25.Bölüm: Karanlığın Uğultusu

989 234 169
By Onemacikgoz

"Karanlığın Uğultusu"

⚔️

Zanosrit Kardeşliği'nin Mamba'sı şatonun kemerli girişinin önünde durmuş, kısık ametist gözleriyle mağaranın çağlayan suları damlayan girişini gözlüyordu. Ay ışığının altında yeşilimsi teni saçlarının siyahına karışıyordu. Kâhin Luna sessizce arkasından yaklaştı.

"Sadece bir adam istediğine emin misin?"

Mamba cevap vermedi. Ürkütücü bir sessizlik içinde bekledi... Ve sonra Beyazgöz yanında bir Zanosrit ile, mağara girişinden geçip tüylerindeki sudan arınmak için silkindi. Beyazgöz Mamba'sının ayaklarının ucunda boynunu bükerek durduğunda adam elindeki kumaş parçasını Mamba'ya uzattı. Kumaş parçası Annarithel'ın pelerinlerinden birine aitti ve uzun boylu, iri esmer adam da Zanosrit'in en iyi iz sürücülerinden Şekil Değiştiren Tazı'ydı.

"İzleri kuzeye kadar sürebildik. Harabe Tepeler'den sonra izi kaybettik," dedi Tazı.

Mamba kumaş parçasını sıktı.

"Eradaie güney topraklarında, Harabe Tepeler'de ne işi olabilir ki?" diye sordu Luna.

Tazı çenesini sıktı, gözlerini yere dikti. Dilinin ucuna gelen kelimeleri söylemeye korkuyordu. Mamba adamın çenesini tutup gözlerinin içine baktı ve konuşması için başıyla onay verdi.

"Harabe Tepeler'den Xathmoran'e geçiş için gizlediğimiz dört sandalımız vardı... Şimdi ise yalnızca bir tane var."

"Cydval'i kontrol ettiniz mi?" diye sordu Mamba, öfkesini kontrol altında tutmaya çalışıyordu.

Cydval, Morlaniar'ın sınırında kalan bir bölgeydi ve aynı zamanda Eradaie'ye en yakın yerdi.

Tazı, kekeledi. "Cydval'dan denizi aşıp Eradaie'ye varması imkânsız."

Annarithel için imkânsız değildi tabii ama Harabe Tepeler'den Xathmoran'a geçiş kadar da kolay değildi. Morlaniar'dan Eradaie'ye gitmenin en mantıklı yolu-yakalanmazsa- kentin iç kesimlerine kadar uzanan Demir Köprüleri kullanmaktı. Üstelik Annarithel zaten Eradaie'ye gitmemişti.

"Kontrol ettiniz mi?" diye yineledi Mamba dişlerini gösterek.

Tazı dudaklarını dişledi ve başını hayır anlamında salladı.

"İzler Sessiz Orman'dan sonra direkt Harabe Tepeler'e ilerliyordu. Bu yüzden Cydval'a bakmadık." Gözlerini Mamba'ya dikti. "Annarithel'ın Xathmoran'e gittiğine eminim. Üç sandal öylece ortadan kaybolamaz. Beyazgöz de Harabe Tepeler'de yoğun bir koku aldı."

Mamba tek kelime etmeden şatoya girdi ve Luna da ayak seslerine uyarak onu takip etti.

Mamba çalışma odasına girip bir sigara yaktığında Luna fısıldadı.

"Eradaie'ye sahiden gitmemiş olabilir Katrileah."

Mamba dudaklarını araladı ama yalnızca ciğerlerine çektiği dumanı üfledi.

Luna diretti. "Brendon'ın askerler tarafından yakalanması neyse ama... Ellyro'nun yakalanışını bu kadar sakin karşılayacağını hiç sanmıyorum. Tek başına bir kurtarma girişimine kalkışmış olabilir. Tabii anlattıkları doğruysa..."

Mamba sigara külünü şömineye attı.

"Ona güveniyor musun?" diye sordu Luna iğneleyici bir ses tonuyla.

Mamba omzunun üstünden Luna'ya baktı. "Onu ben büyüttüm Luna," dedi alay edercesine. "İkimizde istediğimizi elde edene kadar güvenilmemesi gereken kadınlarız."

"Ne demek istiyorsun?"

"Haritayı Anna buldu ve şüphesiz ejderha yumurtası kilidinden de haberi vardı," dedi Mamba ve ekledi. "Haritayı kendi kullanmak istedi, ailesini bulmanın bir yolunu bulmak için."

"Ailesini bulmak için mi?"

Mamba'nın yüzüne Thallieos'un en ücra köşelerinde görülebilecek bir karanlık çöktü. Göz bebeklerinde şöminenin alevleri dalgalandı.

"Onu mükemmelleştirdin, verebileceğin her şeyi verdin ama vicdanını alamadın. Eğer anlattıkları doğruysa Ellyro Zalaxvir'de ve elindeki güç onu yolundan saptırmış olabilir," dedi Luna suçlarcasına. "Şüphelerime kulak vermeli ve onu bu göreve asla yollamamalıydın."

"Vicdanı olmasaydı hiçbir zayıflığı kalmazdı ve zaafları olmayan birinin karşısında kimse duramaz. Emin ol kardeşim, kızımın vicdanı çok işimize yarayacak."

"Onu kaybedemeyiz," dedi Luna, kaşlarını çatarak.

"Kaybetmeyeceğiz Luna. Tazı'ya haber ver. Beyazgöz'ü yanına alıp Xathmoran'e gitsin ve Annarithel'ı bulsun."

"Ya kayıp taş? Tazı çok işimize yarayabilir. Vaktimiz daralıyor ve elimizdeki en iyi iz sürücü o."

Mamba sigarasından son bir nefes çekti ve izmariti şöminenin usul usul yanan alevlerinin içine attı.

"Elysthram'ın Morlaniar'da olduğuna eminim. Thallieos'u ayakta tutan o taşlar ve taşı başka bir kentte saklamaları güç dengesini bozabilir. İnsan sıçanları böyle bir riski göze alamaz."

"Arama ekibi Orson'ın dikkatini üzerimize çekebilir."

Safiryıldız olmadan Elysthram'ı aramak samanlıkta iğne aramak gibi bir şeydi ama Mamba taşı o kadar istiyordu ki, Yağmacı Prens'inin başladığı işi bitirmeye o kadar takıntılıydı ki gözünü karartmıştı bir kere. Molzeun'un ölümünden bu yana Zanosritlerin sayısını günden güne artırmış ve acımasız katiller yetiştirmişti. Cehennemin derinliklerinde bile olsa kayıp Elysthram'ı bulacaktı.

Mamba, kan donduran bir kahkaha patlattı. "Lord Orson," dedi ağzında çirkin bir tat bırakmış gibi. İnsan Krallar'ın dalkavuklarından biriydi ve Carvees öldüğünde Morlaniar kralının naibi Lord Orson olmuştu. "O aptal adam mı? Lütfen Luna... Morlaniar sarayına yalnızca göz dağı vermek için yerleştirilmiş bir kukla o, işe yaramaz bir piç kurusu. Ve herkes Kurtuluş Günü Kutlamalarının heyecanına kapılmışken kimse bizi fark etmez."

"Eğer taş gerçekten Morlaniar'daysa başı boş bırakmayacaklardır," dedi Luna. Ve sonra söylediği cümlenin etkisinde kalarak gülümsedi. "Ah, tabii sen de tam olarak bunu istiyorsun."

Mamba bir yılanın tıslayışı gibi gülümsedi.

"Bir arama ekibi oluştur. Kan Avcıları ve Zehirciler olmasın, fazla dikkat çekerler."

🩸

Annarithel Vaoryn'in onu getirdiği bölmeye ilk defa geliyordu. Delikanlı mahzendeki konuşmalarında baskı yapsa da, tek bir kelime etmemişti. Edemezdi. Vaoryn'in endişelendiği için bu kadar üstüne geldiğini biliyordu ama bu konuda kimseye güvenemezdi. Ellyro'ya bile güvenmemişti. Sırrı aynı zamanda bir söz ve bir bedeldi. Üçüncü bir kişinin bildiği sır asla sır olarak kalmazdı.

Malikânenin içinde tavernadan hallice bir oda olabileceği aklına gelmezdi Annarithel'ın. Küçük dikdörtgen odanın tavanından küçük mumlar yerleştirilmiş avizeler sarkıyordu, bir duvarı boydan boya kapatan uzun bir bar vardı.

Rhyvar, ahşap bar taburesine oturmuştu sırtı Annarithel'a dönüktü.

Kael barın içinde kupalara içkileri dolduruyor, Rigel sırtını bara yaslamış içkisini yudumlarken Annarithel'a delici bakışlar atıyordu. Violet ve ikizler ise küçük tavernanın bir ucunda taburelere oturmuş sessizlik içinde kupalarını izliyorlardı. Mireva ve Cise hariç tüm ekip buradaydı. Ellyro Annarithel'ın gelişini fark etmişti ama o sırada Callidus'ın önüne koyduğu kasedeki şeyi içmesi için baskı yapıyordu. Callidus yoldaşına kurtar beni, dercesine bir bakış attı. Hiç şüphesiz kâsenin içindeki süttü ve Annarithel Callidus'ın sütten nefret ettiğini biliyordu. Küçükken bile yalnızca içine ekmek ve biraz bal konulmuş sütü içerdi, o da Annarithel'ın zoruyla.

"Malikânenin eski sahibinin zevkine düşkün bir piç olduğunu söyleyebilirim," dedi Kael ve kupasından bir yudum alıp yüzünü buruşturdu.

Vaoryn bar taburelerinden birine oturduğunda Annarithel barın yaylı kapısını itip Kael'in yanına geçti. Duvardaki raflara göz gezdirdi. Hatırı sayılır adette şişe vardı. Yarısına kadar dolu kırmızı şarap şişesini raftan alıp bara bıraktı, Kael de önüne bir kadeh koydu.

Çaprazındaki Rhyvar'ın yüzünde dolaşan bakışlarını hissedebiliyordu. Varlığı ensesinde ve teninde bir nefes gibiydi. Ve bunun ruhunun diğer yarısı iblisiyle bir alakası olmadığına neredeyse emindi.

"Xathmoran'den getirdiğimiz erzaklar arasında en değerlisi bu bebekler," dedi Kael. "Vaoryn bu konuda baya iyi iş çıkarıyor."

Annarithel kadehe şarabı doldurduktan sonra karşısındaki Vaoryn'e baktı. Delikanlı omuzlarını silktiğinde kadehi Vaoryn'e uzattı.

Ellyro ancak göğsünün altına kadar gelen bara ellerini dayadı ve gözlerini kırpıştırarak gülümsedi. "Ben de istiyorum."

"Sana yok," dedi Annarithel.

Ellyro suratını asıp kollarını birbirine kavuşturduğunda Annarithel gülümsedi ve kadehin yarısı bile sayılmayacak kadar şarap doldurup Ellyro'ya uzattı.

"Ziona ve Zionais adına, bugünü asla unutmayacağım," dedi Ellyro sevinçle.

"Ziona, sana bir kadeh dolusu şarap vermezdi," diye seslendi Jadleen Ellyro'ya takılarak. O, ışığın gücünü taşıyordu ve tanrıça Ziona'ya inanıyordu. Jadleen'in ikizi, bir Gölge olan Jade ise tanrı Zionais'e inanıyordu.

Jade kardeşinin omzuna vurdu. Ve Ellyro'ya kadehini kaldırdı. "Neyse ki Ellyro içinde Zionais'in gücünü de taşıyor."

Ellyro utangaç bir gülümsemeyle kadehini Jade'e kaldırdı ardından aldığı yudumla yüzünü ekşitti.

Rigel yüzünü bara döndü ve dudaklarında tiksinti dolu bir gülümsemeyle fısıldadı. "Vaoryn ile ne konuştuğunuzu merak ettim doğrusu."

"Seni öldürme planlarımı paylaşıyordum," dedi Annarithel buz gibi bir ses tonuyla. İğneleyici bir alaydı. Henüz bir planı yoktu ama bu olmayacağı anlamına gelmiyordu.

Vaoryn kıkırdadı ama konuştuklarıyla alakalı hiçbir şey söylemedi. Bir haltlar döndüğünü biliyordu ama Annarithel konuşmak istemiyorsa eğer buna saygı duyuyordu. Akıllıca bir hareketti. Annarithel Vaoryn'i sesini kesmesi için tehdit etmek istemiyordu.

"Orada ne oldu öyle?" diye sordu Jade turuncu kıvırcık saçlarını savaşa hazırlanıyormuş sıkıca toparlarken. Ses tonu ikizi gibi kaba ve gürdü.

Annarithel başını sallayarak omuz silkti cevabı gözlerini içinde değerli bir şey arıyormuş gibi içkisine dikmiş Rhyvar verdi. "Pusula Kızıl Topraklar'da, tam olarak doğduğu yerdeymiş." Kimse bunu bilmiyormuş gibi huzursuzlukla homurdanmıştı.

"Döndüğünüzde perişan haldeydiniz," dedi Jadleen soru sorarcasına.

Rhyvar elini parlak kestane saçlarından geçirdi. "Muhafızlardan kıl payı kurtulduk."

Ellyro başını hızla Rhyvar'a çevirdi. "Muhafızlar mı?"

"Astral boyutta yaşayan şu iğrenç yaratıklar. Onlara bu adı taktık," dedi Kael yüzünü buruşturarak. "Son seferde onlar yüzünden nalları dikiyordum."

Annarithel, Kael'e bakıyordu ama Vaoryn'in meraklı bakışlarının yüzünde dolaştığının farkındaydı. Bir tepki arıyordu, bekliyordu.

"Demek şeytani yaratıkların olduğu bir boyutta büyü çalışıyorsunuz. Siz gerçekten beklediğimden daha garipsiniz," dedi Ellyro şaşkın ve bir o kadarda iğneleyici bir ses tonuyla.

"Ve aptal," diye ekledi Annarithel. Dudaklarından dökülen kelimelere engel olamamıştı.

Kael Annarithel'a yaklaşıp dirseklerini bara yasladı ve dudaklarına tekinsiz bir kıvrım yerleşti. Bu kadar yakınına girmişken fark ediyordu ki, boyu Rhyvar kadar uzundu.

"Pervasız daha doğru bir kelime olurdu bence güzellik."

Annarithel, Kael'in saçlarına doğru ilerleyen elini yakaladı ve yüzünü Zihin Cambazı'nın yüzüne yaklaştırdı. Kael'in parmakları acıyla yansa da sırıtışı silinmedi, Annarithel'ın kehribar gözlerine içinde kaybolmak istiyormuş gibi bakıyordu.

"Astral boyutta büyü çalışmak aptallık ve bana dokunabileceğini düşünmen de öyle."

Annarithel Kael'in elini fırlatırcasına bıraktığında Kael tatminkâr bir inleme çıkardı. "Sanırım âşık oluyorum," dedi ve kıkırdadı.

Annarithel gözlerini devirse de dudaklarına yerleşen tebessüme engel olamadı. Kael'in arsızlığı onu eğlendiriyordu.

Rhyvar boğazını temizleyip gürültülü bir şekilde taburesinden indiğinde tüm gözler ona döndü. Uzun saçlarının ardında kalan yüzünde yabani bir öfke kırıntısı vardı.

"Şafak taliminden sonra toplanın. O lanet topraklara nasıl gideceğimizi bulmalıyız," dedi ve ardına bakmadan odayı terk etti.

Annarithel Jade'in üzerinde dolaşan keskin bakışlarına karşılık verdiğinde, kadın tek kaşını manidar bir tavırla kaldırdı. "Bu ilginçti işte."

🩸

Kızıl Topraklar.

Hiçbir boyada, hiçbir bitkide böyle bir kırmızı olamazdı. Ancak kan, ardında bu kadar iz bırakabilirdi. Bir diyarın topraklarının her bir karışını olsa olsa kan bu hale getirebilirdi. Rubueres başladığında kan yalnızca antik arenada dökülmüştü ama sonra suyun içine damlatılan mürekkep gibi tüm Thallieos'u kaplamıştı. Bu bir cezaydı, bir bedel. O gün arenadaki aç gözlülüğün, nefretin, kinin, ihanetin ve masumiyetin yitirilişinin bedeli.

Annarithel Orvira, elleri bileklerine kadar kızıl toprağa gömülmüşken bunu düşünüyordu.

Yaş toprağa karışmış ölüm kokusu.

Ölümün nasıl koktuğunu bilmiyordu ama burnunu sızlatan kokuyu başka bir şekilde tanımlayamıyordu.

Annarithel...Anna...

İşte. Kulaklarını tırmalayan fısıltılarda gelmişti. Kızıl kum taneciklerine sahip çölde onu buldukları andan uyanana kadar peşini bırakmayan fısıltılar. Fısıltıların sahiplerine bir cinsiyet veremiyordu ya da kim oldukları hakkında tahmin yürütemiyordu ama duygularını hissedebiliyordu. Öfke, sevgi, kıskançlık, minnettarlık ve nefret; hepsi bir aradaydı.

Annarithel yastığa başını koyup gözlerini yumduğunda, kâbusunun gelişini kabullenmişti artık ondan kaçamayacağını biliyordu. Kaçmaktan yorulduğu eski bir düşmanına teslim olur gibi kâbusuna teslim olmuştu.

Çığlık atmıyor, ellerini topraktan kurtarmaya uğraşmıyordu yalnızca yerin dibindeki korkunç titreşimin gelmesini, sıcak ve kasvetli rüzgârın yüzünü yalamasını bekliyordu. Uyanıp kurtulmak için sabrediyordu. Bu bekleyişteki cesareti ilk defa bulabilmişti çünkü rüyasında Rubueres'in acısına katlanabilirse, Kızıl Topraklar'a gittiğinde gerçeğine hazırlıklı olabilirdi. Belki de bedeni ve kalbi sandığından daha güçlüydü, belki de Rubueres geldiğine Annarithel kurtulabilecek kadar şanslıydı.

Ağaçların kurumuş yaprakları hareketlendiğinde, çürümüş kızıl toprak titreştiğinde derin bir nefes aldı. Parmak uçlarında bir ıslaklık hissetti. Bu bir ilkti. Daha önce bu hissi hiç tatmamıştı. Belki de en başından beri yüreğini Rubueres'e hazırlaması gerekiyordu. Devamını görebilmek için. Islaklık parmak uçlarından avuçlarına yayıldığında, rahatsız edici bir hâl almaya başladı. Bileklerine ve kollarına tırmandığında, yüzünü buruşturdu. Acıyı tercih ederdi ama bu...

Annarithel kirpiklerini kırpıştırarak göz kapaklarını araladığında artık alıştığı için kâbusunun etkisinden kolayca kurtuldu. Ama parmaklarındaki ıslaklık devam ediyordu. Kocaman bir beyazlık gördü.

"Bir gün karnını doyuramadığın için beni yiyeceğinden korkuyordum... Sanırım o gün geldi," dedi mahmurlukla gülümseyerek.

Callidus, Annarithel'ın parmaklarını yalamayı kesti ve sözlerine gerçeklik payı katmak için yüzünü boydan boya yaladı. Kan Avcısı tilkinin suratını itti ve yüzünü ondan kaçırmaya çalıştı.

"Tanrıçam. Nefesin bok gibi kokuyor, ne yedin sen böyle?" Callidus sanki konuşabilecekmiş gibi parmaklarını ağzına dayadı Annarithel. "Bekle. Bilmek istemiyorum."

Callidus öyle bir nefes verdi ki, Annarithel tatminkâr bir şekilde kıkırdadığına yemin edebilirdi. Bacaklarını yataktan sarkıttığında arkasındaki pencereye baktı, güneş ufukta yükselmeye, kızıl ışıklar gökyüzünü boyamaya başlamıştı. Sarkaçlı saat altıyı gösteriyordu.

Kısa bir süre sonra şafak talimi başlayacaktı ve sonra da Annarithel'ın umutsuzlukla beklediği planlar.

Ellyro başına kadar çektiği örtünün altında minik tıslamalar çıkararak uyuyordu. Annarithel gülümsedi. Onu sağlıklı ve rahat bir uyku çekerken görmek, Thallieos'taki tüm hediyelerden daha değerliydi. Annarithel'ın bir savaşçı, suikastçı ya da eski bir Zanosrit olması hiçbir şeyi değiştirmezdi Ellyro ondan daha cesurdu. Attığı adımlar bile acı verirken, Zanosrit'ten kaçmış Birlik'e gelmişti. Ve belki de hayatlarını değiştirecek bir maceranın yollarını döşemişti. Değişimden korkmayı reddetmek, onun üstüne gitmek ve kabullenmek bazen en büyük cesaretti. Annarithel'ın hayatında da akıl almayacak kadar çok şey değişmişti ama hâlâ uyum sağlayabilmiş değildi. Zanosrit, Mamba, eski yaşamı aklının bir köşesinde duruyordu.

Boynunu kütleterek büyük balkona çıktı. Sessizlik güzeldi. Kuşların cıvıltısı, kargaların ötüşü de öyle.

Ölüm yoktur bana
Sonsuzlukta yeniden doğarım
Elbet kanınla buluşur, akan kanım.

Bir kere daha, ölenlerin ardından edilen yemini hâlâ yaşadıklarını umduğu ailesi için etti. Sonra zihninde dolaşan tilkilere ve tamamen iradesi dışında çalışan ayaklarına engel olamadan birkaç oda yanında olan Rhyvar'ın odasına doğru yürüdü. Balkon kapısı kapalıydı ama pencere ve koyu perdeler açıktı. Sırtını duvara yasladığında odadan gelen hararetli fısıltıları işitebiliyordu.

"Kabullenmelisin..."

"Hayır."

"Başka bir açıklaması olamaz."

"İnanmak istediğini biliyorum Cise. Ama böyle bir şeyin olması mümkün değil. Hatta imkânsız."

"Tek inanan bensem neden yaptın o halde?"

Sessizlik.

Annarithel kaşlarını çatıp, sırtını duvardan ayırmadan odaya baktı. Rhyvar, öfkeden kıpkırmızı kesilmiş yüzüyle yarı boyuna gelen Cise ile tartışıyordu. Elinde tuttuğu bir şeyi hararetle sallıyordu ama Cise'nin bedeninden ne olduğunu göremiyordu Annarithel. Bir kez daha Rhyvar'ı üzerinde hiçbir şey yokken görüyordu. Kasları tanrı çeliğinden işlenmiş gibiydi; göğsündeki yaralar aynı yüzündeki yara gibi bir kusur değil, gücü ve Kara Savaşçı kanını kanıtlar nitelikteydi. Annarithel gözlerini yumdu.

Saçmalıyorsun Orvira. Kesinlikle saçmalıyorsun. Salyalarını geri topla.

Rhyvar Annarithel'ı fark etmemişti ama Cise aniden durdu ve arkasına döndü. Annarithel'ın bedeninde akan sıcak kanı hissetmişti.

Siktir.

Annarithel başını hızla geri çekmeden önce Rhyvar'ın elinde tuttuğu şeyi panikle pantolonun arkasına sıkıştırdığını görebilmişti.

Birkaç saniye aptallığına yanarak sırtını duvardan ayırmadı ama sonra yavaşça odanın kapısının önüne adım attı. Cise'nin onu gördüğünü biliyordu, saklanmasının hiçbir anlamı yoktu. Ve Rhyvar'ın sakladığı şeyin ne olduğunu merak ediyordu, tartışmalarının içeriğini de öyle.

Rhyvar burnundan soluyarak kapıyı açtığında burun buruna geldiler.

"Günaydın," dedi Annarithel dudaklarına büyük bir çabayla yerleştirdiği gülümsemeyle.

Rhyvar zümrüt yeşili gözlerini kıstı ve âdeta tıslayarak, "Ne istiyorsun?" dedi.

İblis Soyu...

Annarithel dudaklarını araladığında Ellyro bir kurtarıcı gibi gözlerini ovuşturarak yanında belirdi. Kan Avcısı kardeşini omuzlarından yakalayarak önüne çekti.

"Ellyro şafak talimine katılıp katılamayacağını merak ediyordu. Ben de direkt sana sorayım dedim."

Ellyro kafası karışık bir şekilde mırıldandığında Annarithel kardeşinin omuzlarını sıktı.

"Elbette katılabilir," diye seslendi Cise.

"Ah. Günaydın Cise."

Cise, yüzünde kocaman bir gülümsemeyle Rhyvar'ın yanına geçtiğinde Annarithel bir süre sessizlik içinde dikildi. Gözü Rhyvar'ın karnında, kaslı göğsünde ve kasıklarına doğru kaybolan derin oyuntularda fazla oyalanmıştı, bakışlarını kaçırdı.

Kes şunu Orvira.

"Evet?" dedi Rhyvar. "Başka bir şey yoksa..."

Annarithel yeniden gülümsemeye çalıştı. "Tartışmanıza kulak misafiri olmuş olabilirim ve merak ettim bir sorun mu var?"

Rhyvar'ın çenesinde bir kas seğirse de taş kesmiş yüzünü hemen toparladı ama gerginliği Annarithel'ın gözünden kaçmamıştı.

"Seni ilgilendiren bir şey yok," dedi ve kapıyı hızla kapattı.

Ellyro mahmurlukla mırıldandı. "Bu da neydi böyle?"

Annarithel dişlerini sıktı. Rhyvar'ın yüzüne sağlam bir yumruk indirmek istiyordu. Onu yere serip botlarıyla karnının üzerinde tepinmek istiyordu. Ama bunun yerine derin bir nefes alıp odasına döndü.

Ne saklıyorsan İblis Soyu, onu bulduğumda yüzünün alacağı ifadeyi çok merak ediyorum.

Bölüm sonu!

Sizce Rhyvarcığımız ne saklıyor? Tam olarak ne hakkında konuşuyorlardı? Tahminleri merak ediyorum ama über über über bir bomba geliyor haberiniz olsun heheeeee

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın!

Kendinize iyi bakın,

Sizi çok seviyorumm

Instagram:
@kaninsarkisi
@onemacikgoz

Continue Reading

You'll Also Like

22.1K 2.2K 32
+21 cinsellik ve şiddet içeren sahneler bulunmaktadır. Bu hikaye Dark Romance kategorisindedir ve küçük yaştaki arkadaşlar için uygun değildir. Lütfe...
579 146 6
WATTPADDE DİSİPLİN HÜCRESİ İSMİNDE Kİ İLK VE TEK HİKAYEDİR! HÜCRE ETİKETİNDE 1. SIRADARIR!!! Büyük ve zengin bir ailede doğan ve büyüyen bir kadın...
16.5K 1.7K 27
Bir varmış, bir yokmuş. Yok olunmuş. Bu masalda prens kızı evlenmek için değil, infaz etmek için arıyormuş. Zaten dans da etmemiş kimse. Bal kaba...
32.7K 2.7K 15
Nadir kedi türlerinden biri olan pars, bir insan bedeni ile bütünleşmişti. Pars Bera Sarkan.. Yarı insan yarı pars. Koyu gri renginde yırtıcı gözler...