AYSAR

By didasei

15.3K 465 1.2K

Ölmek istemeyen birinin intiharı. ❝Papatyalar ölümü sayar. Senin hafızan beni sayıklar. Kopar kopar taç yap... More

GİRİŞ
1. BÖLÜM
2. BÖLÜM
3. BÖLÜM
4. BÖLÜM
5. BÖLÜM
6. BÖLÜM
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
9. BÖLÜM
10. BÖLÜM
11. BÖLÜM
12. BÖLÜM
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM
17. BÖLÜM
18. BÖLÜM
19. BÖLÜM
20. BÖLÜM
21. BÖLÜM
22. BÖLÜM
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM
26. BÖLÜM
27. BÖLÜM
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30. BÖLÜM
31. BÖLÜM
32. BÖLÜM
33. BÖLÜM
34. BÖLÜM
35. BÖLÜM
36. BÖLÜM
37. BÖLÜM
38. BÖLÜM
39. BÖLÜM
40. BÖLÜM
41. BÖLÜM
42. BÖLÜM
43. BÖLÜM
44. BÖLÜM
45. BÖLÜM
46. BÖLÜM
47. BÖLÜM
48. BÖLÜM
49. BÖLÜM
50. BÖLÜM
51. BÖLÜM
52. BÖLÜM
53. BÖLÜM
54. BÖLÜM
55. BÖLÜM
56. BÖLÜM
57. BÖLÜM
58. BÖLÜM
59. BÖLÜM
60. BÖLÜM
61. BÖLÜM
62. BÖLÜM
63. BÖLÜM
64. BÖLÜM
65. BÖLÜM
66. BÖLÜM
67. BÖLÜM: FİNAL
ÖZEL BÖLÜM: KARAKTER KARTLARI
ALTERNATİF SON
24. BÖLÜM Ejder'den
ALTERNATİF SON 2
ÇIKMAZ SERİSİ
parça

16. BÖLÜM

162 5 55
By didasei


16. BÖLÜM

Küçükken bir liste yapmıştım kendime.
Ölmeden önce yapılacaklar listesi.
"Yaşa, yaşa, yaşa..."
Üzgünüm küçüğüm,
maddelerin üstünü
çizdim kendi kanımla.

aysar: Ya ekstrem bir durum yaşanırsa?

Ya 2 ay dolmadan ölmek istersen?

pearlinhell: yapmam

Yani kendine koyduğun o sınırlı zaman, o zaman içerisinde ölmemen için bir sebep mi şimdi?

öyle

kendime en azından bu kadarcık saygım var

Kendine öleceğin bir zaman biçmek mi?

Şimdi yapmak varken neden 2 ay uzatıyorsun?

süreyi uzatmak için yapmıyorum ki ben bunu

Tanrı normal insanlara zaman vermedi

ama bana onu verdi

normallikten çıktığım için bir anormallik de ben veriyorum kendime

süremin farkına varabilmek için kendime belirli bir zaman verdim

senin ölmeden önce yapmak istediklerin olmadı mı hiç?

Gözyaşlarımı silip derin bir nefes aldım. Saatlerdir ağlamam yüzünden burnum tıkanmıştı. Akan burnumu yeniden elimin tersiyle itekledikten sonra yazmaya devam ettim.

Benim yaşarken yapmak istediklerim var.

Ben senin gibi öleceğim zamanı kollayarak yaşamıyorum.

ama kalan zamanını bilsen sen de ölmek için yaşayacaktın

Hayallerin olmadığını söylemiştin?

bunlar kendim için yapmam gerekenler

Neymiş onlar?

kesin bir liste yapmadım

içimden ne geldiyse onu yapmak

bu

senin var mı varsa neler

Elimin tersiyle bu sefer de gözlerimi sildim.

Benim tek gayem yaşamak.

Açıkçası yaşarken yapmak istediklerim diye bir şey yok.

kendine başka ufak tefek sebepler bulmalısın

çünkü yaşama umudunu kaybedince sarılacak ufak umutlara ihtiyacın olacak

Ben artık umut etmiyorum.

Annem komaya girdikten sonra umut etmekle aramız iyice açılmıştı.

neden

Çünkü benim tutunduğum şey yeterince sağlam.

Zaten yaşama umudumu kaybedersem ölmem gerekir.

Gereksiz şeyler için yaşarsam asıl o zaman kendimi öldürmüş olurum.

bence senin anlamadığım şey şu

sadece ruhen ölmekten bahsediyorsun

ama sen ruhen ölüsün zaten Dolunay

bir bedenin kaldı

ona tutunmak için umudun olması lazım

Bu yaşıma kadar umutsuz idare edebildim.

Şimdi de ederim.

o yaşına gelene kadar hiç mi bir şey değişmedi?

Sorusundan sonra telefonu yanıma bırakıp duraksadım. Aslında her şey çok değişmişti. Çevrem, içim, aklım. Neredeyse her şey yenilenmişti. 17 yaşıma kadarki her şey gerçekten de geride kalmıştı. Ve 18, büyük bir değişimle gelmişti.

Aslında biliyor musun, çok şey değişti son zamanlarda.

Ama bunlara adapte olmakta zorlanıyorum.

Elimde olmadan değişti her şey ve benim hayatım olsa da geri kalmış gibi hissediyorum bazen.

Hayatıma katılan mutlulukları yadırgıyorum.

Sanki eskide kalan acılarıma aitim.

ama acıların değişmeni istediler ki sana yeni bir hayat tanıdılar

onlar seni, senin için terk ettiler

şimdi onlar için terk edilmiş gururu yapmanın tam da sırası

Kendine ölmek için 2 ay vermiş birinden hayata tutunma dersleri alıyorum...

Yazdım sanki iç sesimmiş gibi.

hayır

ikimiz de aynı yerdeyiz

mevcut durumda aynıyız Dolunay

ikimiz de ruhen ölüyüz ama sadece bedenen konuşabiliyoruz

sen sadece kalan 2 ayımdan ders alıyorsun

benden değil zamanımdan ders alıyorsun

Telefon titreyen ellerimden masaya düşünce ellerimi yüzüme siper ettim. Ve titreye titreye ağlamaya devam ettim. Tam olarak neden ağladığımı dahi bilmiyordum. Çünkü neyin, nasıl olduğunu anlayamıyordum da. Yorganı kafama kadar çekip kollarımı da içine aldım. Morgda yatar gibi uzanıp tavana baktım. Gözyaşlarım kulaklarıma doğru yavaş yavaş akmaya devam ediyordu.

"3, 2, 1 gibi akıyor zaman. Ne öğrenebilirsin ki sen bundan?" Yutkundum.

"Haklısın." Belki de ben hariç herkes haklıydı. "3, 2, 1... aktı zaman. Ama sen yine kaldın."

"Her şey bittiğinde yanında olan yine ben olacağım." Haklıydı. Ben gitsem bile O hep burada olacaktı. Bu yüzden ne olursa olsun gittiğim tek kişi O'ydu. Çünkü bir tek O vardı.

"Her şeyin sebebi de."

🌒

Kapım delicesine çalınırken uyandım. Nedense kapıma gelen insanlar bir şekilde delirmiş oluyorlardı. Oflayarak yataktan kalktım. Bir süre başım döndüğü için yerimde kaldım ama kapı, bana göre daha gürültü çalınmaya başladığından "Geldim!" diye seslendim. Sonra kapıya vuran her kimse, vurmayı bıraktı. Yavaş adımlarla, bir yandan gözlerimi ovuştururken kapıya ilerledim. Kapının deliğinden bile bakmadan kapıyı açtığımda neredeyse iki katım olan Kılıç karşımdaydı. Gözlerimi devirerek arkamı döndüm ve odama geri ilerledim.

"Şelale Hanım seni merak etmiş." Ben yatağımın içine, kapıya sırtımı dönecek şekilde geri kıvrılırken kapının kapandığını ve ağır adımların odama yaklaştığını duydum. Adımlar sandalyeme ulaşınca durdu. Yine yavaştan sandalyeye oturdu. "Okula neden gitmiyormuşsun birkaç gündür?" Demek fark edilmişti ha? Ama ben gün bile sayamıyordum.

"Kendisi gelemedi mi?"

"Daha mühim işleri vardı." Gözlerimi devirdim.

"Benim de daha mühim işlerim vardı o zaman."

"Hm, uyumak gibi mi?" Günlerce yaralarımı kanatmak gibi. Gözlerimi bir kez daha devirerek ona doğru döndüm ve doğruldum.

"Benim de zaafım bu."

"Okulunu ihmal etmemelisin." Bunu kendi acısından dolayı söylemişti. Yoksa okul ve okumak, onun gibi biri için oldukça önemsiz kalırdı. Ama yine de okusaydım acaba Cevdet Soyata'nın şirketinde karısının şoförü olarak değil de CEO olarak çalışabilir miydim? diye düşündüğünden emindim.

Acır gibi dudağımı büktüm ve sesimi incelterek "İstersen sen benim yerime gidebilirsin." dedim. Sonra yeniden eski yüz ifademe büründüm. Biraz sinirlenmişti.

"Kalk hazırlan." derken sandalyemden kalkıyordu. Ah, bu muameleye en son ortaokulda hasta numarası yaparken maruz kalmıştım. Gözlerimi yeniden yumup, doğrulduğum yerden kayıp yatağın içine geri gömüldüm. Ama yorgan birden üzerimden çekilince gözlerim yeniden açıldı.

"Kalk hazırlan dedim."

"Senden emir almıyorum." Doğruldum. "Aksine, sen benden emir alırsın." dedim kendini beğenmişçe, ama sakin bir tonda.

"Sikerim emrini," Kolumdan tutup beni ayağa kaldırdı. Gücünü unutmuştum. "Git hazırlan, bekliyorum." diyerek de odadan çıktı. Ona olan sinirimle kapıyı arkasından sertçe kapattım. Okula gitmeme isteğimin en tavan yaptığı dönemdeydim. Bunun için zorlanacağımı hesaba katmamıştım.

Kılıç'ın dediği gibi hazırlandım sonra sandalyeme astığım montu da alıp odadan çıktım.

"Hazır mısın? Gidelim."

"Tuvalete gireceğim!" diye çıkıştım hemen. Bu kadar sabırsız olacak ne vardı? Zaten gün içerisinde yapacak başka işi yoktu. Belki gider teyzemin bazı ayırttıklarını mağazalardan toplardı, bu kadar. Bunlara da geç gitse olurdu.

Kendimi banyoya kapattığım gibi montu yere attım ve bir süre aynadan kendime baktım. Önce belli belirsiz buklelerimi inceledim. Sonra günlerdir yatakta debelenmekten dağılmış ve tel tel olmuş saçlarıma. Normalde düzenli olarak duş alıp kırıklarımı onarırdım ama artık günlerden bile bihaberdim. Çapaklardan dolayı acıyan gözlerimi ovuşturduktan sonraki adresim gözlerimin ardıydı. Gözlerimin içine baktıkça orada sıkışıp kaldım. Ama oradan da hiç çıkmak istemedim. Hapis kaldığım hücremde ömrümün sonuna kadar yaşamak istedim. Çünkü çıksam ne yapacağımı bilmiyordum. En çok buraya alışıktım, en çok buradan kopamazdım. Özgürlüğüm elimden alınmıştı ama kendi kontrol edemediklerime güvendiğim birinin hakim olması beni rahatlatan tek şeydi.

O'na gerçekten güveniyor muydum, yoksa sadece korkuyor muydum? O'na mı gidiyordum her seferinde yoksa bileklerime doladığı uzun zincirler ağrı yapmaya başlayınca O'na dönmekten başka çarem kalmıyor muydu?

Lanet belirsizlikler...

Birkaç dakika sonra işimi halledip, montumu da alıp banyodan çıktım. Kılıç tam kapının önünde dikiliyordu. "Beklettim mi, pardon." dedim umursamaz bir şekilde ve onu ittirip koridordan kapıya doğru yürüdüm. Peşimden geldiğinde ayakkabılarımı giymeye çalışıyordum. Bu sırada önüme geçti ve evden çıktı. Sonradan fark etmiştim, ayakkabılarıyla gezmişti evde. Neyse ki bu umursayacağım bir şey değildi. Birkaç günde bir evime temizlikçi gönderiliyordu. Ama ben bu süreçte onu da unutmayıp iptal etmiştim.

Ayakkabılarımı giydikten sonra unuttuğum dosyamı almak üzere bir koşu mutfağa gittim ve onu da alıp döndüm. Kaçtığımı sanması, Kılıç'ta yeniden ufak bir öfke patlamasına sebep olmuşa benziyordu ama elimde dosyayla görünce kastığı kaşlarını rahatlatmıştı. Ama yine de o sert yüz ifadesinden de geri kalmadı. Çıkmam için yolu gösterdi ve onun komuduyla merdivenlere ilerledim. Kapımı kapattı ve peşimden gelmeye başladı. Arabaya kadar geldiğimizde kapımı açmayı ihmal etmedi. Yüzüne bile bakmadan arka koltuğa oturdum. Ama bu sefer dikiz aynasından onu görebilecek şekilde koltuklarda ortalamak yerine cam kenarında kaldım. Camı araladım ve rüzgârın da saçlarımı esir almasına izin verdim. En azından rüzgâr, O'nun gibi hareketsiz kılmıyordu esirlerini.

Okula hiç bu kadar isteksiz gitmek istemediğimi, otursam bile ayaklarım geri geri gittiğinde daha net anlamıştım. Kılıç kapımı açıp bana elini uzattı. Ben de yeniden onun eline tutunarak arabadan indim. Yüzüme bir kez daha bakmadan yeniden şoför koltuğuna koştu. Ben arkamı dönüp arabayı izlemeye başladığımda çoktan hareket etmeye başlamıştı. Birkaç saniyeye kalmadan da uzaklaştı. Ben de mecburen, oyalanacak başka bahane bulamayıp okula doğru ilerlemeye başladım.

Sınıfa çıkana kadar kimseyle karşılaşmamam beni şaşırtmıştı açıkçası. Üzerinde fazla düşünmemiştim ama sınıfın kapısına gelip de kimseyi göremeyince duraksadım. Montumun cebindeki telefonu çıkarıp önce günü sonra da saati kontrol ettim. "Piç..." diye geçirdim içimden. Günlerde cumaydı cuma olmasına ama Kılıç beni, 8'de başlayan okuluma 6'da getirmişti. Uzun bir şekilde oflayarak sınıfın ışıklarını açtım ve dosyamı omuzumdan düşürüp masama fırlattım. Ama çarpmanın etkisiyle yüksek bir ses çıkardığında içimden kendime küfrettim. Yerime oturmak üzereyken etrafın fazla aydınlık olduğunu fark ettim. Işıkları neden açmıştım ki? Çünkü ışıkların açılması gerekirdi, insanlar önlerini göremedikleri bir yerde hiçbir şey yapamazlardı. Ama burada benden başka kimse yoktu. Ve ben hiçbir şey yapmak istemiyordum. Büyük bir adım atıp yeniden ışığın tuşuna uzandım ve ışıkları kapattım. Sonra da tamamen yalnız hissetmek için de kapıyı çektim. Bir süre aylak aylak sınıfın içerisinde dolandım. Sonra pencereye ilerledim. Pencereyi açıp, mermer kenarına kollarımı çaprazlayıp koydum önce. Başımı da yan yatırarak, O'nu görebilecek bir şekilde kollarıma yatırdım. Başka bir yere gidemezdim bu karanlıkta. Çünkü O'ndaki ışığını görmüştüm bir kere. Ve O'na aittim. O benim, okula gittiğimde ayrıldığım annem, işe gittiğinde özlediğim babam, tartıştığımız zaman bile oynamak istediğim kardeşim gibi değildi. O hep oradaydı. O'ndan asla ayrılmamıştım, O'nu hiç unutmamıştım. Okulda olsam da, evde olsam da, herkese dargın olsam da O'ndan asla kopmadım. Belki benim tercihim değildi bu, kopamadım. Ama yine de son derece memnundum.

Bir süre hayran olduğum şeye parıltılı gözlerle baktıktan sonra başımı kaldırdım ve pencereden uzaklaştım. Yıllardan beri bir sığıntı olarak gelip gittiğim bu sınıf şu anda sadece bana aitti. Ve bu boşluk, bu büyüklük beni korkuttu. Çünkü evimde bile bu kadar yalnız değildim. İnsanlar arasında olmak benim düzenimin en önemli parçalarından biriydi. Bana her istediğimi -veya istemediğimi- hatırlatacak, iradelerini kontrol edebilen canlılar. Ama onlar yok olduğunda en nefret ettiklerimin bile değerini anlıyordum. Onlar olmasaydı belki de... ben de olmazdım.

Sırama geri oturduğumda başımı masaya koydum ve kollarımı da etrafına sardım. Böyle durup uyumayı düşündüm ama birinin gelebileceği ihtimali aklıma geldikçe hep vazgeçtim. Bu yüzden de sadece birkaç dakika boyunca gözlerimi dinlendirebildim. Sonra da insanlar yalnızken ne yaparlarsa onu yaptım ve telefona sarıldım. Saatin 7'yi 5 geçtiğini görünce ani bir kararla telefonu masaya attım. Ama yanlışlıkla Whatsapp'a basmıştım. Neden yüklü olduğunu dahi sorgulamaya başlamıştım. O uygulamada neredeyse kimseyle konuşmamıştım. Ama o an o uygulamada bir şeyler eksik gibi hissettim. Hiç okul grubu kurmuşlar mıydı acaba? Kaçının telefon numarası vardı ki bende? Hiçbirinin. Mesajlaştığım tek bir arkadaşım var mıydı bu platformda? Yoktu. Bütün maktûllerim öldükleri uygulamadaydılar. Biri hariç. Hatta onlar da yoktu. Mesajlaşmayı tümüyle sildiğim gün kemikleri bile mezarda yok olup gitmişti.

Fazla sıkıntıdan dolayı patlamak üzereydim. Telefonu, bu sefer üstteki tuşundan kapatıp cebime attım ve ayağa kalktım. En azından okulu gezebileceğimi düşünmüştüm her ne kadar karışı karışına ezbere bilsem de. Kapıyı açıp onun gıcırdamasını çekmeye hazırlanırken karşımda Ejder'i bulunca donakalıp ona baktım. Saniyeler içinde kendimi toparladım ve ona yol açıp, tek kelime etmeden dışarı çıktım ama elbette onu susturamadım.

"Dolunay!" diye seslendiğinde sesi okulun bomboş koridorlarında yankılandı. Arkamı döndüğümde sesinin yankılanmasından biraz rahatsız olmuş gibi görünüyordu. Bana seslenenin o olmasına rağmen soruyu ben sordum.

"Ne arıyorsun bu saatte, burada?"

"Taksiyle geldim, hızlı oldu." diye açıklama yaptı. "Ya sen?" Ona, siktiğimin Kılıç'ı yine gıcıklık yaptı, diyemeyeceğim için Kılıç'a olan sinirimi içimde tutarak, "Erken kalkmıştım, geldim." diye cevapladım. Kime, ne söylediğimi unuttuğum ilk andı bu ve farkına vardığımda, anlamlandıramadığım o inanmayan bakışı bir anlam kazandı.

"Artık bir düzenin yok galiba... Ya da yalan söylüyorsun." İkisi de. İkisi de doğru. Doğruluk payının yarı yarıya olduğu bir durumda bile nasıl yüzde yüz haklı olabiliyordu?

"Düzen.... Bozuldu." diye kısa bir açıklama yaptım.

"Öyle olsun." diye yanıtladı. Cereyan yaptığını bahane ederek ya içeri geçmesini ya da konuşmaya devam edecekse kapıyı kapatmasını önerdim. İçeri geçmeyi tercih etti. Ben de böyle olmasını isterdim. Kapıyı tam kapatacakken duraksadı ve yeniden dış yöne sürükledi. O gıcırtısına yeniden katlanmak zorunda kalmıştım.

"Sormayayım dedim ama, neden gelmedin günlerdir?" Gözlerimi kaçırdım. O da yanlış bir şey söylediğini düşünüp bir süre sustu. "Akay çok merak etti. Numaranın bile kimsede olmadığını anlayınca..." Sanırım Akay'ı da sohbete katarak gergin havayı dağıtabileceğini düşünmüştü. Muhtemelen bunda da haklı çıkardı.

"Hasta hissediyordum biraz." Anlamasa bile anlayışla başını öne eğdi.

"Şimdi daha iyisindir umarım." Dediğini kabul etmek üzere derin bir nefes alıp, başımı tekrar kaldırmak üzere eğmiştim ki yere bakakaldım. Ondan sözümü esirgemek istemedim. Başımı yeniden kaldırdığımda yüzümde kararlı bir ifade vardı.

"Erm, değilim... aslında. İyi falan da olamıyorum." Bunu bu sabah da aynada görmüştüm. Gözlerim âdeta kan çanağıydı ve 3 gündür neredeyse hayatım boyunca ağlamadığım kadar çok ağlamıştım, üstelik nedenini bile bilmeden. O bile yanımda kalmıştı, beni terk etmemişti. Çünkü gözyaşlarım dinmek bilmemişti ki bittiklerinde benden ilk giden olsundu. O bile acımıştı bana çünkü ağlayacak bir sebebim, tutunacak bir dalım dahi yoktu ki kırılınca düşebileyim. Zaten o nehrin dibindeydim.

"Geçecek." dedi sanki kendisi çok inanıyormuş gibi. Sesindeki o çaresizliği sezmiştim.

"Geçmeyecek." dedim ona kafa tutar gibi, aynı zamanda da yumuşak bir şekilde, "Geçsin de istemiyorum zaten." Diline kilitlediği kelimelerdeki çaresizlik bir mürekkep gibi tüm yüzüne yayıldı. Belki de tüm bedenine de. Ama yüzünden başka bir yere bakamıyordum. Gözlerinde, benim çaresizliğimden gördüğümde başımı başka yöne çevirdim. Sonra, fuzuli yere, adım atmayı düşündüm ve uzaklaştım.

Continue Reading

You'll Also Like

5.3K 493 9
A truck hits the car!! B-0-0-M!! Divya is seen in pool of blood holding her baby bump!!! Rakahit is seen semi - conscious! A hoodie man points g...