Merhaba 💚
Bölüm Şarkımız;
*Redd - Nefes Bile Almadan*
Bu bölümü poseidonel dreamofmyhearth ve mevsimbaharvzhss 'a hediye ediyorum. Her bölüm burada olduğunuz ve tatlı yorumlarınızla eşlik ettiğiniz için teşekkür ederim kızlar. Çok tatlısınız ve iyi ki varsınız Beyaz Gece yolculuğunda! 🥰
Oy vermeyi ve yorumlarla eşlik etmeyi unutmayalım lütfen 🙏🏻😍
Keyifli okumalar 🌸
Barış'ın saniyeler içinde kırmızıya boyanan beyaz gömleği ve yere yığılışı, olanları inkar etmek adına lal kesilen zihnime balyoz gibi inmişti. Ağlamaktan sırılsıklam kesilen yüzüm, canı çekilen vücudum, göğsüme sığmayan ve daha önce asla tatmadığım bambaşka bir ağrı ile donakalmıştım. Sanki konuşursam veya kıpırdarsam, karşımdaki manzara gerçeğe dönüşecekti.
Kötü bir kabusta olmayı diledim. Ve biraz sonra uyanmayı...
Saliseler mi yoksa saniyeler mi geçti bilmiyordum. Ama uyanmadım. Yanımda dikilmeye devam ederek kahkaha atan Kuzey'in iğrenç sesi, olanların gerçekliğini acımasızca çarptı yüzüme.
''Ba-Barış.'' dedim fısıldayarak başımı iki yana sallarken ona zarar gelmiş olması gerçeğini idrak etmek istemiyordum. ''Barış...'' o cevap vermedikçe daha önce tatmadığım ağrı daha kuvvetli kuşatıyordu beni. ''Barış... Barış...''
İsmini artık feryat ederek bağırıyor ona doğru koşuyordum. Ama gözlerini aralayıp bana bakmıyor, bana Leyla'm demiyordu...
''Barış, ne olur...'' diyerek çığlık attım yanında durup dizlerim üzerine çöktüğümde, göğsünü kırmızıya boyayan kan ile kıpırdamadan bir ölü gibi öylece yatıyordu.
Ölü.
Ölmüş müydü? Benim Barış'ım ölmüş müydü? Ölemezdi. Öyle bir ihtimal yoktu. Ona uzanan ancak dokunamayan ellerim, zihnime onun ölüp ölmediği gerçeğini taşımayı inkar etmeye çalışsa da eğilip dudaklarımı sıcak alnına bastırdım.
Ellerim ona dokunmamak, şah damarını kontrol etmemek adına dirense de dudaklarım yüzünün her bir karışında gezindi özlemle. ''Hadi uyan...'' diye fısıldamayı da ihmal etmiyordum tenine bıraktığım sancılı öpücüklerin ardından. ''Bana kıyamazsın ki sevgilim... Barış, öldürme beni yalvarırım...''
''Niye intihar eder bu insanlar hiç anlamıyorum ki.''
Kuzey'in bize doğru yaklaşan adımlarıyla dalga geçercesine söylediği şeyin ardından nefret ateşiyle cayır cayır yanan gözlerimi ona çevirdim. Fakat konuşmama izin vermeden Barış'a doğrulttuğu silahının tetiğine yasladı parmağını.
''Ha-hayır.'' diyerek Barış'ın bedenini bedenimle siper ettiğimde tetiğe basmıştı bile.
Lakin silahı patlamamıştı.
''Tüh, silahım da boşmuş. Cebimdeki kurşunları dizmeyi unutmuşum.'' diyerek silahını beline sokup sinir bozucu gülüşü ve aşağı sarkan dudaklarıyla omuz silkti. ''Barış boşuna mı vurdu kendini şimdi? Bu boşunalık hissi acını katladı öyle değil mi?"
"S-sen bir pisliksin!"
"Zavallı Barış, onu boş bir silahla alt etmeme izin verdi. Demek ki aşk yalnızca beni aptallaştırmıyormuş ha?"
Alaycı sözleri ile başımdan aşağı kaynar sular döküldü, yaşadığım tarifsiz acıyla gözlerimden boşalan yaşlar hızlandı ve bakışlarım Barış'ın bembeyaz kesilen yüzünü buldu yavaşça. Yüreğimdeki ateş mümkünmüş gibi daha da büyüdü, tir tir titredim. Kuzey, ona blöf yapmıştı! Daralan nefesime, tükenen bedenime rağmen ayağa fırlayıp tekrar Kuzey'e döndüm.
''Allah belanı versin!'' diye bağırdım. Hızla ona koşup yumruklarımı göğsüne geçirirken, bir yandan çığlık atıyor bir yandan da deli gibi ağlıyordum. ''Kimse sevmedi seni, çünkü sen sevilmeye değer biri değilsin ve bunun acısını çevrendenki herkesten çıkarmaya çalıştın. Ete kemiğe bürünmüş, yürüyen bir nefret bütünüsün sen yalnızca!''
Ona vurdukça kahkaha atıyor, duyduklarıyla zevkten dört köşe oluyordu.
''Tamam sevgilim, sakin ol. Seni şimdi götürmeyeceğim, Barış'ın cenazesine katılmanı istiyorum.'' dedi bileklerimden kavrayıp artık ona vurmamama engel olarak. ''Onun toprakla nasıl bütünleştiğini izleme zevkinden mahrum etmeyeceğim seni elbette. Sonra seni yanıma alacağım zat-''
Fakat o sırada yükselen polis ve ambulans sirenleri, konuşmaya devam etmesinin önüne geçmişti.
''Ne oluyor lan?'' dedi haz dolu yüzü endişeli bir merakla gölgelenirken bakışları hızlıca etrafı taramaya başlamıştı. ''Ulan Sedat, telefonun dinleniyor ve izleniyordu nasıl haberdar ettin?''
Bileklerimi bırakıp cebinden telefonunu çıkardı dişlerini sıkarak.
''Şimdi güzel nişanlın öbür tarafı boylasın da gör baka-''
Elindeki telefona istediği komutu veremeden, uzanıp kaptım elinden ve var gücümle sertçe ileri fırlattım. İğrenç bir küfür savurup üzerime yürümeye yeltense de vazgeçerek belindeki silahına atıldı sağ eliyle, sol eliyle de cebindeki kurşunları çıkardı. ''Maalesef cenazeye katılamayacaksın sevgilim, gidiyoruz.'' dedi kurşunlarını silahını dizmek için aceleyle hareket ederken.
Dönüp yerde kanlar içinde öylece yatan Barış'a baktım. Ona koşmak için deliriyordum, ancak ona koşabilmek için öncelikle bu pislikten kurtulmaya ihtiyacım olduğunu da biliyordum. Boğazıma takılı kalan devasa acıyla Kuzey'e döndüm tekrar. Aptalca konuşmaya devam ediyor, silahına kurşunlarını diziyordu. Ve sonunda işi bittiğinde bileğimi kavramak adına elime uzandı ancak ondan hızlı davranarak dizimi kasıklarına geçirdim. Bunu beklemediği buruşan yüzüyle inlemesinden ve silahını yere düşürmesinden belliydi.
''Sen ne yap-''
Yine ondan önce atılarak kurşun dizdiği silahı alıp ona doğrulttuğumda, bu kez şok olma sırası ondaydı.
''Eğer tek kelime edersen, vücudunu kurşunla doldururum!'' dedim şakam olmadığını anlayabilmesi için boğazım yırtılırcasına bağırırken. ''Polisler seni tutuklayana kadar, o iğrenç sesini duymayacağım!"
Geri geri adımlayıp Barış'ın yanında yavaşça dizlerim üzerine çökerken ona doğrulttuğum silahı indirmemiş, sık sık Barış'a kayan gözlerime rağmen onu da göz hapsinde tutmaya devam etmiştim.
''Ambulans da geliyor Barış.'' dedim telkin edici yumuşak bir tonla Barış'a, sanki beni duyabiliyormuş gibi. ''Biliyorum, hala benimlesin sevgilim. Sakın vazgeçme tamam mı?''
Şah damarını kontrol etmekten mutlak kararlılıkla kaçınsam da onun hala benimle olduğunu biliyordum.
''Umarım gebermiştir!"
Gözlerimden süzülen yaşlarla, Kuzey'e çevirdim başımı ve beklemeden elimdeki silahı ateşledim. Bacağına saplanan kurşun, acıyla inlemesine neden olurken yere düşen bedeniyle kıvranmaya başlamıştı. Birisi bir gün gözümü bile kırpmadan birine ateş edeceğimi söyleseydi, kati suretle inanmazdım. Nefes aldığım sürece bunun mümkün olmayacağını söylerdim. Ancak mümkündü. Davranışlarımızı çoğu zaman yaşadığımız bağlamın getirdiği düşünceler ve o düşüncelere eşlik eden duygular belirliyordu.
Salt kötü olan Kuzey de beni buna mahkum etmişti!
''Eğer, tekrar konuşursan bu kez alnını hedef alır-''
Artık çok yakından gelen siren sesleri ile sustum. Kuzey'in vurulduğu için bize yaklaşamayacağını bildiğimden Barış'ın biçimli yüzüne kaydırdım yanan ve yaşlardan arınmayan gözlerimi... Islak kirpiklerinin gölgesi izlenisi bir manzara gibi yanaklarına düşmüş, gözlerinin kenarlarından taşan ufak damlalar şakaklarına süzülmüştü. Kendisini vururken bile kendisi için değil, beni üzdüğü için içlenmiş hatta ağlamıştı.
Göğsüm her ikimizin aşkıyla da eziliyordu şimdi.
''Hani nefesin hep ensemde olacaktı?'' dedim boğazımdaki düğüm katlanırken sesim varla yok arasında çıkıyordu. Titreyen parmak uçlarım tenine dokunmayı hala reddetseler de uzanıp siyah saçları arasına karıştılar ürkekçe. Onu incitmekten haya ederek usulca okşadım saçlarını uzun uzun. ''Gözlerimde gördüğün masalı bitirme ne olur...'' diyerek yalvarırcasına hıçkırdım. 'Bitirme ki biz o masalı gerçeğe çevirebilelim artık...''
''Barış!''
Levent'in haykırışı ile gözyaşlarım sebebiyle puslanan bakışlarım, bahçedeki çitlerin giriş kapısına çevrildi. Levent kapının girişinde şoka girmiş, dehşete kapılan gözleri Barış'ın üzerinde kilitli kalmıştı. Arkasından koşan Burak ise elini başına yaslayarak bir bana bir Barış'a bakıyordu üzüntüden kasılan yüzüyle. Ancak yine de Levent'ten önce yanımıza koşup bana sarılmayı ihmal etmemişti.
"Leyla, tamam geçecek canım." derken ne söylemesi gerektiğini bilemiyor gibiydi ve soluk soluğa çıkıyordu sesi.
''Burak.'' dedim Barış'ın saçlarını dikkatli bir özenle okşamaya devam ederek ağlarken başımı durmaksızın iki yana sallıyordum. ''Ona bir şey olmayacak değil mi?''
''Sağlık görevlileri hemen buraya gelsin!'' diye bağırdı Burak ve titreyen bedenimi kolları arasına çekmeye çalıştı aynı zamamda ancak Barış'tan kopmak istemediğimden, yanaşmadım ona. ''Leyla, o iyi olacak.''
Saçlarımı okşayarak parmak uçlarıyla gözyaşlarımı sildi. Yanımıza gelerek dizleri üzerine çöken Levent ise gözlerinden akan yaşlarla tıpkı benim gibi Barış'ın adını sayıklıyordu şimdi.
''Hadi çabuk olun!'' diye bağırdı Burak tekrar, sedye ile buraya koşan sağlık personellerine. "Evde yaşlı kadın da olabilir, içeri de bakın."
''Kuzey mi yaptı?'' diye sordu Levent, diğer polislerin koşup kelepçelediği Kuzey'e dönen ve kine bürünen ela gözleriyle.
Başımı iki yana salladım.
''Tehdit etti Barış'ı beni öldürmekle. Ba-Barış benim için kendini vu-vurdu.'' dedim hıçkırıklarım arasından her kelime delici bir silah gibi kalbimi deşerken. "B-ben de Kuzey'i bacağından vurdum kendi silahıyla..."
Levent haykırarak ağlamaya başlarken elini uzatıp Barış'ın boynundaki şah damarına yaslamak istedi ancak öne atılarak engel oldum ona.
''Hayır, hayır, hayır.'' dedim bağırarak. ''Bakma! Yaşıyor o zaten...''
Eğilip bedenimi Barış'ın bedeni üzerine kapattım onu dokunmasın diye. Saçlarını, alnını, gözyaşlarıyla ıslanan şakaklarını ve yanaklarını öptüm ağlamaktan nefessiz kalıyor oluşumu hiçe sayarak. Sıcacıktı bedeni, buz kesen ve karanlıkta kalan ruhumu ısıtacak kadar sıcaktı.
"İyi o. İyileşecek!" dedim inançla fısıldayarak.
O sırada, "Bırakın onu!'' diyen Burak'ın gür sesiyle emir vermesi ile Barış'ın üzerinden çekilmeden başımı kaldırıp ayaklanan Burak'a baktım.
Kuzey'i kelepçeleyen polisleri durdurmuş ve ona dik dik bakan Kuzey'in önüne geçmişti iri cüsseli bedeniyle.
''Yolun sonu ha Kuzey!''
Gözlerine yerleşen tekinsiz ifadeyle iç geçirdi Kuzey.
''Yine kaçacağımı biliyorsun sen de, komiser Burak!'' dedi sonra da yüzündeki çarpık ve tiksindirici gülüşle.
Başını salladı Burak ona. Ardından da kafasını çevirip bana ve Barış'a baktı. Yeşil gözlerinden geçen sahici ve derin üzüntüyü bulanıklaşan bakışlarıma rağmen seçebiliyordum. Lakin birkaç saniye içinde güçlü bir öfke tarafından yutuldu o hüzün. Ve hızla Kuzey'e çevrildi bakışları.
''Kaçarsın, ama artık peşinde biz olmayacağız.'' dedi havaya dikilen çenesi ve tok çıkan sesiyle, ardından da belinden çıkardığı silahı Kuzey'e doğrultarak tek saniye beklemeden Kuzey'i alnından vurdu. ''Cehennem zebanilerine kolaylıklar diliyorum.''
"Komserim ne yaptınız?"
Yere düşen Kuzey'in cansız bedeni midemi bulandırırken, patlayan silahtan çıkan ses kulaklarımı çınlatmıştı.
"Komiserim yakalamıştık zat-"
"Kesin sesinizi!" diye bağırdı Burak kendisine yöneltilen sorulara cevaben ve cebinden çıkardığı eldivenleri ellerine geçirdi hızla. Ardından da Kuzey'in yanımda duran silahını alarak cebinden çıkardığı mendile benzer bir şeyle sildi soğukkanlılıkla. Yüzündeki ciddi ifadeyi bozmadan eldivenleri çıkarıp cebine koydu ve çıplak elleriyle silahı tuttu birkaç saniye. Sonra da o silahı Kuzey'in cansız elleri arasına bıraktı.
"Hepiniz gördünüz!" dedi itiraz istemeyen bir ton ve yukarı dikilen kaşlarıyla. "Silahını aldım sonra üzerime yürüdü. İnat edince bacağından vurdum ama yine de o arbedede boşluğumdan faydalanıp silahını geri aldı benden ve bana doğrultunca onu vurmak zorunda kaldım."
Kimseden ses çıkmayınca, "Anlaşıldı mı?" diye sabırsız ve baskın bir tonla bağırdı kükrercesine.
"Anlaşıldı komiserim!"
Hiçbir şey hissedemedim o an. Başımı çevirerek Barış'ın artık bembeyaz kesilen yüzüne indirdim bakışlarımı. Eğilip tekrar tekrar öptüm onu... Öyle ki sağlık görevlileri gelip Barış'ı benden güçlükle ayırabildiler.
Ama peşinden gidemedim... Kalbim sökülüp onunla gitti ama ben gidemedim...
O ambulansta duyacaklarımdan ödüm kopuyordu çünkü. Canlılığının nişanı olan nabzını dahi yoklayamayacak kadar cesaretsizleşmişken, o ambulansa binemezdim...
Benim yerime, Levent bindi o ambulansa...
Yaşayıp yaşamadığını bilmemek, dibini görmeden atladığım ateşten bir kuyuydu. Karanlığın içinde çıkış yolunu bulamadan yanıyordum ama yanmaktan kurtulmak da istemiyordum. Eğer o yaşamıyorsa istemiyordum...
''Leyla'yı hastaneye götürdükten sonra geleceğim emniyete.'' diyen Burak'ın bana dönüp omuzlarımı kavramasa da hareket ederek gözden kaybolan ambulansın peşinden öylece bakmaya devam ettim, gözlerimi kırpmadan. ''Leyla?''
Etrafta koşturan polislerden, diğer insanlardan soyutlanmıştım.
''Tek bir an düşünmedi.'' dedim boğazıma dizilen kelimeleri güçlükle dışarı çıkararak. ''Benim için kendi canını bir saniye olsun düşünmedi...''
''Leyla...''
''Burak,'' dedim gözyaşlarım durmaksızın yanaklarıma süzülürken, sesim içimdeki yangının aksine donuktu. Fakat ''Burak, o bana kıymaz değil mi? Ben biliyorum artık, o bana kıyamaz...'' diye sorarken titremiş ve cılızlaşmıştı boğazımdan kopan ses...
Omuzlarımı bırakmadan önüme geçti Burak, sonra da ellerini yukarı tırmandırarak yüzümü avuçları arasına aldı.
''O herifte seni bırakıp gidecek göz var mı sence?'' diye sordu gülümsemek adına kendini zorlarken, titrek sesi ve ağlamamak için direnen kızarmış gözleri söylediği şeye kendisinin de inanmadığına kanıttı aslında.
''Bırakmasın.'' dedim yalvaran hatta kutsal bir duayı dile getiren kısık sesimle ve ağlamam şiddetlenirken başımı içimdeki karanlık matemin aksine masmavi kesilen göğe kaldırdım. ''Beni de Deniz'i de bırakmasın...''
*
Hastaneye geldiğim an içeri girebilmemi, Burak'ın Barış'ın hala yaşadığını öğrenip bana haber vermesi sağlamıştı. Ancak içeri girdiğimde doktoru algılayamayacağım şeyler anlatmış, boş gözlerle yüzüne baktığımdaysa özetle durumunun kötü olduğunu ve acilen ameliyata alıp ellerinden geleni yapacaklarını söylemişti. Şimdiyse ameliyathane koridorun ucundaki duvarın önüne çöken Levent, bildiğim tüm duaları yerimde oturamadan volta atarak eden ben ve telefonla konuşan Burak dışında kimse yoktu henüz.
Ailesine haber verme görevini de Burak üstlenmişti zaten.
''Amirim, Sedat önce Barış'ı arayıp yanındaki polislerle Leyla'yı köye götüreceğini söylemiş. Barış da tek başına fırladı her şey normal sanıp.'' dedi Burak, tane tane konuşarak. ''Sonra Barış yolu yarılamışken bir daha aramış Sedat. Mangal yapalım falan demiş Barış'a. Adam vejetaryenmiş, Barış bunu duyunca işkillenmiş bizi aradı sonra etrafı sarın, destek ekip yollayın diye.''
Ellerimin tersiyle gözyaşlarımı sildim. Barış bir şeyleri fark etmiş, ancak yine de gelmişti oraya. Ah Barış... Gözlerimin yeni yaşlarla istila edilmesi fazla zaman almazken her bir hücremin sancıdığını hissediyordum.
''Amirim, beklemesini elbette söyledik ama biliyorsunuz huyunu, tabii ki de beklememiş.'' diyerek sıkıntıyla nefesini dışarı verdi Burak.
Benim yüzümden beklememişti, bana bir şey olacak diye beklememişti. Dayanamıyordum... Ellerimi yüzüme kapatarak hıçkırmaya başladığımda yaşadığım acı bedenime sığmıyordu artık. Kuşatıldığım ıstıraptan kurtulabilmem için Barış'ın gözlerini görmem, onun bana baktığına şahit olmam gerekiyordu. Yoksa o ateşten kuyu tarafından tamamen yutulacaktım...
''Ateş edecekti, ben de onu vurdum!'' diyerek dişlerini sıkan Burak, yaptığından pişman olmadığını belirtircesine çenesini yukarı kaldırıp kaşlarını çattı. ''Tutanak için geçeceğim emniyete, bir gelişme olursa haberdar ederim!''
Duyduklarını geçiştirici bir ifadeyle dinledi ve telefonu kapatarak yumuşayan yüzüyle yanıma adımlarken, ''Ağlama artık.'' dedi bunu boşa söylediğini kendisi de bilerek.
''Bile bile geldi Barış oraya değil mi?'' diye sordum gözyaşlarımı ya da boğuk çıkan kısılmış sesimi umursamadan.
''Kuzey'in orada olduğunu bilmiyordu ama bir şeylerin yolunda olmadığını da fark etmişti.'' diyerek başını yere eğdi Burak. ''Bizi beklemesini söyledik ama sen oradayken onu tutmak...''
''Ben...''
''Sen de aynısını yapardın Leyla.'' dedi Burak net bir sesle anın yerden kaldırdığı başıyla. ''Sen, tanımadığın insanların hayatını kurtarabilmek için kendi bebeğini bırakıp buraya geldin. Bir de aşık olduğun kişinin tehlikede olduğunu düşün, gözünü kırpmadan giderdin. Barış bizi beklemeyerek yanlış yaptı evet, ama aşık bir adam için en doğrusunu yaptı aynı zamanda.''
Hiçbir şey teselli olmuyordu bana... Aşkının altında eziliyor oluşum bir yana, Deniz ile ilgili gerçeği ona haykıramamış olmak çıldırtıyordu beni. Aşık olduğum adamın canı için endişelenmek, acı çekmek değildi yalnızca bana düşen... Birbirlerinden bihaber olan baba oğul için vicdan azabı çekiyordum...
Tarifi imkansız olan acım sınırsızdı lakin o acıyı çekme özgürlüğüm, vicdan azabımla sınırlandırılıyordu. Böylelikle Burak'ın telkinlerine rağmen ondan uzaklaşıp kendi içime çekildim bu hislerle... Yine dar zamanlarda yardana sığınmanın riyakarlığıyla uzun uzun dua ettim. Barış'ı bana geri vermesini dileyecek yüzüm yoktu, ama Deniz için babasını tüm kalbimle geri istedim...
İlerleyen dakikalarda, Şeyma ve Damla dışında Barış'ın tüm ailesi boş koridoru doldurmuş ve sanki ortada bir cenaze varmış gibi feryat etmeye başlamışlardı. Annesi katıla katıla ağlıyor, halası ona dalda durmaya çalışan Esma'ya rağmen bağırarak dizlerini dövüyor, Nil annesinin omzuna yasladığı başıyla hıçkırarak içini çekiyor, Senem abla şoka giren Kadir abiyi teselli etmeye çalışıyor, babası Erdal amca da yerden kaldırmadığı başıyla sessizce ağlayarak volta atıyordu koridorda. Yusuf ve Sarp ise dolu gözleriyle bir put gibi bekleyen Levent'in yanına, yere oturmuş hüzünle gözlerini yere indirmişlerdi.
Bense Rüya'nın omzuna yasladığım başımla ağlayarak dua etmeye devam ediyordum...
Yaklaşık yarım saat sonra ameliyathanenin kapısı açıldığında, hepimiz aralanan kapıdan çıkan doktorum önüne dizilmiştik olumlu bir şeyler duyabilmek adına.
"Merhaba, ben ameliyatı yapan doktorun asistan hekimiyim. Biliyorum, bizden bir şeyler duyabilmek için burada bekliyorsunuz ama riskli bir ameliyat söz konusu." dedi pek de iç açısı olmayan yüz ifadesi ve tatsız ses tonuyla.
"Oğlum yaşayacak değil mi?" diye sordu Emel teyze kesik kesik çıkan soluğuyla.
"Kurşun sağ ventrikülü sıyırmış, silahlı yaralanmalarda sağ ventriküle isabet varsa daha az öldürücü oluyor." dedi biraz daha umutlu konuşarak. "Hasta bunu bilerek mi ateşledi silahını bilmiyoruz ama sol ventrikül hasar almadığı için oldukça şanslı. Fakat mesafe çok yakın olduğu için hem sağ ventrikülde hem de akciğerde büyük sıkıntı söz konusu."
"Oğlumun yaşayıp yaşamayacağı ne zaman belli olacak? Lütfen, söyleyebiliyorsanız net bir şey söyleyin bize!" dedi bu kez Erdal amca, tıpkı Barış'ınkiler gibi siyah gözlerini sabırsızca doktora dikerek.
"Bakın oğlunuzun ameliyata alınması bile büyük şans. Kalp yaralanmalarında hayatta kalmak olasılığı çok düşüktür. Kalbin nasıl işleyeceğini tam olarak bilemiyoruz şu an için. Yani ameliyat başarılı geçse de hastanın durumunu ilerleyen günler belirleyecek." dedi ve başını yere eğdi. "Uyanıp uyanmayacağını da."
"Na-nasıl?" diye sordum göğsümdeki baskı sesimi titretirken içim acıyordu. "Uyanmama ihtimali mi var?"
"İçeri dönmem gerekiyor, elimizden geleni yapacağız. Lütfen sizler de her ihtimale hazırlıklı olun."
"Lan kardeşimin ölümüne nasıl hazırlıklı olurum ben?" diye bağırdı Kadir abi yanındaki duvara yumruğunu geçirerek. "Nasıl böyle konuşabiliyorsunuz?"
Senem abla ağlayarak kocasına sarılırken, doktor ameliyathaneye geri dönmüştü bile. Beklemekten başka çaremiz yoktu. Bana sarılarak başımı omzuna yaslayan Rüya, saçlarımı okşayarak gözyaşlarımı sabırla silerken onun yanında dikilen Burak da dolu dolu gözleriyle bizi izlemişti ilerleyen dakikalarda.
Zaman geçiyordu lakin ağır çekimdeydi ve bolca ıstıraplı.
''Daha ne kadar sürecek bu ameliyat?'' diye sordu Emel teyze daha fazla dayanamayarak ağlamaktan takati kalmamış sesiyle. ''Ben dayanamıyorum artık.''
Onu izleyen Kadir abi, "Annem...'' dedi annesinin çaresizce yakınmasıyla ve ayağa kalkıp karşısında oturan Emel teyzenin önünde dizleri üzerine çöktü yavaşça. ''Dayan ne olur..." dönüp hepimizin üzerinde gezdirdi kızaran gözlerini. "Toparlanın biraz... Barış uyandığında bizi böyle mi görsün?''
Uyanacaktı değil mi? Yaralı kalbimle buna inanmaktan başka çarem yoktu.
Hıçkırarak elini oğlunun yüzüne uzattı Emel teyze ıstırapla o anda.
''Kadir, kardeşine bir şey olursa yaşayamam ben.'' dedi inlercesine ve dudaklarını dişleyerek diğer elini kalbinin üzerine bastırdı. ''Kadir, yavrumun nefesi kesilirse ben nasıl nefes alırım? Kadir kardeşin ölmesin... Ölmesin...''
Kadir abi omuzları sarsıla sarsıla ağlayarak başını annesinin dizlerine gömerken, içime çektiğim her soluk fazlalıkmış gibi geliyordu. Göğsüm kavruluyordu...
''Metin'ime olan Barış'ıma olmasın.'' diyerek feryat eden Berrin hala, ile başımı belli belirsiz iki yana salladım. ''Aynı acıyı ikinci kez kaldıramam.''
Neden hepsi ölümü düşünüyordu? Barış ölemezdi, beni geçtim onun bir oğlu vardı. Oğlu için yaşamalıydı. Deniz için...
''Doktor ümitli konuşmadı.'' dedi Barış'ın babası Erdal amca, boğuk sesi onu konuşmakta zorlarken, karısına bakarak ıstıraptan kasılan ve kızaran yüzüyle hıçkırdı. ''Hazırlıklı olun dedi işte.''
Barış'ı bin kez kaybetsem de hazırlıklı olamazdım ki böyle bir şeye...
''Hayır! Benim abim ölemez...'' diyerek hıçkıran Nil, ayağa fırlayıp babasının yakasına yapışırken boğazı yırtılırcasına bağırmaya başlamıştı artık. "Baba böyle bir şeye nasıl hazırlıklı olunur? Hazırlıklı olmak ne demek? Abim ölmeyecek.''
Dayanamıyordum, ateşten bir el boğazıma yapışmış nefesimi kesiyordu.
''Kızım, benim için kolay mı evladım hakkında ölümü konuşmak? Ah Barış!'' dedi sitemle ağlayarak. ''Sana o mesleği isteme, yapma demiştim! Bedeli canın olur demiştim...''
''Yeter!'' diye bağırdım öfkeyle patlayarak.
Geldiklerinden beri onların feryat figan kötüyü çağırmalarından, Barış için ölümü konuşmalarından tükenmiştim artık. Hepsinin gözleri bana çevrilirken Rüya'nın omzundan kaldırdığım başımla bir adım öne çıktım.
''Barış ölemez! Ölmeyecek, çünkü onun onu bekleyen bir bebeği var.'' dedim içimde zapt etmekte zorlandığım gerçeği dile getirerek. ''Duydunuz mu bizim bir bebeğimiz var! O yüzden Barış ölemez!''
İçimde çalkalanan hislerin gürültüsüne tezat bir sessizlik oluştu koridorda, tüm gözlerin şaşkınlıkla üzerimde takılı kalmasını umursamadan onlara baktım inatla. Barış için ölümü düşünmesinler istiyordum yalnızca.
''Na-nasıl?'' diye sorarak yaşadığı şoktan ilk sıyrılan kişi Kadir abi olurken, yavaşça ayağa kalkmıştı dizleri üzerinden. ''Sen hamile misin?''
Gözleri karnıma kaydığında başımı iki ıstırapla iki yana salladım.
''Leyla?''
Emel teyzenin de ayağa kalkmasıyla başımı yere eğdim.
''Bizim yaklaşık 1.5 yaşında olan bir oğlumuz var.'' dedim vicdanım sızım sızım sızlarken titrek çıkan kısık sesimle.
Herkes için vurucu bir şaşkınlık koridoru esir alırken, Emel teyze düşmemek için oğluna tutunmuştu.
''Barış abim bunu bi-biliyor mu Leyla?'' diye soran Nil, gözyaşlarını elinin tersiyle silerken duyacağı şeyden korkuyora benziyordu.
Dişlerimi sıkıp gözlerimi sımsıkı yumarak başımı iki yana salladım.
''Ne?" diye sordu Kadir abi, öfkeyle yükselen sesini dizginlemeden. "İçeride ölümle pençeleşen kardeşimin bir oğlu var ve onun bundan haberi yok öyle mi?"
"Nasıl yani?"
Bu kez bağıran Berrin hala olmuş ve oturduğu sandalyeden kalkıp bana doğru sinirle yürüyerek tam karşımda dikilmişti.
''Kızım senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu?'' diye bağırırken hıçkırarak ağlamaya da devam ediyordu. ''Barış'ımın bir çocuğu var ve o bunu bilmeden ölüm kalım savaşı veriyor öyle mi?''
Hızlanan nabzımdaki kanın geriye doğru çağladığını hissediyordum.
''Ben...''
''Sen ne Leyla?''
Bu kez hastaneye geldiğimizden beri oturduğu yerden kalkmadan öylece oturan Levent ayağa fırlamış ve koşar adımlarla bana yaklaşıp karşıma dikilmişti. Öfkeyle alıp verdiği hızlı soluklar yüzüme çarparken başımı kaldırıp gözlerine baktım.
''Sen o adama bunu nasıl yaparsın?'' diyerek başını elleri arasına alıp dişlerini sıktı sinirle. ''Haklıydın, yüzümüze bakmamakta bizden tiksinmekte haklıydın ama sen... Allah kahretsin sen o adamın neler çektiğini ucundan kıyısından göre göre çocuğunu nasıl sakladın? O adam 2 yıl boyunca alkolle yaşadı, geceleri kuru parke üzerinde yattı sana olan hasreti yüzünden... Sırtı, omuzları mosmor kesildi!''
Saplanıp kaldığım acı büsbütün yuttu beni. Hıçkırarak ağlamak dışında bir tepki veremedim.
"O sana hiçbir zaman bilerek kıymadı, canını yakmak istemedi. Ama sen!" derken dayanamayarak yumruk yaptığı elini yanımdaki duvara geçirdi hırsla. "Sen Leyla, aptal gururun yüzünden çocuğunu mu sakladın?"
"Gurur yüzünden değildi!" diye çığlık attım tüm sıkışmışlığıma rağmen. "O zamanki bildiklerimle kendimce en doğru olanı yaptım!"
"Bir bebeği babasından ayırmak mı doğru olan? Kızım delirtme beni!" dedi onu daha önce hiç görmediğim kadar öfkeliydi.
"Bunun açıklamasını yalnızca Barış'a borçluyum!" dedim gözlerimden boşalan yaşlara rağmen çenemi yukarı dikerek.
"Yaşarsa yaparsın!"
Söylemi sert bir yumruk gibi mideme inerken, kalbim düğümlendi.
''Levent yeter!'' dedi Burak araya girerek.
''Ulan adam senin bile ayaklarına kapandı it herif!'' diyerek öfkeyle Burak'ın yakasına yapıştı Levent. ''Böyle sakin kaldığına göre sen de biliyordun! Siz, siz nasıl insanlarsınız? Barış bebeğini göremeden ölürse ne olacak lan?'' dedi gözlerinden süzülen yaşlarla haykırarak.
''Leyla'nın yaşadıklarını basitleştiremezsin Levent!'' dedi Rüya da yanıma gelip Levent'in karşısına dikilerek.
"Yeter!" diyerek bağırdı Erdal amca, yaşadığı şoktan sıyrıldığında hiddetle. "Torunumu derhal buraya getiriyorsunuz!"
"İstanbul'da mı Barış'ımın bebeği?"
Berrin hala ağlayarak yere çökerken nefes alamıyordum.
''Leyla, torunum nerede?'' diye sordu o esnada Emel teyze hıçkırıkları arasında feryat ederek.
Sonrasında herkes bir şeyler söyledi, sordu... Lakin görüntüler ve sesler gittikçe bulanıklaştı. Yer ayaklarım altından kaydı.
*
Gözlerimi aralar aralamaz, bakışlarım uzandığım yatağın yanındaki sandalyede oturan Emel teyzenin yaşlı gözleri ile buluşmuştu. Yüzünde sorgulayıcılıktan daha çok hasret dolu hatta biraz da mahçup bir ifade vardı.
"Rüya anlattı olanları." dedi titreyen sesiyle. "Sen yaşadığın onca şeye rağmen torunumu dünyaya getirmişsin, ne desem nasıl teşekkür etsem bilemiyorum."
Yatakta doğrularak anında yaşlarla dolan gözlerimi beyaz çarşafa indirdim.
"Barış'tan haber var mı?" diye sordum sonra da umutla.
İç geçirerek uzanıp elimi tuttu.
"Ameliyatı bitmek üzereymiş ama riskli olduğu için uyutacaklarmış bir süre." dedi şükreden sesiyle.
Saatler sonra kalbimde acının değil, umudun sesi yankılandı ve tutuk bir gülüşle gözlerimi tekrar Emel teyzeye çevirdim.
"Sana yaşattığı hayal kırıklığı için üzgünüm." dedi yanaklarına süzülen yaşlarla af dilercesine.
İçime uzun bir soluk çekip başımı iki yana salladım.
"Rüya'nın da henüz bilmediği şeyler var. Barış kötü biri değil ve ben de özellikle Deniz'in varlığından onu haberdar etmeyerek hata yaptım." dedim buğulanan sesimle sol gözümden süzülen ufak bir damlayı elimle yok ettim hemen. "Barış ve benim dışımda gelişen farklı şeyler benim bu hatayı yapmamda etkiliydi tabii. Ama şu an anlatacak kadar iyi hissetmiyorum."
"Deniz." dedi ağlayarak. "Onu ne zaman görebiliriz?" diye sordu hemen ardından da heyecanla.
"Deniz Türkiye'de değil." dedim gözlerimden tekrar durmaksızın akmaya başlayan yaşlarla. "İngiltere'de ve ben şu an onu almak için gidemem. Barış'ı bırakamam..."
Ama Rüya gidebilirdi. Hem Deniz, babasına yakın olursa Barış belki de hayata tutunmak için daha fazla çabalardı.
"Rüya gider ama." dedim, Deniz'e kavuşma düşüncesiyle heyecanlanarak.
Emel teyze de sevinerek başını salladı.
"Şey," dedi dudaklarındaki titrek tebessümle hıçkırırken. "Rüya fotoğrafını gösterdi. Barış'ımın aynısı ama ben doyamadım... Sende başka varsa bana gösterir misin?"
Yutkundum güçlükle. Oğlu için içi yanarken varlığından henüz haberdar olduğu torununun buruk sevincini yaşıyor ve kendisini Barış ile olanlar yüzünden bana karşı mahçup hissediyordu. Yataktan ona doğru uzanıp sıkıca sarıldım ona.
"Barış'ın kalbinin güzelliğini kimden aldığı belli." dedim o kalbin yaşamını sürdürmesine muhtaç olduğumu hissederek. "Deniz böyle bir babaannesi olduğu için o kadar şanslı ki..."
Buruk bir tebessümle gözlerimin içine baktı.
"Barış'ım yaşayacak değil mi Leyla?" diye sordu sonra da başını omzuma dökülen saçlarıma gömerek hıçkırırken.
Aklım, ruhum ve kalbim tek bir inanca tutunurken, "Yaşayacak." dedim.
*
Barış'ın doktoru gece yarısına doğru biten ameliyatın ardından kurşun kaynaklı zedelenmenin yarattığı hayati riskin de sürdüğünü ifade etmiş ve beklememizi rica etmişti. Ben de Barış'ın alındığı yoğun bakım kapısında sabahlamış, o kapının önünden bir saniye olsun ayrılmamıştım uyanması umuduyla. Ama uyanmadığı gibi onu görmemize izin de vermemişlerdi zaten. Ailesi de eve gitmemekte ısrar edip benimle beklemişlerdi. Fakat Deniz ve Yasemin teyze, Rüya ile birlikte önce İstanbul'a sonra da Hatay'a gelince herkesi buruk bir heves kaplamıştı. Kadir abi ve Burak onları havalimanından almaya gittiğinde de, Barış'ın babası dışında hepimiz eve geçmiştik birkaç saatliğine.
Kalbimin yarısını o yoğun bakım kapısının önünde bırakarak...
Ve akıl almaz bir özlemle beklediğim Deniz, Yasemin teyze ile o kapıdan içeri girdiğinde yüreğimdeki acı beni bulan gece siyahı gözleriyle birkaç saniyeliğine yok olmuş ve gülümsemiştim kederle. Günler sonra beni görmekse onu afallatmış, ona bakan diğer meraklı gözlere rağmen ilk şoku atlattıktan sonra kollarını bana uzatarak ağlamaya başlamıştı hıçkıra hıçkıra. Koşup onu kucağıma aldığımdaysa, boynuma sardığı kolları minik bedenin tüm gücünü orada toplamışçasına kilitlenmişti boynumda sımsıkı. Boynuma gömdüğü başını oradan kaldırmadan içini çeke çeke ağlamaya devam ederken, başına onlarca öpücüğü ard arda sıralamış ve hasretle sarılıp kokusunu içime çekmiştim.
Deniz'in özlem dolu hıçkırıklarıklarıyla ürperen bedenim, gözlerimden süzülen yaşlar ve burnumdaki kokusu... Ona ne kadar sarılırsam sarılayım doymayacaktım.
"Annem." dedim hasretle ve elini sağ avcuma alarak sevdiği gibi avuç içini öptüm uzun uzun. "Seni çok özledim bebeğim."
Başını geriye iterek yüzüme baktı ıslanan siyah kirpikleri arasından, avuç içini öptüğümü fark edince de gülümseyerek avcunu biraz daha bastırdı dudaklarıma. Gülümseyerek onu biraz daha öpsem de onunla tanışmayı, yaşadıkları acıya rağmen hevesle bekleyen insanlar vardı.
"Barış'ımın aynısı." dedi Emel teyzenin hayranlıkla titreyen sesi. Islak gözlerim bulduğunda hülümsedik birbirimize ve yaklaşıp kucağımdaki Deniz'in başına uzun bir öpücük kondurdu gözlerindeki yaşlarla. "Hoş geldin babaannem."
"Deniz, merhaba." dedi hemen yanımda dikilen Nil de uzanıp Deniz'in minik elini tokalaşmak için avcu arasına alarak. "Ben senin halanım küçük bey."
Deniz bu kavramların ne anlama geldiğini bilmese de Nil'in ona bakarak tatlı bir üslupla konuşmasına gülümsedi içtenlikle başını göğsüme yatırırken.
"Ben de büyük halanım minik aslanım." diyerek bize yaklaşan Berrin hala da elinde hazır beklettiği çeyrek altını Deniz'in kazağına takıp alnından öptü. "Baban evimize gelsin ben sana ne ciciler yapacağım."
"Hala bu kargaşada bile altın takmak nasıl geldi aklına?" diye sordu Nil, tatlı sert bir sitemle.
Omuz silkerken "Barış'ımın rüyasını gördüm ben dün." dedi Berrin hala mutlulukla. "İyileşecek paşam."
İç geçirdim.
"Deniz," diyen Senem abla atışmaya devam eden Nil ve Berrin halayı geçip yanımıza gelirken, Kadir abiye dönmüştü şaşkın bir gülüşle kaplanan yüzü. "Kadir şunun tatlılığına bakar mısın? Ah Barış, kim bilir nasıl mutlu olacak..."
"Deniz'i havalimanında gördüğüm andan beri 5 yaşıma geri döndüm sanki. Barış'ın bebekliğinin aynısı..." dedi Kadir abi buruk bir sevinçle parıldayan gözlerini Deniz'den ayırmadan.
"Damla'yı Ankara'ya yolladık etkilenmesin diye. Döndüğünde kuzenine bayılacak."
Deniz'in gelişi üzerimizdeki karanlık matemi kaldırmaya yetmişti. En azından bir süre için...
"Abim." diyerek sabırsızca yanımıza adımlayan Yusuf da Deniz'in parmaklarına uzanıp hafifçe öptü sonra da içtenlikle "Aramıza hoş geldin. Aileye anneyi transfer edelim baba iyileşince olur mu?" dedi gülümseyerek.
Deniz ona kıkırdarken, Esma'nın ikizini iterek önüne geçmesiyle kıkırsayışı kahkahaya evrilmişti.
"Hoş geldin Deniz, Esma ablanım ben." diyerek Deniz'in alnına dökülen saçlarını düzeltti özenle Esma ve şakağına minik bir öpücük kondurdu.
Deniz ona da gülümserken, sıranın kendisine gelmesini bekleyen Sarp dudaklarını kaplayan hüzünlü tebessümle bize yaklaştıp Deniz'in elinin üzerini öptü usulca.
Geri çekilirken de "Merhaba minik aslan, aramıza hoş geldin." diyerek iç geçirdi, dolan gözleriyle.
Bana hala öfkeli olan Levent ise Sarp'ın ardından gelip Deniz'in saçlarını okşadı yüzüme bakmadan dolu dolu olan gözleriyle. Sonra da eğilip parmaklarını öptü yüzünü kaplayan acıyla.
"Çok zoruma gidiyor." diye mırıldanışını işitsem de sesimi çıkarmadım.
Barış'ın da burada olmasını istediği yaşlarla parlayan gözlerinden anlıyordum. Dünden beri boğazımdan ayrılmayan sancılı düğüm gözlerimi taze yaşlarla doldursa da dişlerimi sıktım.
"Ben Deniz ile biraz ilgilenip hastaneye gideceğim." dedim Deniz'e sarmalayıp kokusunu içime çekerken, gözlerim Yasemin teyzeyi bulmuştu. "Hoş geldin Yasemin teyzem."
"Hoş buldum canım benim."
Ona adımlayıp yanaklarından öperken Deniz saçlarımla oynuyor, minik elleriyle yüzümü seviyordu özlemle. Emel teyze de o sırada gözlerinden süzülen yaşları elinin tersiyle silerek kucağımdaki Deniz'e kollarını uzatmıştı. Lakin Deniz başını boyun girintime saklayarak kollarıyla sıkıca tutunmuştu bana. Benden bu kadar ayrı kalmışken, şimdi kimseye gitmek istemiyordu. Yasemin teyzeye bile...
"Size alışınca seve seve gelecektir." dedim içli içli ağlayan Emel teyzeye. "Deniz çok sıcakkanlıdır."
"Şaşırdı tabii çocuk." dedi Nil de dolu gözlerine rağmen annesini teselli edebilmek için ağlayan kadına sarılıp başını omzuna yaslarken. "Şu an yabancıyız ona ama böyle olmasına karşın bize güldü kaç kez."
Emel teyze yanaklarına süzülen yeni yaşları elinin tersiyle sikerken başını sallayarak gülümsemeye çabaladı. Sonra da bize yaklaşıp başı boynuma gömülü olan Deniz'in ensesine dudaklarını bastırıp, kokusunu içine çekti uzun uzun.
"Babası onu öpüp koklayabilsin başka bir şey istemiyorum..." diye fısıldadı elleriyle Deniz'in sırtını okşarken.
Benim de Barış'a dair istediğim ilk şey buydu.
"Hadi anne, hastaneye geçelim biz." dedi Kadir abi de dolan gözlerini kapatıp açarken, annesini omuzlarından kavrayarak geri çekmişti yavaşça. "Babam gelip Deniz ile tanışmayı bekliyordu."
"Bir gelişme olursa lütfen haber verin bana hemen. Ben Deniz'le ilgilenip onu uyuttuktan sonra hemen geleceğim zaten hastaneye." dedim kısılan sesimle.
Kalbimin yarısı o hastenede Barış ile birlikte atıyordu, diğer yarısı ise kucağımdaki oğlumuzla...
"Merak etme..."
Kadir abi, Emel teyze, Berrin hala ve Nil hastaneye giderken ben de Yasemin teyze ile üst kata çıkmıştım. Şeyma, Yasemin teyzeyi ona açtıkları odaya götürdüğünde de odamda Deniz ile kalmıştım, lakin duvarların üzerime geldiğini hissediyordum. Hele bu odada, Barış'a Ezgi yerine onun vurulmasını istediğimi söylediğim daha doğrusu yarım kalan o cümleyi hatırladığımda dayanamayacak raddeye ulaşmıştım. Üstelik kucağımda saçlarımla oynayan Deniz'e rağmen içimi çeke çeke ağlamaya da başlamıştım.
Bu odada kalamazdım. Deniz'i kollarımla kavrayarak hızlı adımlarla dışarı çıktım ve Barış'ın odasına yürüdüm. Deniz babasını, onun odasında beklemeliydi.
Fakat odasından içeri girdiğimizde yüzüme çarpan kokusu ile duraksadı adımlarım. Kucağımdaki oğluma sıkı sıkıya sarılsam da bacaklarım titriyor, göğsümü dolduran acı hisler ateşten bir kasırga ile içime saçılıyordu.
"Ayne?"
Deniz'in minik eli yanaklarımdaki yaşların üzerine kapanırken, gözlerimi kapatmış Barış'ın kokusuyla hıçkırarak ağladığımın farkına varmıştım.
"Ayne, ı-ıh!" diyerek kendince ağlamamam gerektiğini anlatmaya çalıştı Deniz, tekrar konuştuğunda başını iki yana sallarken.
Eğilip saçlarını, yanaklarını, alnını defalarca kez öptüm dudaklarımdaki zoraki tebessümle. Gülüşümün sahte olduğunun farkına varmayan Deniz ise boğazından yükselen kıkırtılarla onu öpüyor oluşumum keyfini çıkardı, avuç içini de öpmem için dudaklarıma uzatırken.
"Seni çok özledim annem." diyerek Barış'ın yatağına adımlamaya başladığımda, yüreğim ateşten bir kazanda kaynıyordu.
Aklında baba kavramı olmayan Deniz, o kavramdan belki de ömrü boyunca mahrum kalacaktı ve ben bununla nasıl baş edeceğimi bilmiyordum. Sızım sızım sızlayan vicdanım, aşık olduğum adamın tarifsiz acısını yaşamama dahi müsaade etmiyordu. Barış'a arkandan gelemem demiştim, fakat ruhum ve kalbim çoktan onunla gitmişti bile...
Eğer beni ardında bırakıp giderse ben yalnızca Deniz için nefes alan bir beden olarak dünya üzerindeki varlığımı sürdürecektim.
Nihayi hedefi bir an önce son nefesini vermek ve sevdiği adama kavuşmak olan bedensel bir varlık...
"Ayne del."
Deniz'i Barış'ın yastığı üzerine yatırarak aklımdan geçen ezici düşüncelerle doğrulduğumda, Deniz yanına uzanmam için elleriyle ona yaklaşmamı işaret ediyordu şimdi.
Gözlerimden istemsizce süzülen yaşları ellerimle kurulayarak yanına uzandım hemen. Başım, Barış kokan yastıkla buluştuğunda ise kalbim bin bölük oldu ve Deniz ile kesişen gözlerimiz nefesimi kesti. Ona bu kadar benzemesi yaradanın bana bahşettiği bir teselli miydi? Sınandığımı düşündüğüm bu benzerliğe mi sığınacaktım artık?
Elimi uzatıp Deniz'in yanağını sevdim parmak uçlarımla... Oğlumun yüzünde bir ömür boyunca sevdiğim adamın gölgesini arayarak nasıl yaşardım?
"Deniz," dedim mest olmuş bir sesle fısıldayarak ve titreyen dudaklarıma yayılan tebessümle burnumu Barış'ın yastığına biraz daha yasladım. "Bak bu babanın kokusu..."
Baba ne demek bilmeyen Deniz, yüzüme öylece bakarken boğazımdaki koca yumruya rağmen yutkundum. Baba ne demekti, önce oradan başlamalıydım.
"Ben neysem baba da o demek Deniz. Seni en az benim kadar sevecek demek." dedim parmak uçlarımla yanağını sevemeye devam ederken, parlak siyah gözlerini yüzümden ayırmadan beni dinliyordu dikkatle. "Sen de onu çok seveceksin biliyorum. Hem," dedim gözlerimden süzülen yaşlara rağmen kıkırdayarak. "Hem baban benden daha güzel yemek yapıyor, kesin siz ikiniz bir olup benim sebze çorbalarımı içmeyeceksiniz."
İkisi bir olup sebze çorbalarımı içmesinlerdi, umurumda değildi. Zerre gönül koymazdım... Yeter ki ikisi olsundu...
Hep olsunlardı...
"Eminim... Sen onun için iyi ki benim babam diyeceksin hep..."
Gülümsedi. Sonra da esnedi tatlı tatlı...
Deniz'in yüzünü ve saçlarını severek onu uyuttuğumda, Barış'ın kokusu ile mest olmuş ve gözlerimden akan yaşlarla yataktan doğrulmuştum güçlükle. Deniz'i öpüp yataktan kalktığımda ise daha dinç olabilmem için Barış'ı hissetmeye gereksinim duyduğumu biliyordum.
Etrafta dolaştı ağlamaktan artık çok da net göremeyen gözlerim.
Bir başkasının özel alanını karıştırmak yanlıştı, bu aşık olduğum kişi olsa bile yanlıştı... Ama ıstırap ve hasretle kavrulan ruhum etik değerleri gözetemeyecek kadar çaresizdi. Bu doğrultuda yataktan kalkar kalmaz, yatağın baş ucundaki komodinin üzerinde duran saatini aldım elime. Tenini seviyormuşçasına okşadım o saatin kordonunu uzun uzun...
Sonra onu yerine bırakıp yatağın etrafını dolaşarak giysi dolabının önünde durdum. Kapakları araladığımda onun gibi kokusu yerine deterjan kokusu çarptı burnuma. Muhtemelen buradaki kıyafetlerini yıkayıp dolaba asmıştı evdekiler... Elimi uzatıp kıyafetlerine dokunsam da Barış gibi kokmadıklarını bildiğimden çıkarmadım onları dışarı... Ardından da sol taraftaki kahverengi şifonyere doğru yürüyüp tam önünde durdum. Parfümü, ajandası ve üzerinde minik notların olduğu kağıtlar vardı üst kısımda... Dokunduğu son şeyler olduğunu tahmin etmek zor değildi. Yanaklarımdan çeneme süzülen yaşlarla titreyen parmak uçlarımı uzatıp dokundum onlara. Zavallı parmak uçlarım sanki Barış'a dokunuyormuşum gibi büyük bir özen ve aşkla hareket ediyordu...
Burnumu çekerek şifonlerin üst çekmecesine attım elimi bir süre sonra. Krem renkli bir defter ve yanında duran siyah kalem dışında bomboştu çekmecenin içi... Titreyen ellerim, o deftere uzandı ağır ağır. Sararmış sayfaları, eski bir defter olduğunu haykırırken parmak uçlarımla dikkatlice sayfaları çevirdim.
Farklı şairlere ait belki de yüzlerce şiir vardı...
Aralarında bana okuduğu ve yolladığı şiirleri de gördükçe hıçkırarak ağlıyor, kendi el yazısıyla yazdığı şiirlerin üzerine bastırıyordum dudaklarımı. Şiirlerini varlığımdan bile haberdar değilken, yüreğinde benim için demlediğini söylemişti...
Yüreğinde demlenem şiirler hatrına beni bırakmasa olmaz mıydı? Hem henüz bana okumadığı çok şiir vardı bu defterde...
Elimdeki şiir defterini kalbime bastırıp dizlerim üzerine yığıldım ağlayarak yavaşça. Deniz'in hatrına, ezberlediği şiirler hatrına geri dönsün istiyor ama benim için geri dön diyemiyordum.
Kalbim, bunu çığlık çığlığa haykırsa da dile getirecek yüzüm yoktu. Ona benim için zaten öldüğünü defalarca söylemişken, buna yüzüm yoktu...
🍂
3 Gün Sonra
3 gün daha geçmişti ama Barış ameliyatı başarılı geçmiş olsa da bir türlü uyanmıyordu. Doktoru ise ümit vermemek adına yalnızca beklememizi söylüyor bizi yanına bile sokmuyordu. Bense yoğun bakım kapısını kendime mesken edinmiştim elimden düşürmediğim şiir defteriyle... Eve yalnızca Deniz'i görmeye gidiyor, onu uyutarak öpüp kokladıktan sonra buraya koşuyordum. Deniz, ise Herkül ve Alev'in varlığıyla oyalanıp eğlenerek gönül koymuyordu onun yanında uzun kalamıyor oluşuma... Fakat Şeyma'nın anlattığına göre Herkül Deniz'le oynamasına karşın evin her yerini karış karış arıyor ve Barış'ı bulmaya çabalıyordu. Bulamadığında da boğazından yükselen uzun iniltilerle ağlıyordu. Alev ise diyetine bu kez yemesi gereken mamaları yemeyerek karşı koyuyordu... Minik kalpleriyle muhtemelen Barış'ın ölümle pençeleştiğini hissetmişler ve kendilerince üzüntülerini yaşıyorlardı...
"Yerde oturmayın lütfen, harap ettiniz kendinizi günlerdir..."
Güleryüzlü hemşirenin kaçıncı ikaz edişiydi bilmiyordum ama kendime çektiğim dizlerim üzerine yasladığım başımı kaldırarak, kadının yüzüne baktım yorgun gözlerle. Dışarıdan gördüğü halime üzülen yüzü, içimde kopan fırtınaya şahit olsa koşarak uzaklaşırdı yanımdan muhtemelen.
"Böyle iyiyim ben." dedim belli belirsiz çıkan kısık sesimle.
Hüzünlü gözlerle bana doğru yürüdü.
Başımda durduğunda da "Bari şuradaki sandalyelerde oturun. Bu kapının önünde, yerde oturmak hastanıza çare olmuyor ki." dedi elini bana uzatarak.
"Ama bana iyi geliyor." diyerek göğsüme bastırdığım şiir defterine sıkı sıkı sarıldım. "Ona en yakın olabildiğim yer bu kapının önü."
Ona yakın olamadığım her yer, her saniye öldürüyordu beni hissettiğim mutlak eksiklikle... Üstelik böyle olmadığını bilsem de yeryüzündeki herkes tammış ama bir ben yarımmışım gibi hissediyordum.
"Beklediğini bildiği için direniyor o da merak etme."
Hemşirenin buğulanan kahverengi gözleri, bana umut ışığı olurken gözlerimden süzülen yaşları sildim sağ elimle.
"Neden uyanmıyor peki?" diye sordum yutkunarak. Gözlerimden süzülen yaşlarla umutla gülümserken "Onu beklediğimi söyler misiniz ona?" dedim boğazımdaki düğümle başımı hafifçe omzuma yatırarak yalvarırcasına.
"Sen söylemek ister misin?"
Dolu dolu olan gözleri ve titrek sesiyle sorduğu şeyi doğru anlayıp anlamadığımı tartmadan sevinçle ayağa fırladım.
"B-ben, içeri girebilir miyim yani?" diye sordum içimde yükselen heyecanla nefes nefese.
"Doktoru bugün öğleden sonra gelecek. O gelene kadar seni içeri alabilirim." diyerek yüzünü kaplayan tereddüte rağmen gülümsedi içtenlikle.
İçime serpilen aydınlıkla hıçkırarak sarıldım kadına. Günler sonra nefes alabildiğimi hissediyordum. Lakin aklıma düşen Deniz ile yaşadığım mutluluk uzun sürmedi. O henüz babasını görmemişken ben nasıl içeri girebilirdim ki?
"Bizim bir bebeğimiz var." dedim yüzüme yayılan geniş tebessüm hızla solarken geri çekilerek kadının yüzüne diktim kızaran gözlerimi. "Ama ikisi de birbirinden haberdar değil ve eğer Barış bu kapının ardından çıkama-"
Hızlanan kalbimin feryat fihan reddettiği şeyi tamamlamaya dilimin gücü yetmemişti...
"Oğlum babasını nefes alırken görsün istiyorum." dedim alçalan sesimle ağrıdan çılgına dönen içimi umursamadan. "Lü-lütfen sadece birkaç dakika..."
Gözlerinden süzülen yaşlarla başını salladı.
*
Kadir abiye eve gidip Deniz'i getirmesini nasıl söylediğimi veya sonrasında sımsıkı sarıldığım şiir defteriyle oğlumun gelmesini nasıl beklediğimi bilmiyordum. Kucağındaki Deniz ile koridora giren Kadir abi, peşinden koşan Nil, Erdal amca ve Emel teyze şaşkınlıkla neler olduğunu sorgulamış ve içeri gireceğimizi öğrenince sevinçten deliye dönmüşlerdi. Hiçbiri keşke biz de girebilsek diye yakınmamıştı üstelik.
Şimdiyse bana içeri girebileceğimizi söyleyen hemşirenin gitmemiz için verdiği steril önlük ve maskeleri üzerimize geçirdikten sonra bizi yoğun bakımın ikinci kapısından içeri almasını bekliyoruk Deniz ile... Tabii Deniz, yüzünün yarısını kaplayan maskeden memnun kalmamış ve elleriyle onu yüzünden çıkarmaya çalışıyordu. Neyse ki maskesinin iki ucuna başının arkasında düğüm attığımdan başarılı olamıyordu bu konuda.
"Defteri alamayız ama içeri." dedi bizi izleyen hemşire elimdeki şiir defterini görünce.
Yoğun bakım kapısının önünde sabahlarken o defterdeki şiirlerden ezberlemiştim, Barış'a armağan etmek için... Yanına girdiğimde ona okumak istiyordum. ama yüreğimde demlendiklerinden daha doğrusu tamamen ezberleyip ezberlemediğimden emin değildim. Bu yüzden onu da yanımda içeri sokmak istemiştim.
"Peki." dedim burukça.
Hemşirenin sınırları zorladığını bildiğimden defteri ona uzattım mecburen.
Uzanıp defteri alırken, "Çıkınca benden alırsınız." dedi güven veren tebessümüyle. "Ufaklık en fazla 3 dakika kalabilir. Sizi de söylediğim gibi 10 dakikadan fazla tutamam."
Başımı salladım.
Yoğun bakımın kapısını araladı o da.
İçeri yavaş adımlarla süzülsem de Barış'ı az ilerideki yatakta bedenini saran cihazlarla öylece cansız yatarken görünce, arkamızdan kapanan kapının önüne mıhlandı adımlarım. Parmak uçlarıma kadar tüm bedenimin çekildiğini, dondurucu bir ürpertinin bedenimi esir aldığını hissediyordum içimdeki güçlü yangına tezat...
Yeryüzünde hatta kainatta ucu bucağı görünmeyen bir sevgiyle bağlanıp, kalbimi adadığım iki kişiyle günlerdir kapısının önünden ayrılmadığım soğuk yoğun bakım odasında bir araya geleceğimi tahmin edemezdim. Kucağımdaki oğlumun, babasını ilk kez ölümle pençeleşirken göreceğini asla tahmin edemediğim gibi...
Bu sarsıcı gerçek içimde çağlarken adım atamıyordum. İçeri girmek ve onu görmek için günlerdir kapının önünden ayrılmayan ben, kapının önünden az ilerde makinelere bağılı uyuyan adama doğru yürüyemiyordum.
"Ayne!" diyen Deniz, elleriyle yüzüne büyük gelen ve ona hayli rahatsız hissettiren maskesini sızlanarak çıkarmaya çalışınca, ellerimle saçlarını okşadım ve "Tamam anneciğim." dedim içim feryat figanken sevgi dolu çıkmasına çabaladığım sesimle gözlerimden damla damla süzülen yaşları umursamadan.
Sonra da içime derin bir soluk çekerek Deniz'i kollarımla daha sıkı sarıp Barış'a doğru adımladım titrek, güçsüz adımlarla. Göğüs kafesimin söküldüğünü tüm organlarımın acıyla inim inim inlediğini duyumsuyor ve yalnızca hıçkırarak ağlamak istiyordum. Ama ona yaklaştıkça biçimli yüzünü gördüm, kalbim hevesle çırpındı ve kederli bir özlemle iki yana büküldü dudaklarım.
"Deniz," dedim yatağın kenarında durduğumuzda fısıldayarak. İçim sancılı bir acıyla kuşatılmış olsa da dudaklarımı çevreleyen maskeye rağmen Deniz'in başına bastırdım dudaklarımı, sonra da elimle Barış'ı işaret ettim. "Bak baban uyuyor anneciğim."
Ellerini minik yüzünün yarısını kaplayan ve çıkarmak için uğraştığı maskeden indirerek babasıyla aynı olan gözlerini önce bana çevirdi. Gözlerimdeki yaşları fark edince de kaşlarını çatarak, elini uzatıp yanaklarıma akan damlaları silmek istedi. Fakat elini tutup mani oldum ona ve tekrar Barış'ı işaret ettim. Bu kez gösterdiğim tarafa çevirdi bakışlarını usulca.
Ve babasını ilk kez o an gördü.
Afalladı bir kaç saniye boyunca Barış'ı öylece gördüğünde. Sonra da "Hih!" dedi uyuyan birini uyandırmamak için kendince endişelenerek.
Bir avuca sığabilecek boyuttaki kalbimde, milyonlarca çatlak oluştu o anda ve her çatlaktan tayzikli acı fışkırdı oluk oluk tüm benliğime. Fakat gözlerimden süzülen yaşları umursamadan, boğazımdaki nefesimi kesen düğümle biraz daha yaklaştırdım Deniz'i babasına. Kıpırdamadan yatan babasını belki de ilk ve son kez görüyordu. Bu beni öldürse de Deniz'i tüm tükenmişliğime rağmen sıkı sıkıya tutmaya devam ettim.
O da minik elini babasının eline uzatarak, parmaklarıyla Barış'ın parmaklarını kavradı yavaşça. Sonra da onu uyuturken mırıldandığım gibi "Pişşşş pişş pişşş." diyerek beni taklit etti... Ona göre yalnızca tatlı bir uykuda olan Barış'ın daha iyi uyuyabilesini sağlayabilmek adına...
Sol kolumla Deniz'i kavramaya devam ederek sağ elimi uzatıp Barış ve Deniz'in elinin üzerine yasladım. Kalbimden fışkıran acı duruldu, kalbim paramparça olmamış gibi tatlı tatlı kanat çırptı ve dudaklarım iki yana kıvrılırken gözümden süzülen bir damla yaş üçümüzün birleşen ellerine aktı usulca.
"Seni çok özledim..." dedim fısıldayarak Barış'a. Sonra da onu dikkatle izleyen Deniz'i öptüm, gözlerimi ondan ayırmadan. "Uyanacaksın değil mi sevgilim?"
"Ayne, pişşş pişşş pişşşş." dedi Deniz, ona katılmam için birkaç saniyeliğine yüzünü çevirip yüzüme bakarken.
Başımı iki yana salladım.
"Hayır anneciğim, baban yeterince uyudu. Artık uyanması lazım." dedim gözlerimdeki yaşlara aldırış etmeden gülümseyerek.
Ne söylediğimi anlamadı muhtemelen ama yine de gülümseyen gözleri Barış'a çevrildi tekrar. Onun babasını izleyebilmesi adına sesimi çıkarmadım. Parmakları babasının parmaklarıyla oynarken ara ara kıkırdadı ve iç geçirdi.
Lakin ardımızda kalan kapının aralanması ve hemşirenin ikazıyla artık onun çıkması gerektiğini biliyordum. Elini, Barış'ın elinden yavaşça sıyırarak güçlükle yutkundum. Onları ayırmak zoruma gidiyordu ama bu kez benim elimde değildi. Kucağımdaki Deniz'i hemşireye götürmek için yavaş adımlarla Barış'ın yanından uzaklaşırken, Deniz'in gülen gözleri babasından kopmuyordu.
"Deeel." dedi Deniz onu hemşireye uzattığım sırada gözlerini ısrarla Barış'tan ayırmadan. Elim ayağım boşaldı, yutkunamadım. Ama Deniz, elini de arkamızda kalan yatakta kıpırdamadan yatan Barış'a uzatarak gel gel işaretiyle tekrarladı. "Del deel."
Deniz'i boğazımdan kopan hıçkırıkların arasında güç bela hemşireye teslim ederek Barış'a döndüm. Ve onlar dışarı çıkarken hızlı adımlarla Barış'a koşup elini avuçlarım arasına aldım bir daha asla bırakmamayı tüm kalbimle dileyerek.
"Hadi uyan ne olur, bak Deniz de seni çağırıyor... Biliyorum, sen benim bu kadar acı çekmeme müsaade etmezsin." dedim burnumu çekerken yalvarırcasına. "Hadi Barış, ben artık gözlerimde kışı yaşatmak istemiyorum."
Neden cevap vermiyordu bana? Acıdan nasıl kıvrandığımı neden hissetmiyordu?
"Senin şiir defterini buldum." dedim hevesli bir heyecanla. Zamanımın az olduğunu bilerek hızlı hızlı konuşmaya başlamıştım gözlerimden durmaksızın akan yaşlara rağmen. "Seni taklit etmiş olacağım ama ben o defterden birkaç şiir ezberledim sana. Yani ezberleyebildim mi bilmiyorum tam olarak."
Onun beni duymadığı gerçeğini umursamadan, çocuk kandırır gibi başımı sallayarak içimdeki yoğun acıdan sakladığım umudumla konuşmaya devam ettim.
"Senin yüreğinde demlenen şiirlerden, senin için senden aşırdım..." dedim burnumu çekip gülümserken kalp atışlarım hızlanmıştı. "Senin gibi mükemmel bir tonlamayla okuyamayabilir ya da kelimeleri unutup karıştırabilirim. Dalga geçme benimle olur mu?"
Parmaklarımla elinin üzerini onu incitmekten korkarcasına özenle okşarken gözlerimden kopan iki damla yaş ellerimizin üzerine döküldü. Dizginleyemediğim gözyaşlarıma rağmen yine de gülümsedim ve gözlerimi çok sevdiğim yüzüne diktim. Kalbim gözlerini aralayıp bana bakması için yaralı bir serçe gibi çırpınırken bana eşlik defterinden ezberleyebildiğim şiirleri seslendirdim ona titrek ve içli bir fısıltıyla...
- Bu kısımdaki şiirleri canım okurlarım seçip yolladılar. Kullanabildiğim kadarını kullandım, hepinize çoook teşekkür ederim canlar! 🤍 -
''Seni görmek gibi bir kaygım var.
Görsem sevginden öleceğim,
Görmesem hasretinden...''
-Cahit Zarifoğlu
Gözlerini aralamasını bekledim umutla ama aralamadı. Boğazımı pençeleyen amansız acıya karşın devam ettim...
''Hep böyle çocuksu mu bakar senin gözlerin?
Hep böyle içinde uzak bir ışık mı yanar?
Bakışlarında beni dinlendiren bir şey var;
Kıyısındaymış gibi en sakin denizlerin...''
-Ümit Yaşar Oğuzcan
Gözlerimden akan yaşlar maskeme çarpıp yüzüme dönen soluğum birleşip yüzümü sırılsıklam etse de vazgeçmedim.
''Gözlerinden göğüme
sayısız yıldız akar
Bir gülüşün içimde
binlerce lamba yakar.''
-Erdem Bayazıt
Sağ elim elini sevmeye devam ederken, sol elimi uzatıp saçlarını okşadım usulca.
''Ben seni seviyorum,
Gizlice...
El pençe duruyorum,
Yüzüne bakıyorum,
Söylemeden,
Tek hece.''
-Özdemir Asaf
Onu sevmekten kendi yüzüme bakamama pahasına hiç vazgeçmemiştim. Kalbim belki de bilincinden saklanarak verdiği söze -aşkımıza inanacağıma- dirayetle bağlı kalmıştı...
''Şimdi onu nasıl inandırabilirim bütün bu süreyi onunla birlikte yaşadığıma?
Onu unutmuş gibi yaşarken onu düşündüğüme?''
-Oğuz Atay
Yalan yok çoğu zaman aşkıma yaslanan o kuvvetli nefretle anmıştım onu. Fakat o anlarda dahi canına bir şey olmasını dilememiştim yüreğimle...
''Nasıl bir his biliyor musun?
Oda geniş ama sığamıyorsun,
Bak kapı orada ama çıkamıyorsun,
Pencere açık ama nefes alamıyorsun.''
Cemal Süreya
Gittikçe cılızlaşan sesim boğazımdaki yumru sebebiyle boğuklaşıp kaybolurken Barış'ın saçlarındaki elim omzuna kaymış, ona sıkı sıkıya tutunmuş ve içimi çeke çeke ağlamıştım. Ama vaktim azdı ve ona ne kadar şiir okuyabilirsem, sanki onun bize dönmesini kolaylaştıracaktım. Burnumu çekerek devam ettim ben de..
''Kadife bir gece bu, başka türlü anlatamam sana.
Sımsıkı sarıyor, yumuşacık.
Yalnızlığın bana, odalara, iş olsun diye boyadığım tırnaklarıma, eşyaya usulca sinişini izliyorum.''
-Tomris Uyar
Omzundaki elim saçlarına tırmanırken hem ağlamaya hem de kederle gülümsemeye devam ediyordum.
''İnsana imtihan olarak özlemek yeter.
Bir şehri, bir sesi, bir nefesi.''
-Cahit Zarifoğlu
Neden müptelası olduğum gece siyahı gözlerini açıp, yanmaktan isle kaplanan yüreğime yıldızlarını serpmiyordu?
''Rüzgârlarda ne ateşleri hasretin ile
yaktım da
Bir seni yakamadım beni yaktığın gibi...
Çölde su, oruçta ekmek, mapusta gün gibi özledim seni.''
-Ahmet Selçuk İlhan
Hemşirenin az sonraya beni çağıracağını biliyordum. Ama ondan ayrılmak istemiyordum, çünkü elleri bir daha ellerimi bulmazsa kendi kıyametimin kopacağını biliyordum...
"Güneş sen varken iniyor bahçeye
Yıldızlar sen varken parlıyor,
Sen varken hayat yerli yerinde..."
Yıldırım Can Atilla
''Senin gibi okuyamıyorum diye mi uyanmıyorsun?'' diye sordum hıçkırarak tatlı sert bir sitemle.
"Gitmekle gidilmiyor ki...
Gitmekle gitmiş olamazsın,
Gönlün kalır,
Aklın kalır,
Anıların kalır..."
-Cemal Süreya
Saçlarını okşayan parmak uçlarım, usulca alnına ve şakaklarına kayarken kadife yumuşaklığındaki tenini sevdim... Elini tutan elimin parmakları da parmakları arasından geçti onu bırakmayacağımı hissetmesi adına kuvvetle...
''Bana yaşadığın şehrin kapılarını aç...
Sana diyeceklerim söylemekle bitmez
Yıllardır yaşamamdan çaldığım zamanlar,
Adına düğümlendi.
Bana yaşadığın şehrin kapılarını aç...
Başka şehirleri özleyelim orada seninle
..."
Duraksadım, Özdemir Asaf'a ait olan satırların devamı ulaşmıyordu zihnime.
''Başka şehirleri özleyelim orada seninle...'' diye yineledim ve gözlerimdeki yaşlar hızlanırken başımı iki yana salladım kaşlarımı çatarak.
Defterde yazlı olan ve benim ezberlemiş olduğum şiirin devamını getiremiyordum. Ama Barış'ın yazdığı o satırları tamamlamalıydım. Sanki Barış'ın gözlerini açması, elimi tutması benim bu satırları tamamlamamla mümkün olacaktı, ancak ben hatırlayamıyordum. Düşündüğüm şeyin gerçekçi olmadığını bilsem de felaketi yaşayan kalbim endişeyle boğazımda atıyor, tüm bedenim tir tir titriyordu.
''Hatırlayamıyorum.'' dedim yakınmay dolu nir hıçkırıkla. Göğüs kafesim fokur fokur kaynarken okuduğum önceki şiirler dahi hissettiğim yoğun kaygıyla buharlaşıp yok olmuştu şimdi. ''Ba-başka şehirleri özleyelim orada se-seninle...''
Olmuyordu. Hıçkırıklarımın ardı arkası kesilmezken ellerimi Barış'tan uzaklaştırıp yüzüme kapattım ıstırapla. Gözlerimi kuvvetle yumarak devamını hatırlamaya çalıştım tuttuğum nefesimle.
''Başka şehirleri özleyelim orada seninle...'' dedim ellerimi yüzümden indirsem de gözlerimi açmadım. ''Barış hatırlayamıyorum...'' diyerek aralamadığım gözlerimle başımı iki yana salladım. Devamı gelmiyordu bir türlü. ''Başka şehirleri özleyelim orada seninle...''
''Bu evler, bu sokaklar, bu meydanlar
Bize yetmez...''
Barış'ın yorgun, buruk fakat mutlulukla yükselen fısıltısı satırları tamamlarken kalbimi hatta tüm benliğimi istila eden kara bulutlar hiçliğe karışmıştı bir anda. İnanamazlığın verdiği şaşkınlığa rağmen dudaklarıma hızla sirayet eden ve oraya mıhlanan geniş tebessümle araladım gözlerimi usulca. Ve bakışlarımız kesiştiğin bana bakan parlak siyah gözlerinden yaşlarla dolu gözlerime binlerce yıldız yağdı...
***
Oy vermeyi unutmadık değil mi?
Sonraki bölümlerden duyurular ve kesitler için sosyal medyadan takip edebilirsiniz:
Instagram: misahanimm
Twitter: misahanimm
Bu arada Beyaz Gece'den sonra başlayacak olan yeni hikayem Güneşi Yakala'nın ufak tanıtımına profilimden göz atabilirsiniz. ✨
Görüşmek üzere,
kucak dolusu sevgiler, selamlar ❤️