibar sorusuna karşılık verdiği kaba cevabı, adamın yüzüne ufak bir tebessüm yerleştirdi ancak gözlerine ulaşmadı.

Ra, Mısır'ın Güneş Tanrısı.

Kendisinden böyle bahsetmişti. Bella bunu garip ve hatta biraz kaçıkça bulsa da, onu adamın sözlerine inanmaya iten bir yanı vardı. Mantıklı düşünmeyi başarabilirse, ilk olarak ona Duat'ta olduğunu söylemişti. Mısır mitolojisinde ölen kişilerin ruhlarının göç ettiği ve sorgulandıkları yerdi. Bella öldükten sonra gözlerini orada açmıştı.

İkinci can alıcı nokta, onu dünyaya ışınlamasıydı. Aklından geçirdiği yer saniyeler içinde gözünün önünde belirebilmesini sağlamıştı ve bu çok korkunçtu. Hatta dehşet vericiydi ancak yine de, ürkütücü bir şekilde soğukkanlılığını hala daha sağlayabilmesi ilginçti. Kendi tahminince, beyni yaşadıklarını kaldıramamış ve iflas etmişti. Bu da kendindeki tuhaf anormalliği açıklıyordu, ölümünden sonra onu daha fazla ne şaşırtabilir ya da fantastik gelebilirdi ki?

Son olarak üçüncü yakaladığı detaysa, odanın içindeki şekillerdi. Sütunlarda hiyeroglifler mevcuttu ve odanın şeklinde eski bir hava yatıyordu, neredeyse antik çağlara uzanan bir tarzı vardı.

Isabella analizlerini yaparken kafa karışıklığı arttı. Bu adam-Ra, sahiden de iddia ettiği kişiyse... Yüce İsa! Eliyle çığlığını bastırabilmiş gibi ağzını kapadı. Görünen o ki, beyni onu yarı yolda bırakmamıştı. Şaşırma fonksiyonu yerli yerindeydi.

''Sakin ol Isabella. Dehşete kapılmana hiç gerek yok. Sana zarar verme niyetinde değilim.''

Sesi baritondu. Fırtınanın başlangıcını haberdar eden gök gürültüsü gibi, kelimeler göğsünden kalın bir tınıyla çıkıp geliyordu ancak büyüleyici bir zenginliği de vardı. Yaklaşımı emrivaki olmasına karşın, tınısı bunu göz ardı etmesine yetecek kadar güzeldi. Anlayamadığı türden bir dengeye sahipti.

''Sen sahiden de... Hayır... Ama nasıl?'' Isabella kendi kendine mırıldanarak, soruları hem sorup hem de bir cevap bulmaya çalışırken bocalıyordu. Beyni iflas etmenin eşiğinde olduğuna dair sinyalleri vermeyi başlamıştı.

''Sorularını cevaplayacağım ama önce otur olur mu? Düşecek gibi duruyorsun.''

Isabella dediğini yaparak yatağın ucuna kuruldu. Beyninin içi fırıl fırıldı, bütün yakaladığı detaylar gözünün önünden geçerken Isabella gerçeklikle hayal arasında sıkışıp kalmıştı.

''Neden sizin dünyanızdayım?'' Sorduğu soruya kendi bile inanamıyordu. Onların dünyası?

''Bulduğun tablet ve,'' adam elini uzatıp, sağ bileğini tuttu ve nazikçe çevirerek başparmağıyla sembolün üstünü okşadı. ''bunun yüzünden.''

Kadının gözleri irileşti. Sembol ona aitti, elinin üstündeki işaretin sorumlusu oydu.

''Genellikle Osiris adına yazılan metinler, ölümden sonraki yaşamı ve varoluşu anlatır. Senin tableti bulman sıra dışı bir tesadüf sayılmaz, insan teknolojilerinin ne kadar geliştiğini biliyorum. Fakat hayatını kaybettiğinde, ruhunun tabletten yararlanarak buraya geçmesi... Bu, her gün denk gelebileceğim bir manzara değil.''

''Yani tablet bir geçit miydi?''

''Kısmen. Eğer yazılanları anlamasaydın, tabletten yararlanabilmen pek mümkün olmazdı.''

''Ya elimdeki işaret? Onun bununla ne ilgisi var?''

Konuşmayı hala daha sürdürdüğüne inanamıyordu ama içinde, onu devam etmeye iten bir güç vardı. Kulağa sordukları ve adamın cevap olarak söyledikleri ne kadar mantığına ters kaçsa da, Bella bir şekilde anlamaya çalışıyordu. Yaşadıklarına ilaveten gördükleri, anlamasını bir bakıma kolaylaştırmıştı.

Mısır'ın GözüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin