Sonunda ayağa kalkabildi. Askerlerini de alıp gitti. Biz Violetta ile baş başa kalmıştık. Alçay gidince bacak bacak üstüne attı ve kollarını göğsünde birleştirerek suratıma bakmaya başladı.

"O prenses yüzünden di mi?" diye sordu bana.

"Ne?" dedim.

"O kız yüzünden oranın buranın askerleri buraya geliyor. Alçay'ın başına bela açtı. Keşke bıraksaydınız da olduğu yerde kalsaydı."

"Haddini aşma. Sus."

Bir daha da konuşmadı. Yoluk. Gerçekleri oturup ona anlatmak istesem de kendimi tuttum. Ama içim içimi yedi. Violetta her ne kadar kendi hâlinde iyi bir kız olsa da arkadaşımdan hoşlanmaması beni ondan uzaklaştırıyordu.

Sahi, Cesur neredeydi? Zaten Alçay da gitmişti, muhtemelen uzun süre dönmezdi. "Buraları toplasana, yazık hep hizmetçiler topluyor. Hem bir işe yaramış olursun." dedim ve içeri girdim.

Ağır adımlarla merdivenleri tırmanmıştım. At binmekten baldırlarım acımıştı. Sıkıca tutmaktan da, kasılmaktan da omuzumdan başlayarak kollarıma ağrı girmişti. Acısı yeni yeni çıkıyordu, sabaha ne olacağını iyi biliyordum.

Cesur'un kapısını tıklatmadan içeri girdim. Tahmin ettiğim gibi, uyuyordu. Ellerim ile alkış tuttum. "Bravo. Dünya yansa ucuna kıvrılıp yatacaksın. Afferin."

Bir ümit gözlerini açmasını bekledim fakat ölmüş gibi yatıyordu. Alçay'ı beklemeli miydim yoksa uyumalı mı diye düşünürken kendimi eteğimi çıkarırken buldum. Kesinlikle uyuyacaktım.

**

En son Alan gelmişti. Merkeze girer girmez kendisi için hazırlanan görkemli siyah atına binmişti. Buradaki atlar zaten büyüktü, ama bu atın ayrı bir büyüklüğü vardı. İstese Alçay'ı ezer geçerdi. Hayretle ata bakması bitince Alan'a döndü. "Hilal," diye başladı söze. Alan Hilal'in adını duyunca pürdikkat kesildi. "Dünya'ya gitmiş."

"Şaka yapıyorsun. Kızı bulamadın, kıçından bahane uyduruyorsun değil mi?" Alan inanmamıştı, gülüyordu. Ölü bir canlının geri dönmesi mümkün değildi.

"Şimdi sallama zamanı." diye içinden geçirdi Alçay. Rol yapması gerekiyordu ve bu becerdiği tek şeydi! "Efendiler ile konuşmuş, apar topar döndü. Sonrasını ben de bilmiyorum. Ama şey, gelecekmiş geri."

Alan atından inip Alçay'ın karşısında durdu. "Söylediklerinde ciddi misin? Ne zaman geldi, ne zaman konuştunuz, iyi görünüyor muydu?"

Offlamamak için kendini tuttu Alçay. "Yaklaşık bir saat önce geldi. Durumu anlatıp bir şey sormama fırsat vermeden gitti zaten. Ahbap, bence artık bizi de Dünya'ya götürmelisin. Annem beni merak ediyordur."

"Efendilerin yanına gitmeliyim." dedi Alan. Ve gökyüzüne çevirdi kafasını. Aslında bir bakıma rahatlamıştı. Çünkü aklında kurduğu senaryolar şu anki durumdan çok daha kötüydü. Hiçbirinin olmaması onu kuş kadar hafifletmişti. "Geri döneceğim dedi mi gerçekten?"

"Sana yalan söyleyecek değilim." dedi Alçay sinirle. Böyle söylerken bile yalan söylüyor olması zoruna gitmiyordu. Bu adamı sevmiyordu ve ona sabaha kadar yalanlar söylese vicdanı acımazdı.

"Teşekkür ederim." dedi Alan Alçay'a bakmadan. "Biz, biz geri çekilelim o hâlde." Hayal kırıklığı içinde atına geri bindi. Askerlerini toparlamak için yola koyuldu.

"Bir zahmet." dedi Alçay arkasından. Kendisini duyup duymadığını bilmiyordu fakat umursamıyordu da. Alan'ın sorun çıkarmadan geri döneceğini bildiği için içi rahattı. Yanında gelen bir avuç askerleri ile beraber geri döndü o da.

Alan askerlerini toplamıştı çoktan. Diğer eyaletlerin askerlerine de geri çekilme haberi verilmişti. Gerisi onlara kalmıştı, dönüyordu Alan.

Sınırın önünde durdu. Hilal'i buraya getirdiği an dolan boşluk tekrar açılmıştı içinde. Hava aldıkça acıtıyordu. Yutkunamadan atından indi ve atını teslim etti. Hiçbir hayvan kendi topraklarında yaşayamıyordu. Sebebi toprak yapısı ve asit yağmurlarıydı.

Bunu düşününce o boşluğun genişlediğini hissetti. Sanırım Bayard'a gitmeliydi fakat öncelikle efendilere gidip olayın aslını soracaktı. Sonuçta Alçay kızı bulamadığı için kendisini geçiştiriyor olabilirdi.

Alan, uzun zaman sonra kuvvetli bir yalnızlık duyuyordu.

**

Alçay Yaren'i masada bulamayınca odasına çıktı ve yatmak için hazırlandı. Kimseyle tek kelime konuşmaya dâhi takati kalmamıştı. Çünkü yine o kadar yolu, ata binmekten korkan fakat yeni aklına gelen askerin atını yürüterek gelmişti!

Bunu düşününce kendi kendine kahkaha attı. Sonra aklına Cesur geldi. Neşesi anında sönüverdi. Ne zaman onu düşünecek olsa yüreğini derin bir sızı kaplıyordu. Olaylar böyle gelişmeseydi onunla evlenebilirdi. Ama arkadaşıyla evlenmek ne kadar mantıklı olurdu, bilmiyordu.
Sesinde Dünya vardı sanki. Bu sözü daha iyi anlıyordu. Acaba ailesi onu merak ediyor muydu, kaç gündür ortalıkta yoktu sonuçta.
Böyle düşünürken her zamanki gibi sonunu getiremeden uyuyakaldı.

Eski Fransa: KuleHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin