O yüzden adımı Aymira koymuş. Çünkü ben onun o karanlık, o en çaresiz ve belki de en yalnız hissettiği gece de kendisine cesaret verme sebebiymişim. Ve yine annemin dediğine göre ben onun karanlığına ay gibi ışık saçarak gelmişim.
Babam ise beni kabullenmemiş bile. Hastalığımdan dolayı elleri kirlenir sandığından mıdır yoksa bulaşıcıdır diye düşündüğünden midir bilmem bir kere bile almamış kucağına. Doğduğumdan bu yana kızı saymamış beni. Her daim bir gün bu evden gideceğimi ve o gün onun en mutlu günü olacağını söylerken ruhuma açtığı yaralardan haberi bile yok. Gerçi olsa bile merhem olmak yerine daha da o yarayı deşmek isteyeceğine dair düşüncelerim var.
Babam...
Benim en büyük yaramdı. Her ağladığımda çok isteyip de sarılamadığım babam benim hiçbir zaman gerçekleşmeyen küçüklük hayallerimdi.
Babam beni sevmiyordu. Babam hiçbir zaman beni sevmemişti. Saçlarımı okşamamış, neyin var diye sormamıştı. Ağladığım zaman kızmış ve hatta bunun için bana el kaldırmaya kalkmıştı. Elimden almak istemişti sessiz bağırışlarımı, isyanlarımı. Annem siper olmuştu o gün önüme ve "Hayır İrfan.." demişti. "...sevmesen bile korumak zorundasın."
İşte o zaman kabullenmiştim. Ben sevilmeyen çocuktum. Babasının sevgisini esirgediği ama dışarıda çocukların başını nasıl şefkatle okşadığını gören o çocuktum. Babasını o çocuklardan kıskanan ve o sevgi dolu ellerin başkalarının değil benim saçlarımda dolaşmasını isteyen çocuktum.
Ben babamın istenmeyen çocuğu, annemin ise ay yüzlü biricik Aymira'sı. Babamın laneti, annemin mucizesi. Babamın kinle, annemin sevgiyle büyüttüğü o küçük kızı.
Düşüncelerimden sıyrılmama neden olan şey camıma isabet eden ve odada tok bir ses bırakan küçük bir taş parçasıydı. Başımı gökyüzünden alarak düşüncelerimden dolayı dolan gözlerimi bir çırpıda sildim ve buğulu gözlerimi sesin merkezine doğru çevirdim. Aşağıda gördüğüm silüet yakın arkadaşım Görkem'e aitti.
Ellerini ince bacaklarını saran siyah pantolonun ceplerine sokmuş ve üzerine de her zamanki o siyah kapüşonlusu geçirmişti. Klasik gizemli havasını üstünde taşımaya çalışan bir Görkem'di o. Yüzündeki gülümseme ile bana bakıyordu. Üşümüyor muydu bu havada bilinmez ama yüzündeki gülümsemeye bakılırsa üşüse bile bunu kafaya takacak ya da belli edecek tipi yoktu.
"Napıyorsun burada?" Sesime korku yansımıştı. Başımı pencereden çıkarttım ve hızlıca etrafı kolaçan ettim. Eğer bir gören duyan olursa babama söylerlerdi ve babamın şu an bunu duyması benim en son isteyeceğim şey bile olamazdı.
"Kuş vuruyordum bebeğim, bir de baktım ki koca bir kuş pencereye tünemiş. Dedim ki bu kuş kaçmaz. Vur taşı, akıt pekmezini." Gülmek istedim. Sıkıntılı ruh halime rağmen espiri yapma becerisine gülmek istedim. "Kuş vururken başka bir kuş tarafından vurulmamaya dikkat etmelisin. Yoksa-"
"Bok yoluna giderim." dedi cümlemi benden alarak. Ona sahte üzgünlükle başımı salladım. "Ama," dedi ve kocaman gülümsedi. Mavi gözleri gülerken kısıldı. "senin için değer koca kuş, hak yolundan geldim, bok yolunda ölürüm en fazla." İğrenir gibi yüzümü buruşturdum. Hayal etmek istemiyordum.
"Şimdi," kapüşonlusunun ucundan tutarak eğildi. "bu sahne Külkedisi'nin saçlarını uzatacağı-" lafı ağzından aldım ve "Rapunzel." diye düzelttim. "Saçını uzatan Rapunzel, Külkedisi ayakkabısını düşüren masal karakteri." Bir kaç dakika durdu ve umursamadan omuz silkti. "Adı önemli değil. Sonuçta iki masal da bir prenses ile prenses, bir kurtarılma ve bir de mutlu son etrafında dönüyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Perde Arkası
FantasyBu evren başkaydı. Burası perde arkasıydı. Burası acımasız insanların kalplerini ortaya koyup umarsızca oynadığı kumar masası, bir kere girenin ilelebet çıkmasının yasak olduğu o izbe mekandı. Ve burası karanlıktan korkan her insan için cehennem aza...
Perde Arkası||Bölüm-1
En başından başla