Son Mayıs

278 58 84
                                    

"Merhumu nasıl bilirdiniz? "

Bu da soru mu imam efendi, delinin tekiydi bizimki! Ezber bozan biriydi, biraz da inatçı, daha çok agresifti. Gerçi gençliğinden, cahilliğinden böyle çabuk parlar, çarçabuk öfkelenirdi. Daha çok gençti imam efendi bizimki, henüz yirmi birindeydi.

Ailecek bizim mahalleye taşındıkları günü dün gibi hatırlıyorum. Beş yıl ya var ya yok. O zamanlar daha çocuk, daha deliydi. Eve balkondan girer, birinci katta olduğu için sırf eğlencesine camdan atlar bakkala giderdi. Az haylaz değildi. Ne zaman beni görse selam verip halimi hatırımı sormayı ihmal etmezdi. Ne zaman mayıs gelse ağaç tepelerinde erik toplarken görürdüm onu. Eşek oğlu eşek! Bir de utanmadan benim ağacımdan çaldığı erikleri bana ikram ederdi. Bastonumla kovalayınca da saçlarında ağaç dalları, cebinde erikle sokağın başına kadar koşar "Şu yaşında böyle koşuyorsun ya benden çok yaşarsın," derdi. Şimdi bakıyorum da tabutuna, geleceği mi gördü bizim deli diyorum. Nasıl da bildi, benden önce öleceğini?

Sevmezdi yeşili, şimdi kalksa görse kızardı bize. Yeşil tabuta koymuşlar seni. Ama bak, altında beyaz, bembeyaz mermerden musalla taşı var. Bilirim en çok sevdiğin renkleri; ilkin kırmızı, sonra siyah, sonra beyaz. Ara ara da gök gibi maviyi severdin. Uzun saçlarını da kızıla boyamak isterdin hep. Eee, nereden biliyor diye sorma, karşı komşun olunca duyuyorum ister istemez. Sizin ev televizyondan daha dikkat çekiciydi. Her allahın günü bir ses olur, bir şeyler duyardık. Yaşlıyım diye huysuzluk ederdim. Edepsiz! Pabuç kadar dilinle karşılık verirdin bana.

Hani dedim ya taşınalı beş yıl ya var ya yok... Beş yıl içinde neşe kattın buralara. Mahallenin kedisini, köpeğini beslemeyi görev ilan etmiştin kendine. Sana hep dedim, alıştırma şunları, sen gidince aç kalacaklar diye. Büyük sözü de dinlemedin. "Ne zararı var onların," diye başladın, "Allahın sessiz kulları bunlar," diye devam ettin. Bilirdin tabi zayıf noktamı. Beni ve koskoca mahalleyi ikna ettin hayvan beslemek sevap diye. Ah be deli, dün göçüp gittiğini sanki seninkiler de öğrenmişti. Hepsi yas tuttu, aç kaldılar diye gittim ekmek verdim. Yemediler. Kediyi, köpeği mamaya alıştırmışsın, bakarlar mı ıslak ekmeğin yüzüne? Gider ayak bir de iş bıraktın başıma. Olsun, gelen senden olsun deli kız, onları doyurmak da benim görevim olsun.

Galiba en çok da okuduğun kitaplar hakkında hararetli tartışmalarımızı özleyeceğim. Benim gibi yaşlı birisine bile fantastik kitaplar okuttun ya helal olsun deli kız. Hava güzel olunca karşılıklı balkonlarımıza geçer kitap okurduk. Aramızda bir sokak olsa da el alem ne der sosyolojisini düşünmeden bağırarak ne okuduğumu sorardın. Hiç unutmam, geçen haziran sahafta bulduğun kitabı okuduktan sonra balkondan bana anlatmıştın. Öyle özet de değil, tam bir saat sürmüştü bu konferansın. Hikayeyi ya da olayları unuttum ama anlattığın kitapta karakterler hakkında sadece bir şey aklımda kaldı. Koskoca hikayede ana karakterlerin isimleri verilmemişti demiştin. Sonuna kadar merakla okuyup isimlerini öğrenemeyince hayal kırıklığına uğradığı söylemiştin. Her nedense bunu unutmamışım deli kız. O zaman isimlerini sen koy, ney hayal edersen o olsun adları dediğimde fikrimi beğenmiştin. Şimdi merak ediyorum deli kız, acaba hangi isimleri verdin o karakterlere?

Bak yine aklıma geldi. Lisede hemşirelik okumuştun. Gerçi tam hemşire değil, şu acildekinin ismi neydi ki? Her neyse, inat ettin yine; güzelim işi istemedin. Gençlik hatası yapma etme dedim bir de üstüne bana "Sen bilmezsin, karışma," demez mi! Ne güzel tansiyonumu ölçer, arada gelip kan sonuçlarıma bakardın. İğneden kandan korktuğum halde serumlarımı, iğnelerimi de sen yapardın. Pek mızmızdım bende, kabul ediyorum. Ama biri kollarımı görse kim dövdü amca seni derdi, inan biri görse, bizim deli yaptı derdim. O biri hiç gelmedi ki kollarımın halini görsün, bir de seni şikayet etmeyi hayal eder dururum!

Eninde sonunda dediğin gibi kafanın dikine gittin. "Senin okuduğun üniversiteyi kazandım, öğretmen olacağım," dediğin gün nasıl oldu da o küçücük ağzın kulaklarına dek uzanmıştı! Seni daha önce o kadar kocaman gülerken görmemiştim. Ne güzel, çok sevindim demiştim. Ama yalan söylemiştim deli kız. Duyuyorsan kızma bana. Hemşireliği bırakıp öğretmen olacağına duyunca üzülmüştüm. Affet deli kız, bencilce düşünmüştüm o zaman. Şimdi bizim deli de gelmez evime, eskiden bir bahane tansiyon ölçmek için gelirdi, ya bir daha hiç gelmezse diye korkmuştum. Gerçi sonrasında öğretmenlik hakkında bir dünya soruyla başımı şişirince de eyvah dedim; eyvah, şimdi hiç gitmeyecek bu deli. Nasıl da gidiyorsun şimdi. İşte yine düşünürken boğazımı yakan yalnız evime bir daha hiç gelmeyeceğin gerçeğini inkar ediyorum. Tıpkı öldüğünü ilk duyduğum an ki gibi...

Aslında, beline uzanan saçlarını kısacık kestirdiğin vakit bir şeylerin ters gittiğini anlamam gerekirdi. Oysa gülen yüzünün, ışıl ışıl parlayan koca gözlerinin ardında nelerle boğuşuyormuşsun da haberim olmadı! Kendi derdimi anlatmaktan dinlemedim seni. Affet deli kız. Gözümün içine baka baka gülerken öldüğünü göremedim, affet. Ama hak verirsin bana. Sonuçta huysuz bir ihtiyarım. Çok yaşadım. Belki de hakkımdan fazla nefes tükettim. Soruyorum kendime; kendi canımdan sana verme imkanım olsa ne yapardım diye. Böyle erken gideceğini bilsem kalan ömrümü bırak, eşimin vefat ettiği gün; mahallemize taşındığınız o gün kalan ömrümü sana verirdim. Erken gittin deli kız. Daha çok şey görmeliydin. Sen de sevmeliydin, öğretmen olup o duyguyu tatmalı, anne olmalıydın...

Deli kız, yaşlı birini üzmeye hakkın yok! Orada, tabutun içinde bize ne diyorsun duyamıyorum ama göz yaşlarımı görüp gülme. En son merhum eşimin cenaze namazına katıldım, şimdi de senin cenazende en ön saftayım. Hak mı bu? Bir de sanki nispet yapar gibi aynı gün, öğle vakti, güneş tam tepede ve gök yüzü alabildiğince mavi... Böyle havalarda cenaze mi olur diyor insan, hani hüzne eşlik eden yağmur? Nerede ölüm timsali kara bulutlar? Senin gibi birinin cenazesine yakışacak bir hava mı bu? Siyah giyen insanlar ara ara hıçkırarak ağlamasa buraya mahallece piknik yapmaya geldik sanılır. Deli kız, ölmek için bu günü kasten mi seçtin yoksa?

Mayıs, bereketi için delileri alıyor aramızdan. Belki de seneye bu günlerde, ben de gelirim aranıza. Hâlâ yaşarsam mezarlık ziyaretlerimde iki çiçek, iki dua ile geleceğim. Masraf yaptıracaksın bana, emekli paramı ilaçlar ve hastaneden başka harcama yolu da varmış demek. Merhum eşime kırmızı sana beyaz gül ile geleceğim her cuma. Henüz gömülmeden, daha toprağına kavuşmadan erkenden zihnimde planı programı kurdum. Sahi seni nereye gömecekler? "Bizim köyün mezarlığına defnederiz" diyordu baban, dua edenin bol olsun diye. Affet deli kız. Uzaklara gitmene gönlüm elvermedi. Nerede öldüyse oraya gömülür merhum, dedim. Büyük sözü ya, senin gibi inat etmediler. Olur dediler. Kim bilir belki de eşimin mezarına yakın olur kabristanın. Deli kız, eşimin yanına ben gömülmeyecek olsam inan ikna ederdim onları. Dinlerlerdi beni, öyle değil mi?

Sahi, konuşmaya daldım, yine unuttum imam efendi bir cevap bekliyor. Merhumu nasıl bilirdik diyeli iki saniye geçti, izninle cemaatle bir ben de cevabımı vereyim.

"İyi bilirdik..."

Son MayısWhere stories live. Discover now