55. Bölüm: Mirasa Tehdit
"Sen burada bekle. Ben de şu işi halledip geleyim." demiştim. Doğru kata çıktığımızda, koridorun sonuna gitmeden bir an durmuştuk.
"Seni yalnız başına o adamın yanına yollayacağımı sanıyorsan..." holdingin döner kapısından girdiğimizden beri bir dakika susmamış ve yanlış bir yolda olduğumuzu söyleyip durmuştu.
"Melek lütfen!"
"Ama..
"Eğer en geç bir saat içinde dönmezsem polisi ararsın." derin bir nefes almıştım. Her ihtimale karşı önlemimi alsam iyi olacaktı.
"Saçmalama, öyle bir şey olursa direk içeri dalarım." Vallahi hiç affetmez direk dalardı, emindim.
"Orası sana kalmış artık."
"Uğur bu defa da beni arıyor. Bu yirminci falan oldu herhalde artık. Anlayacak!" demişti çalan telefonunu endişeyle kaldırarak. Beni de defalarca aramıştı ama açmamıştım. Sesini duyarsam vazgeçmekten korkuyordum.
"Beni beklerken onu oyala olur mu? Beraber biraz hava almaya çıktığımızı falan söyle. Eve gidince ona her şeyi anlatacağım, şimdilik bilmesin yeter."
"Tamam, ama bu son. Artık böyle tehlikeli şeyler yapmaya kalkışırsan yanında değil, karşında bulursun beni."
"Anlaştık."
Bu konuşmanın üzerine ikimizde kendimizden emin bir şekilde yürümeye başlamıştık.
Bu defa içeri girmem ilkinden biraz farklı olmuştu. Kapıdaki sekreter beni görür görmez sanki geleceğimi biliyormuş gibi yerinden kalkmış ve kapıya kadar eşlik etmişti.
Bu durum Melek'e de bana da garip gelse de ikimizde konuşmamış, sadece bakışlarımızla birbirimize (yani daha çok o bana) güç vermiştik.
Ne hissediyordum?
Korkmuyordum bir kere, o kesindi.
Ama bu defa daha keskin bir şey beni delip geçiyor gibiydi. Öfke vardı içimde. Hem de büyük bir öfke. O kadar kızgındım ki. Kelimeleri bulamamaktan, doğru düzgün konuşamamaktan korkuyordum sadece. Bu defa ona gününü göstermeyi. Nasıl bir adam olduğunu yüzüne vurmayı tüm kalbimle istiyordum.
İçeri girdiğimde kendi masasında, özel koltuğunda gururla otururken bulmuştum onu. Bu kez beni görünce yüzünde herhangi bir şaşırma belirtisi oluşmamıştı.
Bu durum değişikliğinin sebebi anneme ne kadar benzediğimi artık biliyor oluşu değildi tabi ki de. Beni gördüğünde şaşırmamıştı çünkü zaten geleceğimi biliyordu.
"Hoş geldin. Otur!" demişti emir vererek.
"Teşekkür ederim. Böyle iyi." sadece bir iki adım atıp karşısında durmuştum.
"Sen bilirsin. Evet, seni dinliyorum." sanki benimle alay ediyormuş gibi bir hali vardı. Yüzüme insanı sinir eden hafif bir sırıtışla bakıyordu ve bu beni yavaş yavaş deli etmeye başlamıştı.
"Komik olan bir şey mi var? Hayır, varsa bana da söyleyin de keyfim yerine gelsin. Çünkü hayli sinirliyim de." demiştim iğneleyici bir şekilde.
"Bilmem, komik sayılmaz ama şaşılacak bir şey doğrusu."
"Ne gibi?" aklından tam olarak ne geçiyordu bu adamın?
"Senin bu kadar çabuk buraya geri gelmen mesela. Bunu bekliyordum açıkçası. Personelimi de bu doğrultuda bilgilendirmiştim ama sen, tahmin ettiğimden de sabırsız çıktın." hem benimle sanki hiç doğmamışım gibi yapmam konusunda anlaşıyor, hem de peşime adam takıyordu. Sonra da gelip bunun hesabını soracağımı tahmin ettiğini söylüyordu öyle mi? Vay, gerçekten çok zeki bir adamdı.
"Ne söylemeye çalışıyorsunuz anlamıyorum. Buraya neden geldiğimi biliyor musunuz ki, sizin..." tam içimde tuttuklarımı ortaya döküyordum ki birden araya girmişti.
"Evet, evet biliyorum. Anlamamak için bunamış olmam falan lazım herhalde ama merak etme bende bunu tahmin ettim ve hazırlığımı çoktan yaptım." hazırlık mı yapmıştı?
"Ne, ne demek istiyorsunuz?"
"Şaşırmış gibi yapmana gerek yok. Gurur, çok da iyi bir şey değildir zaten. Hele de senin durumundaki gençler için." konunun gururumla ne ilgisi vardı şimdi? Hem neden sürekli beni aşağılayıcı bir şekilde konuşuyordu.
"Neyim varmış benim? Ayrıca siz ne hakla benimle böyle konuşabilirsiniz? Ağzınızdan çıkanı kulağınız duysun!" sinirlerim iyice bozulmuştu artık. Saygı da bir yere kadardı ve karşılıklı olmalıydı.
"Ha evet! Tam olarak doğru noktaya parmak bastın. Bende tam bu konudan bahsetmek istiyordum. Geçen sefer geldiğinde çok şaşırdığım için mantıklı düşünememiştim ama sonradan olanları anladım tabi ki." kim bilir o hastalıklı aklından neler geçirmişti.
"Neyi anladınız pardon?"
"Senin buraya neden geldiğini. Önce, kızıma benzerliğini fark edip beni dolandırmak için oyun çeviren bir yabancı olduğunu düşündüm." gerçekten bunamıştı sanırım bu adam.
"Ne?" şok üstüne şok yaşıyordum. O kadar saçma bir durumun ortasındaydım ki, kelimelerle tarif etmek gerçekten imkansızdı.
"Sonra, arkanda bilerek bırakmış olduğun o kan bulaşmış bıçakla bu DNA testini yaptırdım. Açıkçası, gerçekten şaşırdım. Bu sonucu beklemiyordum doğrusu. Söylesene gerçekten nasıl hayatta kaldın sen?" çekmeceden aldığı mavi kapaklı dosyayı masanın üzerine doğru fırlatmıştı.
İlk konuşmaya başladığı andan itibaren sinirden dilim tutulmuştu. Beni neyle suçluyordu böyle? Nasıl böyle iğrenç senaryolar uydurabilmişti?
"Bilerek mi dediniz?" o gün ölümü bile göze alarak gelmiştim ben buraya. Nasıl beni böyle bir komplo teorisi ile suçlayabilirdi!
"Şimdi buraya neden gelmiş olduğun konusuna geçelim istersen. Evet, söyle bakalım ne kadar istiyorsun?" ceketinin cebinden büyük bir pişkinlikle çıkardığı çek defterini açıp, eline kalemini almıştı.
"Gerçekten size inanamıyorum. İnanmak istemiyorum." sinirden neredeyse ağlayacaktım. Hep böyle oluyordu. Başım beynim zonkluyordu resmen. Sinirlendiğimde gözyaşlarım bana itaatsizlik edip akmaya başlıyordu ama bu defa değil, bu defa olmazdı.
"Ne oldu, şaşırdın mı? Planlarını mı bozdum yoksa? Ama bu zamanlara öyle kolayca gelmedim ben küçük hanım! Öyle, yıllar sonra geçmişten gelip karşıma çıkan bir veledin intikam uğruna her şeyimi yıkıp geçmesine izin veremem!" diye birde bağırmıştı utanmadan.
"Siz, benim aklımda hayalimde, bana anlatılanlardan bile daha kötüsünüz. Yaşayan bir insanın bu denli canavar olabileceğini gösterdiniz için teşekkürler." sanki söylediklerimi duymamış gibiydi.
"Lafı dolandırmayalım. Daha bugün girmem gereken iki toplantım var ve hazırlık yapmalıyım. Ne kadar istiyorsun söyle? Önce şu benden hiçbir hak talep etmeyeceğine dair olan dosyayı imzala, sonra paranı da al git." yanındaki dosyalardan birini göstermişti.
"Sizin o pis paranızı istemiyorum ben!" diye bağırmıştım bir anda. Bırakın bedenimi, içim bile titriyordu şu an sinirden.
"İstemiyor musun? O zaman hisseni mi istiyorsun yani? Eğer bu şirketten hisse alabileceğini düşünüyorsan avucunu yalarsın!"
"Sizden ne para, ne hisse, ne de size ait bir şey istiyorum. Anlıyor musunuz beni? Duydunuz mu? Size ait hiçbir şey istemiyorum. Buraya bunun için gelmedim ben!" diye üstüne basa basa sert bir şekilde sakin kalmaya çabalayarak konuşmuştum.
"Ne için geldin öyle ise?"
"Peşimi bırakın. Adamlarınızı geri çekin demeye geldim ama anlaşılan hata yapmışım!" derken başımı ona meydan okurcasına kaldırıp sağ tarafındaki koltuğa kendimi bırakmıştım.
Sakin olmalı ve aklımı kullanmalıydım. İnanılmaz bir fırsat ayağıma gelmişti. Sinirden duran beynim, beni şaşırtacak şeklide iyi bir yol bulmuştu.
"Nasıl yani?" şimdi şok olma sırası ondaydı.
"Madem artık torununuz olduğum tescilli olarak kanıtlandı. Bende annemden bana kalan hakkımı almalıyım öyle değil mi?" az önce önüme fırlattığı dosyayı yavaşça elime almıştım.
Yüzüne far tutulmuş tavşan gibi baka kalmıştı bana. Dikkatimi dağıtmayacak olsa kahkahalarla gülerdim bu haline ama kendimi tutuyordum.
"Hı! Öyle!"
"Peki o zaman. Ne kadar vereceksiniz bana. Bir milyon mu? On milyon mu? Bir milyar mı?" rakamlar arttıkça gözleri de büyüyordu. Bunu beklemediği belliydi.
"İsterseniz yüz milyar yazın o çeke. Annem, babam geri gelecek mi? Hangi para bana yok ettiğiniz ailemi geri verebilir! Nasıl bu kadar kendinizi düşünen bencil bir adam olabilirsiniz? Kızınızı, damadınızı öldürdünüz ve elinizdeki o kanı parayla temizleyebileceğinizi mi sanıyorsunuz!" tekrar ayağa kalkmıştım bunarı söylerken, masaya yaklaşmış ve direk gözlerine bakmıştım.
Açık açık katil olduğunu yüzüne söylemem benim için bile beklemediğim bir şeydi.
"Şimdi söyleyin o avukatlarınıza başka bir anlaşma hazırlasınlar. Bana ve hayatıma dahil olamayacağınız, eğer çevremde bir adamınızı dahi görürsem gelip sizde olan o çok değer verdiğiniz hisselerinizi bana vereceğinize dair. Böylesi her ikimiz için daha hayırlı olacak değil mi? Siz o çok değer verdiğiniz hisselerinizle kalın, bende kendimle. Bir daha da birbirimizin yüzünü görmeyelim!"
**
**
"Tekrar böyle bir şey yapmayacağına söz vermiştin Ece! Nasıl sen.. nasıl? Hele sen Melek! Hele sen, senden hiç beklemezdim. Nasıl oldu da bunun aklına uydun?"
Muhsin Babanın odasında, yan yana durmuş ceza verilmesini bekleyen öğrenciler gibi karşısında duruyorduk Melek'le. Sinirden köpürüyordu şu anda.
Eve gelince her şeyi Uğur'a anlatmıştım. Babası kadar olmasa da kızmıştı bana. Biraz da sorumsuzluğum yüzünden bağırmıştı. Tabi bu arada Muhsin Baba konuşmalarımızı duymuştu. Melek'le beni de derhal odasına çağırmıştı.
Gerçi, Uğur'dan sonra yaptığım şeyi ona söylemek istiyordum ama tabi daha sakin ve akla yatkın bir şekilde açıklayacaktım olanları. Böyle dan diye olmamıştı hiç.
"Baba, biraz sakin olsan!" diye araya girmeye çalışmıştı Uğur. Köşe durmuş bizi izliyordu.
"Sakin mi olayım? Olamam efendim! Siz ikiniz madem benim sözümü dinlemeyeceksiniz. Sizi kızım olarak görmeme de gerek yok o zaman. Bu ilişkiyi hemen burada bitirelim. Ne dersiniz?" Ooo.. olay çok büyümüştü.
"Baba!" demişti Melek dehşete düşmüş bir şekilde.
"Melek'in bir suçu yok, onu ben zorladım. Özür dilerim. Hata yaptım. Sözünüzden çıkmamam gerekirdi. Ama ben.."
"Neyi neden yaptığınız başka mesele. Bunu nasıl yaptığınız başka. O adamla görüşme dediysem görüşme! Yok, illa ben görüşeceğim diyorsan benim himayem altında görüş! Bunu anlamak bu kadar mı zor!" Ne dese hakkıydı. Yine pervazsızca hareket etmiştim. Doğrusu, ondan izin almak aklımın ucuna bile gelmemişti.
"Haklısın, baba özür dilerim. Bu defa da affetsen beni. Söz bir daha asla olamayacak. Söz veriyorum." diye içten bir şekilde konuşmaya çalışmıştım ama nafile.
"Güvenimi kaybettikten sonra söz versen ne olur?" gerçekten bize kırıldığını bu son söylediği ile anlamıştım. Büyük bir suçluluk duygusu tam kalbime oturmuştu.
Herkes bir süre susmuştu bu konuşmadan sonra.
"Tamam, yeter beni yalnız bırakın hadi. Gidin!" diye yavaşça kendini koltuğuna bırakmıştı.
"Bizi kovuyor musun yani? Komple evden mi gidelim?" Melek panik atak geçiriyormuş gibiydi ama ben sesinden bunu kast etmediğini çoktan anlamıştım.
"Melek, odanıza gidin kızım. Biraz yalnız kalayım, lütfen!" böyle ona tekrar 'kızım' deyince yüzü gülmüştü Melek'in. Şimdi anlamıştı.
"Tamam, sen dinlen. Hadi biz de gidelim. Ece?" demişti Melek. Uğur'la kapıya yönelmişlerdi ama ben hala olduğum yerde duruyordum.
"Siz gidin. Benim Babayla biraz yalnız kalmam, bir şey söylemem lazım. Sonra gelirim." ne konuşmak istediğimi Uğur biliyordu. Ona çoktan söylemiştim. Gözleriyle ne yapmak istediğimi anladığını belli etmişti.
"Salonda bekliyorum o zaman. Biz gidelim Melek." demişti Uğur kapıyı açıp ona öncelik vermişti.
"Tamam." Melek ne olduğunu anlamamış bir şekilde kapıdan çıkarken, Uğur arkasından kapıyı kapatmıştı. Böylece odada sadece Baba ile ikimiz kalmıştık.
"Ne oldu? Ne söyleyecekmişsin bana? O adam sana bir şey mi yaptı yoksa? Tehdit mi etti?" hemen de beni savunmaya geçmesi, endişelenmesi hoşuma gitmişti.
"Hayır, tam tersi aslında."
"Nasıl yani?" diye sorduğunda. Uzun zamandır elimde tuttuğum, bundan sonraki hayat güvencem olan anlaşmayı ona uzatmıştım.
"Ben onu tehdit ettim sanırım ve bunu aldım. Sana getirmek istedim. Belki şimdi babam için bir umut vardır diye danışmak istedim." işte başından beri tüm yaptıklarımın sebebi buydu. Babam.
"Ne ki bu?"
Ona tüm konuştuklarımızı ve aklımdaki planı anlatmıştım. Bu belgeyi almak için gittiğimi, neler konuştuğumuzu hepsini.
"Artık beni takip etmeyecek. Yaparsa sonuçlarının ne olacağının farkında. Gerçekten yokum artık onun için bitti, aramızda hiçbir şey kalmadı. E ne diyorsun?" gafil avlamıştım sanırım onu. Oldukça düşünceliydi. Dosyaya bakıp duruyordu.
"Bilmiyorum Ece. Benim bunu bir incelemem lazım."
"Peki sence bir umut var mı? En azından ülkesine dönebilir diye düşünmüştüm ben." ismini geri veremesek bile en azında bunu yapabilirdik artık.
"Bu öyle kolay bir iş değil. Öyle hemen olabilecek bir şey değil yani. Tüm önlemleri almam ve her olasılığı düşünmem gerekiyor." benimle konuşurken şimdi bile aklından kırk tanesini düşünüp elediğini görebiliyordum.
"Tamam, sen o zaman düşün. Ben senden haber bekliyorum. Olur mu?"
"Olur sanırım."
"Ben gidiyorum o zaman şimdi. Görüşürüz.." sanırım ben yapacağımı yapmıştım. Gerisi artık Muhsin Babadaydı.
"Ece!"
"Efendim?" tam kapının kolunu tutmuştum ki beni durdurmuştu.
"Sen akıllı bir kızsın ama bir daha bana danışmadan bir işe kalkışma. Bu defa çok ciddiyim. Bir daha olursa affı olmaz. Anladın mı?" kaşlarını çatmıştı.
"Anladım, biliyorum. Tekrar özür dilerim."
"Özrün kabul edildi. Melek'e de söyle şimdilik affedildiniz."
.
.
.
.
.
.
.
Merhaba arkadaşlar. Tekrar ben geldim. Yine uzun bir zaman oldu. Bekletiyorum sizi ama gerçekten çok sıkıntılı bir dönemindeyim şu an hayatımın.
Bu demek değil ki her zaman böyle olacak. İnşallah en yakın zamanda normal düzene geri döneceğiz.
Ha! Unutmadan size bir şey söylemek istiyorum. Fark ettim ki hikayenin okuyucuları beni takip etmiyor, etmediği içinde panomdan paylaştığım bilgilendirmelerden habersizler. Bu yüzden sizden ricam, hikaye hakkında bildirimlerden haberdar olmak istiyorsanız Wattpad profilimi takip edin.
Şimdilik bu kadar... Kendiniz iyi bakın ve Hoşçakalın...
Beğenileri ve bölüm hakkında yorum yazmayı da unutmayın.