İlk kez tehlikede olmadığım için fazla kalmayacağım bu odayı izlemeyi bıraktım. Yatağın karşısındaki aynaya ulaşıp üstümdeki tişörtü sıyırdım. Acıyan sırtımın ne halde olduğunu merak ediyordum. Arkamı dönüp belime bakmaya çalıştım.
"Siktir."
Şaşkınlıkla belime baktım. Bana dövme yapmışlardı. Tam iki kürek kemiğimin arasında, iki kanadı kürek kemiğime uzanan, bir Zümrüdüanka. Kanatlarının ucundan dökülen alevler vardı. Yan çehresiyle keskin bir bakış atıyordu. Birçok kez başımı belaya sokmuştum ama ilk kez bana dövme yapan bir düşmanım vardı.
"Bunu benden habersiz hangi piç yaptı?"
Dudaklarımdan anın şaşkınlığıyla bu kelimeler dökülmüştü. Kim yaptıysa inanılmaz güzel olmuştu. Ama bu ortalığı yıkmayacağım anlamına gelmezdi. Tişörtümü bırakıp belimi örttüm.
Ve başım ağrımıyordu.
Başım ilk kez ağrımıyordu. Bunun şaşkınlığını yaşarken ellerimi başımın arasına aldım. Gözlerim karşı duvara kitlendi. Aklıma gelen hatıralarla bir anda gözlerim açıldı. Rüya değildi. Biri başıma vurduğu için rüya görmemiştim. Ben, yaşamıştım. O adam, bana bir şey yapmıştı. Bir tabut vardı... Hayatımda hiç cenazeye katılmayan ben, bir ceset ile göz göze gelmiştim.
Adımlarım odanın tabanını hızlıca dövdü. Buradan hemen gitmeliydim. Hızla gidip kapının kulpuna asılacağım an kapı birden açıldı. Bir adım geriye gitmedim. Kaşlarım hızla çatıldı. Korkusuz duracaktım, her zamanki Zemheri olacaktım. Ben değil bana bakanlar geriye kaçacaktı.
Rüyalarım karşımda vücut buldu. Kapı iyice açılırken karşımdaki tanıdık sima direkt gözlerimin içine bakıyordu. Keskin çene hatları belirginleşirken gülümsemeye çalıştı. Gece gibi karanlık, iri gözleri vardı. Esmer teninde siyah bir elmas gibi parlıyordu. Kalın dudaklarını bükmeye çalıştı. Siyahlar içinde giyinmiş, üzerinde uzun bir palto vardı. Derin bir nefes alarak sakinleştiren etkisinden çıkmaya çalıştım. Kendimi daha fazla tutma gereksinimi bulmadan üstüne atıldım.
"Nesin sen! Ne halt yediğini sanıyorsun?!" Gözlerinde yanan ışıklar sanki ona hakaret etmemişim gibi parlamayı sürdürürken ona vurmaya çalıştığım ellerimi hızlıca tek bir avucu içine topladı. Ben ona hakaret ederek vurmaya çalışırken, o kapıdan içeriye girip kapattı.
"Acın geçti mi Zemheri?" Yüzüme değişik bir ifadeyle bakıp gülümsüyordu. Manyak mıydı, psikopat mıydı anlayamamıştım. Ses tonu sakin ve huzur vericiydi. Fakat beni hiçbir şey sakinleştiremezdi. Bu beni daha da sinir ediyordu. Kendimi duvara konuşuyormuş gibi hissediyordum.
Ellerimi avuçlarının arasından hızla çekip göğsünü hızla ittim.
"Beni yaralayan sen değil misin? Bir de yüzsüz yüzsüz soruyorsun! Sen... beni kaçırmaya nasıl cüret edersin?" dedim alayla.
Gözlerindeki duygu anında değişirken kafasını iki yana salladı. "Hayır ben sadece güçlerini bahşettim ve ait olduğun yere getirdim." açıklamaya çalıştı. Kaşlarım havalanırken gülmeden edemedim.
"Ne yapıyorsunuz burada, kendinize deli masalları mı anlatıyorsunuz? Annem de sizin baş hocanız mı?" Benimle dalga geçiliyordu. Ve kendimden önce onların kafalarını sıyırırdım. Ellerimle saçlarımı geriye atıp sinirle soludum. Üzerimde yatmadan önce giydim bol eşofmanım ve yarım tişörtüm vardı. Bu halde kaçırılmıştım. Ormanın içine deli gibi koşturmuştum. Bana bir şey yapmışlardı, aklımın almayacağı bir şey. Kanıtlayamayacağım bir güç, açıklaması olmayan bir ben olmuştum, dün gece...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zemheri Araf
FantasyGecenin en karanlık koynunda; bir ayinin ortasında, kendinizi bulsanız nasıl hissedersiniz? O gece Zemheri ait olmadığı bir yerdeydi. Ya da öyle sanıyordu. Bir Gelin Ayini'nde. Dolunay'ın göğsünde. 🌑 "Cok susuyorsun, suskunluğun beni daha çok ko...
Ruhun Gölgesi -1-
En başından başla