Beynimde ki zonklayan ağrı git gide şiddetlenirken bedenim boşluğa doğru süzüldü.
"Bana bak Vardar!" Kerem'in endişeli sesi kulaklarımı tırmalarken dizlerimin üzerine düştüm. Çaresizlik insanı her seferinde diz kapaklarında bir acıya mahkum ediyordu. Morarmalar, yaralar ve beyine saplanan binlerce iğne acının sebep olduğu hataların bedeliydi.
"Hadi abi, çıkmamız lazım buradan," dedi Gökdeniz elinde ki silahı beline koyarken. Yerde kanlar içinde yatan Faruk'a gözlerimi diktim. "Ben yapmadım," dedim titreyen sesimle.
Ben kimseyi öldürmedim.
"Ben öldürmedim." Göğüs kafesim sıkışırken kollarımı Kerem'den kurtarıp Faruk'a doğru dizlerimin üstünde süründüm. "Ben yapmadım."
Kerem kollarımdan tutup beni Faruk'un cansız bedeninden uzaklaştırmaya çalışsa da bu çabası nafileydi. Gözleri açık yerde sessizce yatıyordu ölü beden. Ellerimle ağzımı kapattım. Bedeni bembeyaz kesilmiş gözleri fal taşı gibi açık tavana bakakalmıştı.
"Bana bak!" Sertçe yüzümü kendine çevirdi. Yaşlı gözlerimi gözlerine dikerken ellerimi ağzımdan çektim. "Sen yapmadın... Ben yaptım."
Ellerim iki yanıma doğru düşerken acımasız gözleri içime işledi. Rahatlamamı bekliyordu ama rahatlayamazdım, büyük bir ağırlık bedenimi ele geçiriyordu.
"Öldü mü?" diye mırıldandım. Başka söylenebilecek söz bulamıyordum. Kerem gözlerini gözlerimden ayırmadan burnundan sert ve derin bir nefes çekti. Elini çenemden ayırıp yerdeki silahımı aldı.
Silahın şarjörünü titremekten uzak parmaklarıyla ustaca kavradı ve çıkarıp bana döndü. "Bak tam beş mermide hala burada. Sen yapmadın bir şey." Hiçbir şey söyleyemedim. Ben yapmasam da sen yaptın diye geçirdim içimden. Sen o kurşunu hiç düşünmeden sıktın. Onu öldürdün. Kerem'in buz gibi gözleri benden ayrıldı ve yavaşça ayağa kalktı.
"Kızı çıkar buradan. Ben dosyayı alıp geleceğim." Dizlerimin üstünde ki ağırlığım artarken Gökdeniz bana doğru yaklaştı. Yerde yatan bir ölü beden ve oluk oluşturmaya başlayan kanlar arasında onun hala tek derdi lanet olasıca bir dosyaydı.
"Hadi Işıl," dedi Gökdeniz. Başımı hızla iki yana salladım. Gözlerimi bir an bile yerde yatan Faruk'tan ayıramıyordum. "Ambulans gelicek," diye mırıldandım. Faruk'tan akan kanlar dizime doğru yaklaştığında geriye doğru kaydım.
"Ambulans gelicek," diye tekrarladım, elbisemi sırılsıklam etmeye başlayan kana aldırmadan. Onu böyle bırakmayacaktık, birinin ölümünde payım olmayacaktı. Avuçlarımda ki izlere ölüm bulaşmayacaktı.
"Kerem, abi takıldı bu plak gibi." Gökdeniz ellerini yüzüme doğru sallarken kılımı bile kıpırdatmadım. Ellerimi saçlarımdan geçirdim. Kulaklarım uğulduyor, yer ayaklarımın altından kayıyordu sanki. Bir can gözlerimin önünde yok olurken hiçbir şeyin önemi kalmamıştı.
"Gökdeniz, al kızı git!" Derin iç çekişler ve panik odayı kaplarken Gökdeniz beni kucağına almak için yöneldiğinde ellerini hızlıca ittim. "Bırak!" diye bağırdım hiddetle. Gözlerimde ki yaşları silerek dizlerimin üstünden ellerimle destek alarak ayağa kalktım. Yerde ki kanlara basa basa oluğun içinden geçerek Faruk'un yanına gidip yüzüne doğru eğildim.
Elbisem yerdeki kan birikintisine yeniden gömülsede aldırmadım. Boş gözlerle tavanı izliyordu. Alnının yanından giren kurşundan oluk oluk kanlar akıyordu. Bir dakika önce karşımda bana silah çeken adam yerde kanlar içinde savunmasızca yatıyordu.
Titreyen ellerimle Faruk'un açık kalan gözlerine uzandım. Yanaklarımdan süzülen bir yaş yüzüne düştüğünde dudaklarımı araladım. "Özür dilerim. Çok özür dilerim," dedim. Parmaklarımı zorlukla buz gibi olan göz kapaklarına değdirdim. "Ben.. özür dilerim."
Göz kapaklarını usulca kapatıp son kez yüzüne baktım. Cansız bedenini orada bırakırken derin bir nefes çekerek ayağa kalktığımda ciğerlerime dolan kan kokusu karşısında midem bulandı ama belli etmedim.
"İyi misin?" dedi Gökdeniz bana sanki yerde ölü bir adam yatmıyormuş gibi. Tek kelime etmeden kitaplığa doğru yürüyüp odadan çıktım. Arkamdan gelen Gökdeniz'in adımlarının aksine yavaş yavaş yürüyerek ilerledim. Ölü bedeni arkamda bırakmıştım. Zorundaydım. Kendime bir ceza vermek zorundaydım. Onu geride bırakırken göğüs kafesimi zorlayan vicdanım benim en derin cezamdı.
Evde ki sessizlik içimi ürpertirken onca misafirin nereye kaybolduğunu düşünmemeye çalıştım. Merdivenlere geldiğimizde adım atmak için ayağımı kaldırdım ama bir an da gözlerim karardı. Zorlukla yutkunarak merdiven demirlerine tutundum. İyi değildim. Ben hiç iyi değildim.
"Işıl!"
Gökdeniz panikle koluma girdiğinde itiraz edemedim.
"Gel. Tutun bana." Ağrılığımı Gökdeniz'e verip beni yönlendirmesine izin verdim. İtiraz etmeye mecalim bile yoktu. Kan kokusu hala burnumun direklerini sızlatıyordu. Evden çıkıp arabaya doğru ilerlediğimizde her şeyin bir rüya olmasını istedim. Hepsi rüya olsun, ben hiç buraya gelmemiş olayım istedim. Gözlerimi sertçe yumup açtım.
Gökdeniz hızlı bir şekilde arabanın kapısını açıp beni yolcu koltuğuna oturttu ve çantamı kucağıma koydu. Kapı arkamdan sertçe kapanırken başımı zorlukla cama yasladım. Gökdeniz arka koltuğa yerleşirken ellerimi karnıma bastırdım. Midem bulanıyor başım deli gibi dönüyordu. Elbisemde ki ve dizlerimde ki kan kokusu burnumu sızlatmaya başlamıştı bile.
"Al. Çek içine biraz." Gökdeniz'in uzattığı kolonyaya bakıp başımı salladım. "İstemiyorum." Arabanın camını açıp içeriye havanın girmesini bekledim. Hayatım benden bağımsızca savrulup gidiyordu. Gözlerimi her açtığımda yeni bir belanın içine düşüyordum. Ne kadar kötü olabilirler dedikçe en kötüsünü görüp kaçmak istiyordum. Gözlerimin önünden gitmeyen Faruk'un cansız bedeniyle başımı cama yasladım.
On yedi yaşındasın dedim kendime. On yedi. Bir ceset görmek, bir komplo kurmak ve onlar gibi davranmak için daha çok küçüksün.
🍂
Yaklaşık sekiz dakika sonra Kerem yanımıza geldi. Şoför koltuğuna hiçbir şey olmamış gibi geçip oturdu ve arabayı çalıştırdı. "Adamlara haber verdin mi? Evi temizlesinler, iz kalmasın. İçerisi savaş alanına döner birazdan." Gökdeniz başını ortamızdan çıkarıp yüzünü ovuşturdu.
"Haber verdim biran önce siktir olup gidelim diğerleri peşimize takılmadan," dedi neşesiz bir sesle.
"Birkaç dakikaya fark ederler. Tembih et adamlara, iz kalmasın." Kerem'in kurduğu cümlenin rahatlığı kalbimi sıkıştırırken kafamı hızlıca ona çevirdim.
"Adam öldü ve senin tek derdin iz yok etmek mi?" Gaza daha da yüklenip yola kitlendi. Hava da asılı kalan sorumla beraber daha da öfkelendim. "Cevap versene Kerem. Az önce bir adamı öldürdün sen!" Sesim arabayı inletirken Kerem ani bir frenle durdu. Bedenim öne doğru savrulurken kapının koluna tuttundum.
"Sen mi ölseydin?! Ölmek mi istiyordun?!"
Nefes alışlarım hızlanırken Kerem'in buz gibi siyah gözlerine baktım. "Kimsenin ölmesi gerekmiyordu!" dedim bağırarak. Kerem samimiyetten uzak bir şekilde güldü.
"Pembe dünyandan çık artık! Adam seni vuracaktı. Bende engel oldum."
Ellerimi saçlarımdan geçirdim. Birini öldürmüş olması onun için çok normal bir şeymiş gibi davranıyordu. Nasıl böyle rahat olduğunu aklım almıyordu. Önümüzde ki boş yola gözlerimi diktim. Bir can almıştı. Bir can bu dünyadan yok olup giderken ben gözlerimi yummuştum. Bir canın yok olup gitmesine izin vermiştim. Düşünceler kalbimi ağrıtırken derin bir nefes aldım.
"Çocuğu var mıydı?"
Kerem cebinden bir sigara çıkarıp yaktı. İçine büyük bir duman çektiğinde Gökdeniz'e döndüm. "Çocuğu var mıydı Gökdeniz?!" dedim sertçe. Gökdeniz bakışlarını benden kaçırıp yere baktı.
"Vardı," dedim ağlamaklı bir sesle.
"Sen bir çocuğun babasını öldürdün. Bir kadının kocasını öldürdün. Hiç mi için acımıyor?!" Kerem elini direksiyona geçirip bana döndü.
"On yedi yaşında ki bir kızı öldürecekti! Sence o adam melek miydi? Kaç çocuğun acısına göz yumdu, kaç evi aç susuz bıraktı, kaç katili savundu, kaç tecavüze göz yumdu o adam! Sen şimdi onun ölüsü arkasından yas tutmamı mı bekliyorsun?"
Gözleri alev alırken bakışlarımı bir an bile ondan kaçırmadım. "Birinin günahlarıyla kendi günahını örtmeye çalışamazsın. Ne farkın kaldı ondan?" dedim sessizce. Kerem gözlerini sertçe yumup açtı. "Pişman değilim. Duymak istediğin bu değildi değil mi? Ama duy! Pişman değilim Vardar. Yine olsa yine öldürürdüm."
Bakışları benden ayrılırken başımı sertçe öne çevirdim. "Sen katilsin!" diye mırıldandım. Gaza sertçe yüklenip arabayı karanlık sokaktan çıkardı.
"Öyleyim! İlk cinayetimde değildi bu."
Tüylerim diken diken oldu. O bir katildi. O sadece hasta ruhlu bir adam değildi. Caniydi, acımasızdı, soğukkanlıydı ve vicdansız bir katildi. Araba karanlık yollardan geçerken ruhumun da o yollarda kaldığını biliyordum. Gördüklerim, işittiklerim, yapmak zorunda olduklarım.. artık hiçbirinin geri dönüşü yoktu.
Bir kere batmıştım bu işe. Hiçbir şey artık gördüklerimi bana unutturamazdı. Hiçbir şey Faruk'un cansız bedenini geri getirmez, Kerem'in bir katil olduğu gerçeğinide değiştirmezdi. O ölümde benimde payım vardı, göz yumduğum için.
Ellerimde ki yaralara tırnaklarımı geçirdim. Parmaklarımın arasında ki kuruyan Faruk'un kanları yaralarıma bulaşırken, elbisemde ki kan kokusu burnumun direklerini her seferinde sızlattı.
Ölüm.
Kimsenin ummadığı an da gelir ve giderdi. Geride kim kalmış kim ağlamış umurunda olmazdı. Azrail gelir ya sizi ya da sevdiğinizi alırdı. Bu hikayedeki Azrail Kerem'di. Tek fark sevdiğimi öldürmemiş bir çocuğun babasını bir kadının kocasını öldürmüştü.
O Azrail, bende yardımıcısı olmuştum.
🍂
Yaklaşık yirmi dakika sonra düşüncelerimle ölüm sessizliğine gömülen arabanın içi telefon melodisiyle kesildi. Avucuma bastırdığım tırnaklarımı serbest bırakıp avuçlarımda ki teri elbiseme sildim. "Açsana şu telefonu Gökdeniz!" dedi Kerem sertçe. Telefon susup ikinciye çaldığında artık melodi başımı ağrıtıyordu.
"Abi emin misin?" Gökdeniz'in tedirgin sesi Kerem'in kaşlarını çatmasına sebep olmuştu. Bakışlarımı ikisine çevirdim. Gökdeniz telefon ekranını bize doğru çevirdiğinde gördüğüm isimle kalbim sıkıştı.
O an onun da gördüğümden daha kötüsü olabileceğini düşündüm. Kuzeni bu kadar acımasızken kim bilir o ne tür belalara bulaşmıştı.
"Aç.Bir şey belli etme," dedi Kerem düzce. Gökdeniz derin bir nefes alıp telefonu kulağına götürdüğünde Kuzey'den ne kadar çekindiğini anladım.
"Alo?" Gökdeniz hiçbir şey söylemeden birkaç saniye karşı tarafı dinledi. Kerem kuşkuyla dikiz aynasından Gökdeniz'i süzerken ben hissiz bir şekilde önümde ki yola bakıyordum.
"Tamam."
Gökdeniz'in tüm konuşma boyunca ağzından çıkan ikinci kelime bu oldu. Omuzuma dokunmasıyla ona döndüm.
Telefonu tedirgin bir halde bana doğru uzattığında sarsılmış duruyordu. "Ne oluyor?" dedi Kerem, Gökdeniz'in halini fark etmiş gibi.
"Kuzey, Işıl'la konuşmak istiyor." Kerem kaşlarını çatarken arabayı yavaşça durdurdu.
"Bizimle olduğunu nereden biliyor?" dedi sertçe.
Gökdeniz hala bakışları bana kitlenmiş bir şekilde telefonu uzatıyordu. Telefonu ellerinden alıp kulağıma götürdüm.
"Efendim?" dedim sesimde ki titremeyi gizlemeye çalışarak.
"Işıl..." Yorgun sesi kulaklarıma dolarken gözlerimi kapattım. Çatallaşmış sesinde ki yorgunluk şu durum da bile içimi farklı duygularla kaplamaya yetiyordu.
"Efendim?" dedim tekrardan. "Her neredeysen hemen Şişli Etfale gel... hemen." Gözlerim korkuyla açılırken aklıma bin tane düşünce hücum etti.
"Bir şey mi oldu? İyi misin sen?!" dedim tedirgince. Telefon ahizesinden derin nefes sesleri gelirken daha kötü bir şey olduğunu hissettim. Onun sesini bu denli yoracak şey kendi canı olamazdı. O kendi canı için endişelenmezdi.
"Deniz hastaneye kaldırıldı."
Deniz hastaneye kaldırıldı.
Beynime hücum eden iğne sayısı artarken dudaklarım aralık kaldı. Parmaklarımın arasında ki telefon kayıp giderken gözlerimi zorlukla açık tuttum. Beynimin içine tokmakla vuruluyor, bin iğne her hücremi delip geçiyordu..
Arabanın içinde küçücük kalmıştım.
Nefesim daralırken ellerim buz gibi olmuş bir halde kaskatı kesildim. "Ne dedi Kuzey?" Kerem'in ard arda soruları arabanın içinde yankılanırken ağzımı bile açamadım.
Kerem ayaklarımın altına düşen telefonu hızlıca alıp kulağına götürdü. "Ne dedin kıza?!" dedi sertçe.
Beş saniyelik bir sessizliğin ardından Kerem bir küfür savurup arabayı son süratla sürmeye başladı. Çok geçti. Artık kendime gelmem için çok geçti. Ne olur diye yalvardım içimden... Ne olur Allah'ım Deniz'e bir şey olmasın, ne olur Deniz'i benden alma..
🍂
Hastanenin önüne geldiğimizde kendimi arabadan can havliyle atıp koşmaya başladım. Bir elimle elbisemin eteğini tutarken diğer elimde de çantamı sıkıca tutuyordum. Hastane koridoruna hızla girip resepsiyona koştum.
"Deniz Türkoğlu kaçıncı kat?!" dedim hızlıca karşımda ki kadına. Kadın beni baştan aşağı süzüp elinde ki kağıdı karıştırdı. "Söylesenize!" diye bağırdım oyalanan yüzüne.
"Sakin ol." Kerem bana yetişip elimi tuttuğunda kendimi hızlıca ondan uzaklaştırdım.
"İkinci kat," dedi kadın korkuyla. Elbisemin eteklerini tekrar tutup koşmaya başladım.
Ayağımda ayakkabılara aldırmadan merdivenleri adeta sekerek çıktığımda kalbim ağzımda atıyordu. Arkamdan gelen Kerem ve Gökdeniz'in varlığına aldırmadan ikinci kata girdiğimde koridorun sonunda ki manzarayla olduğum yerde durdum.
Deniz'in annesi ve babası koltukta oturmuş birbirlerine sarılırken, Zeynep yere çökmüş ağlıyordu. Deniz'in kardeşi Ahmet her şeyden habersiz koridorda zıplarken gözlerim Kuzey'le kesişti, duvar gibi olduğu yerde dikilmiş yeri izliyordu.
Neden herkes bu kadar kötüydü? Deniz'i üzeceklerdi. Deniz hissederdi. Deniz onların üzüldüğünü hissederdi. Kalbime büyük bir taş otururken sakin kalmaya çalıştım.
"Hadi." Kerem koluma girip beni ilerlettiğinde bu sefer onu itemedim. Gücüm yoktu. Duvarlar üstüme üstüme gelirken yanlarına doğru güçlükle gittim. Kerem kolumu yavaşça bıraktığında sol taraftaki cama döndüm. Ellerimde ki çantayı yere fırlatıp cama yapıştım.
"Hayır..."
Odanın içinde çaresizce yatan Deniz bembeyazdı. "Ben geldim," dedim ağlayarak. "Ben geldim Deniz'im." Ellerimi sanki ona ulaşabilecekmişim gibi cama bastırdım. Omuzlarım hıçkırıklarımla sarsılırken söyleyecek hiçbir şey bulamadım. Makineye bağlanmış bir halde gözleri kapalı yatıyordu.
"Işıl." Zeynep'in sesini duysam da gözlerimi Deniz'den ayırmadım. Zeynep yanıma gelip benim gibi ellerini cama koydu. "Ne oldu ona?" dedim gözyaşlarımın arasından. Zeynep burnunu çekip ellerini camda gezdirdi.
Sustu.
Bana ölüm gibi gelen saniyeler boyunca konuşmadı.
Camdaki elleri geri çekilirken ben bir an bile bakışlarımı Deniz'den ayırmadım.
"Alışveriş merkezine gittik... Gayet iyiydi. Sohbet ediyorduk, gülüyorduk... Saatler geçti en sonunda acıktık ve o pizza yemek istedi ama Işıl'sız boğazımdan geçmiyor dedi."
Zeynep yeniden ağlamaya başladığında elimle ağzımı kapattım.
"Seni aradı. Defalarca... Gelsin beraber yiyelim çok özledim onu dedi. Açmadın Işıl. Açmadın o lanet telefonunu. Merak etti, delirdi. Benim bir şeyler bilip söylemediğimden şüphelendi. Kırdı yıktı ortalığı. Sonra da nefessiz kaldı. Sensiz bir lokma bir şey yiyemediği için canından oldu."
Her ne durumda olursak olalım Deniz'in telefonunu her zaman açardım. Çünkü o benim gözbebeğim gibiydi. Belki de hastalığı onu benim için Zeynep'ten bir tık öne atmıştı ama bunu herkes anlayışla karşılardı. Onca yıldan sonra ilk defa telefonunu açmamıştım. Ben Deniz'in telefonunu açmamıştım.
Camdan hızla uzaklaşıp geri geri yürüdüğümde Zeynep bana döndü. Hıçkırıklarım boğazlarımı yırtarcasına çıkarken dayanacak halim yoktu.
"Senin için bu hale geldi! Sen neredeydin Işıl?!" Zeynep bağırarak üstüme yürürken hiçbir şey diyemedim.
"Defalarca aradım seni! O can çekişirken sen neredeydin?!"
Hastane koridorunda ki herkes bize dönerken Deniz'in annesinin ağlamaları hiddetlendi. Ahmet korkuyla annesine gidip sarıldığında yarattığım enkaz üstüme yıkıldı.
"Zeynep kendine gel." Kuzey'in sert sesiyle Zeynep bakışlarını ona çevirdi. "Onu bu hale sen getirdin. Işıl'ı, Deniz'den sen uzaklaştırdın!" Kuzey, Zeynep'le arama girdiğinde sırtının arkasında saklandım. Önümde bir kaya gibi dururken orada küçücük kaldığımı hissediyordum.
"Zeynep acılısın. Sonradan pişman olacağın şeyler söyleme," dedi Kuzey sakince.
Zeynep, Kuzey'in önünden öfkeyle ayrılıp geri Deniz'in odasının camına geçti. Daha fazla dayanamayacağımı anladığımda Zeynep'in öfkeli bakışlarına son kez bakıp, yanlarından koşarak uzaklaştım. Benim yüzümdendi. Arkamdan seslenselerde aldırmadım. Kendimi hızla hastane bahçesine attığımda dizlerimin üstüne yeni bir acıyla düştüm.
Hıçkırıklarım ve gözyaşlarım birbirine karışırken kendimi tutmadım. Benim yüzümdendi. Deniz benim yüzümden bu hale gelmişti. Deniz'i görememiştim. Beni ne kadar özlediğini aramızın ne kadar açıldığını, söylediği her şeyin doğruluğunu, beni korumak istediğini görememiştim.
İki adamın peşinden yeni bir dünyaya sürüklenirken onu arkamda öylece bırakmıştım. Çırpınışlarını, beni korumak için debelenmelerine hep karşı çıkmıştım. Kendimce haklı olduğumu düşünüp her seferinde aramızı bozmuştum. Her seferinde ona değil Kuzey'e gitmiştim. Boğazlarım acımaya başladığında sakinleşmeye çalıştım.
Benim yüzümdendi. Benim yüzümdendi her şey. Çaresizce dakikalar boyu yerde oturdum. Düşündüm, kendime kızdım, bağırdım, ağladım. Bir ölüme göz yumdum diye bunun cezası Deniz'den mi çıkıyor diye düşündüm. Onun çaresizce o hastane yatağında yatmasını kendime yediremiyordum. Benim için hastanelik olacak raddeye gelmesini kabullenemiyordum.
Kollarıma değen elle düşüncelerimden ürkülerek ayrıldım. Başımı yavaşça geriye çevirdiğimde Kuzey ve Kerem arkalarında da Gökdeniz ve Görkem duruyordu. Ellerimle yerden destek alarak kalkıp karşılarına geçtim.
"İyi misin?" dedi Kuzey yüzüme bakarak. Başımı kırgınlıkla omuzuma düşürdüm. "Birde soruyor musun?" dedim sitemle.
Hiçbir şey söylemeden hepsi yüzüme baktığında artık sabrım kalmamıştı. "Gidin," dedim sertçe. "Hiçbirinizi görmek istemiyorum gidin!" Ellerimi yumruk yaparak zar zor ayakta durmaya çalıştım.
"Işıl senin suçun değil," dedi Kuzey sessizce.
Kuzey'e doğru bir adım atıp elimi göğüsüme vurdum. Onlara bulaşmak benim suçumdu.Onlar hayatıma girdiğinden berri uzaklaştığım, mesafe koyduğum, kırdığım, döktüğüm her şey benim suçumdu. "Buramın suçu. Her şey kahrolası kalbimin suçu. Deniz'in ilk düşüşü de benim yüzümdendi şimdi o hastane de yatışı da benim yüzümden!"
Kuzey kalbime vurduğum elimi sertçe tuttuğunda buz gibi olmuş gözlerine baktım. "Hepsi benim yüzümden. Senin peşinden sürüklenip sana yaranmaya çalışırken Deniz'i kendimden uzaklaştırdım. Sen kal diye ben etrafımdaki insanlara gözlerimi kapattım. Senin gözünde tek gram değerim yokken senin peşinden gelip kalplerinde en büyük değere sahip olduğum insanları karşıma aldım. Ben sana olan körlüğüm yüzünden Deniz'in haklı olduğunu göremedim."
Bileğimi tutan parmakları gevşerken elimi hızla elinden çekip öfkeli gözlerimle Kerem'e döndüm.
"Ve sen... Senin içinde ki o kötülükte ufacıkta olsun bir iyilik arayacağım diye her seferinde sustum. Acı çekişlerimden zevk aldın. Saçlarımın köklerinden ayak uçlarıma kadar canımı yakarken mutlu oldun. Buna rağmen sana karşı hep iyi olmaya çalıştım. Oyunlarına beni katmaktan yılmadın. Kendince bugünde bir oyun oynayacaksın, istediğin bir şeyi alacaksın diye peşine taktın beni. Değdi mi? Oyunlarına her seferinde beni alet etmene değdi mi?"
Boğazlarım bağırmaktan yanarken gözyaşlarım yeniden yanaklarımdan akmaya başladı.
İkisininde bakışlarında hiçbir duygu yoktu. İkisini de sarsmak kendine getirmek istiyordum. Hala nasıl karşımda böyle duygusuzca durabiliyorsunuz demek istiyordum. "Sen bugün bir adamı gözünü kırpamadan öldürdün Kerem! O adamın acısı benim arkadaşımdan çıkıyor."
Kurduğum cümleyle birlikte Kuzey başını aniden Kerem'e doğru çevirdi ama hiçbir şey söylemedi.
Başımı iki yana çaresizce sallayıp gözyaşlarımı sildim."İkiniz de bir bataklığın içinde debeleniyorsunuz. Nasıl birisiniz, nasıl bir dünyanın içindesiniz artık çözmeye çalışmak istemiyorum. Tek bildiğim artık o bataklığa beni sürüklemenize izin vermeyeceğim."
Kuzey bana doğru bir adım attığında hızla elimi kaldırıp geri gittim.
"Hayır! Ne seni, ne de onu," dedim Kerem'i göstererek. "Artık ikinizi de görmek istemiyorum. Ağzımı kapalı tutarım. Gördüklerim bende kalır. Yeter ki artık gidin. Senle ilgili tüm düşüncelerimi bıraktım ben. Arkadaşlarımdan başka istediğim hiçbir şey yok."
Kuzey ela gözlerini yavaşça yere indirdiğinde çaresizliğimi hissettiğini biliyordum. "İkiniz de bana acıdan başka bir şey vermiyorsunuz! Artık senin için çabalamayacağım Kuzey. Bitti. İkinizi de bundan sonra görmek istemiyorum."
Elbisemin eteklerini tutarak arkama bile bakmadan yanlarından ayrıldım. İçimde ki enkaza bir toprakta ben atmıştım. Kerem ve Kuzey'in battıkları yerden onları ben bile çıkaramazdım. Düşündüğümden daha kötü bir bataktalardı ve benim onları temizlemeye gücüm yoktu. Kendi ayaklarımla onların hayatına girmiştim. Onlar kadar bende suçluydum. Kuzey'in peşinden durmadan gitmiş, Kerem'in bana yaptıklarına her zaman göz yummuştum.
Her şeyde benim de payım vardı. Ama en büyük payım Deniz'e olanlardı. Arkadaşlarımı bu hale ben getirmiştim. Deniz'i o hastalığa ben mecbur bırakmış, bugün o kablolara bağlanmasına ben sebep olmuştum. Zeynep'in asla sır saklamamasına rağmen Deniz'e karşı onu susturmuş, hiç öfkelenmeyen karakterinide delirtmiştim.
Arkadaşlarımla arama bu duvarı ben örmüştüm.
🍂
Koridora geldiğimde herkes bıraktığımdan biraz daha sakindi. Kendimden emin bir şekilde sandalyede oturan Zeynep'in yanına yürüdüm. Elleriyle yüzünü kapatmış başını yere eğmişti. Yerde duran çantamı ayağımla itip Zeynep'in yanına oturdum. Geldiğimi bile fark etmeyecek kadar dalgındı. Artık kendi gözyaşlarımla başkalarını yormayacaktım. Yaptığım hataları güçlü olup arkadaşlarıma ve ailelerine destek vererek telafi edicektim.
Zeynep'i kollarıma alıp sıkıca kendime çektim. Bir an afallasa da ben olduğumu gördüğünde itiraz etmeden başını göğsüme gömdü. "Özür dilerim," dedim. "Çok özür dilerim Zeynep." Gözyaşları göğsümü ıslatırken saçlarını öptüm. "Bir daha asla sizi yalnız bırakmayacağım." Kollarını belime sarıp bana sıkıca sarıldı. "Onu bir daha yalnız bırakma Işıl. Beni bıraksan da olur." Dolu gözlerimi engelleyip derin bir nefes aldım.
"Ne seni ne Deniz'i bir daha asla bırakmam." Zeynep başını yavaşça göğüsümden kaldırıp yüzüme baktı. "Sana bağırdığım için özür dilerim. İnan bana içimden gelerek söylemedim. Ben sadece çok üzg-" Ellerini tutup sözünü kestim.
"Özür dilemene gerek yok. Haklıydın. Düşünme şimdi bunları," dedim kederle gülerek. Zeynep gülüşüme karşılık verdiğinde birazda olsun rahatlamaya çalıştım.
"Doktor çıktı içeriden!" Yıldız teyzenin sesiyle heyecanla ayağa kalktım. Zeynep kucağında ki su şişesini sandalyeye koyup hızla yanıma geldiğinde hepimiz umutla doktora bakıyorduk.
"Deniz Türkoğlunun yakınları sizler misiniz?" dedi doktor hepimize bakarak. Yıldız teyze ve Hamit amca hızla öne geçti. "Anne ve babasıyız."
"Öncellikle çok geçmiş olsun. Hasta nefes bile almakta zorlanan bir halde geldi hastanemize. Anında solunum cihazına bağlayıp bir sakinleştirici yaptık. Fakat yaptığım tetkiklerde solunum hastalığının, amfizemin daha da ilerlediğini görüyorum."
Yıldız teyze, Hamit amcaya tuttuğunda hepimiz endişeyle doktora bakıyorduk "Bu ne demek?Kötü bir şey mi olacak?" dedim panikle. Doktor bakışlarını bana çevirip ellerini önlük cebine soktu.
"Hastanın kayıtlarında ilaç tedavisi gördüğü yazıyor. Fakat benim düşüncem pulmoner rehabilitasyona başlanması gerektiği. Aksi halde durum iyiye gitmezse cerrahi tedaviye başvurmamız sonucunda akciğer nakli düşünmeniz gerekebilir." Başımın döndüğünü hissettiğimde duvardan destek almaya çalıştım.
Bu kadar mı ilerlemişti hastalığı? O enerjik gülen gözlerinin altında bize hiçbir şey belli bile etmemişti. "Doktor bey benim oğlum daha on yedi yaşında ne ameliyatı ne nakli Allah aşkına," dedi Hamit amca çaresizce. Yıldız teyze zorlukla ayakta durduğunda Zeynep onu kolundan tutup sandalyeye oturttu.
"Üzüntünüzü anlayabiliyorum fakat elimden başka bir şey gelmiyor. Bir kaç gün hastanemizde gözetim altında tutacağız. Kararınızı bize bildirmenizi bekleyeceğim," dedi doktor ve hepimizi yıkan cümleleriyle bırakıp yanımızdan ayrıldı.
Çaresizce cama yaklaşıp Deniz'in uyuyan bedenine baktım. "Sen güçlüsün," diye fısıldadım. Ellerimi cama yaslayıp kapalı gözlerine baktım. "Sen çok güçlüsün ve biz sensiz hiç güçlü değiliz. Ne olur uyan ve gücünü bizimle paylaş. Lütfen.." Deniz'e son bir kez daha bakıp duvar köşesine geçtim ve sandalyeye oturdum. Onun için güçlü durmalıydık. Onun için ayakta kalıp birbirimize destek olmalıydık. "Annenle konuştun mu?" Zeynep, Yıldız teyzeyi Hamit amcaya emanet edip yanıma geçti.
Yerdeki çantamı ayağımla çekip elime aldım. "Hayır. Konuşamadım." Çantamın içinden telefonumu çıkarıp uçak modunu kapattım. Bildirimler ekrana ard arda düştüğünde Deniz'in eski çağrılarıda geldi. Bildirimleri yavaş yavaş silerken onun aramalarına yanıt veremediğim için kendime binlerce kez kızdım. "Ben haber verdim. Yanımda olduğunu biliyor. İşten izin alabilirse sabah gelecek yanımıza."
Başımı sallamakla yetinip çantamla telefonumu kenara koydum. "Deniz hastaneden çıkana kadar yanından ayrılmayacağım," dedim başımı duvara yaslayıp. "Ayrılmayacağız," dedi Zeynep elimi sıkıca tutup güç vermek istercesine.
Gözlerimden yorgunlukla akan uykuya zar zor dayanıyordum. Her şey çok hızlı ve ani gelişirken artık hiçbir şeye yetişemediğimi hissediyordum. Dayanmaya çalıştığım uyku beni kendi içine zorla çekerken artık gözlerimi açık bırakamıyordum. Gözlerim ağır ağır kapanırken burnumda ki hastane kokusuyla kendimi uykununun kollarını bıraktım.
🍂
"Hayır!" dedim korkuyla. Deniz'in sedyede ki cansız bedeninin üstünü örterlerken beni tutan Zeynep'in kollarından kurtulmaya çalıştım. "Bırakın! Götürmeyin onu! Ölmedi benim arkadaşım." Doktorlar bana acıyan gözlerle bakarken Yıldız teyze çoktan eşinin kollarında yere yığılmıştı. Ahmet her şeyden habersiz ağlarken kendim de dayanacak güç bulamıyordum.
"Yalvarırım izin verin bir kere bakayım," dedim doktora çaresizce. Zeynep'in hıçkırıkları kulaklarıma dolarken doktorlar kendi aralarında bir şeyler fısıldaştılar. "Peki buyurun. İki saniye sadece." Zeynep'in kollarını itip güçlükle yerden kalktım. Sedyenin üstünde ki beyaz örtüyle bedeni kapatılmış Deniz'in başına dikildim.
Titreyen ellerimle beyaz örtüyü ağır ağır açtığımda Deniz'in bembeyaz olan yüzü karşıma çıktı. "Deniz'im.." Parmaklarımı kahve saçlarında gezdirdim. "Uyan Deniz'im. Hadi bak ben buradayım." Morarmış dudakları aralansın diye bekledim fakat hiçbir şey söylemedi. Deniz ölmüştü.
Ben Deniz'i göz göre göre ölüme teslim etmiştim. "Bu kadar yeterli." Hemşire elimin arasında ki örtüyle tekrar Deniz'i örttüğünde artık dayanacak halde değildim. "Ölmedi o!" Yıldız teyze ağlayarak oğluna ulaşmaya çalışıyordu. "Benim oğlum ölmedi!"
Deniz'in cansız bedeni doktorlarla beraber yanımızdan ayrılırken artık sonumun yaklaştığını biliyordum. Etrafımda ki herkes bir bir azalıyordu. "Senin yüzünden!" Zeynep'in çığlığıyla bakışlarımı ona çevirdim. "Deniz senin yüzünden öldü!" Başımı çaresizce iki yana salladım. "Özür dilerim.." diye mırıldandım gözyaşlarımın arasından.
"Sen Kuzey'le olacaksın diye Deniz'i yalnız bıraktın! Deniz senin yüzünden öldü! Sen Kerem'le oyunlar oynarken o senin merakından bu yataklara düştü!" Zeynep ard arda bana kinini kusarken hiçbir şey yapamadım. Yıldız teyze gözyaşları içinde bana baktı.
"Oğlumu sen öldürdün! İki oğlanı benim oğluma tercih ettin!" Hıçkırarak Yıldız teyzeye yaklaşmaya çalıştım ama eliyle beni durdurdu. "Yıldız teyze ben böyle olsun istemedim," dedim yalvarırcasına.
"Oğlum öldü." Hastane koridorunda ki herkes üstüme yürümeye başladığında korkuyla geri geri yürüdüm. "Deniz senin yüzünden öldü!" dedi herkes tek bir ağızdan.
"Hayır." Ayaklarımla düz yolda takıla takıla onlardan kaçmaya çalıştım. "Deniz senin yüzünden öldü!" Sırtım duvara çarptığında gidecek hiçbir yerim olmadığını anlayarak yere doğru çöktüm.
Herkes etrafıma dolduğunda korkuyla başımı kollarımın arasına aldım. "Sen öldürdün!" Ağlayarak bağırmaya çalıştım ama sesim çıkmıyordu.
"Deniz gitti!" Başımı iki yana salladım. "Deniz'i sen öldürdün! Deniz öldü!"
"Hayır!"
Korkuyla yerimden sıçradığımda bir an olduğum yeri algılayamadım.
"Şş rüya gördün." Ağzım kupkuru olmuş, alnım boncuk boncuk terlemişti. Sessiz hastane koridoruna baktım. Zeynep elinde ki kahveyle dizlerinin üzerinde karşıma çökmüştü. "Rüya gördün Işıl. Bak buradayım ben."
Derin bir iç çekip elimle yüzümü ovuşturdum.
"Deniz nasıl?" dedim zorlukla. Zeynep elinde ki kahveyi bana uzatıp ayağa kalktı. Kahveden bir yudum alıp bardağı avuçlarımın arasında tuttum. "Aynı. Uyanmasını bekliyoruz." Kahvemden bir yudum daha alıp şakaklarımı ovdum. "Saat kaç?" dedim Zeynep'e şişmiş gözlerle bakarak. Cebinden telefonunu çıkarıp ekrana baktı. "07.50. Sabah olmuş." Kahve bardağımı yan tarafımda ki sehpaya bıraktım.
Üstümde ki elbisemle artık rahat edemesem de şu an daha büyük dertlerim olduğundan bu durumu umursamadan ayağa kalktım. Deniz'in odasının camına doğru yaklaştığımda dünden pek bir farkı yoktu. Hala kapalı gözleriyle solunum cihazına bağlı uyuyordu.
"Ne zaman uyanıcak?" dedim çaresizce yanıma gelen Zeynep'e. İç çekerek benden pek bir farkı olmayan şişmiş gözleriyle Deniz'in halsiz bedenine baktı. "Bilmiyoruz. Sakinleştiriciler ağır gelmiş olmalı. Beklemekten başka çaremiz yok."
"Işıl!"
Arkamdan gelen tanıdık sesle hızla ona döndüm. "Anne..." dedim ağlamaklı sesimle. Şu an ona o kadar ihtiyacım vardı ki. Annem hızla bana doğru geldiğinde sarılmak için kollarımı açtım ama o eliyle beni durdu.
"Bu üstünde ki ne böyle? Neredeydin sen?" Kollarımı hayalkırıklığıyla indirdim. "Şu an sorun bu mu anne?" dedim sitemle. "İnanamıyorum kan mı o?" Annemin yüksek sesiyle tüm bakışlar bize dönerken elbisemin önünü kapatmaya çalıştım. Annem elbisemin eteğini eline alıp fal taşı gibi olan gözleriyle baktı.
Elleri elbisemden kurtulup bedenime dokunmaya başladığında nefesimi tuttum. "Işıl bir yerine bir şey mi oldu?!" dedi annem panikle. Ellerini karnımdan ittirip bir adım geri gittim. "Anne bir şeyim yok. Bak insanlar yeterince gergin zaten birde sen germe ortamı."
Annem benden bir adım uzaklaşıp camdan Deniz'in odasına baktı. Bakışları birkaç saniye Deniz'de oyalandıktan sonra bana döndü. "O çocuk bu haldeyken sen neredeydin? Bin kere aradım seni." Bıkkınca nefesimi bıraktım. Cevabımın vicdan azabı kalbimi acıtırken annemin bana destek vermek yerine sorgulayan sözleri daha çok canımı sıkıyordu.
"Anne yeter. Başlama gelir gelmez. Lütfen.." Annem beni azarlarcasına başını iki yana salladı. "Bari git, şu üstünde kimin kanı olduğu belli olmayan elbiseni değiştir."
Faruk'un kanı o diye geçirdim içimden. Gözlerimin önünde başından vurulup ölen adamın kanı.. Kerem'in öldürdüğü adamın kanı..
Gözlerimin önüne gelen Faruk'un cesediyle bir an midem bulansa da kendime gelmeye çalıştım.
"Deniz buradayken hiçbir yere gitmem ben," dedim düz bir sesle. Zeynep koluma girdiğinde ondan güç almaya çalıştım. Annemin gelişiyle daha da daralmıştım. İyi geleceğini umut ederken düşündüğümün aksine kötü gelmişti..
"Işıl okulunuz var. Burada durmanız Deniz'e bir fayda sağlamıyor." Bakışlarımı camın arkasında ki Deniz'e çevirdim. "Burada olduğumu hissediyor. Bir kere daha onu yalnız bırakmayacağım."
Annem iç çekerek bana yaklaştı.
"En azından eve git üstüne normal bir şeyler giy gel. Yıkan bir rahatla." Zeynep kolumda ki elini sıktı. "Evet Işıl, en azından üstünü değiş. Bak bende buradayım. Hem bana da temiz bir şeyler getirirsin."
Kararsız bakışlarımı önce anneme sonra da Zeynep'e çevirdim.
Burnumun direklerine gelen kan kokusunun sebebi elbisemdi. Hızlıca bir taksiye atlayıp eve gidebilirdim. Sonra da hemen geri dönerdim. Tuttuğum nefesimi bıraktım. "Peki, tamam. Ama okula falan gitmem," dedim hızlıca. Şu an en son istediğim şey okulda ki insanları görmekti. Annem beni başıyla onayladığında Zeynep'ten ayrılıp sandalyedeki çantamı aldım.
"Hemen gidip geleceğim. Önemli bir şey olursa mutlaka ara beni, telefonum açık," dedim Zeynep'e dönerek. Zeynep gülümseyerek kolumu sıvazladı. "Merak etme burdayım ben. Okula falan da gitmem zaten."
Şişmiş gözlerine üzüntüyle baktım. Bana halsizce gülümsediğinde kendime çekip kollarımı sıkıca beline doladım ve sıkıca sarıldım. "Geçicek. Söz veriyorum yine üçümüz o okula beraber gideceğiz." Zeynep dolu gözleriyle başını salladığında birbirimizden yavaşça ayrıldık. Derin bir nefes alıp son kez Deniz'e baksam da sonrasında anneme göz ucuyla bile bakmadan merdivenlerine yöneldim.
Teselliyi kollarında bulmak istediğim annemin bile ön yargılarının ve siteminin kurbanı olmuştum. Hastene odasında yatan bir arkadaşım yokmuş da tüm sorun benim nerede olmammış gibi davranmıştı.
Hayal kırıklığı.
Bu sıralar herkes bende büyük bir hayal kırıklığıydı. Hastanenin önünden bir taksi çevirip hızlıca bindim. Bir an önce eve gidip hastaneye geri dönmek istiyordum. Deniz'in yanında olmamak artık benim için ölüm gibi bir duyguydu. Gördüğüm rüyanın hala etkisindeydim. Sanki herkes o rüyadaki gibi bana bakıyordu. Sokaktan geçen insanlar, gökyüzünde ki bulutlar, taksiyi kullanan adam sanki hepsi bana aynı cümleyi fısıldıyordu, 'Senin yüzünden.'
Yaptığım hataların bedellerini erkenden ödemeye başlamıştım. Okula geldiğim ilk günü düşündüm. Her şeyden habersizdik. İlk tanışmam Kerem'le olmuştu. Sanki bana sonradan yapacaklarını belli etmek ister gibi omuzuma sertçe çarpmış, ilk fiziksel acısının en küçüğünü yaşatmıştı.
Ardından Kuzey'i görmüştüm boş bahçede. Elinde çantası bile yoktu. Bana gözleri kısık bir şekilde bakmış ve sonraki günlerdede olacağı gibi hiçbir şey söylemeden gitmişti. İki tanışma. Biri ilk andan gürültülü, diğeri sessiz.
İki adam. Biri hiddetli biri ürkütücü derecede sakin.
İki kara kutu. Biri nefret dolu biri kinli.
O iki adam bir ayda tüm dengelerimi şaşırtmıştı. Birine aşık birine nefret doluydum. İkisinin tek ortak noktası ateş olmalarıydı. Hangisine elimi uzatsam yanacaktım.
O yangından kurtulmaya çalışırken yeni şeyler öğrenmiştim.
Korkmadan koşmayı, sevilmeden sevmeyi, acımadan öldürmeyi, tanımadan bağlanmayı, acıdan ötürü nefret etmeyi, severken kaybetmeyi. Neredeyse bir ay olmuştu onların hayatına girip bir şeyler öğreneli.
Bir ayda bir ölü, bir yaralı, birde kayıp vardı sadece benim gördüğüm kadarıyla. Gözlerimin önünde bir adam ölmüştü, ben yaralanmıştım, Deniz ise kayıp gitmişti ellerimden.
Dört günlük bir şey demiştim Nuri amcaya. Dört günlük bir şey bu kadar kayıp doğurabilir mi demek istiyordum şimdi de ona..
Taksi evin önüne geldiğinde kederli düşüncelerime göz yumdum ve ücreti ödeyip arabadan indim. Çantamdan çıkardığım anahtarla kapıyı açmaya çalıştım. Ellerim titrerken anahtarı tutmak bile güçtü. Derin bir nefes alıp kilidi bu sefer başarıyla çevirdiğimde kendimi eve attım.
En son annemle kavga ederek çıktığım eve bu sefer daha derbeder halde giriyordum. Salonun ışıklarını bile yakma gereği duymadan odama geçtim. Üstümdeki elbiseleri çıkarıp dolaptan bir eşofman takımı aldım. Yere savurulan kıyafetlerimi önemseyecek halim bile yoktu. Kendimi banyoya atıp soğuk suyun altına girdim.
Kendime gelmeme yarayacak tek şey soğuk suydu. Buz gibi su saç diplerimi uyuştururken küvete çöküp, suyun ayarını biraz daha açtım. Tırnak aralarımda ki kurumuş kan lekelerini çitilemeye başladığımda hiçbir şey hissetmediğimi fark ettim. Bir günde yaşananlar sonucu hissizleşmiştim ve bu şu an için iyi bir şeydi.
Yüzümde ki makyajı ellerimle ovuşturdum. Bir oyun sonucu kendimi süsleyip püslemiştim. Süsüm püsümde bir cinayete kurban gitmişti. Sinir bozukluğuyla gülümsedim.Cinayete kurban giden süs püs..
Duşta altı dakika daha durduktan sonra saçımı bir havluya sarıp çıktım. Vücudumdan akan sular parkeye damlarken sudan yankılanan o ses bile başımı ağrıtıyordu. Yatağın üstüne attığım temiz iç çamaşırlarımı ve eşofmanları hızlıca üstüme geçirdim.
Dışardan beni gören halime paspal diyebilirdi ama benim kendimi şu an önemseyecek halim yoktu. Aynanın karşısına geçip siyah eşofman takımımın fermuarını çektim. Pijama giymiş gibiydim ama aldırmadım. Saçımın suyunu iyice havluya sıktıktan sonra hızlıca tarayıp ıslak bıraktım. Kurutmakla vakit kaybedemezdim.
Deniz'den uzakta beş dakika daha durmak bile istemiyordum. Yerdeki kirli kıyafetlerime dokunmadan çantayı aldım ve içinden telefonumla anahtarımı çıkarıp cebime attım. Odadan çıkmak üzere kapıya yöneldiğimde telefonumun çalmasıyla duraksadım.
Deniz'den bir haber gelme umuduyla telefonumu cebimden çıkarmamla hayal kırıklığına uğramam bir oldu. Bilinmeyen bir numara arıyordu. Telefonu meşgule atıp geri cebime koydum.
Şu an Deniz'le alakalı olmayan kimseyle konuşucak halim yoktu. Telefon tekrardan ısrarla çalmaya başladığında iç çekip yeniden elime aldım.
Tekrardan meşgule atmak üzereyken salondan gelen tıkırıyla elim ekranda dondu. Bakışlarımı telefon ekranından kaldırıp keskin sessizlikte tıkırtılara kulak kesildim. Kalbim yeni bir korkuyla teklerken yutkunup telefonu cebime koydum.
Hiçbir cam açık değildi. Kapı kapalıydı. Eve bir kedi giremezdi. Bir şey durduk yere düşemezdi. Tanıdık endişe bedenimi ele geçirirken korkmamaya çalıştım. Çıplak ayaklarımla parmak ucumda odamdan çıktım.
Korku filmlerini düşündüm .Evden bir tıkırtı gelirse üstüne gitmemek gerekiyordu. Fakat ben şu an tamda duyduğum sesin üstüne gidiyordum. Korku filmlerinde sessiz olmak gerekiyordu. Fakat ben yine tam tersini yapıyordum.
"Kim var orada?!"
Salonda ki seslerin kesilmesiyle koridordan çekine çekine yürümeye devam ettim. Mutfak kapısının önünden geçerken temkinli olmaya çalıştım. Salona girdiğimde yere düşen sandalyeyi görüp olduğum yerde durdum. Koskoca sandalye bir rüzgarla bile kolay kolay devrilmezdi. Hele ki camı bile açık olmayan evde.
Gözlerim endişeyle etrafı tararken açık televizyon daha da şoka uğramamı sağladı. Ben eve girdiğimde televizyon dahil her şey kapalıydı. İçimde ki korkuyu bastırarak sehpanın üstünde ki kumandayı aldım ve televizyonu kapattım.
"Merhaba, küçük kız!"
Ellerimde ki kumanda yere düştüğünde korkuyla olduğum yerde sıçradım fakat arkamı dönmeye kalmadan ağzımın üstü kapatıldığında nefesimin kesildiğini hissettim.
"Şş boşuna hareket etme."
Burnumun üstünde ki acı gazlı bez kokusunu içime çekmemeye çalışsam da bir süre sonra acı koku burun deliklerimi doldurdu .Gözlerim kapanırken bilincimde ağır ağır sessizleşti. Uyanık kalmak için çok geçti.
Deniz'in yanına gitmemse artık imkansızdı..