Merhaba çiçeklerim! Nasılsınız?
Üniversite sınavı nedeniyle bir süredir aktif olamadım, yeni bölüm atmayı ve yazmayı o kadar özlemişim ki... Sizleri de öyle. Güzel yorumlarınız, destekleriniz ve ilginiz için ne kadar teşekkür etsem az; artık Yara Bandı 131K'lık kocaman bir aile oldu.
Upuzun bir bölümle geldim! Finale çok az kaldı ve bundan sonraki bölümleri daha uzun tutacağım. Umarım keyif alırsınız ballar, seviyorum sizleri.
Yüz otuz bir bin okuyucu, yüz otuz bir bin öpücük!
Çaresizliği hissediyordum. Kendime karşı duyduğum bir his olsaydı bu çaresizliğim, o zaman kendimi kurtarabilecek kadar cesur da hissedebilirdim.
Fakat bu sefer çok farklıydı.
Bu sefer tüm günahlar benim boyuma dolanmıştı.
Bu sefer göz göre göre bir anneyi evladından ayırmıştım.
Bu sefer günahkâr olan bendim.
Yutkundum. Tam önümde duran Alaz Yargın, elindeki silahı, Sevinç Hanım'ı esir alan adama doğrultuyordu.
''Onu bırakmak için fazla vaktin yok,'' dedi sakince.
Rüzgâr ve Eylül de silahlarını doğrulturken ben arkama kısa bir bakış attım. Eğer nöbetçiler uyanırsa kaçacak hiçbir yerimiz kalmazdı.
''Sana bir seçenek sunuyorum,'' dedi adam, alay ediyor gibiydi. ''Arkadaşlarının canını kurtarman için bir seçenek...'' Acımasızca silahın namlusunu Sevinç Hanım'ın kafasına bastırdı ve onun boğazını sıkmaya başladı. ''Bütün planlarınızı kuş gibi şakıdı bana!'' dedi, Sevinç Hanım'ı kast ediyordu. ''Bir hain olarak içimize soktuğunuz bu kaltak ölmeden önce arkadaşlarını kurtarabilirsin, Alaz Yargın.''
Bizi tanıması endişelerimi katbekat arttırmıştı.
''Polis sirenlerini duyuyor musun?'' dedi adam dalga geçer gibi. ''Tüm ekip arkadaşlarım senin yüzünden yakalandı!''
Alaz, adama doğru bir adım attı. ''Seni almadan gitmeleri gurur kırıcı,'' dedi buz gibi bir tonlamayla. ''Merak etme, ekip arkadaşlarından ayrı kalacağını zannetmiyorum.''
''Kes!'' dedi adam. Sevinç Hanım'ın nefesini kesercesine boğazını sıkmaya devam etti. ''Polisler birazdan bu depoyu keşfederler... Giderken seni de yanımda götüreceğim Alaz, cezanı da hapisteyken keseceğim!''
İşte şimdi beni kızdırmıştı.
''Boşa hayal kurma!'' dedim sertçe. Silahımı tam adamın kafasına doğrulttum. ''Eğer Sevinç Hanım'ı on saniye içinde bırakmazsan ben seni arkada duran arkadaşlarının yanına gönderirim! Cezanı da cehennemde keserler artık!''
Adam alayla güldü. ''Asi kız... Tam kendine göre birini bulmuşsun Alaz, helal olsun. Eva gibisi zor bulunur.''
Alaz'ın dişlerini sıka sıka silahı kavradığını görebiliyordum. Soğukkanlı davranmak zorundaydı. Yoksa hepimizin canı yanardı.
Ne olduğunu anlamadan Eylül'ün benim arkamdan Rüzgâr'ın arkasına geçtiğini fark ettim. Saklanıyor gibi bir hali vardı. silahı da belindeydi, elinde değil. Neler oluyordu? Ölü Kız'dan bile çıt çıkmıyordu.
''Bu kadar şamata yeter! Arkadaşlarını kurtarmak istiyorsan fedakârlık yapmak zorundasın,'' dedi adam. ''Birazdan polis burayı basar. Benimle gelirsen...'' dedi ve Sevinç Hanım'ı saçlarından kavrayarak, ''Bu hain dâhil herkesi kurtarmış olacaksın!'' diye tehditini yağdırdı. ''Sana son uyarım Alaz Yargın! Yoksa, önce Sevinç'in kafasını, sonra da sana yoldaş olan üç arkadaşının kafasını patlatırım! Ve sonunda... Seninle hapishanede ödeşiriz.''
''Boşu kes!'' dedi Rüzgâr. ''Kimse bir yere gitmiyor, bırak onu!''
Binanın etrafında yankı yapan silah sesleri ve polis sirenleri birbirine karışıyordu.
Adam kaşlarını kaldırdı. ''Tik... Tak... Tik... Tak... Zaman geçiyor Alaz... Tik tak...''
Alaz omuzlarını dikleşirdi. Bir bıçaktan daha keskin olan bakışları gördüğü her yeri paramparça ederken, ''Gidin,'' dedi, emrediyordu. ''Üçünüz de.''
''Asla!'' dedim bağırarak.
''Eva, git,'' dedi sakince.
Adam, ''Silahlarınızı da bırakın,'' dedi, hâlâ alay ediyordu. ''Yoksa Sevinç'e de oğluna da yazık olur.''
O an Eylül'ün söylediği can alıcı kelimeleri duydum; ''Tamam, tamam, kimse zarar görmeyecek,'' diyordu ciddiyetle. ''Gidiyoruz.''
Bize bir kere bile bakmadan merdivenlere doğru koşmaya başlarken Rüzgâr'ı da peşinden götürüyordu. Neden bizi bıraktıklarını anlayamamıştım. İhanete uğramış gibi hissediyordum. Arkalarından bakakalmıştım.
''Eva, sen de,'' dedi Alaz. Silahı hâlâ elinde duruyordu.
Önce Sevinç Hanım'a, sonra da Alaz'a baktım. ''Buradan çıkmam için beni öldürmen lazım.''
Kara gözleri adamın gözlerinde dururken, ''Sana çık, dedim,'' diye emretti. ''Yedi saniye.''
''Çıkmayacağım!'' dedim öfkeyle.
''Ama kavga etmeyin,'' dedi adam yüzsüz gibi. Sonra da silahını bize doğrulttu. ''Eğer istiyorsanız beraber ölmeniz için bir fırsat sunarım tabii ki. Nasıl olsa bu dünyada beraber olamayacaksınız.''
Öfkeden gözüm dönmüştü. ''Öbür dünyaya selam gönder, orospu çocuğu!'' dedim ve bir an bile düşünmeden adama doğru art arda tam üç kurşun sıktım.
Adam'la aynı anda ateşlenen silahlarımız deponun içini inletiyordu. Benim silahımdan çıkan kurşunlardan biri Sevinç Hanım'ın kolunu sıyırırken adamın silahından çıkan kurşun doğrudan Alaz'a isabet etmişti. Ancak Alaz'ın silahından çıkan kurşun, adamın omuzunu isabet almayı başarabilmişti.
Saniyeler içinde yaşanan olayın etkisinden çıkar çıkmaz adamın ayağından da vurulduğunu gördüm. Acıdan iki büklüm olmuştu. Sevinç Hanım ona hızla tekme atarak yanımıza koştu. Onu kollarından yakaladım.
Alaz ise adamın yere düşen silahını ayağıyla ittirip kolumdan yakalamıştı. ''Koşun!'' dedi merdivenlere doğru koşarken. İkimiz de peşinden ilerledik ve merdivenleri tırmanıp kömürlüğe vardık.
Açtığım kapıdan binanın dışına çıkar çıkmaz bir araba bize çarpmamak için son anda frene basmıştı.
''Atlayın!'' dedi arabayı kullanan Rüzgâr.
Üçümüz de aceleyle arabaya bindikten sonra hızla gaza bastı ve polisleri arkada bırakarak orman yoluna girdi. Araba yolda tökezlese bile neredeyse yüzle gidiyor, kaza yapma ihtimalimize rağmen hızını yavaşlatmıyordu.
''Size inanamıyorum!'' dedim bağırarak. ''Neden bizi bıraktınız? Çıkamayabilirdik!''
Sağımda oturan Alaz, ''Sakin ol,'' dedi. ''Ben çıkmaları istedim.''
''Çünkü dosyaları aldık!'' dedi Eylül ön koltuktan arkaya doğru dönerken. ''Sevinç Hanım asansörü işaret etti bana. Ben de sizin arkanızdan geçip aldım hemen. Sonra da Alaz gitmemizi söyleyince dosyaları kurtarmanın daha mantıklı olduğunu düşünüp depodan çıktım, saniyeler içinde kurulmuş bir plandı ama baksanıza... İşe yaradı."
Kalbimden kalkan yük, beni o kadar rahatlatmıştı ki... Sakince arkama yaslandım ve gözlerimi kapattım.
''Alaz Bey! Yaralanmışsınız!'' dedi Sevinç Hanım endişeyle.
Gözlerim doğrudan Alaz'a döndü. Omuzunun kenarından vurulmuştu.
''Önemli değil, hissetmiyorum,'' dedi ve Sevinç Hanım'ın kazağının kolunu sıyırdı. ''Asıl sizin yaranız oldukça kötü durumda. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?''
Sevinç Hanım yutkundu. ''Tansiyonum düştü sadece...''
Bense onları ne duyabiliyor ne de görebiliyordum. Toprak yolda sarsılan arabanın içinde iki elimle sıkı sıkı kavradığım koltuğa tutunarak kararan gözlerimin ve çınlayan kulaklarımın sızısının dinmesini bekliyordum. Dinmedi.
•••
Saçlarımda gezinen parmakları hissetsem de zihnim aydınlanmıyordu. Biri bana dokunuyordu. Dudaklarıma, çeneme, boynuma, hatta burnuma... Ancak bu eller Alaz Yargın'a ait olamayacak kadar küçüktü.
Aynı kişi yanağını yanağıma yasladığı zaman burnuma dolan mis gibi koku sayesinde gözlerimi araladım. Bir çift iri mavi göz tam karşımda duruyordu.
''Evva!'' demeye çalışsa da adımı söyleyemedi.
Pürüzlü boğazımı temizledikten sonra, ''Can...'' diye mırıldadım.
Üzerimde oturuyordu. Kalkmak yerine kendini kucağıma bırakınca ona sarıldım. Uzun bir süredir uyuyor olmalıydım. Öyle ki sırtım karıncalanıyordu.
Kollarımı Can'a sararak sağıma döndüm ve onunla beraber yatmaya devam ettim. Can da o kadar usluydu ki. Yüzüne ulaşan saçlarımı okşamaktan başka hiçbir şey yapmıyor, hareket etmiyordu.
''Canın mı acımış?'' diye sordu yarım yamalak.
''Acımadı,'' dedim ve yanağından öptüm. ''Sen nereden buradasın küçük fare?''
Konuşmadı. Ona sorduğum soruyu anlamamıştı sanırım, sadece hafiften kıkırdamıştı. O sırada belime dolanan güçlü kol, ikimizi de kendine doğru çekti.
''Kendini nasıl hissediyorsun bebeğim?'' diye sordu solumda yattığını henüz fark ettiğim Alaz. O da yeni uyanmış gibiydi. Zaten hava henüz karanlıktı.
''İyiyim,'' dedim yüzümü ona doğru çevirirken. ''Neler oldu? Can neden burada? Sevinç Hanım—''
''Şşşt...'' dedi, gözleri hâlâ kapalıydı. ''Sevinç Hanım hastanede, kurşun koluna girdiği için küçük bir operasyona girdi. Bu sabah gelmiş olur. Can da bizimle beraber kaldı, annesi olmadığında benden başka kimseyle uyumuyor.'' Tüm bu açıklamasını uykulu bir halde yaptıktan sonra gözlerini açıp göğsümde uzanmaya devam eden Can'a baktı ve, ''Fakat yine uyanmış,'' diyerek gülümsedi. ''Uyku mu tutmadı, ufaklık?''
Can göğsümün üzerine tırmanıp göbeğime uzandı. ''Annem annem,'' dedi gözlerinden uyku akarken.
''Ama biz ne konuşmuştuk?'' diye sordu Alaz, aynı can gibi başını göğsümün üzerine koydu ve Can'ın alnına alnını yasladı. ''Annen sana istediğin mavi arabayı almaya gitmişti demiştim, unuttun mu yoksa? Üstelik senin için güzel kokulu şekerleri de alacak.''
Kısık bir sesle söylediği kelimeler Can'ı biraz daha rahatlatmış gibiydi. ''Şekeyi şimdi mi yiyecekmişim ben?''
Alaz onun başını okşarken, ''Saatin dördünde şeker yiyebileceğini nereden çıkarttın, küçük çocuk?'' dedi ama bu tehditkâr kelimeleri güleç bir tavırla söylediği için Can'ı da beni de güldürmeyi başarmıştı. ''Eğer acıktıysan senin için iki tane seçeneğim var; süt veya çorba... Birini seç. Başka bir şeyi ağzına süremezsin, izin vermiyorum.''
Can bir süre düşündükten sonra, ''Şudadım,'' dedi ve küskün bir tavırla başını Alaz'dan diğer tarafa çevirdi.
Sakince göğsümden kalkan Alaz, Can'ı kucağına alıp dizlerinin üzerine oturturdu ve yan taraftaki komodinin üzerine gece lambasını yaktı. Uysal görüntüsüne rağmen Alaz'a biraz naz yapıyormuş gibi görünüyordu Can. Öyle ki Alaz'ın ona uzattığı su dolu biberonu bile kendi ellerine almak yerine Alaz'ın içirmesini istemiş, bu esnada da onun koluna başını koymuştu.
İkisinin garip ilişkisini göz ardı ederek komodinin üzerine baktığımda şaşırdım. Can'ın mamasından bezine kadar her şey bu odadaydı. Hatta prizde loş ışık veren oyuncak ayı şeklinde bir lamba bile asılı duruyordu.
''Ona sen mi baktın hep?''
''Evet,'' dedi dinç bir görüntüyle. ''Sevinç Hanım'ı göremediği zaman ağlamaya başladı. Kimse onu susturamayınca ben de onu buraya aldım.'' Bana döndü. ''Dün depodan çıktığımızdan bu yana baygınsın. Tam olarak on dört buçuk saattir.''
Yataktan doğruldum. ''Neler oldu peki?''
Gözleri yeniden kucağında mayışan Can'a dönerken, ''Önemli bir durum olmadı,'' dedi ve su biberonuyla süt biberonunu değiştirip Can'ın yavaş yavaş sırtını okşamaya başladı.
''Her şeyi hallettik,'' diye fısıldadı. ''Gölgeler'in bilgisayar biriminde, tarihi eserleri sakladıkları depolarda, kendi gizli limanlarında, evrak depolarında ve daha birçok binalarında polis baskını oldu. Eylül depodan çıkarken dosyaları ve USB'yi almayı başardığı için şu anda bilgisayarımda ve elbette polisin elinde Gölgeler'i suçlamaya yetecek her türlü kanıt var. Birçok suçlu aklandı ve Gölgeler'den birçok insan da hapse girdi. Daha önce de bahsettiğim gibi kamera sistemlerini çökerttim, bu sayede bu işin arkasında bizim olduğumuzu kimse bilmiyor. Sevinç Hanım'ı rehine alan adam da hastanede şu anda ancak onu da hapse tıkacak kadar yeterli kanıt bizim ve polisin elinde var. Neredeyse bitmek üzere... Henüz ikimizin üzerindeki suçlamalar kalkmasa da aklanmamız an meselesi.''
Üzerimden kalkan tonlarca yükün verdiği rahatlıkla gözlerimi kapattım ve sevinç dolu bir şekilde gülmeye başladım.
''Sessiz ol!'' dedi Alaz kısık bir sesle. ''Can uyuyor.''
Kocaman gülümsememle yatakta ikisinin karışına geçip oturdum. ''Yani şimdi kurtulduk mu Alaz biz?'' diye sordum Can'ın saçlarını okşarken.
''Henüz değil,'' dedi bir kez daha. ''Bütün bunları Gölgeler'in yaptığını kanıtlamak için yeteri kadar delilimiz var. Ancak unutma, bize suç atan Derin ve Yiğit... Gölgeler daha önce bu kadar büyük bir hasar almamış olsa dahi bu olaydan da kurtulacaklardır, kökünü kurutmak zor çünkü oldukça köklü bir ekip... Bu yüzden işimizi garantiye alacağız. Bunu da ancak Derin'le Yiğit'e ulaşarak yapabiliriz.''
Yine de umudumu kaybetmeden, ''Haklısın,'' dedim. ''Ama bir şekilde onları alt etmeyi başarabildik. Üstelik ikimiz yaptık bunu... Ve tabii bize yardımcı olmak için hayatını riske atan insanlarla.''
Onlara minnetim büyüktü. Kimsenin hakkını ödeyemezdim.
"Onlara ben de dâhilim, unutma Eva'cık!"
Ölü Kız haklıydı.
"Her zaman," dedi kibirle. Göz devirmekle yetindim.
Alaz kucağında uyuyakalan Can'ı yatağa bıraktığı sırada, ''Bitmek üzere,'' dedi. Sonra da bana döndü ve gözleriyle vücudumu taradı. "İyi misin? On dört saat kırk üç dakikadır bir şey yemedim, yemek yiyeceksin, kalk."
Ellerimi omuzlarına koyup okşadım. ''Yorgun görünüyorsun sevgilim. Hem Can'a sen bakmışsın, beni değil de kendini düşün biraz. Uyuyalım mı beraber?''
''Pekâlâ,'' dedi yalnızca. İnkâr edemeyeceği kadar yorgun olduğunu şimdi daha net anlamıştım. Sağ elimi omuzundan sırtına doğru sürüklediğimde aniden bedeni kasıldı. Parmaklarımın ucunda hissettiğim sargı bezine bakmak için tişörtünün yakasını açtığımda, ''Önemli değil,'' dedi. ''Ufak bir sıyrık. Üstelik bu sefer oldukça özenle dikiş atıldı.''
Endişem henüz kaybolmasa da söylediğine güldüm. ''İyi bari... En azından benimki gibi yamuk yumuk bir iz kalmaz sonra...''
Beni hızla kucağına çekip yatağa uzandı. ''Aslında hoşuma gidiyor.''
''Öyle mi?'' dedim tek kaşımı kaldırarak. ''Bedeninde bıraktığım izleri seviyorsun demek ki...''
Dudaklarıma dudaklarını sürterken, ''Dene,'' diye fısıldadı. ''Belki severim.''
Öptü beni. Elleri ben oyuntumda arsız bir gezintiye çıkmıştı. Kucağına daha rahat bir şekilde oturduğum sırada Can'ın huysuz mırıltıları yüzünden ikimiz de donup kaldık. Bir arada olan dudaklarımızın arasından nefes dahi sızmıyordu.
Can kıpırdanmaya başlayınca Alaz derin bir iç çekerek benden uzaklaştı. ''Çocuk yapmayı düşünmüyorum, asla.''
''Aman Alaz be!'' dedim yan tarafa uzanırken. ''Sanki çocuklar da seni bekliyor.''
Gözlerini ovuşturan Can'ı kucağına alacağı sırada ondan önce davrandım ve Can'ı göğsüme yatırdım. ''Bırak bana,'' dedim sırtını ovalarken. ''Sen beceremiyorsun zaten.''
Burnuma ani bir fiske attı. ''On iki saat elli üç dakikadır ona ben bakıyorum küçük kız, sen değil. Bence bu gece daha fazla kaşınma.''
''İstesen de kaşıyamazsın zaten,'' dedim kıkırdayarak. Sonra da ona sırtımı döndüm ve Can'ın bezli poposunu pış pışlayarak onu uyutmaya çalıştım.
Alaz'sa sanırım hâlâ aynı pozisyonda durmuş, şaşkınlıkla bana bakıyordu. Ancak sonra o da pes etmiş olacak ki ışıkları kapattı ve beni kollarının arasına aldı. ''Nasıl olsa benimle yalnız kalacaksın,'' diye fısıldadı kulağıma. ''O zaman geldiğinde canını yakacağım.''
''Yak,'' dedim her zamanki gibi. ''Hoşuma gidiyor...'' Bir yandan Can'ın poposuna hafif hafif vurmaya devam ederken ona baktım. ''Ama bence bugün değil,'' dedim alayla. ''Çünkü biraz sıkar, Alaz Yargın.''
Sakince burnundan dışarıya nefesini saldı, kalçama sertçe attığı fiskenin yeterli olduğuna inanarak gözlerini kapattığında ben de pişkin pişkin sırıtarak onun kollarının arasına sokuldum.
''Annem,'' diye söylendi Can uyku haliyle.
Daha ağzımı açmadan Alaz, ''Uyu küçük çocuk, yirmi saniye,'' dedi.
Can anında gözlerini kapatmış, tatlı mırıltılar çıkartmış ve yirmi saniye geçmeden uykuya dalmıştı. Alaz Yargın'ın küçük çocuklar üzerindeki etkisi takdire şayandı. Ya da belki de gerçekten şeytandı da bizi böyle kolay kandırabiliyordu.
''Allah'ını seversen gece gece şu saçma düşüncelerle beni boğma!'' dedi Ölü Kız simsiyah geceliğinin yakasını silkerken. ''Uyusana... Allah'ın adını verdim bak.''
Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Alaz o kadar yorulmuş olmalıydı ki anında uyumuştu; tenimi okşayan nefesleri bana huzur verirken bir yandan da Can'ın göğsümde nefes alıp verme şekli, masumane ritmini bozmadan devam ediyordu. Kendimi dört bir yandan kuşatılmış gibi hissediyorum. Ancak bu kuşatılma ne kadar cazip gelirse gelsin gram uykum yoktu.
Ben de yan taraftaki komodinde duran korku romanını aldım ve Can'ın minik gece lambasının ışığıyla okumaya başladım. Alaz beni üzerine çekse de, Can benim üstümden geçip Alaz'ın üzerine çıksa da, uyuşan kollarım yüzünden Alaz'ın diğer tarafına dolanarak Can'ı onun göğsüne yatırsam da... Hatta yatakta resmen tek kişilik bir savaş versem de sabaha kadar kitap okumayı başarabilmiştim.
Saat dokuza gelirken kapının tıklatıldığını duydum. Gelen Aslım halaydı. Sevinç Hanım'ın çiftlik evine gelmek üzere olduğunu söylemiş ve geceyi rahat geçirip geçirmediğimizi sormuştu. Cevap olarak odanın kapısını sonuna kadar açıp üst üste yatan Can'la Alaz'ı göstermenin doğru olacağını düşünmüştüm ama bu hoş kare Aslım halanın zihnine kazınmış, bana parlayan gözlerle bakmaya başlamıştı. Elbette ki aklından geçenleri biliyordum. Ancak çocuk konusundaki fikirlerimi de cümle alem biliyordu.
Bir çocuk, çok sıkıntı!
Kısaca aldığım duştan sonra salona gittim. ''Sevinç Hanım'ı kim almaya gidecek?''
Salonda tek başına oturan Aslım hala, ''Rüzgâr oğlumla Eylül kızım dün hastanede kaldılar zaten annem,'' diye açıkladı ve benimle beraber verandaya çıktı. ''Sevinç kızımın güvenliği için tabii... Eh, dünkü olaylar tüm medyayı da emniyet birimlerini de kasıp kavurdu! Şu günlerde hepimizin dikkatli olması lazım kuzum.''
''Haklısın Aslım hala,'' dedim parlayan güneşin aydınlattığı ormanı izlerken. ''Sevinç Hanım'ın güvenliği her şeyden önemli.''
''Öyle yavrum, öyle... Zaten onun hakkında da konuşuluyor sağda solda. Alaz dün dosyaların hepsini polise verirken Sevinç kızımın adına göndermiş. Valla herkes onun başarısını konuşuyor! Basından hastaneye gelenler dahi olmuş, takdir ediyorlar Sevinç'i... Üstüne üstelik daha şimdiden onlarca habere konu oldu.''
Aslım halanın açıklaması beni gülümsetmişti. Sevinç Hanım bu işin sağ sağlım sıyrılmakla kalmayıp yıllardır üzerinde çalıştığı işi de başarıyla sonuca ulaştırmıştı. Alaz Yargın yine adaleti sağlamıştı; böyle bir durumda bile Sevinç Hanım'a verdiği sözü tutması her geçen gün beni daha çok şaşırtıyordu.
Aslım halayı verandada bırakıp mutfağa girdiğim zaman dolaplardan yiyecek aşıran Alex'le göz göze gelmiştim.
''Ne var?'' dedi dolu ağzıyla. ''Açım.''
Güldüm. ''Bir şey demedim be! Ye sen.''
Kendim için kahve hazırladığım sırada zıplayarak tezgâha oturdu ve, ''Senin adam nasıl?'' diye sordu. ''Dün evi inletiyordu, bugün sesi soluğu çıkmıyor.''
Rusça söylediği kelimelerin hepsini anlamasam da, ''Çünkü uyuyor,'' diye karşılık verdim Rusça olarak.
''Seni çok sevdiği belli,'' dedi ciddileşen ifadesiyle. ''İlk günden anlamıştım.''
Alex'in kahve gözlerine baktım. ''O zaman neden onu kızdırmaya çalışıyorsun?''
Sinsi bir gülümseme sergilerken, ''Aranızın bozuk olduğunu da anlamıştım,'' diye açıkladı. Sonra da sırtını duvara yaslayıp rahatça tezgaha yerleşti ve elindeki erikleri yemeye başladı. Rusça bir kelime söylediğinde anlamadığımı belirterek kaşlarımı çattım.
''Türkçesi de şu sanırım...'' dedi, uygun kelimeyi bulmak için biraz düşündü. ''Fazla sırıtmak günah işlediğinizi belli eder, deriz biz Ruslar. Siz de senin adamla öyleydiniz, bizim yanımızda hep gülüyordunuz ama göz göze gelince suratınız asılıyordu. Belliydi aranızda problem olduğu... Ben de ateşe odun atmak ve seninkini kışkırtmak istedim. Eğer seni kıskanırsa değerini bilir ve kadınına sahip çıkmak için sürekli peşinde dolanır diye düşündüm.'' Sırıttı ve, ''Yanılmamışım,'' diyerek eriği ağzına attı. ''Savaşmadan sevişemezdiniz. Kavgalar önünüzü açtı.''
Şaşkınlıkla Alex'in söylediklerini dinliyordum. ''Oha!'' dedim pat diye. ''Yaptığın tüm hergelelikler bu yüzden miydi?''
''Hergelelikler?'' dedi anlamamış gibi.
''Aman, boş ver sen onu...'' dedim ellerimi belime koyarken. ''Yani bana yaklaşmak için yapmadın mı tüm bunları?''
Çapkın bir gülümsemeyle, ''Aslında... Şansımı demek istedim de denebilir ama... Olmadı,'' dedi.
Başımı iki yana salladım. ''Yine de Alaz'a... Yani senin tabirinle benim adama bunu açıklayamazsın. Aramızda kalsın bence. Yoksa daha çok sinirlenir.''
''Niet!'' diye inkar etti hemen. ''Asla söylemem... Beni boğmak için fırsat kolluyor zaten. Şeytan gibi gözleri...''
Söylediğine kahkahayı patlattığım sırada mutfak kapısı şak diye açıldı. Gözlerim o yöne döndüğünde kara gözlerle karşı karşıya gelmiştim.
''Günaydın koca adam,'' dedi Alex ona. ''Biz de senin hakkında konuşuyorduk, Eva'yı güldürüyordum da biraz....''
''Bu manyak konuya çok yanlış yerden giriyor, sonu çok kötü olacak,'' dedi Ölü Kız. ''En sevdiğim... Kafa kesmece!''
Sessizce yanımıza gelen Alaz, saçlarımın arasına sert bir öpücük kondurduktan sonra Alex'e döndü. ''Diğer insanların da senin cesedinin arkasından konuşmasını istemiyorsan tezgâhtan in,'' dedi soğukkanlılıkla. ''Ve bir daha asla oturma.''
Alaz'ın temizlik takıntısı Alex'in paspallığıyla hiç uyuşmuyordu. Ancak yine de ısrar etmeden tezgâhtan atlamıştı Alex.
''Erikleri nereden buldun sen?'' diye sordum konuyu dağıtmak için. Canım da çekiyordu aslında...
Alex, ''Topladım ağaçtan,'' dedi omuz silkerken. ''Senin için de toplamamı ister misin?''
''Lütfen!'' dedim parlayan gözlerle. ''Çok topla ama... En kocamanlarından.''
Kafasını sallayıp mutfak kapısından ormana çıktığında Alaz'la yalnız kalmıştık.
Alaz, aniden belimden kavrayarak beni tezgâhla kendi arasına sıkıştırdı ve, ''Ne zaman uyandın?'' diye sordu.
''Çok olmadı,'' dedim kısaca. ''Can da uyandı mı?''
Birkaç saniye boyunca yüzümü inceledi. ''Aslım'ın yanına,'' dedi, sonra da bana yaklaştı. ''Bu gece seninle bir işimiz var.''
Kocaman olan gözlerimi gözlerine diktim. ''Ne... Nasıl iş?''
''Önemli bir iş,'' dedi omuzumdaki saçlarımı arkaya alırken.
''Ne gibi bir iş?'' diye sordum tahrik edici bir tonda. Dudaklarına yaklaştım. Kararan gözlerine aldırmadan alt dudağını teğet geçtim dişlerimle ve parmak uçlarıma yükselerek ona kısa ama etkileyici, tutku dolu bir öpücük verdim. ''Senin ve benim aramdaki işlerden biri mi? Yani... Birbirimize çok ama çok yakın olduğumuz ve saatlerce süren, epey gürültülü ve senin beni kaşıman gereken işlerden biri mi?''
Sakince yutkundu. ''Aklının nasıl çalıştığını merak ettiğim doğru, ancak bu sefer senin bahsettiğin işten değil, başka bir şeyden bahsediyorum.''
''Aman Alaz be!'' dedim sitemle. ''Adam akıllı söylesene o zaman, lafı dolandırıp duruyorsun!''
Aniden caymama sırıttı ve, ''Derin ve Yiğit'in yanına gideceğiz,'' diye açıkladı. ''Bu gece.''
Anlaşılan güzel bir gece olacaktı.
•••
Gözlerim karşımdaki eski dağ evine sabitlenmişti. Kaç dakikadır oraya baktığımı bilmiyordum ancak sanki gözüm dalmıştı ve stabil hale gelen nefes alışverişlerim kulaklarımda yankılanıyordu. Işığı yanıyordu dağ evinin. Salon olduğunu bildiğim odanın turuncu loş ışığı karanlık ormanı aydınlatan tek ışık kaynağı olduğundan dolayı oldukça dikkat çekiyor, tek başıma oturduğum arabanın içinde rahatlamama neden oluyordu.
Arkamda hissettiğim hareketlilikle dikiz aynasına baktım. Karanlık ormanda kimse görünmese de esen rüzgar sebebiyle arkamdaki ağaçların dalları sallanıyordu. Gözlerim tekrar dağ evine dönerken aniden kapım açıldı.
''İkisi de evde,'' dedi Alaz.
''Ne yapacağız peki?''
''Yarım saat daha bekleyeceğiz,'' dedi ve yanıma oturdu.
Derin bir nefes aldıktan sonra, ''Beklemek çok sıkıcı,'' diye mırıldandım. ''Keşke bir an önce eve dalabilsek.''
Başını koltuğa yasladı ve bir sigara yaktı. ''Birlikte film izliyorlar, şarap içerek. Muhtemelen biraz sonra ya mayışırlar ya da uyuyakalırlar.''
''Ne izliyorlar?''
''Ghost,'' dedi kısaca.
''Sevdiğim tek romantik film,'' dedim memnun kalmış bir şekilde. ''Güzel seçim. Zaten onlardan da romantik bir film bekliyordum, yanılmamışım.''
Parmaklarının arasındaki sigarayı bana uzatırken, ''Doğru. Filmin bitmesini beklemek daha etik olur düşündüm,'' dedi, alay ediyordu sanki.
Sırıttım. ''Bence de... Keyiflerini yarıda bölmek büyük terbiyesizlik olurdu.''
''Şeytan kızım benim,'' diye mırıldandı.
Hafiften güldüm.
Onunla sohbet ederek geçirdiğimiz yarım saatin sonunda karşıdaki dağ evinin ışıkları kapanmıştı. Hızla hazırlandık ve arabadan indik. Sessizce eve yaklaştık. Tek bir çıt sesi dahi duyulmuyordu. Evin etrafından dolanıp açık pencere var mı diye baktık ama bu sefer şansımız yaver gitmiş olacak ki üst katın penceresi yerine alt katlardan birinin penceresi açıktı ve pencere de salona çıkıyordu. Dikkatle eve girdikten sonra bir süre sesleri dinledik.
Uyumuş olmalılardı. Ses seda yoktu. Dağınık olan salonun içine saçılmış mısırlar, cipsler, çerezler ve dibine kadar bitmiş şişe şişe şaraplar oldukça görüntü kirliliğine neden olsa bile ikisinin de sarhoşlukla burayı dağıttıklarını anlamamam kolay olmuştu.
Alaz bana eliyle işaret verirken salonun kapısının dışında duran merdivenlere doğru ilerledi. Ben de tam bir adım atmıştım ki, botumun altında ezilen cips yüzünden sessiz evde büyük bir gürültüye neden olmuştum.
Uyarı barından kara gözler bana döndü. Ben de yere baka baka onu yanına vardım.
''Resmen mayın tarlası!'' dedi Ölü Kız. ''Koltuklardan zıplayarak geçseydin bari Eva'cık! Zemin de ateşten olsun, enfes bir çocuk oyunu, yaşına uygun!''
Onu kaile almadan merdivenlere tırmanmaya başladım. Üst kata çıktığımızda tedirginlik bir ağ gibi bedenimi sarmıştı. Adrenaline bağımlı olmaya başladığımı anlıyordum. Yoksa bu duyguyu sevmem ve boş zamanlarda deli gibi istemem normal değildi.
Alaz silahını yatak odasına doğru doğrultmuştu. Hafif aralık olan kapıyı ittirdiği zaman...
''Siktir! Geri dön!''
Daha uyarısını kavrayamadan başıma ağır bir darbe aldım. Bedenim yere savrulurken kararan gözlerim yüzünden göremediğim koridorda resmen arbede yaşanıyordu.
''Ama böyle kapıyı çalmadan olmaz ki!'' dedi sesini çok net duyabildiğim Yiğit. ''En azından sizi ağırlardık.''
Biri aniden saçlarımdan kavrayıp, ''Aslanın inine girmek için aklını kaybetmiş olman lazım, Kuzu!'' dedi. Derin Şah...
Hızla dirseğimi suratına geçirdim ve dizlerimin üzerinden doğruldum. Elimden kayan silah merdivenlerin alt basamaklarına düşmüştü. Aceleyle aşağı doğru koştum. Silahımı elime aldığım sırada sırtıma ağır bir tekme yemiştim.
Yuvarlandığım basamaklardan yere düşer düşmez Derin'e doğru iki el ateş ettim.
''Iskaladın, çömez!'' dedi üzerime doğru yürürken.
''Daha hiçbir şey görmedin!'' dedim ve suratına hızla yumruk attım.
Sendelemişti. Sarhoş olduğu için güçten de düşüyordu, çünkü onunla karşılaştığım ilk geceki gibi hazırlıklı değildi. Göğsüme vurduğu zaman geriledim. Tam silahımı doğrultacaktım ki üst kattan gelen kurşun seslerinden sonra ikimizin üzerine düşen kocaman ayna yüzünden yere eğilmek zorunda kalmıştım.
Cam kırıkları, yüzümün ve vücudumun belirli bölgelerini sıyırsa bile ayağa kalktım. Bu sefer de merdivenlerden düşen dolap yüzünden salona atlamak zorunda kalmıştım.
''Yok artık!'' diye bağırdı Derin. Benim yanımda, yerde uzanıyordu. ''Kıyameti mi kopartıyorsunuz?''
''Birazdan sevgilini de aşağı göndereceğim!'' diye karşılık verdi nefes nefese üst kattan konuşan Alaz.
Aramızdaki ilginç diyaloglar Ölü Kız'ım kahkaha atmasına neden oluyordu. Durumun garipliğine aldırmadan Derin'in üstüne çıktım ve kollarından kavradım. Yerde duran kazaklardan biriyle alelacele ellerini bağladığım sırada üst kattan kulak çınlatacak sesler duyuluyordu.
''Çırpınma!'' dedim Derin'e, sonra da saçlarından kavradım. ''Buraya kadarmış Vale Kelebeği... Yolun sonundasın.''
Kanlar içinde olan suratı kasılırken, ''Bana bir kez daha merhamet etme Eva!'' diye bağırdı. ''Bu gece ölmüş olmazsam yarın sen ölmüş olacaksın!''
Hızla kafasını yere vurdum. Sarsılan bedenini fırsat bilerek sağımdaki perdeyi sertçe aşağı çekip yırttım ve ayaklarını da bağladım.
''Merak etme, bu gece biz merhametimizi evde bıraktık.''
Alayla güldü, hatta kahkaha atmaya başladı. Sarhoşluğu ifadesine de yansıyordu. ''Keşke aklınızı yanınıza alsaydınız,'' dedi kahkahalarının arasından. ''Çünkü bu gece, bu evden kimse çıkamayacak!''
Aniden suratıma kafa attığında arkaya doğru sendeledim. Sızlayan burnum yüzünden gözlerimden yaşlar akmaya başlamıştı.
Derin, bağlı olan ellerine rağmen saçlarımdan kavradı ve, ''Şimdi de küçük kızlar gibi ağlıyor musun?'' dedi, bir kez daha kafa attı. ''Belki de hassasın... Alışkın değilsin bu darbelere ama... Babanın namını duymuştum.''
Hırsla bağırarak onu yere yatırdım. Suratına ardı ardına yumruklar atarken ısrarla söylediğim tek bir cümle vardı; ''Ben küçük bir kız değilim...''
Derin neredeyse nefes alamayacak raddeye gelmişti, üst kattansa kırılma sesleri duyuluyordu. Merdivenlere düşmeye devam eden eşyalara aldırmadan Derin'i yerden kaldırdım. Ancak... Saçlarıma dokunan yabancı bir el, saniyeler içinde beni kıskıvrak yakalamış, göğsüne yaslamış, silahı kafama dayamış ve merdivenlerin önünde bekleyen Alaz'ın karşısına geçmişti.
''Canını yakarım,'' dedi Alaz, silahını arkamda duran Yiğit'e doğrultmuştu. Onu daha önce hiç böyle görmemiştim. Kıyafetleri dahi baştan sonra yırtıktı; saçlarından ifadesine kadar her bir zerresi dağınıktı. Elmacık kemiği, sağ kaşı, alnı bile yarılmıştı. Nefes nefeseydi ama acısını hissetmiyor gibi görünüyordu. ''Bu işi uzatma, bırak Eva'yı.''
Yiğit, keyifsiz, sahte bir kahkaha attı. ''Kendin kaşındın aslında... Buraya gelmememiz gerekirdi.''
Alaz durdu, sakince silahının kabzasını çekti ve soğukkanlılıkla yerde duran ve elleriyle bacaklarını açmaya çalışan Derin'e doğrulttu. ''Kana kan.''
''Dişe diş,'' dedi Yiğit de. Silahı, tek hayali kafatasımı ortadan ikiye yarmak olan bir psikopat gibi şakağıma bastırıyordu.
''O halde ikimiz de kaybederiz,'' diye karşılık verdi Alaz.
''Bu işin sonunda zaten kaybedeceğim!'' diye bağırdı Yiğit, yavaş yavaş arkamızda duran pencereye doğru yürüyor, beni de peşinden sürüklüyordu. ''Ha şimdi ha sonra, ne fark eder?''
''Hiçbir şey bilmiyorsun,'' dedi Alaz. O da gitgide Derin'e yaklaşıyordu. ''Amacımız sizi öldürmek olsaydı bunu daha önce buraya geldiğimiz zaman yapardık. Ama şimdi... İnan bana acımam, Yiğit.'' Alaz, Derin'e doğru bir el ateş ettiğinde ben de dâhil herkes yerinden sıçradı. ''Benim vicdanım yok.''
Kurşun Derin'e değil, parkeye isabet etmişti. Uyarı için sıktığı anlaşılıyordu.
Yiğit aniden boğazımı sıkmaya başladı. Kesilen nefesim ve havaya doğru kaldırılan bedenim yüzünden parmak uçlarıma yükselip boğazımdaki acımasız parmakları kavradım. Öksürüyor, can çekiştiğimi belli eden sesler çıkartmaktan alıkoyamıyordum kendimi. Yiğit'in parmakları resmen boynumdaki etin altına girmek için çabalıyordu; damarlarımı delip geçmişti sanki.
''İlla canın yansın istiyorsun!'' diye bağırdı Alaz. ''İstediğin bu mu piç kurusu?'' Yerde duran Derin'i hızla havaya kaldırdı ve silahı tam şakağına yasladı. ''Sıkmayacağını biliyorum! Blöf yapıyorsun. Ama ben sıkarım... On beş saniyen var, Eva'yı bırak.''
''Yiğit acıma!'' dedi Derin bağırarak.
Onları duyamayacak kadar oksijensiz kalmama az kalmıştı. Nefes almak için deli gibi çırpınsam da bir faydası yoktu.
''Zaten bitti artık!'' dedi Derin yeniden. ''Öldür, bir şekilde kurtulur—''
Alaz, Derin'in ağzını kapattı. ''Sizi ihbar ettim,'' dedi soğukkanlılıkla. ''Eğer bu gece bir cinayet işlersen sen daha sevgilinle Tokyo'ya kaçamadan sizi hapse tıkarım!''
Yere değmeyen ayaklarımla Yiğit'e tekme atsam da bir işe yaramıyordu. Boğuluyordum!
''Silahını at,'' dedi Alaz ısrarla. ''Eva'yı bırak! O zaman kaçmak için bir şansın olacak. Son iki saniye.''
Beni aniden Alaz'a doğru fırlatan Yiğit, hızlı ve çevik bir hareketle açık olan pencereden dışarıya atladı. Zemine sertçe çarpan bedenim yüzünden tüm iç organlarım titrerken resmen bağırarak nefesler almaya başladım.
''Koş!'' dedim Alaz'a. ''İ-iyiyim!''
Alaz hızla pencereden atladı ve Yiğit'in arkasından koşmaya başladı. Zar zor yattığım yerden doğruldum. Sırtını merdivenlerin tırabzanlarına yaslayan Derin'le göz göze geldik. Gayet sakin duruyordu. Alaz ona zarar vermediği için olmalıydı.
''Seni vaktim varken öldürmeliydim,'' dedi kısık bir sesle.
''Neden öldürmedin?'' diye sordum elimle boğazımı tutarken.
''Arkamda iz bırakmamak gerekiyordu,'' dedi ve başını tırabzana dayadı. ''Bugün yine nefes almaya devam ediyorsan bu yüzden olduğunu bil.''
Yutkundum. ''Arkanda Vezir var senin. Bir şekilde kurtulabilirdin.''
''Artık yok,'' dedi yalnızca.
O kadar perişan görünüyordu ki. O an vicdanım kendini belli etmişti. Hayır, ona acımıyordum; ben ona üzülüyordum. Sevdiği adamla her şeyden, bütün bu olanlardan ve geçmişinden kaçmak, uzağa gitmek istiyordu ancak biz onun tüm yollarını tıkamıştık. İkisini de pek fazla tanımıyordum. Öte yandan Alaz'la bana benzediklerini anlamakta da zorlanmamıştım.
Ön yargılarımdan arındım, hayata onun gözünden baktım; ''Hemen pes mi edeceksin?'' diye bir soru döküldü dudaklarımdan.
''Zorundayım.'' Sol gözünden bir damla yaş aktı. Çaresizce gözlerini yumdu ve bir müddet konuşmadı. Sonra derin bir nefes almaya çalıştı, onu da beceremedi.
Burnundan ve ağzının kenarından sızan kana rağmen dinç görünüyordu ama esas yaralı olan bedeni değildi. İçeride... İçinde bir yerlerde bedenindeki yaraları kıskandıran çok kuvvetli bir yara vardı. Bir boşluk. Hiçbir zaman doldurulmamış bir boşluk.
''Bizimkisi bir hayaldi,'' dedi pürüzlü sesiyle. ''İstesek de kaçamazdık Tokyo'ya...'' Gözlerimin içine baktığında dudaklarında dostane bir gülümseme peyda olmuştu. ''Eğer benim gibi bir baban olsaydı yaşamanın ne kadar zor olduğunu anlardın.''
''En az seninki kadar kötü bir babam olduğunu biliyorsundur.''
Omuz silkti. ''Benim babam senin babanı döver, diyorsun yani?''
''Gerekiyorsa babanı dövmek zorundasın, diyorum,'' diye karşılık verdim. ''Yaşamak için.''
Kan akan dudaklarını ellerinin bağlı olduğu kazağa silerken, ''Dünyanın en güçlü babaları hakkındaki en önemli şeyi bilir misin?'' diye mırıldandı.
''Evet,'' dedim buruk bir gülümsemeyle. ''Onlara asla ulaşamaz, erişemez, dokunamazsın.''
''Ve hiçbir zaman onların küçük kızları olmazsın.''
Tüm bedenime yayılan kuvvetli ağrıya rağmen ayağa kalktım ve Derin'e yaklaştım. ''Neden bize bunu yaptınız?''
''Senin bana savunup durduğun şey yüzünden,'' dedi. ''Yaşamak için.''
•••
Issız yolda ne kadar ilerlediğimizi bilmiyordum ancak boğazım yanıyor, midem kasılıyor, başım dönüyordu.
''En azından camları açın,'' dedi arka koltukta oturan Derin. Başını Yiğit'in omuzuna yaslamıştı. ''Yoksa arabanıza kusarım.''
Alaz konuşmadan camları açtı. Onun hali de az benim ve arkadakilerin hali kadar kötüydü. ''İyi misin?''
''İyiyim,'' dedim derin bir iç çekerken. ''Sadece yorgunum.''
''Şimdi de üşüdüm,'' dedi Derin bile bile sorun çıkartmak için.
Yiğit kelepçeli olan kollarını havaya kaldırarak ona sarıldı ve alnına bir öpücük kondurdu. Hayatımda birçok garip ana tanıklık ettiğim olmuştu ama böyle bir ortamda, birbirimize düşman olmamıza ve az önce birbirimizi öldürmeye çalışmamıza rağmen şimdi, tatil için yola çıkmış dört arkadaş kadar rahat ve daha önemlisi garip görünüyorduk. Hiç hayal ettiğim gibi değildi.
''Cidden mi?'' dedi Ölü Kız. ''Kıçını kurtarmak için şu iki salağı öldürmek yerine onlara karşı oluşturduğun ön yargılarını kırarak empati kuracak kadar geri zekâlı olduğunu söyleme bana.''
Sanırım öyleydim.
Dikiz aynasından Yiğit'i ve Derin'i incelemeye başladım. Yiğit'in yüzündeki derin ve uzun yara izi o kadar çok dikkatimi çekiyordu.
''Yüzündeki yara neden oldu?'' diye sordum daha fazla dayanamadan.
Yiğit bu soruma cevap vermemişti ama birkaç saniye geçtikten sonra Derin, ''Ben yaptım,'' dedi. ''Canımı sıkan insanlara tahammül edemem.''
Alaz kısık bir sesle güldü. ''Orası belli oluyor, doğru.''
''Belli olan çok şey var,'' diye karşılık verdi Yiğit. Gayet sakindi. ''Mesela senin bir orospu çocuğu olman gibi.''
Sessiz kaldı Alaz. Bu sessizlik, şeytanın sessizliğiydi.
''Genç kızlara yaptıkların sonra yanındakinin sana katlanması da büyük ironi! Ama bazı aptallar maalesef ki kötü adamlardan hoşlanır! Kötü adamlara aşık olur ve onlar için hayatlarını mahvederler. Söylesene bana Alaz Yargın, Eva'ya da tecavüz—''
Aniden frene basılan arabada öne doğru savrulan Yiğit'in lafı yarıda kalmış, bense Alaz'ın önüme gerilen kolu sayesinde koltuğa yapışmıştım.
Öfkeyle arkasını döndü ve kararan gözlerini Yiğit'e dikti. ''Sana benimle ilgili bilmediğin başka bir şey söyleyeyim,'' dedi dişlerini sıka sıka Yiğit'in çenesini kavrarken. ''İnsanlara acı çektirmekten zevk alıyorum, Yiğit. Seni yavaş yavaş öldürmemi istemiyorsan çeneni kapalı tut, yoksa çeneni kırarım.''
Hızla Yiğit'i arkaya savurdu. Sonra da yeniden önünde dönüp arabayı çalıştırdı.
''Doğruları söylüyoruz,'' diye çıkıştı Derin. ''Her şey ortada!''
''Sesini kes!'' diye ikaz etti Alaz.
Yiğit hızla koltuğuma tekme attı. ''Kesmezse ne yapacağını bana göstermek ister—''
''O yapmadı,'' dedim sakince. Arabada aniden oluşan sessizliğin arkasından, ''Asya'ya bunu yapan Alaz değil,'' dedim. ''İkiniz de yanılıyorsunuz. Yanlış adamı suçladınız ve yanlış adama suç attınız.'' Alay eder gibi güldüğüm sırada gözlerim kapalıydı. ''Keşke söylenilenlere inanmak yerine araştırmayı deneseydiniz. O zaman belki kimin suçlu olduğunu bulur ve cezayı ona verirdiniz. Çünkü biz aylardır bunun peşinde olmamıza rağmen adaleti sağlayamadık. Asya'nın adaletini... Hani siz de adaletin peşindesiniz ya, o yüzden açıklıyorum bütün bunları.''
''Ne uyduruyorsun sen?'' dedi Derin aksi bir tonda.
Arkamı döndüm ve onun simsiyah gözlerinin içine baktım. ''Hata yaptığını söylüyorum,'' dedim ifadesizce. ''Büyük bir hata yaptın, Derin Şah... Ve bu hata hayatına mâl olmadan telafisini bulmaya çalış. Yoksa vicdan azabının esiri olursun. Suçsuz bir adama suç atarak... Babana benzemiş oluyorsun.''
Kaçlarını çattı Derin. Söylediklerim ona dokunmuş olmalıydı.
Yeniden koltuğuma yerleştiğim sırada, ''Yazık...'' diye mırıldandım. ''Oysa ben Gölgeler'in adaleti sağlamak için suçlu insanlardan öç aldıklarını sanıyordum. Hatta biliyor musun, bunu yapmanıza biraz da olsa imrenmiştim. Ancak yanılmışım. Babanın izinden gittiğini tahmin etmeliydim.''
''Sen ne biliyorsun da böyle konuşabiliyorsun?'' diye bağırdı Derin.
Gülümsedim. ''Asıl sen ne biliyorsun?'' dedim kışkırtıcı bir sakinlikle. ''Alaz'ın Asya'ya tecavüz ettiğine dair kesin bir kanıtın var mı? Yoksa kumar oynamayı mı tercih ettin? Söylesene Derin Şah, yıllardır insanların üzerine suç atıyorsun, kusursuz ve takır takır işleyen bir plan, değil mi? Ta ki... Alaz hakkında yanılana kadar. Bu sefer kumarda kaybettin ve şansına küs, aşkta da kaybedeceksin.''
Kimse daha fazla konuşmadı. Bu sessizliğin büyük bir kabulleniş olduğunu biliyordum. Belli ki Derin ve Yiğit'in de Alaz konusunda şüpheleri vardı. Yoksa sadece söylediklerime inanacak değillerdi, onları manipüle etmek için konuştuğumu da zannedebilirlerdi ama hayır, Alaz'ın suçsuz olma ihtimali suçlu olma ihtimalinden çok daha fazlaydı ve onlar, bu ihtimallerin farkındaydı.
Birkaç dakika bile geçmeden araba küçük bir evin önünde durdu. Nerede olduğumuzu bilmiyordum. Ancak hâlâ ormanın ortasındaydık. Alaz'la beraber Yiğit ve Derin'i eve götürüp kelepçeledikten sonra evin mutfağına girdik. Oldukça küçük bir evdi ki zaten tek katlıydı. İki odası vardı yalnızca. Eşyaları da tek tüktü.
Bu evi bize Rüzgâr'ın ayarladığını henüz öğrenmiştim. Zaten önemli olan şu anki durumumuzdu. Alaz bana pansuman yapmazsa kan kaybından güçsüz düşebilirdim. Neyse ki Alaz ecza dolabından malzeme çıkartıyordu.
Birlikte salona geri döndük. Derin ve Yiğit'i kelepçelediğimiz duvarın dibindeki kaloriferin karşısındaki çekyata oturdum. Sonra da onları izlemeye başladım.
''Yemek ye, sonra duş al,'' dedi Alaz önümdeki sehpaya oturduğu sırada. ''Ama önce yaralarına bakacağım.''
''Merak etme, sevgilini çok hırpalamadım,'' diye lafa daldı Derin.
''Bizi nerede sanıyorlar?'' diye sordum Derin'i kaile almadan.
Alaz yüzümü incelerken, ''Çiftlik evine dönmeyeceğimizi söyledim,'' dedi. ''Burnun yine zedelenmiş... Kötü değil, pansumanla hallederim.''
Birkaç dakika boyunca burnuma pansuman yapmaya çalışsa da kan bir türlü dinmiyordu.
''Baskı uygula,'' dedi Yiğit birdenbire. İkimiz de dönüp ona baktığımız zaman, ''Muhtemelen damarı çatlamış,'' diye açıkladı. ''İki taraftan on beş dakika kadar baskıyla burnunu sıkıştırmazsan tampon bir işe yaramaz.''
''Bant var, baskı için çubuk yok,'' dedi Alaz onun bahsettiği yöntemi anlamış gibi.
''Parmaklarını kullan,'' dedi Yiğit başını duvara yaslarken. Gözlerini de kapattı. ''Eğer elini sabit tutabilirsen çubukla aynı etkiyi yaratır.''
Neyden bahsettiklerini anlamamıştım ancak Alaz burnumu iki yandan sıkıştırdığında sessizce kabullenmek zorunda kaldım. Uzunca bir süre bu şekilde beklemeye devam ettik.
''Doktor musun?'' diye sordu Alaz.
Yiğit güldü. ''Askeriyede olduğum zamanlarda çalıştım sadece.'' Sesi halsiz çıkıyordu. ''Sen de kardeşinden öğrendin?''
''Doğru,'' dedi Alaz buz gibi bir tonda.
Burnumdan elini çeken Alaz hızla tamponu taktı ve yüzümü temizlemeye başladı. Hiçbir acı hissetmiyordum. Aksine, pansuman yapması bana iyi gelmişti.
Uzun bir süre sessizlik oldu ama sonra, ''Uyuma,'' dedi Yiğit. ''Derin... Uyuma! Hadi, aç gözlerini de bak bana.''
''Ne oluyor?'' diye sordu Alaz ayağa kalkarken.
Yiğit sakince, ''Arka cebimdeki iğneyi sağ koluna vur,'' dedi.
''Neden?''
''Hasta çünkü!'' diye bağırdı Yiğit. ''Vur şunu!''
Alaz, Yiğit'in cebindeki iğnelerden birini Derin'in koluna vurdu. Olaylar o kadar karman çormandı ki tek yaptığım konuk oyuncu gibi olan biteni izlemekti.
''Şeker hastası mı?'' diye sordu Alaz, sakince.
''Evet,'' dedi Yiğit. O da çaresiz görünüyordu.
Yerimden kalkıp onlara yaklaştım. Derin biraz baygın görünse de gözleri açıktı. Yüzünü incelediğim sırada, ''Pansuman yapalım onlara da,'' dedim. ''Daha fazla kötü olmasınlar.''
"Senin vicdanına tüküreyim, aptal..." diye homurdandı Ölü Kız.
''Zaten bizi öldüreceksiniz. Ne gerek var boşa çabaya?''
''Yanılıyorsun,'' dedi Alaz, Yiğit'e.
Yiğit sessiz kaldı. Belli ki bize inanmıyordu.
Geçen birkaç saatin sonunda hepimiz de toparlanmış sayılırdık. En azından yemek yemiş, duş almış, pansumanlar işi halletmiş ve karşılıklı soruşturma işine geçebilmiştik.
''Her şeyi en başından anlatın,'' dedi Alaz emreder gibi. ''Kimse sorularla yorulmasın.''
''Sizi suçladık ve buradayız,'' diye açıkladı Yiğit.
Ona baktım. ''En başından diyoruz, duymadın mı?''
''Sen bırak,'' dedi Derin. ''Ben anlatırım...'' Derin bir nefes aldı ve bir süre konuşmadı. ''Uzun bir zaman önce başladı bu iş,'' diye girdi söze. ''Ben liseye giderken Gölgeler'i keşfettim... Daha doğrusu onlar beni buldu; babamdan haberi oldukları zannetmiyorum çünkü babamdan uzakta büyüdüm. Kimse Vezir'in kızı olduğumu bilmeden...''
''Bir dakika, bir dakika,'' dedim sözünü keserek. ''Vezir... Gölgeler'in başında değil mi?''
Hafiften gülümseyen Derin, ''Öyle,'' dedi. ''Ama benden sonra satın aldı Gölgeler'i... Çünkü ben Gölgeler'in içine girdiğimde tecrübesizdim, ne yaptıklarını tam olarak kestiremiyordum. Tek amacım babamdan öç almaktı ve... Onun dikkatini çekmek... Sonra işler ters gitti; Gölgeler sokak çetesi gibi olduğu için büyük bir suça bulaştım, onların oyununa geldim...'' Yanında oturan Yiğit'e baktı. ''Yiğit kurtardı beni, babamın emriyle yanıma geldiğini söyleyince ona da düşman kesildim. Ama yine de Yiğit beni babama götürdü, Rusya'ya.''
Sustu. Zihninde canlanan anılar siyah gözlerine yansımıştı. Biraz tedirgin biraz da mutsuzdu.
''Babam bu olaylardan sonra...'' dedi, devamını dillendiremeden yutkundu. ''Neyse ne,'' diye kestirip attı. ''Sonunda beni kurtarabilmek için Gölgeler'i satın aldı. Onları kandırdı, onları sömürdü, onların ailelerini öldürdü, onların canını yaktı, onlara acımadı, onlara yeri geldiğinde işkence etti, yeri geldiğinde de çocuklarına tecavüz ettirdi...''
Kendini toparlamak için gözlerini kapatarak konuşamaya devam edecek gücü bulmaya çalıştı. Kanım donmuştu. Vezir nasıl bir adamdı böyle? Neden tanımadığı binlerce insana işkence etmişti ki? Derdi neydi?
''En sonunda babamın yaptıklarına boyun eğdiler,'' dedi düşüncelerimi bölen Derin. ''Polisinden öğretmenine kadar herkes boyun eğmek zorunda kaldı. Bu... Yani bütün bu hırsızlığı ve... Cinayetleri babamın adamları yönetiyor. Ben bile kızıyken ona karışamıyorum, engel olamıyorum! Ne derlerse onu yapmak zorunda kalıyorum!''
Kısık kısık nefesler aldığında zar zor, ''Benim... Yüzümden onlarca insan...'' diyebilmişti. Siyah gözlerinden akan yaşlar çenesine ulaşıyor, gözleri doğrudan zemine bakıyordu. ''Yüzlerce çocuk... Kadın... Suçsuz ve masum genç... Sırf benim bulaştığım bu pislik yüzünden öldü... Eğer... Ben Gölgeler'e bulaşmasaydım, babam onları satın almazdı, böylece bunca insanın kanına girmezdim.''
''Yanlışın var,'' dedi Alaz. Hepimizin gözleri ona doğru dönünce tehditkâr bir halde tek kaşını kaldırdı. ''Suç senin değil, hiçbir zaman öyle değilmiş. Yanılıyorsun Derin, sen yalnızca babasının sevgisini ve ilgisini isteyen genç bir kadınsın. Babanın işlediği günahları ödeyecek olan biri varsa bu sen değilsin.''
Derin, Alaz'ın patavatsızca kurduğu cümlelere karşılık alay eder gibi gülümsedi. ''Artık onun sevgisini istemiyorum.''
''Çünkü yok,'' dedik Derin'le aynı anda.
Onun babasıyla ne yaşadığını bilemezdim. Ancak babaların öldürdüğü küçük kızları tanırdım. Derin Şah'ın kara gözlerinde yüzlerce ceset saklıydı ve hepsinin celladı babasıydı. Bizi neden suçladığını henüz anlatmasa da esas günahkârın o olmadığını anlayabilmiştim.
Derin de babasının kurbanıydı. Tıpkı benim gibi.
Alaz'a izin ister gibi baktığımda gözlerini kırptı. Masadaki anahtarları aldım ve yere çömelerek Derin'in kalorifere bağlanmış olan kelepçelerini açtım.
''Ne yapıyorsun?'' diye sordu şaşkınca.
''Sizi serbest bırakıyorum,'' dedim ona. ''Çünkü bunu hak ediyorsunuz.''
Yiğit'in kelepçelerini açtığım sırada bana, ''Bu ne demek?'' diye sordu.
''Birbirimize yardım edeceğiz, demek,'' diye açıkladı Alaz. Oturduğu koltuğa rahatça sırtını yasladı ve ikisini de eliyle karşısındaki koltuğa buyur etti. ''Sizi Tokyo'ya göndermenin yolunu biliyorum. Ve siz de bizim kurtulmamızı sağlayacak yolu biliyorsunuz. Fikrimce... Adil bir anlaşma.''
''Sana neden güveneyim?'' diye sordu Yiğit ağaya kalkarken.
''Çünkü ben sana güveniyorum,'' dedi Alaz. Ben de dâhil her insana güvenmekte zorlanan Alaz Yargın, hayatımızı mahveden Vale Kelebeği ve Kırlangıç'a sahiden güveniyordu; hayır, yanılmıyordum, Alaz şüphe bile etmeden güveniyordu, gözlerinden okumuştum.
Bileklerini ovuşturarak koltuğa oturdu Derin. Alaz'la bana dikkatle bakıyordu. Bir şeyler düşünüyor gibiydi. ''Bu gece daha fazla yorulmak istemiyorum,'' dedi halsizce. ''Ne istiyorsanız söyleyin, sabrım da halim de kalmadı.''
''Anlatmaya devam et,'' dedi Alaz.
''Bütün bu olanların suçunu sadece masumlar ödemesin istedim,'' diye devam etti Derin. ''Ben de Gölgeler'in işlediği suçları masum olmayan insanların üzerine atabileceğim bir sistem kurdum ve işlerin başına geçtim. Eğer adalet varsa işlesin diye...'' Alaz'a bakarken, ''Sen de onlardan biriydin,'' dedi, ciddiydi. ''Asya Mercan denen kıza yaptıklarını öğrendim, üstelik bir de kaçmıştın, seni suçlamanın doğru olacağını düşündüm.'' Gözleri bana döndü. ''Sonra seni de Alaz'ın yanında gördüm,'' dedi kalkan kaşlarıyla. ''İkinizin de cezasını kesmek istedim. Ama... Bu işi babam bana verdi. Normalde ben böyle işleri yapmam, Gölgeler hallederler ama sizin işinizi benim yapmamı istedi.''
''Nedeni de bendim,'' diye sözü devraldı Yiğit. ''Vezir, benim sadakatimi ölçmek istemişti. Yıllarca Derin'in yanında olduğum için onunla aramda yaşananları ister istemez öğrenmiş... 'Ya öldür ya da öl' dedi bana. 'Eğer sadıksan yalnızca bana sadık olacaksın, Derin'e değil' dedi ve benim göz göre göre Derin'i suça bulaştırmamı istedi. Kendi ellerimle Derin'i çukura itersem ikimizin de acı çekeceğini biliyordu.''
Durdu Yiğit, buruk bir gülümseme sergiledi ve, ''Kıyamadım ona,'' diye mırıldandı. ''Bu işlere karışmasam da bu sefer Derin'in yanında olmak ve bir kereliğine de olsa Gölgeler'in yapması gereken işi yaparak Derin'e yalnız olmadığını göstermek istedim. Birlikte yaptık hırsızlığı, sizin öldürmekle suçlandığınız Hüseyin Dağlı adındaki yaşlı adamı da ben öldürdüm. Derin'in yapmaması için... Çünkü daha önce yüzlerce can almış bir asker olarak masum bir adamı öldürmek beni yaralamazdı. Ama Derin'i yaralayacağını biliyordum. Bu yüzden... Kan benim ellerimde. Suçlu da benim, günah da benim.''
Odadaki derin sessizlik sabah güneşinin ilk ışıkları altında toprağa gömülüyordu. Yavaş yavaş aydınlanan odada kimse konuşmayınca ormandaki kuşlar şakımaya başladı. Koltuktan kalktım. Pencerenin kenarına geçerek ılık ılık esen rüzgârı tenime buyur ettim ve bir nebze de olsa beni rahatlatabilsin diye gözlerimi kapattım.
''Siz kaçtıktan sonra biz de kaçtık,'' dedi Derin dakikaların sonunda. ''Babam... Yiğit'in bana yardım ettiğini öğrenince onu yanına çağırdı. İzin vermedim gitmesine... Ki gitmiş olsaydı şu anda burada olmazdı.''
Yutkundum. Oysa birbirimize sandığımdan daha çok benziyormuşuz, şimdi anlamıştım.
Sesli bir nefes alan Alaz, ''Neden Eva'ya saldırdın?'' diye sordu.
''Bizi ve tabii Gölgeler'i araştırdığınızı biliyorduk,'' dedi Derin. ''Eğer başarılı olursanız suç doğrudan bizim üzerimize kalırdı ki zaten esas suçlular zaten biziz. Tokyo'ya kaçmadan önce arkamızda bize engel olabilecek hiçbir şey bırakmak istemedik. Bunun en kolay yolu da sizden kurtulmaktı.''
Onlara doğru döndüm. ''Ama beni öldüremedin,'' dedim sırtımı cama yaslarken. ''Bunu istesen de yapamazdın, çünkü sen, ne bir katilsin ne Gölgeler'den biri...''
Sessizliği bana olumlu cevabı vermişti.
''En sonunda kaldığınız çiftlik evini bulabildik.''
Yiğit'in söylediği şeyle gözlerim kocaman olmuştu. ''Sendin...'' dedim hayretle. ''Ben... Evin önünde... Ormanın içinde birini görmüştüm ama... Hayal gördüğümü sandım.''
''O değil, bendim,'' diye itiraf etti Derin.
''Eylül'ü kaçıran da sensin?'' dedi Alaz sorar gibi. "Tehdit notunu bırakan da..."
Derin umursamazca kafa salladı. ''Sizi dinledik uzun bir süre. Sevinç'in de Gölgeler'in içine girdiğini öğrendik birkaç adamımız sayesinde. İşlerinizi batırmak için de Eylül denen arkadaşınızın vücuduna takip çipi yerleştirdim. Böylece sizin, Gölgeler'i batırmak için B-2 binasına gittiğinizi öğrendim. İçeriye girdiğiniz zaman, Sevinç'i de sizi de ihbar edip kurtulacaktık ama... Kaçmayı başardınız.''
''B-2 mi?''
''Bilgisayar birimi binası,'' dedi Yiğit bana cevap vererek. ''İki gün önce girdiğiniz bina.''
Alaz arkasına yaslandı ve bir süre düşünmek için kendine zaman tanımaya karar vermiş gibi yüzünü sıvazladı. ''Elimizde Vezir'i bitirecek dosyalar mevcut. Aynı zamanda sizi suçlu konumuna da düşürecek...'' Düşünceli bir halde, ''Sizi kurtarmanın bir yolunu bulmalı ve yalnız Vezir'i suçlayacak dosyaları ifşa etmeliyiz,'' diye açıkladı. ''Bu da zor. Ama bir yolunu biliyorum.''
''Bizi kurtarmak mı?'' dedi Yiğit şaşkınca. ''Bizi kurtarmak mı istiyorsun? Başınıza gelenlere rağmen?''
Gülümsedim. ''Sizin sandığınız gibi insanlar değiliz. Katil ya da tecavüzcü de değil... Bunu artık anlamanız gerekir bence.''
Aniden, ''Beraber çalışalım,'' dedi Derin. Gözleri parlıyordu, aklında bir plan vardı sanki ama yalnızca plan değildi onu heveslendiren; yıllardır oynamak istediği oyuncağa kavuşan bir kız çocuğu gibi görünüyordu ve sanıyordum ki Derin o oyuncak için her şeyi yapardı.
Ayağa kalktı ve umursamazca omuz silkti. ''Babamı bitirecek dosyalar sahiden sendeyse bunun için özgürlüğümü bile feda ederim! Daha açıklayıcı olmak gerekirse bize kanıt vermeniz şart. Çünkü ben size bir kanıt verebilirim. Hem de çok büyük kanıtlar...''
''Derin!'' dedi Yiğit uyarırcasına.
Derin ona baktı. ''Yıllardır bunu beklediğimi biliyorsun... Babamı bitirmek istediğimi biliyorsun!" Sesi gitgide yükseliyordu. "Onun mezarına tükürebilmek için her şeyimi feda ederim Yiğit! Unutma, eğer babam düşerse yanındaki adamlar da düşer... Kale, Fil, At... Hepsi Vezir olmadan bir hiç!'' Sakince Yiğit'e yaklaşıp, ''Bırak da kaçmak yerine bitirelim onu,'' dedi, resmen yalvarıyordu. ''Görmüyor musun, artık kimseye tahammülüm yok... Sen istemiyorsan şimdi git, umurumda değil! Ama ben babamı bitirmeden gelmem. Elimde olan kanıtları kullanmak için her şeyimi feda ederim Yiğit, babamı bitirmek için elimde olan her şeyi...''
''Emin misin?'' diye sordu Yiğit, bu sorunun cevabı herkesin kaderini değiştirecekti.
''Eminim,'' diye bir ses yankılandı hepimizin kulaklarında.
Bugün satranç hakkında çok işe yarar bir tüyo kapmıştım. Piyonlar Vezir'i devirebilecek kadar güçlüydü.