"Onunla konuşmalısın."
"Anlamadım. Neden?"
"Şuan biriyle konuşmaya ihtiyacı var bana sorarsan."
"Güzel, birini gönderirim."
"Changkyun."
"Neee? Onunla ilgilenmek zorunda değilim."
"Zorundasın. Şuan prens ve sarayı korumak için buradasın. Hiç değilse yalnız bırakma. Tehlikeli olabilir."
"Off.. Sen sevgilinin peşine gitsene. Neden hala buradasın?"
Omuz silkti umursamazca. Göz devirdikten sonra yanından geçerek arka bahçeye ilerledim. Ordu saraydan ayrılalı çok olmamıştı yani hala zamanım vardı. Yinede yolda kimseyle karşılaşmamak adına farklı bir patika seçmeliydim. Ve bu bana vakit kaybettirecekti.
İşte orada... Minhyuk'un hazırladığı toprak alanda durmuş önündeki sıra sıra dikilen açelyalara bakıyordu.
Güzel. Kapı arkasında kalıyordu ve eğer atım ses çıkarmazsa yakalanmadan çıkabilirim buradan. Kapının önünde nöbetçi olmaması işimi kolaylaştırsada at nalının taşlı yolda ses çıkarmayacağını düşünmem aptalcaydı.
Ağır adımlarla yanına gittim. Hiç umursamadan çiçeklere bakmaya devam etti.
"Prensim."
Bir kez daha görmezden gelindiğimde yanına eğilip çiçekleri koruyan basamağın üstüne oturdum. Gözleri kıpkırmızı olmuştu ağlamaktan. Derin bir nefes verdim konuşmadan önce. Onu derhal içeri gönderip çıkmalıyım bu saraydan. Yeterince vakit kaybetmiştim zaten.
"Lütfen içeri geçin. Hava yeterince soğudu. Ayrıca bu aşamada dışarıda tek olmanız güvenli değil."
"O halde yanımda dur."
Harika...
"Madem benim kahramanımsın.."
Gözlerini çiçeklerden ayırmamakta ısrarcıydı. Bütün dikkatini önündekilere toplamıştı. Elinde başka bir açelya, saçlarında ise birkaç taç yaprağı. Derin bir nefes aldı elindeki açelyayı aya doğru kaldırırken. Onunla birlikte bende elindekine baktığımda artık dayanamamıştım.
"Anlatın. Neler öğrendiniz?"
Hiç şaşırmamıştı. Hafifçe yükselen gülümsemesinden anladım. İçinde tutmak gibi bir niyeti yoktu.
"Hiç dikkat ettin mi?" elindeki çiçeği göğsümdeki armaya doğrulttu. Yoo Krallığı'nın armasında bulunan sembol.. Bir açelya mıydı? "Büyükbabam kral iken.. Krallığımızın henüz bir arması yokmuş. İnanabiliyor musun buna?" diye güldü. Gülüşü yüzümde ufak bir tebessüm bile oluşturmazken devam etti. "Yani koskoca krallık. Başarılı. Hemde her konuda. Ama bir arması yok. Bu yüzden," dedi ve elini göğsümün üzerindeki armaya koydu. "büyükbabam bir arma tasarlamış. Annemin doğduğu gün, avlunun her yerinde bulunan ve karın altında hayatta kalan tek çiçek.. Açelyalar. Onun için güzel bir ilham olmuş."
Yine ne söylemem gerektiğini bilmiyordum. Aniden önüne dönüp elindeki açelyayı toprağın üzerine bıraktı.
"Ve ben bunu Minhyuk'tan öğreniyorum. O ise amcasından öğrenmiş. Ne kadar doğru olduğu bilinmez ama.."
"Dinleyin lütfen, bu krallıkta değildim. Hiçbir şey bilmiyorum. Bu yüzden acılarınıza karşı söyleyebileceğim çok bir şey yok. Ama lütfen daha fazla üzülmeyin."
"O beni kurtarabilmek için ölmüş!"
Hiç vakit kaybetmeden yanaklarından süzülen gözyaşları, titreyen koyu kırmızı dudakları ve önümde küçülen bedene şaşkınca baktım. Onu kurtarmak için?
"Minhyuk'un amcası eski bir askermiş." dedi hıçkırıkları arasında. Demek bu yüzden o kadar yapılıydı.. "Hemde annemin en sevdiği askeri. Bir gün düşman toprakların bir askeri... Bizim krallığımızdan olmayan biri beni rehin almak için gizlice saraya girmiş. Bu sayede babamı tacı devretmesi ile tehdit edebilirmiş." Çok fazla görmezdim bu hallerini. Kalıp onu dinlemek, en azından saygısızlık yapmamak adına beklemeye karar versemde içimde bir yumru oluşmuştu ağlamaya başladığında. Kolunu tutarak karşısına oturdum tıpkı önceden yaptığım gibi. İşler ciddi görünüyordu bunu yeni tanıdığı birinden öğrendiği için. "Yabancı asker," dedi ve bana baktı. Beni de bu yüzden sevmemişti değil mi? Bu krallığa ait olmadığımı iyi biliyordu. "odama geldiğinde annem ve Minhyuk'un amcası oradaymış.. Asker annemin tek güvencesini yaralarken annem beni korkuyla kucağına almış. Kaçacak bir yeri olmadığı için yalvarmış. Çok.. Hemde çok yalvarmış. Rehine olarak annemi almış asker bu yalvarışlar üzerine. Annem beni beşiğime bırakıp askerin peşinden gitmiş. O sırada babam elbetteki sarayda değil, köydeydi. Halk ile ilgileniyordu. Yerde yatan Minhyuk'un amcası ise yarası yüzünden ayağa bile kalkmamış. Sadece izlemiş... Kalkıp onu kurtarabilirdi. Ama hayır.. Yabancı askerin annemin upuzun ve güzel saçlarından tutup peşinden çekiştirmesini izlemiş..."
"Prensim-"
"Ve babamda kurtaramamış onu! Bir baskın düzenlemiş annemi kurtarabilmek için. Ama başarısız olmuşlar. Annemin... Annemin ölmesinde üçümüzünde payı var. En çokta babamın."
"Ah yeter bu kadar." diye mırıldanıp kollarımın arasına aldım onu. Bunu bekliyormuş gibi bana yaslanıp devam etti. O kadar düzensiz alıyordu ki nefeslerini..
"Aşkı için bırakamamış elindekileri. Bu ne demek olabilir ki?! Sarayı, halkı ve tacı bırakabilirdi. Köydeki insanlara hiçbir şey olmazdı! Düşmanların istediği tek şey topraktı. Köle değil. Babam ise risk alıp baskın düzenlemiş ve annemi sildirmiş bu dünya üzerinden!"
Sakinleşebilmesi için daha sıkı sarıldım. Anlattıkları kulağa hiç ama hiç hoş gelmiyordu. Bunu kendimin başına geldiğini düşündüğümde bile dolmuştu gözlerim. Hayal bile edilmemesi gereken bir gerçekti.
"Babam bu yüzden anlatmadı hiçbir şey. Suçlu olduğunu biliyordu. Kendimi suçlayacağımı da biliyordu."
Aniden durdu. Durdu ve başını kaldırıp bana baktı. Daha sonrada ona sardığım kollarıma.
".. Neden hepsini anlattım ki?"
"Çünkü buna ihtiyacınız vardı. Üzgünüm.. Cidden söyleyecek bir şey bulamıyorum. Bu aşamada sizi hangi sözler kendinize getirir bilmiyorum. Ama biraz şefkat iyi gelecektir, değil mi?"
Tacını başının üstünden aldı ve yere bıraktı. Hemen ardından göğsüme yaslandı. Minik... Minicik olmuştu kollarımın altında. Saçlarındaki taç yapraklarına baktıktan sonra çenemi yasladım.
"Harika bir kral olacaksınız." Babanı öldüremezsem.. "Ve inanın bana tanıdığım en güçlü askerden bile güçlüsünüz. Siz söylediniz. Anneniz bu dünyadan silindi. Ama biraz dişinizi sıkın. Bu dünyadaki görevinizi tamamladığınızda, çok daha güzel bir yerde buluşacaksınız onunla."
"Buluşacağım.."
"Pekala," dedim ve yere koyduğu tacını elime aldım. Artık görevi daha fazla erteleyemezdim. "şimdi cidden odanıza çıkmanız gerekiyor."
"Changkyun."
"Evet prensim?"
"Tuhaf biçimde rahatlatıyorsun beni."
"..."
"Bu durumu hiç sevmedim."
Benden uzaklaşıp elimden aldı tacını. Ardından da ayağa kalktı. Bana yavaşça alışıyordu ve bunu kabul etmekte zorlanıyordu. Düşman krallıktan bir asker gelip onun annesini aldı. Şimdi yine bir düşman krallık. Bu defada babasını almak için..
☆☆☆
Sonraki bölüm için uyarı yapmalı mıyım? :D
ŞİMDİ OKUDUĞUN
| FIRST SNOW | ~❆❄❆~ ChangKi
FanfictionZamanın en hırslı krallarından biri, sınırlarını genişletmek adına Yoo Krallığı'nın kralını tahttan indirmeyi planlar. Ancak kimsenin koca bir orduyla bile yıkamadığı bu krallığı kendisinin istila etmesi o kadar kolay olmayacaktır. En iyi askeri ola...