41: Dusk Till Dawn (M)

En başından başla
                                    

Yüzünde acı dolu bir ifade ile adımlarını geri geri atmasıyla üzerine doğru yürüdüm ve serbest bıraktığım öfkemin kelimelerimi kontrol etmesine izin verdim. "Bu zamana kadar bağırdın, çağırdın, küfürler ettin ama asla bir şey söylemedin! Ne hissettiğini söylemedin. Beni sevdiğini söylemedin. Bir korkak gibi davranmak daha kolay geldi, değil mi?"

Başını aşağı düşürdü. "Kaçtığımı mı düşünüyorsun?"

"Kaçtığını düşünmüyorum." derken eğdiği başını çenesinden tutarak kaldırdım ve onu yüzüme bakmaya zorladım. "Kaçmadın, iz bırakıp gittin! Kaçmak ve iz bırakıp gitmek çok farklı şeyler."

Birden kafasını kaldırdığında doğru yere ayak bastığımı hissettirircesine parlayan gözleri karşısında nutkum tutuldu. Büyük elleri tenime değdi, uzun parmakları bileklerimi kavradı ve antika yüzükleri derime battı. "Uzaklara gittim, iz bırakıp gitmek ve uzaklara gitmek çok farklı şeyler!" Yükselttiği sesinde alçalan gözyaşları vardı. Hıçkırıklarını duyabiliyordum. "Sende bıraktığım izin farkında olmadan gittim ben uzaklara. Senin bende bıraktığın izin bile farkında olmadan gittim. Fark etmeden senin olduğumu sensiz olunca fark ettim!"

Söylediği kelimelerin ruhuma dokunduğunu bilmeme rağmen ciddiyetimi bozmamaya çalışırken kendimi olmaktan korktuğum yerde bulmuştum. 28 gün özlemini çektiğim insana sarılmanın arzusu ile dolup taşıyordum ama bu yanlış hissettiriyordu çünkü 28 günü sadece özlem çekerek geçirmemiştim. Beni ailemden, arkadaşlarımdan hatta hayatımdan uzaklaştıran ve her gün öldürüp dirilten o keskin acıyı yok sayarak kendime hakaret edemezdim. Daha değersiz hissedemezdim. Çenesine dokunduğum elime parmak uçlarını değdirmesiyle elimi hızla uzaklaştırdım. Bana doğru usul usul yaklaşmasıyla koyu gözlerine bakmamaya çalışarak kafamı dik bir şekilde başka yöne çevirdim. Eğer gözleri gözlerime değerse beni ben yapan şeyleri çiğneyeceğimi biliyordum. Söylenmesi gerekenleri boğazıma dizeceğimi biliyordum. Eğer elleri ellerime değerse gururumun üzerine basacağımı biliyordum. Aramızda uzun bir bakışın, derin bir sessizliğin, ince bir dokunuşun izi olduğunu artık biliyordum.

"Bana ait olduğunu fark etmiş olman beni bıraktığın gerçeğini değiştirmiyor." diyerek uzaklara bakıp kırık bir gülümseme ile akmak isteyen gözyaşlarımı engellemeye çalıştım. "Hem benim de sensiz olunca fark ettiğim şeyler oldu. Beni en başından beri sevdiğini öğrendim. Bu zaten her şeyin farkında olduğun anlamına gelmiyor mu? Beni sevdiğini biliyordun. Seni sevdiğimi öğrendin. Her şeyi biliyordun. Her şeyin farkındaydın!"

"Keşke hiçbir şeyin farkında olmasaydım." demesiyle öfkenin bedenime tekrar hücum ettiğini hissettim. "Mümkün olsaydı ardımda küçücük bir iz dahi bırakmadan uzaklara giderdim. Bir an bile tereddüt etmeden bu yolu seçerdim."

Son cümlesini duyar duymaz elimi havaya kaldırıp "Ben de bu yolu seçerdim!" diye sesimi yükselterek unutmamak için her çizgisini beynime kazıdığım yüzüne sert bir tokat atmamla neye uğradığını şaşırmıştı. Vurduğum yere dokunarak geri geri sendelediğini görünce elime ve yediği tokat ile ay gibi parlak ve koyu teninde kızaran yanağına bakıp ekledim. "Bir an bile tereddüt etmeden."

"Mümkün olsaydı dedim!" diye bağırdı, yanağının acısıyla inlerken. Her zaman az ve öz konuştuğunu düşündüğüm Kim Jongin sanki ilk defa konuştukça batıyordu. Söylediği her kelime ile sinir kat sayım yükseliyordu. "Mümkün değil." diye eklemesiyle kendimi tutamayıp üzerine yürüdüm ve yakalarına asılarak onu yere yatırdım. Bacaklarımı iki yanına alıp ağırlığımı göğsüne verdikten sonra ikinci kez, bu sefer diğer yanağına sertçe bir tokat attıktan sonra çenesini tutarak yüzüme yaklaştırdım. "Ben de mümkün olsaydı sana sabaha kadar tokat atardım!"

Say My Name/ KaiSooHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin