Herkese selam!🤍
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen. :)
Buyurun, bölüm sizindir. 🎨
5. Bölüm: DUVARLAR VE ÇİÇEKLER
Bazı soruların cevabı olmaz. Zaten bazı sorular soru da değildir aslında, sizi sınayan bir tekliftir. Sonucunda ne olacağını hayal edip cevap vermek için zamanınız çok kısıtlıysa eğer, muhtemelen hayatınızın gidişatını değiştirecek bir teklif de olabilir.
Bana sorduğu sorunun bir sorudan ziyade, benim hayatımı etkileyecek bir teklif olduğunu anladım. Zamanım çok azdı, etrafımız kalabalıktı, gergin ve sinirliydim.
Zaman kazanmak için, "Bu da ne demek," diye sordum.
"Ne anladıysan o," dedi Engin doğrudan.
Aramızdaki mesafeyi kapatmıştı, neden bu kadar yakınımda duruyordu? Neden fısıldar gibi konuşuyordu? Aklından ne geçiyordu?
"Seninle sokağa çıkıp suç örgütü mensubu kılıklı arkadaşlarınla duvarlara slogan yazıp yazmayacağımı mı soruyorsun?"
Bu sloganları görürdüm. Otobüs camına başımı yaslayıp o günkü dersleri düşünürken ya da hocanın sorduğu sorudan kaçmak için gözlerimi amfinin camına çevirdiğimde, çevredeki duvarlarda yazan sloganları okurdum.
Duvarların bu tür sloganlarla donatılmasından da hiç hoşlanmazdım.
Eğer herkesin göreceği bir duvara bir şey yazılacaksa, umut veren, insanın içini açan ve sanata dair bir şeyler yazılmalı. Siyaset insanın içini açan bir şey değildir. Biraz nefes almak için çıktığım sokakta slogan görmekten hoşlanmam.
"Evet," dedi Engin. Ama ilk kez bu kadar ciddi ve biraz da sinirli bir şekilde bakıyordu bana. "Bir suçluya benzettiğin benimle sokağa çıkacak mısın?"
"Asla," dedim gülümseyerek.
O da gülümsedi ama bu biraz hırçın bir gülüştü, eğlendiğini hissetmedim.
"Beni hiç şaşırtmadın," derken sesi kısık ve sertti. "Burjuva kızı," diye de ekledi. "Ama şaşırtmanı isterdim."
Bu da ne demekti?
"Neden bunu isteyesin ki," diye sordum. "Ben kimim ki senin için? Neden benim vereceğim bir cevap seni şaşırtsın ya da şaşırtmasın?"
Bana acele bir bakış attı. Hızlı gözleri beni baştan aşağı taramıştı.
"Senin için önemli miyim, bunu mu sormak istiyorsun?"
"Senin için neden önemli olayım ki," dedim bu defa. "Senin için neden bir şey ifade edeyim?"
Neden kafamı bu kadar karıştırıyordu? Kendimi sözlüye çıkmış bir öğrenci gibi hissediyordum, neden bu kadar dikkatli gözlerle, bir çıkarım yapmaya odaklanmış gibi bana bakıyordu? Bende ne bulmayı umuyordu?
"Haklısın," dedi Engin başını sallayarak, "neden benim için bir şey ifade edesin?" Bakışları ciddiydi. "Kafasını kaldırıp bir kez olsun içinde yaşadığı topluma bakmayan, kendi içinde kaybolmuş biri neden önemli olsun?"
Güldüm ama sözleri canımı acıtmıştı.
"Slogan atmadığım için değersiz mi oluyorum sence? Çünkü benim değerimi yalnızca savunduğum fikirler mi belirliyor?"
"Bir insanın değerini başka ne belirler," dedi Engin şaşırmış gibi. "Bir insanın değerini fikirler belirlemiyorsa ne belirler?"
Gözlerimi ondan aceleyle ayırdım, herkes hala dikkatle bizi izliyordu.
"Biliyor musunuz," dedim yüksek sesle, dikkatleri daha da keskinleşti, hepsine hitap ettiğimi fark edince yerlerinde huzursuzca kıpraştılar. "Mezuniyetten sonra memur olacak bir avuç beyaz yakalı için fazla iddialısınız. Hepiniz."
"Bu kızı neden dinliyoruz," diye sordu Neşe. Gülmeye başladı. "Bırakalım evine dönsün ve sütünü içip uyusun."
O an içimden Neşe'yi boğazlamak geçti.
Engin başını biraz geriye çevirdi ama hala Neşe'ye bakmıyordu, gözleri duvardaydı.
"Kes sesini," dedi sertçe, "herkes işine baksın, o benim misafirim, ne isterse onu yapar."
Birkaç adım geri çekildiğinde bana hayal kırıklığıyla bakıyordu ama, "Gidin banyodan boyaları alın," dedi yine de, hiçbir şey olmamış gibi.
Neşe, Nilüfer, Erdal ve diğerleri buna uydular, hepsi sırayla salonu boşaltınca baş başa kaldık. Ama neden aramızda çok daha büyük bir mesafe varmış gibi hissettim? Sanki aramızda bir metre değil, şehirler ve toplumlar vardı.
Nitekim, "Seni götüreceğimi mi sanıyordun," dedi gülerek, "zaten seni götürmeyecektim. İstesen bile."
Arkasını dönünce beni sınadığını anladım, bu bir soru değildi. Bu, cevabını zaten kendisinin verdiği ama beni sınadığı bir teklifti sadece.
"Vereceğim cevabı duymak istedin," dedim yavaşça. Birkaç adımla ona yetişip önüne geçmiştim bile. "Neden?"
Ellerini cebine sokarken derin bir nefes aldı, sıkılmış gibi görünüyordu. Hatta bir sokak serserisini andırıyordu o an ama yine de görüntüsü çok hoştu. İnsanın karşısına geçip uzun uzun izlemek isteyeceği türden, estetik bir görüntü.
"O tablolara o renkleri veren kızın çizgileri kadar orijinal olup olmadığını görmek istedim." Başını iki yana salladı. "Çizdiğin taklitlerde bile sana ait çizgiler var, yalnızca çok dikkatli birinin görebileceği, acemice ama orijinal çizgiler." Gülümsedi. "O çizgilerin sadece tablolarında kalması ne kötü, karakterinde yoklarmış çünkü."
Yanımdan geçip giderken yüzüme bile bakmamıştı.
Kendimi çok beğenerek alınmış ama evdeki salona asılınca, salonun büyük avizesinin ışığı yüzünden renkleri çirkinleşmiş ve hemen duvardan indirilip karanlık bir depoya atılmış tablolar gibi hissettim.
Kabul etmek istemesem de bakışlarında hoşuma giden bir şey vardı, o şeyin ne olduğunu o an buldum. Bana farklıymışım gibi bakarken bu farklılığa hayranlık duymuştu, belki de ben öyle sanmıştım. Ama şimdi aynı olduğumu düşünüyordu, şimdi o hayranlık kaybolmuştu ve beni beğenmeyip duvardan indirmişti.
Buna neden üzüldüm?
Belki de o kadar siliktim ki, beni fark eden ilk gözün varlığına aniden alışıvermiştim.
Koridordan sesler geliyordu, hepsi toplandılar. Ellerindeki boya kutuları ve fırçaların çıkardığı tıngırtıyı da duyuyordum.
"İki sokak aşağıdan başlayacağız," dedi Erdal.
Diğerleri onu onaylarken sokak kapısı açılmıştı ki aniden odadan çıktım.
"Engin," diye seslendim arkasını dönmüş, çıkmaya hazırlanan Engin'e. Bana dönüp bakmadı ama duraksadı. "Ben ne olacağım?"
Birkaç saniye geçti, herkes ayakta dikilip yine bizi izliyordu, sonunda durumun saçmalığını fark eden Erdal onları itekleyip kapı dışarı etti ve ardından kendisi de apartman koridoruna çıkıp bizi yalnız bıraktı.
Engin yavaşça bana döndüğünde yüzünde yabancı birinin çehresi vardı.
"Sen kalabilirsin," dedi duygusuz bir sesle, "koltukta ya da içerideki odada uyuyabilirsin." Sonra yanlış bir şey söylemiş gibi durdu ve ekledi. "Gary Moore posteri olan benim odam, diğeri ev arkadaşımın. Posterli odada uyuyabilirsin."
Sonra konuşma artık bitmiş gibi arkasını dönmüştü ki, "İyi uykular," dedi kapıdan çıkmadan önce.
Donup kaldım.
Geceleri herkesten geç uyurum, hatta bazı geceler uyumam, çocukluktan kalan bir alışkanlık. Uykuyla aram kötü olduğu gibi gecelerden ve karanlıktan da pek hoşlanmam. Sessizliğe gömülen her an bana ürkütücü gelir.
Annem ikinci kez evlendikten sonra artık geceleri uyumadan gelip beni kontrol etmeyi bırakmıştı. Rana annesini çok özleyip bazı geceler çılgınca ağlar ve evi birbirine katardı. Annem onun odasına girip iyi uykular dileyemediğinden benimkine de gelmezdi, ayrım yapmamak için.
En son birinin ne zaman bana iyi geceler ya da iyi uykular dediğini hatırlamıyorum bile.
Sanırım bu olduğunda beş yaşlarındaydım, babam hayattaydı. Babam her gece yatmadan önce gelir ve saçlarımı okşardı, bana iyi geceler diler, benimle konuşurdu.
Çok anlayışlı, güler yüzlü, sevecen ve şefkatli biriydi. Yaşadığım on dokuz yıla dair tek özlemim babama karşı. Tanıdığım en dürüst, en güvenilir ve yufka yürekli insandı. Dünyadan ayrılmak için fazla iyi niyetli ama bu yaşama katlanmak için de fazla güzel biriydi.
Engin'in sözleri bana babamı anımsattı. Boğazımda bir şeyin düğümlendiğini hissettim.
Bir iyi geceler temennisine bu kadar aç olduğumu hiç düşünmemiştim.
Her akşam yemeğinden alelacele kaçmaya, odama kapanıp kapımı kilitlemeye ve gecenin belli bir saatinden sonra gelen kimseyi içeri almamaya o kadar alışmıştım ki, kimse zaten bana iyi geceler dilemek için fırsat da bulamazdı.
Yabancı bir evde, hiç uyumadığım bir evin loş holünde kendimi, kendi evimden daha güvende hissettim. Sanki babam buralarda bir yerlerdeydi, bana bir şeylerden bahsediyor ve saçlarımı okşayıp gülümsüyordu.
Babamın saçları da Engin'inkilerin rengindeydi.
Neden bilmiyorum, aniden çok aptalca bir şey yaptım ve, "Ben de geleceğim," dedim hemen. Ondan bir cevap beklemeden uzanıp ayakkabılarımı almıştım bile.
Engin bana dönünce gözleri hayretle büyüdü.
"Ne," dedi inanamıyormuş gibi, "nereye geliyorsun?"
"Seninle." Öksürdüm ve düzelttim. "Sizinle." Sonra omuz silktim. "Sokak duvarlarını boyamak için bir güzel sanatlar öğrencisine ihtiyacınız var, siz estetik zevkten yoksun ve kanun kaçkını kılıklı bir avuç ön yargılı insanın bir şey beceremeyeceği kesin." Dudakları aralanmıştı, hızla devam ettim. "İnsanların estetik zevkine hitap edecek, gerçek bir şeyler ortaya çıkarmak için bana ve çizgilerime ihtiyacınız var. Öyle değil mi?"
Hemen ardından kapıyı açıp koridora çıkmıştım bile.
Döndüğümde Engin çatık kaşları ve aralık dudaklarıyla bana boş bakışlar atıyordu. Söylediklerimi anlayamamış gibiydi.
Nitekim, "Efendim," dedi boş bulunarak. "Kiminle geliyorsun?"
Bu defa, "Sizinle," dedim akıllıca davranıp.
Eli bileğime uzandı ve hızla kavrayıp beni içeri çekti.
"Sen hiçbir yere gelmiyorsun," dedi ciddiyetle. "Yaşın küçük." Başını bana doğru eğmişti biraz.
"On dokuz yaşındayım," diye öfkelendim.
"Tamam," dedi Engin, "küçük işte."
Benimle alay mı ediyordu? Az önce gelip gelmeyeceğimi soran kendisiydi.
"Gülünç müsün sen ya," dedim hayretle, "Gelip gelmeyeceğimi sormadın mı? Geliyorum işte."
Gözlerini kırpıştırırken, "O testti," dedi yine boş bulunup, "seni sahiden götüreceğimi düşünmedin herhalde."
"Nedenmiş?" Sinirimi bozuyordu artık. "Benim ne eksiğim var sizden?"
"Sen delirdin mi," dedi Engin kaşlarını çatarak. "Başına bir şey gelebilir." Bakışlarına öfkeli bir şeyler yerleşti. "Bu akşam sana bağıran o üvey pezevengi var ya-"
Gözlerim kocaman olunca susup dudaklarını ısırdı ve gözlerini yumdu, sonra elini kaldırıp af diler gibi bir hareket yaptı.
"O annenin kocası var ya," diye düzelttiğinde gözlerini açmıştı, "ne yapar biliyor musun? Sadece seni eve bıraktım diye seni ağlattı, bu defa seni benim yanımda bir karakolda bulursa ne olur sence?"
Birden kendimi çok zayıf ve çaresiz hissettim. Böyle hissetmezdim ama dışarıdan nasıl göründüğüm hakkında biraz fikir sahibi olunca kendime acıdığımı fark ettim. Üvey babasının ağlattığı, onun sözünden çıkamayan, on dokuz yaşında bir tutsak gibiydim.
Bu hiç hoşuma gitmedi.
"Bana bir şey yapamaz," diye yalan söyledim. "Bana zarar veremez, asla." Yutkundum. "Annem var," dedim hemen, "annem varken o hiçbir şey için yorum yapamaz."
Bana inansın diye omuzlarımı dikleştirip cesur, vurdumduymaz ve biraz da asi görünmeye çalıştım.
"Emin misin," dedi inanmamış gibi.
"Eminim." Hızla başımı sallamıştım. "Ayrıca," dedim, "madem bu kadar riskli, sen niye bu işin içindesin ki?"
Sahiden, neden bu insanlarla takılıyordu? Hayat tarzı mı buydu?
Omuz silkip, "Huy," dedi sadece, "bir şeylere isyan edip öfkemi kusmadan duramıyorum, ne olduğunun önemi yok. Benim derdim siyaset değil, benim derdim öfkemle."
Kaşlarım çatılırken ne demek istediğini çözmeye çalıştım ama bunun için vaktim olmadı çünkü Erdal gelip, "Çay da söyleyeyim mi," diye sordu öfkeyle, elinde boya kutusu vardı ve sessizce konuşuyordu ama ses tonunu sabit tutmakta zorlandığı belliydi. "Senin keyfini mi bekleyeceğiz lan?"
"Sen içeri," dedi Engin kesin bir sesle ama kapıyı çekip Erdal'ın peşine takılmıştım bile.
Hızlı adımları beni takip etti ve arkamdan eli kolumu kavradı.
"Sen gelmiyorsun."
Başını bana doğru eğmişti, dudaklarını kulağıma ve yanağıma yakın bir yerlerde hissettim, nefesi tenime çarpıyordu. Tüylerim ürperdi. Bu çok kötü, çok saçma, çok korkunç bir etkiydi. Böyle bir etki bırakmamalıydı.
"Geliyorum," dedim hemen ondan kaçarak.
Bir şeyler daha söyleyecekti ama apartmanın dışına çıkınca susmak zorunda kaldı.
O sırada, "Bu kız da mı geliyor," diye sordu Neşe. "Dün tanıdığımız birine güvenecek miyiz gerçekten?"
"Suç ortağı sayılırız Neşe," dedim gülerek, umursamaz görünüyordum, "sizi yakmak umurumda olmaz ama inan bana kendimi yakmam."
Sonra önünden geçip gittim, diğer iki çocuğun arkamdan ıslık çaldığını duydum, gülüştüler.
"Lan Engin," dedi içlerinden biri, uzaklaştığımı ve duyamayacağımı düşünüyordu ama sokağın sakinliği ve gecenin sessizliği konuşmaları bana kadar taşıdı. "Ne ballı adamsın."
"Zehirli bir bal," dedi Neşe.
Bana karşı neden bu kadar sivri olduğunun farkındaydım. Onu ilk gördüğüm an bana bakışlarından, vücut dilinden ve duruşundan benden neden hoşlanmadığını kolayca anlamıştım. Çünkü asıl hoşlandığı Engin'di.
Bu gerçek beni rahatsız etti.
Neşe'ninki boşuna bir huysuzluktu, Engin'le aramda bir şey olmayacağını, olamayacağını biliyordum.
Cebeci'nin sessiz sokaklarında acele adımlarla yürüyüp durduk. Ne arıyorduk, bilmiyorum ama hepsinin beklediği bir şey varmış gibiydi. Önünden geçtiğimiz birkaç katlı apartmanların bahçesinde oturmuş semaver yakan insanlardan boya kutularını saklamaya ya da montlarıyla gizlemeye çalışarak yürüdüler.
Arada bir duyduğumuz düdük sesleri ve evlerin açık camlarından taşan televizyon gürültüleri dışında etraf sessizdi.
En sonunda içlerinden biri durdu, bir ilkokulun arka sokağındaydık, birkaç dükkan, tek katlı gecekondu ve kulübeyi andıran ufak evler vardı.
"Burası iyi," dedi sonunda ilk duran.
Birazdan Nilüfer ona, "Taner," diye seslenince adını da öğrenmiş oldum.
Taner elindeki kutuyu yere bırakıp parkasını çıkarttı ve kollarını sıvadı. Diğerleri de onu taklit ediyordu.
Boya kutusunu açınca dar sokağa çirkin, tineri andıran bir koku yayıldı. Hemen biraz uzaklaştım nefes almak için, neyse ki sert bir rüzgar esiyordu da koku çabuk dağılıyordu.
Taner diğer elinde tuttuğu fırçayı kovanın içine daldırıp fazlalığı kutunun kenarına sildi ve duvarın karşısına geçip bir şeyler yazmaya başladı.
Engin'se onun arkasındaki duvarı seçmişti.
Nilüfer Erdal'a yardım ederken Neşe de Engin'in başında dikiliyordu. Aslında ben de ortada dikiliyordum.
"Yeni kız," dedi Taner, "gelip bana yardım et."
Ne yapacağımı bile bilmiyordum ama gelmek için o kadar tutturmuştum ki sanki olaya hakimmiş gibi başımı sallayıp yanına doğru yürüdüm.
"Neşe," dedi Engin, sesi yüksek çıkmıştı.
"Yavaş," diye uyardı onu Taner.
Engin'se daha sessiz bir şekilde devam etti.
"Sen Taner'e yardım et." Sonra arkasını dönüp bana baktı. "Sen de benim yanıma gel."
Neşe Engin'e, ondan hoşlanıyormuş gibi değil de, ilk fırsatta onu kurşuna dizecekmiş gibi bir bakış attı ve söylenerek Taner'in yanına o geçti. Geçerken bana da öldürücü bakışlarla karşılık vermeyi ihmal etmemişti.
Engin'in yanına gidip öylece durdum.
Birkaç dakika boyunca duvara yazı yazmasını bekledim ve sonunda dayanamayıp, "Ee ne yapacağım," diye sordum.
"Dur öyle," dedi Engin söylediği çok doğalmış gibi bir rahatlıkla. "Evleri falan gözlemle, belki yeni tablonda böyle bir sokak çizersin."
"Sen deli misin be," dedim dayanamayarak. "Az önce bana yardım et demedin mi?"
Dikkatini duvardan ayırıp bana verdiğinde başı da yüzüme doğru dönmüştü.
"Yardım mı etmek istiyorsun," diye sordu, "o zaman çevreyi kontrol et, birileri gelmesin."
İçimden sabır çekip etrafı izlemeye başladım, her yer sessizdi.
Bu ne kadar sürdü, bilmiyorum ama Engin yazıyı bitirip duvarın başka bir köşesine yazmaya başlamıştı bile.
Gözüm kovanın yanına, yere takıldı. Büyük bir fırça daha vardı.
Eğilip onu aldım ve boyanın içine daldırıp Engin'in hemen yanına geçtim.
"Ne yapıyorsun sen," dedi şaşırmış gibi, "sana beklemeni söyledim."
Fırçayı duvarın üstünde nazikçe kaldırırken, "Sabah uyandıklarında sokak sakinlerinin içini açacak bir iz bırakıyorum müsaadenle," dedim ters ters. "Şimdi işime karışmazsan sevinirim."
Bir şey söylemedi ama belli etmemeye çalışarak dönüp dönüp benim tarafıma baktığını biliyordum. Bundan cesaret alıp ben de onun yazısına döndüm ama hiçbir şey anlamamıştım.
"Ne yazdın," dedim merakıma yenilip. "Almanca mı o?"
Başını sallamakla yetindi ama ne yazdığını söylemedi. Hala işine devam ediyordu.
Ben de ufak bir saksıda açan, siyah çiçeğimi boyamaya devam ettim.
Arada bir Taner ve Erdal'ın gülüştüğünü duyuyordum, aralarında bir sohbet başlamış gibiydi.
"Böyle susacak mısın," dedi Engin.
Omuz silkip, "Seni eğlendirmem gerektiğini bilmiyordum," dedim umursamazca. Ona ne anlatacaktım ki?
"Bu bir kuraldır," dedi o da bilmiş bilmiş, "yanındakiyle bir şeyler paylaşmadan onunla yakınlık kuramazsın, yakınlık kurmadan da güvenemezsin." Sonra bana baktı. Derin bir çukuru andıran gözlerine düşmekten çok korktum o an. "Oysa gördüğün gibi," dedi ikimizi ve arkadakileri işaret ederek, "biz birbirimize güvenmek zorundayız." Sonra sokağın başında dikilen diğer çocuğu gösterdi. "Mesela birinin geldiğini görüp haber vermeden kaçabilir, biz de yakalanırız. Ama bunu yapmayacağını biliyorum çünkü ona güveniyorum."
"Aklıma bir şey gelmiyor," dedim geçiştirmek için, söylediklerinin doğruluğundan kaçmaya çalıştım belki de. Anlatacak bir şeyim yoktu belki de.
"Gelir," dedi Engin ısrar ederek, kaşlarını çatmış, noktalama işaretlerini yerleştiriyordu.
Çiçeğimin yapraklarını boyarken birden, "Uzun zamandır bana kimse iyi uykular dememişti," diye itiraf ettim. Sonra bunu söylediğim için de çok mahcup oldum. Buna ne gerek vardı ki?
Ama aklım çizgilerime odaklanmıştı ve söylediklerim kontrolsüzce dudaklarımdan çıkıyordu.
"Nasıl?" Engin durup bana döndü. "Gerçekten mi?" Kafası karışmış gibiydi. "İyi geceler demez mi kimse sana?"
Ona bakınca gözleri içimi tüm çıplaklığıyla görür gibi bir his yayıldı kalbime. Bundan hoşlanmadığım için ben işime döndüm.
"Ben erken odama çıkarım," diye açıkladım, "gece yatmadan önce de kimseyi görmem bu yüzden." Güldüm. "Burjuva evlerinin büyük olmasının bir sonucu işte. İki oda bir salon evde bu mümkün olmazdı."
Onun da gülmesini ve bana laf atmasını bekledim ama yoklamak için döndüğümde hala çatık kaşlarla bana bakıyordu.
Gözleri, aniden gökyüzünde beliren bir yıldız topluluğu kadar büyüleyici ve gizemliydi. Boğazım kurumuştu.
"Anladım," dedi, sesi durgundu. Yeniden duvara odaklanıp noktalama işaretlerini yerleştirince sokağın başındaki kesik bir ıslık çaldı ve hızla bize doğru koşmaya başladı.
"Hikmetler," dedi heyecanla, "buradalar. Üst sokağı da tutmuşlar."
Hikmetlerin kimler olduğunu bilmiyordum ama hepsi aniden boya kovalarının kapaklarını kapatıp fırçaları poşetlere tıkıştırınca ciddi bir sorunumuz olduğunu anladım.
"Gidiyoruz," dedi Engin, beni kolumdan tutup kendisine doğru çekmişti. "İyi koşar mısın burjuva kızı," dedi ciddiyetle.
Panikle başımı iki yana salladım. Heyecanlanınca bedenimin kontrolünü kaybederdim, zaten bedensel aktivitelerle aram hiç iyi değildi. İlk ve ortaokulda beden dersinden kaytarmak için hasta numarası yapar, kızların basketbol takımından kaçmak için tuvalete saklanırdım.
"Hayır," dedim dürüstçe. "Ben koşamam, düşerim." Sonra asıl noktayı unutmuş gibi de ekledim. "Astımım var benim."
"Engin hadi," dedi Erdal öfkeyle. "Aptal mısınız? Burası Hikmetlerin bölgesi, canımıza okurlar!"
"Neyin var," dedi Engin onu duymamış gibi, sadece bana bakıyordu.
"Astımım," diye tekrar ettim.
Engin, "Of," diye bağırdı ve ellerini saçlarından geçirip arkasını döndü. Bir elinde boya kovası ve fırçaların poşeti vardı.
O sırada üst sokaktan gelen sesleri duydum, sokağın zeminine çarpan gürültülü koşuşturma sesleri gitgide yaklaşırken Neşe, "Yeter," dedi birden, "eğer şimdi bizimle gelmezsen seni bizi satmış sayarım Engin. Çünkü biraz daha oyalanırsak yakalanacağız."
"Siz gidin," dedim hemen atılarak. "Ben bir yolunu bulup saklanırım."
Neşe bunu bekliyormuş gibi, "Şu kulübe boş," diyerek çiçek çizdiğim duvarın yanındaki küçük, döküntü kulübeyi işaret etti. "Tek kişi saklanırsın orada."
Kulübeyi panikle inceledim. Bir yandan da içimden kendime sövüp duruyordum.
"Lan hadi Engin," dedi Erdal.
Engin başını sallayınca hayal kırıklığının içine batmış gibi hissettim kendimi. Beni bırakacaktı sahiden. Ben ne yapacaktım? Kulübede yakalanırsam, o Hikmet her kimse bana zarar verir miydi? Geceyi kulübede mi geçirecektim?
Zaten neden buraya gelmiştim Allah aşkına! Ona güvenmem hataydı, o bir kaçakçıydı sadece, öğrenci olduğu bile yalandı belki.
Engin, "Taner," dedi ıslık çalarak, sokağın başında bekleyen Taner hızlı adımlarla ona yaklaşırken, "Tut," diye ekledi ve kapağını kapattığı boya kutusuyla poşeti ona doğru fırlattı. Tuhaf ve ürkütücü bir gürültü çıkmıştı ama Taner onları havada yakaladı.
Sonrasında her şey çok ani oldu.
Engin bana döndü, birkaç adımda yanıma gelip eğildi ve hem belime, hem de dizlerimin arkasına kollarını sararak beni ufak bir oyuncakmışım gibi havalandırıp kucakladı. Ve koşmaya başladı.
Çığlığım bile Engin'in hızlı hamleleri arasında yutulmuştu, kalbimin boğazımda attığını hissettim.
"Ne yapıyorsun," diyebildim sokaktan çıkarken. Şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım neredeyse.
"Başıma bela oldun burjuva kızı," dedi Engin sinirlenerek. Bana bakınca siyah gözleri bir anlığına parlamış gibi geldi sanki. Hızla koşarken göğsü de inip kalkıyordu, birazdan nefes nefese kalacaktı ama kolları beni sıkıca sarıyordu.
Koştukça şiddetlenen rüzgâr saçlarımı uçuşturdu.
"Ama daha fenası," dedi sertçe, çok öfkelenmiş gibi, "bundan hoşlanmaya başladım."
Ve kalbim sanki göğüs kafesimin içinde bir kuş gibi havalandı.
🎨
Engin sen böyle şeyler yaparsan ben fena olurum ama...
Ee, nasıl gidiyor, alışmaya başladınız mı?
Hikayeyi okurken Engin'i sadece Engin olarak düşünüp soyadını kafanızdan atar ve onu olduğu gibi anlamak için şans verirseniz daha iyi gider belki. Ben yazarken öyle yapıyorum. :)
Seviliyorsunuz. :)