Fabrikatörün Kızı

By hqlivelly

1.7M 102K 28.1K

"Yanlış anlamayın lütfen, bir anneye göre çok gençsiniz, bekar mısınız?" Kucağımda ki bebeğin bana ait olduğu... More

Tanıtım|Fabrikatörün Kızı
Bölüm 1 'Koş Onu Yakalayana Kadar'
Bölüm 2 'Kelepçelenmiş Aşk'
Bölüm 3 'Cesaret Kırıntıları'
Bölüm 4 'Kurtarıcı Melek'
Bölüm 5 'Tıkırında İşleyen Planlar'
Bölüm 6 'Karmaşık'
Bölüm 7 'Tehlikeli Sular'
Bölüm 8 'Vurgun'
Bölüm 9 'İntihar ipi ve Yıldızlar'
Bölüm 11 'İhanet Ateşi'
Bölüm 12 'Saklanmalıyız'
Bölüm 13 'Duman karası Yalanlar'
Bölüm 14 'Sınanmalar'
Bölüm 15 ' Belirsiz Kıskançlıklar'
Bölüm 16 'Serhat Şehrine Veda'
Bölüm 17 'Yokuş Aşağı Düşen Gerçekler'
Bölüm 18 'İntihar Kokan Öpücük'
Bölüm 19 'Dört Rakamına Asılan Geçmiş'
Özel Bölüm '23 Mayıs 2018'
Bölüm 21 'Kefareti İkimizin Boynuna'
Bölüm 22 'Tek Yol Bileti'
Bölüm 23 'Anlamsız Zincirlemeler'
Bölüm 24 'Mecruh'
Özel Bölüm 'Geçmişe İltica'
Bölüm 25 'Ebediyete İntikal'
Bölüm 26 'Ruha Kelepçe'
Bölüm 27 'Plan Dışı Olaylar'
Bölüm 28 'Aşkta ve Savaşta Her Şey Mübah
Bölüm 29 'Tehlike Benim'
Bölüm 30 'İnşiraha Kavuş'
Bölüm 31 'Hayaller Alemi'
Bölüm 32 'Tanışma'
Bölüm 33 'Sırlar Perdesi'
Bölüm 34 'İntikam Kokusu'
Bölüm 35 'Savunma'
Bölüm 36 'Dinle Beni'
Bölüm 37 'Sarhoş Olmak İstiyorum'
38. Bölüm 'Sıfır Noktası'
39. Bölüm 'Çok Hoş Kadınsın Ama Yetmez'
40. Bölüm 'Mühür'
Bölüm 41 'Tehlikeli Sular'
Bölüm 42 'Bebeğin Beşiği Çamdan'
Bölüm 43 "İmtihan"

Bölüm 10 'Hayal Kırıklığı'

52.2K 2.8K 540
By hqlivelly

Hey! Ne bu acele, önce şu minicik yıldızı aydınlat 🖤

Gecenin koynunda uyuyan yırtıcı bir canavar vardı ve ben bu canavarı yavaş yavaş uyandırdığımın farkında değildim.

Her şeyi idrak ettiğim zaman gök kubbe ikiye ayrılacaktı.

Kıyamet kopacak ve üzerimize kara bulutlar toplanacaktı.

Aşığı olduğum adam, benimle yıldız saymak istemişti...

Aşığı olduğum adam, intihar eden her bir yıldızı yaşatmak istemişti.

"Ya sıkılırsan, yarıda bırakıp gidersen?"

Zira yıldız saymak göründüğü kadar kolay değildi.
Ölen her bir ruhu jiletle hafızana kazımak zor zanaattı.

"Baş koyduğum bir işi bitirmeden gitmek lügatıma ters."

Serseri serbest stiline gülümsemeden edemedim. Görünüşü oldukça sersericeydi fakat hareketleri onun serseri olmayacak kadar olgun bir insan olduğunun en büyük ispatıydı.

Baş koyduğum bir iş.
Bu adam ne ima ediyor bize Beria.

Ellerim kendiliğinden boynuma astığı ay kolyesine gittiğinde onun da bakışları boynuma düşmüş fakat çok oyalanmadan tekrar gözlerime bakmıştı.

Bu sefer farklı bir soru yöneltmiştim zira bunu duymaya ihtiyacım vardı.

"Ay her gece yıldızları sayan kadını gizlice öper mi gerçekten?"

Meftunu olduğum lacivert gözleri parlemente kaydığında, derince yutkundu. Bunu oynayan adem elmasından anlamıştım.

"Öper ama sadece karanlıkta..." Kısa bir an duraksadı ve devam etti. "Zira yıldızlar, aydan her zaman kaçar."

Güneş açığa çıktığında yıldızların ortadan kaybolmasına vurgu yapıyordu.

Konuşma ihtiyacıyla dolup taşıtığımda dudaklarımın arasından sözcükler, denizin dalgası gibi köpürdü.

"Yıldızların kaçmasını sağlayan ay ise peki... Ayın görüntüsü yıldızları korkutuyorsa?"

Dudakları hafifçe yana doğru kıvrıldı ve baş parmağı ile kıvrılan yeri kaşıdı.
Mavi gözlerim, günaha teşvik eden dudaklarına kayarken o konuşmuştu.

"Korkularının üzerine gitsin, ay ona ışığını yansıtıp, kollarının arasına er ya da geç alır."

Hiç düşünmeden dikenli bir yolda yürümeye başlamıştım.
Gerçi ben onu gördüğüm ilk andan beri o yolda ilerliyordum fakat acısı çok fazlaydı. Ayağıma batan her diken parçası, tinimi boğuyordu.

"Yıldızlar..." Birkaç saniye susstum ve ona küçük bir adım yaklaştım, bu hareketim bakışlarını kaçırmasına sebep olmuştu. Oysa korkularının üzerine gitsin diyen oydu.
"Işığı gördüğü zaman kaybolurlar."

Başını yere eğip, muhtemelen her söylediği söze hazır bir cevap vermeme sessizce güldü.
Bu hareketi benimde yüzümde küçük bir tebessümün oluşmasını sağlamıştı.

"O zaman vazgeçsin. Kendinden geçeceğine aydan vazgeçsin. Ona zarar veren hiçbir şeyi etrafında tutmasın."

Bana zarar vereceksin Cihangir ama senden geçemiyorum.
Bize kan kusmak müstehak Beria...

Ona tam tekrar cevap verecek iken cebimden yükselen birkaç bildirim sesiyle beraber tamamen susmak zorunda kalmıştım.

Ardı ardına mesaj atıldığı için hızlıca cebimden telefonumu almıştım.
Mesajların hepsi Hare'den idi.

Kimden: Hare
Annem uyandı.
Seri eve gel.
Seni sordu, uyuduğunu söyledim.

Annemin şu an Cihangir ile konuştuğumu öğrenmesini istemiyordum zira gecenin bu saati bizi görüp çok daha farklı şeyler düşünebilirdi.

Gerçi şimdiden öyle düşünmeye kendini hazırlasa onun yararına olurdu.

Gözlerimi telefondan çekmeden konuşmuştum.

"Benim gitmem gerekiyor. Yıldız sayma işini başka sefer yapsak olur mu?"

Şu an onunla yere uzanıp, gecenin en izbe karanlığında yıldızları izlemek istiyordum.
Fakat şartlar el vermiyordu.

Olumlu manada başını sallamış ve dediğimi yinelemişti.
"Başka sefer."

"O zaman, görüşürüz."

Ellerini ön ceplerine yerleştirirken ben çoktan arkamı dönüp, bahçeye ilerlemeye başlamıştım fakat sadece birkaç saniye sonra tekrar sesi duyulmuştu.

"Ne zaman görüşürüz?"

Omzumun üstünden ona baktığımda gülümsemeden edememiştim.

Bu adam bize yürümeye mi başladı Beria..?

Cevap vermeden hızlıca bahçeye girdiğimde, rüzgarın etkisiyle saçlarım dağılmıştı ve muhtemelen o hala arkamdan bakıyordu.

Evin kapısını çalmamama gerek kalmadan içeriden açıldığında Hare ile burun buruna gelmiştim.

Gözleri anında omzumun arkasına kaydığında, elini havaya kaldırmıştı.
Bu hareketine karşılık gözlerimi büyüttüğümde tıp ki onun gibi Cihangir'e bakmıştım.

"İyi akşamlar Cihangir abi, Berfucuğuma selam söyle lütfen."

Ne bu samimiyet?

Adam işkillensin mi istiyorsun Hare?

Cihangir'in bu sözlere karşılık şaşırmasını beklerken, o aksine gayet rahat bir şekilde başıyla selam vermişti.
Bu hareketi bir nevi 'elbette söylerim baldız' demek oluyordu.

O çok geçmeden siyah, spor arabasına binerken Hare'de sessizce kapıyı kapatmıştı.

Gözlerim anında merdiven boşluğuna kaydığında annemin ortalıkta görünmemesi rahat bir nefes almamı sağlamıştı.

"Niye gelmiş, boynuna ne astı öyle?"
Hare, meraklı hareketlerle boynundaki kolyeye baktığında kaşları da eş zamanlı çatılmıştı.
"İyi de bu senin kolyen, onda ne işi var?"

Ardı ardına sorduğu sorulara göz devirirken, tekrar terasa doğru yol almıştım. O da hemen arkamdan geliyordu. Sessiz kalmama öfkelenmiş olacak ki koluma vurmuştu.

Kaşlarımı çatıp ona baktığımda, beklenti dolu bakışları yüzünden konuşmak zorunda kalmıştım.

"Kolyemi yanında düşürmüşüm, onu vermeye gelmiş."

"Gecenin bu saatinde?"

Kolyenin benim için ne kadar önemli olduğunu anlamış olmalı ki, daha fazla bekletmek istememişti. Fakat içten içe bir tarafım beni görmek istediğini söylemişti.
Gereksiz yere ümitlenme Beria.

"Olamaz mı, ayrıca ne bu sorgu sual. Odana gitsene sen."
Onu kovmama yüzünü buruşturmuş ve göz devirip, yanımdan geçmişti.
Giderken söylenmeyi de ihmal etmemişti.

"İngiltere prensesiyle konuşuyoruz sanki anasını satayım."

O çarçabuk merdivenlerden çıkarken, ben çoktan terasa girmiş ve büyük trabzanlara yaslanmıştım ve gök kubbenin izbeliği, yıldızları ürkütene kadar da cehennemin ateşinde soluklanmıştım.

*********

Sabahın ilk ışıkları odama vururken, göğüs kafesimde hissettiğim amansız sancıyla yüzümü buruşturarak gözlerimi açmıştım.

Güneş, beni defalarca olduğu gibi bugün de kalp ağrısıyla uyandırmıştı.

Ağrı dehşet bir hal alırken, anında kalbime doğru elimi bastırıp, uzandığım yatağımdan kalkmıştım.

Kalkar kalkmaz gözlerim hafif kararsa da birkaç saniye içinde normale dönmüştü.

Anne rahminden çıkar çıkmaz bir yarayla dünyaya gelmiş ve geri kalan ömrümün tamamını bu yarayla yaşamaya mahkum bırakılmıştım.

Kalbimin delik deşik olmasını hazmedemeyiyordum.

Masamın üzerinde duran ilaç şişeme iğrenerek, kısa bir bakış attığımda aynanın önüne geçmiştim.

Tam o sırada burnumdan aşağı kırmızı bir sıvı süzüldüğünde, kızgın demirlerin içine atılmışcasına canım yanmıştı.

Zehirli sarmaşıklar etrafımı yavaş yavaş sarmaya başladığında, dudağımın üzerine doğru süzülen kanı elimin tersiyle hızlıca silmiştim.

Kimsenin görmesine mani olmaya çalışırken, odamın kapısı bu düşünceme tezat hızlıca açılmış ve dün gece yanımdan kovduğum halde, bu sabah tekrar yanıma damlayan kız kardeşim içeri girmişti.

"Efsun, annemler evden çık-"
Yüzümde dağılmış kanı gördüğünde anında yerine mıhlandığında, gözlerinden sancılı bir ifade geçmişti.
"Burnun... Burnun kanıyor... İlaç, ilaçların nerde?"

Anında odamın içinde olan beyaz masaya koşmuş ve fevri hareketlerle çekmeceleri karıştırmaya başlamıştı.
"Yok, ilaçların yok. Abla, annemlere arayayım. Bekle burada tamam mı? Kıpırdama, otur. Ani hareket etme."

Onun bu hareketlerine karşılık acımasız bir şekilde hayatın kötü tarafı yüzüme çarpmıştı.
Kan akmasına rağmen burnumun ucu sızladığında, onun kolunu sıkıca tutmuştum.

"Sakin ol, ben iyiyim. İçtim ilacımı."
Kahve gözleri pür dikkat burnumdan akan kana odaklanmıştı.
Titrek bir nefesi ciğerlerine armağan ettiğinde, kafasını iki yana sallamaya başlamıştı.

"Yalan söylüyorsun, içmedin. Yine başladın öyle değil mi, verdiğin onca söze rağmen yine tedavini yarım bıraktın."

Bırakmıştım...

Ama o da beni bana bırakmıştı...

Sessiz kaldığımda, ağlar gibi bir ses tonuyla devam etmişti.
"Senin bize bunu yapmaya ne hakkın var. Kendini düşünmüyorsun... Annemi, babamı, beni de mi düşünmüyorsun?"

Başımdan aşağı acı bir sem döküldü. Ruhum bu acının karşısında eriyip gitti. Var oluşum bana defalarca kez lanet okudu.
Ölmek istiyormuş gibisin Beria...

"İlaçlarımı içi-"

"Yalan söylemeyi kes artık!"
Avazı çıktığı kadar evin içinde bağırdığında anne ve babamın evim içinde olmamasına şükür etmiştim.
Zira babam bunu öğrenirse sakin kalmazdı. Kırıp, dökerdi.
Annem o dökülmüş kırıkların arasında kalırdı. Feryat figan ağlardı.

Seslerimizi duymuş olacak ki alt kattan yardımcımız Aycan teyze koşarak gelmişti.
İrileştirdiği gözleri ardından neden kavga ettiğimizi anlamaya çalışıyor gibi bir hali vardı.
"Kızlar, neden bağırıyorsunuz?"

İkimizde sessizce birbirimize baktığımızda, ben elimle odamın kapısını göstermiştim.
"Çık..." Boş boş yüzüme baktı bu durum içimde ki ateşin harlanmasını sağladı.
"Sana çık dedim değil mi. İkiletme, defol git odamdan."

Başını iki yana olumsuz bir şekilde salladı.
Ve ağzının içinden sadece benim duyabileceğim şekilde mırıldandı.
"Yazık sana."

Hızlıca odamın kapısına doğru ilerlediğinde Aycan teyze geri çekilerek ona yol vermişti.

"Efsun iyi misin yavrum?"

"Yeter, yeter ya yeter... Bana artık şu lanet soruyu sormaktan vazgeçin."

Kadının gözlerinden dehşete düşmüş bir ifade geçtiğinde, ona bu denli bağırmamı beklemiyor olmalıydı.
Başını yere eğip, geldiği gibi tekrar aşağı kata indiğinde hızlıca odamın kapısını kitlemiştim.

Kimseye tahammül edemiyordum. Hastalığım dolayısıyla sürekli aynı sorunlarla karşılaşmaktan çok sıkılmıştım.
Sürekli böyle devam edeceğini bilmekte ayrı kötüydü.
Zira kalbim, bu hayatın bana verebileceği en kötü hediyeydi.

Daha fazla bu odada durmayacağımı anlayınca, çöktüğüm yataktan kalkmış ve gardolabımın başına kurulmuştum.
Üzerime yakışacağını düşündüğüm birkaç parça kıyafeti hızlıca üzerime geçirdikten sonra, lavaboya gitmiş ve buz gibi soğuk suyun yüzümle buluşmasını sağlamıştım.
Günün getirdiği melankolik havadan ötürü makyaj yapmaya gerek duymamıştım.

Hızlıca odamdan çıkıp aşağı inmiş ve aynı hızla da evden ayrılmıştım.
Göğüs aralığıma hala hafif hafif sancılar saplandığı için araba sürmekten vazgeçmişti ve bir taksi çağırmıştım.

Çok kısa bir süre içinde taksi evimin önünde durduğunda hiç vakit kaybetmeden binmiştim.

"Nereye gidelim abla?"

Muhtemelen otuzlarının sonlarında olan adama kısa bir bakış atmış ve gideceğim yeri söylemiştim.

"Anka Veteriner Kliniğne lütfen."

Adam başını olumlu manada sallayıp, anında arabayı sürdüğünde ben de başımı cama çoktan yaslamıştım.

Hiçbir şey düşünmek istemiyor sadece hayatın beni nereye sürüjleyeceğini bilmek istiyordum.
Fakat işler her zaman benim istediğim gibi gitmiyordu.
Sürekli dönüp dolaşan birkaç olayın ucu bana veya çevremdekilere dokunuyordu. Bu sanırım tamamen kaderin cilvesiydi. Gerçi çoğu zaman cilve olmaktan çok işkence gibiydi.

Hare muhtemelen anne ve babama çok geçmeden ilaç içmeyi bıraktığımı söyleyecekti. Zira onlara söyleyince her şeyin düzeleceğini sanıyordu.

Aradan yaklaşık on beş dakika gibi bir süre geçtiğinde, taksi yavaşlayarak kliniğin önünde durmuştu.

Gözlerim taksimetreye kaydığında, adamın fiyatı söylemesine müsade etmeden omzumdaki çantanın içinden cüzdanı çıkarmış ve gerekli olan miktarı ödemiştim.

Vakit kaybetmeden araçtan indiğimde ise kliniğin önünde tüm güler yüzüyle bana bakan Ömürcan'ı görmüştüm.

"Bir ara Lora'yı burada unuttuğunu düşünmeye başlamıştım."

Onun aksine zoraki bir şekilde gülümsemiştim.
Köpeğimin rutin kontrolleri oluyordu ve benim iki gün öncesinde çoktan almam gerekiyordu. Fakat tamamen hem benim hem de evdekilerin aklından çıkmıştı.
Ömürcana unuttum demek yerine farklı bir bahane söylemiştim.

"Mekanda işler yoğun, uğrayamadım bir türlü."
Sorun yok dercesinde kafasını iki yana salladığında beraber kliniğin içine girmiştik.

Dışarıda ki sıcağa karşılık burası epey serindi ve bir nebze de olsa iyi hissettirmişti.

"Sen iyi misin Efsun, garip bir halin var?"
Bugün kaç defa daha bu soruyu duyacağını bilmiyordum fakat son olmasını umut etmiştim.
Kalbime hala ağrılar saplanıyordu ve ben inatla ilaaçlarımı içmediğim için git gide şiddetleneceğe benziyordu, bu durum yüzüme de yansımış olsa gerek bu yüzden sormuştu.

"İyi sayılırım."

Söylediğimin pek fazla üstünde durmayıp yanında çalışan asistanına bakmıştı.

"Beyza, Lora'yı getir hemen. Daha fazla sahibinden ayrı kalmasın."
Bakışlarını tekrar bana çevirdiğinde devam etmişti.
"Bir şeyler içer miyiz?"

Ona tam cevap verecek iken görünmez bir el ciğerlerime bıçak darbeleriyle vurmuş ve kalbim anlık beni terk etmişti.
Düşecek gibi olduğumda anında beni tutmuştu.
Fakat şu an bunu unursayacak durumda değildim zira tıpkı sabah ki gibi kir kan birikintisi burnumdan akıp gitmişti.

Ömürcan, bana bir şeyler söylüyordu fakat duymuyordum. Kulaklarımın içinde derinden bir çınlama sesi geldiğinde, ufak bir ürperti tüm damarlarımın içinde gezintiye çıkmıştı.

Asistanı da sesleri duymuş olacak ki alelacele yanımıza gelip, bana yardım ederek koltuğa oturtmuşlardı.
Telaşlı hallerine karşılık yüzümü buruşturmuş ve konuşmuştum.

"Tamam tamam sakin olun. Hastaneye gideceğim birazdan."

"Ben seni bırakayım."
Ömürcan'ın tamamen iyi niyetle bezenmiş sesine karşılık başımı iki yana sallamıştım.

"Giderim ben kendim."

"Efsun, olmaz halini görmüyor musun"
Teklifini direkt rafa kaldırabilirdim fakat üzerimde amansız bir zelzele vardı.

"Maran Hastanesi'ne gitmemiz gerekiyor."

Zira benim doktorum oradaydı.

*******

Asansörün kapıları iki yana açıldığında hiç vakit kaybetmeden inmiş ve hemen koridorun sonunda olan odaya doğru ilerlemiştim.
Kapısının hemen yanında yazan yazıya kaydı mzvi gözlerim.

Uzman Dr. Cihangir Maranoğlu...

Elim yumruk olduğunda tam iki kez kapısına vurmuştum.
Çok geçmeden bariton sesi duyulmuş ve içeriye girmiştim.
Beni beklemiyor olsa gerek anında kaşlarını çatmıştı.

"Müsait miydin, randevu alma-"

"Sana müsaitim."

Dudaklarımı birbirine bastırıp, içeri girmiştim.
Arkamdan kapıyı örttüğümde hiç yadırgamadan masasının önünde olan iki deri koltuktan birine oturmuştum.

"Bir sorun mu var?"

Ehemmiyetli sesine karşılık anında kalp ağrım tekrar baş gösterdiğinde derinlerden bir yer gün yüzüne çıkarak fısıldamıştı.
O kalbine daha çok zarar Beria...

"Kendimi iyi hissetmiyorum."
Söylediklerim pek hoşuna gitmemiş olacak ki, çatık olan kaşları daha çok çatılmıştı.

"Sebep?"

"Sabah kalp ağrısıyla uyandım..." Nefes alışverişi sıklaştı. "Ardından burnum kanadı."

"Burnunun kanaması pek hayra alamet değil..."
Kemikli parmakları hafif uzun sakallarının arasında gezinirken devam etti.
"Kan testi yaptırmalıyız."

Eli masasının üstünde ki telefona giderken sözlerinle hareketini engellemiştim.
"Hallettim bile."
Birkaç kağıt parçasını çantamdan çıkarıp önüne koyduğunda afalamış olduğunu bakışlarından anlayabiliyordum.
"Bakma öyle, hastane köşelerinde geçti ömrüm. Kan testi isteyeceğini biliyordum."

Birkaç saniye yüzümü izledi fakat hemen sonrasında önüne koyduğum kağıtlarla ilgilendi.
Kağıtların her birine kısaca göz atıp, elindeki kalemi çevirmeye başladı.
Hoşuna gitmeyen bir şeylerin olduğu yüz ifadesinden belli oluyordu.

Ağır ağır kafasını kaldırıp, benimle tekrar göz kontağı kurduğunda yüzünde adlandıramadığım bir ifade vardı.

"Ya ilaçlarını içmiyorsun ya da artık kalbin tedaviye yanıt vermiyor... Çürüme evresine geçti."

Anlık nefes alamadığımı hissettim. Kaburgamın arasından acı bir sem süzülüp geçtiğinde, ciğerlerim iflas bayrağını sallamaya başlamıştı.

Sessiz kaldım, suskunluğumu izledi bir süre ve bu durum lacivert gözlerinde yırtıcı bir canavarın soluklanmasını sağladı.
Konuşmamam onu sinirlendirmiş olmalı ki, burun kemerini sıkmış ve devam etmişti.

"İlaçlarını neden içmiyorsun, amacın göz göre göre intihar etmek mi?"

Kendi celladım olacaktım ve infazını kendi ellerimle verecektim.

Peki ya bunu istiyor muydum?

Ölüm... Varlığı bile beni korkutuyordu. Zaten istediğim şey ölmek değildi ki, özgürce yaşamak istiyordum. Hepsi bu.

Başını iki yana olumsuz bir şekilde salladım ve ondan gözlerimi kaçırırken mırıldandım.

"Birkaç hap parçasına bağlı yaşamak istemiyorum."

Çaresiz hissediyordum kendimi. Hayatımın sadece ilaç şişelerinden ibaret olmasını kendime yediremiyordum.

Cihangir elindeki kalemi stratejik hareketlerle sallarken bakışlarını asla yüzümden ayırmıyordu. Ve kaşları söylediklerimden memnun olmasa gerek, mümkünmüş gibi daha çok çatılmıştı.

"O zaman öl. Kıyıda köşede gebermeye  razı ol... İstediğin zaten bu değil mi?"

Bu değildi.

İstediğim kesinlikle bu değildi.

Konuşmama müsade etmeden öne doğru eğilip, ellerini masasında kavuşturmuştu.

"Ben kimseye, Cihangir'in hastası ihmalkarsızlıktan hakkın rahmetine kavuştu dedirtmem."
Bakışları dik, sözleri sertti.
"Adam akıllı o ilaçları ya içersin ya da içersin."

Emrivaki yapan ses tonuna karşılık rahatsız bir şekilde yerimden kıpırdanmış ve asıl mevzumuz bu olmasa dahi dile getirmiştim.
"Benimle bu üslupta konuşamazsın."
Zira ben takık bir kızdım, insanların virgülüne kadar yaptıkları vurguları önemserdim. Ve en iyi bildiğim şey de kimsenin benimle bu şekilde konuşmasına izin vermeyecek olmamdı.

"Keyfim nasıl isterse öyle konuşurum..."
Kaşlarım gayri ihtiyari çatıldığında, ekledi.
"Böyle hastaya, böyle doktor. Eldeki malzeme bu, ne yaparsın."

Ve ardından kum saati infilak oldu.
Patlamış cam parçalarının arasında bir yılan ouroboros yapmaya başladı. Ve biz bu sonsuz döngünün içine acımasızca hapsolduk.

********

Hastaneden ayrıldıktan sonra, önce eve uğrayıp Lora'yı emin ellere teslim etmiştim.
Bu süre zarfında annem yüzlerce kez sabahın köründe nereye gittiğimi sormuştu.
Onu bir şekilde geçiştirip, akşam Tolga ve Nil ile buluşacağım için üstüme şık bir şeyler giymiş ve evden öyle ayrılmıştım.

Şimdi ise ikisinin gelmesini oturduğum boğaz manzaralı masa da bekliyordum.
Bir an önce gelmelerini istiyordum zira onlara anlatacağım çok şey vardı.

Muhtemelen, dudaklarımın arasından dökülen her bir kelime de şaşkınlıktan dillerini yutacaklardı.

Omzuma bir el dokunduğunda, gözlerimi manzaradan çekip arkamda ki kişiye çevirmiştim.
Gelen Tolga'ydı.

"Nil nerede, neden beraber gelmediniz?"
Ayrılmaz ikili gibiydiler ve onları beraber görememek biraz şaşırmamı sağlamıştı.

"Bir türlü hazırlanamadı, uzun sürer diyerek beni de gönderdi."
Anladığımı belli etmek amacıyla dudaklarımı birbirine bastırıp, başımı sallamıştım.

"Uğur'da gelecek demiştin."
Gün içinde halimi hatrımı sormak için aramış ve laf arasında Uğur'un da geleceğini söylemişti.
Uğur'un yanında Cihangir hakkında pek rahat konuşamasam da yapacak bir şey yoktu.

O buna razı olduğunu kendi ağzıyla söylemişti.

"He." Cebindeki telefonu ve araba anahtarını masaya bıraktı. "Gelir birazdan ama ondan öncesinde ben bir su dökeyim."
Tuhaf söylenimine karşılık, tek kaşımı kaldırdığımda ona olan bakışlarımı fark etmiş gibi konuşmuştu.
"Niye öyle bakıyorsun, ilk kez mi işeyen adam görüyorsun."

"Üf Tolga!"

Sitemli sesime gülerek gittiğinde, bakışlarım sanki onun gitmesini bekliyormuş gibi yanıp sönen telefonuna kaymıştı.

Seslenmek adına tekrar ona baktığımda, çoktan yolu yarıladığını görüp vazgeçmiştim.

Aramızda ki samimiyet elle tutulurdu. O yüzden hiç gocunmadan telefonunu elime almıştım.
Biri arıyordu fakat oldukça tuhaf bir şekilde kaydedilmişti.

Sadece noktalı virgül olarak rehbere işlenmişti.

Tolga kimi, neden bu şekilde kaydederdi ki?

İçimde bir merak ateşi harlandığında, arama kapanmış ve ardı ardına mesaj gelerek telefon ekranını tekrar aydınlatmıştı.


Kimden: ;
Neredesin?
Tolga aç artık şu telefonunu.
Biraz daha açmazsan nişanlına dün gece yatak odanda yaşanılanları anlatmak zorunda kalacağım.


Çok geçmeden bir resim gözlerimin önüne serildiğinde, yüzleştiğim gerçek tokat gibi sol tarafıma inmişti.
Bir savaş alanı muharebesinde bir başıma kalmış ve tek bir mesajla ölmüştüm.

Üç kez şişlendiği halde ölmeyen ben... Tolga'nın pisliği yüzünden ölmüştüm

Benim canımdan çok sevdiğim kuzenim, dostum bildiğim adam tarafından aldatılıyordu.

Elim ayağım titredi, midem alt üst oldu ve öfkeden deliye dönen gözlerim bir alev topuna dönüştü.

"Ne yapıyorsun telefonumla Efsun?"
Sesi bir an da yanımdan duyulduğunda, iğrenen bakışlarımın hedefi oldu. Her şeyden bir haber olan Nil'in yanımıza adımladığını bilmeden günaha davetiye çıkardım.

"Nişanlını aldatacak kadar aşağılık olduğunu nasıl fark edememişim."

Ve tanrı bir kez daha cehennemi dünyaya döktüğünü ispatlamıştı...

~~~~~~~~

Hayırlı bayramlar 🌺

Size bayram hediyesi olarak bu bölümü vermişim varsayın lütfen ehehheheh
Sevdiklerinizle beraber geçireceğiniz, musmutlu dört gününüz olur umarım.

Bölümü nasıl buldunuz?

Tolga'nın içinde bulunduğu duruma ne demeli?
Sizce Efsun ne yapacak bu olay karşısında?
Kızcağız ilaçlarını da içmiyor görüyorsunuz, çok ısrar ettim aslında iç diye ama inat etmiş içmem diyor PDMDÖDÇMDÖEKDÖEŞDÖŞDLD

Neyse neyse lafı çok uzatmaya gerek yok.

Wattpad: hqlivelly
Instagram: hqlivelly

Sizi seviyorum ❤️

Okur kalın 🥀

Continue Reading

You'll Also Like

24.4K 1.1K 47
poems written by frxnvo
703K 17.9K 51
Under major editing. #45 in romance on 15/12/18 It is one in a million chance that a small town girl collides with an extremely rich and handsome man...
349K 1K 14
❗❗🔞🔞🔞 Rosey Esther seorang gadis yang berjumpa seorang lelaki misterius yang mencintai Rosey dalam diam. Bekerja sebagai seorang akauntan disebuah...
890K 44.2K 42
[SELESAI] KING DARREN : Seorang jejaka tinggi lampai dan berwajah yang tampan. Lahir dalam keluarga yang kaya raya iaitu King'Family. Wajah yang keta...