zaman hâlâ bazı anıları silemiyor::

En başından başla
                                    

Yüzüne yaklaşıp pamuğu yavaş bir şekilde dudağına bastırıp kurumaya yüz tutan kanı temizlemeye başladım. Hafif aralık dudaklarının arasından çıkan sıcak nefesini yüzümü yakıyordu. Nefesini elimde ve ardından yüzümde hissederken işimi olabildiğince hızlı yapmaya başladım. Gözlerini yüzümün her bir santiminde aynı zamanda saniyelerce hissediyordum. Neden bilmiyordum, aklımdan hiçbir şey geçmiyordu. Pansuman yaptığım elimin bileğinden tekrar tutup beni durdurdu. Bugün iki oluyordu. Kemikli parmakları ona kıyas fazlasıyla ince kalan bileğimin her bir köşesini sarıyordu. "Alnın acıyor mu?" Hâlâ bu konuda ısrarcı olması beni şaşırtıyordu, onun için neden bu kadar önemliydi? Cevap veremeden önce açıklama gereği duymadığını hissetse de dudaklarını tekrar aralamıştı. Konuştuğu için ve bileğimi bırakmadığı için bu durumda daha fazla pansumana devam edemeyip biraz geri çekilmek zorunda kalmıştım. "Benimle olan çocukça bir kavga yüzünden kafana top yedin." İç çektim kısaca ve odak noktamı dudaklarından gözlerine çıkarttım. Aynı zamanda diğer elimle bileğimden parmaklarını çekip pansumanı bitirmek için yarasını temizlemeye devam ettim. "Sorması gereken sen değil, Hendery idi." ardından ufak ve yuvarlak bantı dudağının kenarına yavaş bir şekilde yapıştırıp pamukları yanımdaki çöpe attım.

Hâlâ daha bana bakmaya devam ediyordu. Nedenini anlamadığım bir şekilde Jaehyun'un bu bakışları üzerimdeyken utancıma sahip çıkamıyordum. Dün gece ona ağlayarak sarıldığım anlar teker teker aklıma dolarken buradan hemen çıkmayı düşünerek hareketlerimi hızlandırdım ve aldığım eşyaları masadaki yerlerine koydum. O sırada sağ cebimde titreşimde olan telefonumu hissederken elimi hızla eşofmanımın cebine götürüp telefonumu çıkarttım. Taeyong arıyordu. Bir iki saniye Jaehyun'a baktıktan sonra telefonu kulağıma götürdüm.

"Ders başlıyor, koç geldi. Neredesin sen?"

Gözlerimi yumup kafamı geri attım ve cevapladım kısaca. "Bahçeye geliyorum." Ardından telefonu hızla kapattıktan sonra Jaehyun'a tek kelime etmeden revir kapısına yöneldim. Vücudumu yönlendirdiğim kapıda Youngho'yu dikilmiş bir şekilde gördüğümde ne zamandan beri orada olduğunu düşünmeye başlamıştım. Sanırım başından beri orada olsaydı fark ederdim? Kendimden yine emin olamıyordum çünkü kafam düşünceler ile dolu olurken asla etrafımdaki kimseyi görmüyordum. Sahi bizim ya da sadece Jaehyun'un burada olduğundan nasıl haberi vardı? Buraya Jaehyun için geldiği kesindi. Göz göze geldiğimiz birkaç saniye bakışlarında kayboldum irademi kontrol edemiyorken. Neden hâlâ onun bakışlarına kapılıyordum? Bilmiyordum fakat en azından öncesi gibi hissetmediğim gerçekti. Hislerimde ona karşı büyük bir öfke ve kırgınlık vardı ve bu hislerin onarılması imkansız bir olasılık bile değildi.

Daha fazla orada oyalanmayı bırakıp Youngho'nun yanından ışık hızı ile geçip revirden çıktım. Yine sinirden başım ağrımaya başlamıştı, neden her seferinde böyle hissettiğimi çözemiyordum fakat kalbim bin parçaya acımasızca ayrılıyordu. Hissettiğim en büyük acı buydu. Bahçeye doğru ilerlediğim adımlarımı yavaşlattım ve camın önünde durup bahçeye baktım. Koç çoktan derse başlamıştı ve bizimkilerinin ellerinde okları vardı. Kafama bir basketbol topu yediğimi yüksek ihtimal duyduysa eğer derse geç kalmama kızacağını sorun edeceğini sanmıyordum. Bu yüzden camı açıp önüne yaslandım ve cebimde olan paketten bir dal sigarayı çıkartıp yaktıktan sonra dudaklarımın arasına yerleştirdim. İçime zehirli dumanı çekerken elim tek elim alnıma gitti. Jaehyun'un dokunduğu alnıma. Neden bu kadar samimiyet barındırmıştı ki birden aramızda? Kendime sormam gereken bir diğer soru ise neden hâlen daha iki saniyelik aramızda geçen bu etkileşimi düşünüyor olmamdı.

Orada öylece kaç dakika durup olan biteni düşündüm bilmiyordum lâkin çoktan yaktığım iki sigaramı bitirmiştim. Boş olan koridorda ilerleyip sonunda bahçeye çıkabildim. Taeyong ve Yuta'nın yanında yerimi aldım. Yuta okumu bana uzatırken yanıma yaklaşınca kulağıma fısıldadı. "Leş gibi sigara kokuyorsun." kafamı geri çekip okun ayarlarını yaparken mırıldandım. "Sağ ol." O sırada kafamı kaldırdığımda hangi ara dibime geldiğini bilmediğim Taeyong'a baktım. Eli ile alnımda olan saçlarımı çektikten sonra parmaklarını hafif olan şişlikte gezdirdi. Bugün herkes planlayıp bu hareketi bana karşı yapmak için ant içmiş gibiydi. "Nereye kayboldun sen?" Ben de bilmiyordum ki. Nereye kaybolduğumu, gün geçtikçe nereye kaybolmaya devam ettiğimi bilmiyordum. "Hiç sorma." diye mırıldandım kendi sesimi zor duyarken. Yüzüme öyle bakıyordu ki tüm olup bitenleri onlara sonrasında anlatmak gerekiyorum gibi hissetmeden edememiştim. Araya Yuta girip tüm sessizliği bozduğunda bakışlarımı ona çevirdim. "Hendery'nin göz yuma yuma kafana topu atışını seyrettiğime inanamıyorum."

güneş teninde parlıyor || jaedoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin