Jimin
Birkaç saniye süreyle kendimden geçmiş olmalıydım bu kadarı bile gözlerimi kırparak açtığımda dengemi bulmakta zorlanmama yetmişti. Jungkook’un elleri yanaklarımı okşuyordu kahverengi gözleri neredeyse simsiyah bir renge bürünmüştü.
“Jimin. Bir şey söyle bebeğim. Konuş benimle.”
Dilim ağzımın içinde koca bir takoz gibiydi. “Ahh “
Bir an için bana baktı ve sonra güldü. Bir saniye sonrasında ise beni oturur konuma getirip göğsüne yasladı. O kadar sıcaktı ki kedi gibi ona sokulmak istiyordum.
“Tanrım ödümü patlattın.”
Neredeyse ezilmek dışında ne yapmış olabilirdim ki? Başımı kazağının kumaşına gömdüm. Sanırım hayatım az önce bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. Hiç hoş değildi. Bana daha sıkı sarıldı birazdan kaburgalarımın kırılacağını düşündürecek kadar sıkı hem de.
“Zamanında yetişebileceğimi hiç sanmıyordum. Ya sana…” dedi ve sözlerini devam ettirmedi dudaklarını soğuktan donmuş alnıma bastırdı.
“Elinde kürekle dışarı çıktığını görünce benim de çıkmam gerektiğim biliyordum aslında ama bu salak işi ne kadar sevdiğini bildiğim için.” Bir an duraksadı ve sonra bir küfür savurdu. ‘‘Jim!”
“İyiyim ben.” Gerçekten de iyiydim sadece biraz sarsılmıştım ve sırılsıklam olmuş donmuş bir popom vardı. “Beni görmediler. Ucuz atlattım.”
“Seni görmediler mi?” Jungkook geri çekildi yüzünün keskin hatları öfkeye kesmişti. “O orospu çocuğunun seni görmemiş olmasına imkan yok.”
“Ne?”
Jungkook ayağa kalktı ve beni de kendisiyle birlikte kaldırdı. Biraz sallanıyordum bu yüzden bizi döven ve üzerimize lapa lapa kar savuran rüzgara karşı beni bırakmadı. “Seni görmemiş olması mümkün değil. Ben seni ta verandadan görebiliyordum.”
Kalbim birden kasılmıştı. “İyi ama…”
“Seni gördü.” Öfkesi sesine de yansımıştı korkutucu bir havası vardı. “Hadi bakalım içeri girelim de seni biraz ısıtalım.”
Ben daha ne dediğini algılayamadan beni kucağına aldı ve verandanın basamaklarına yöneldi. “Yürüyebilirim.” diye itiraz ettim.
“ Bu bana kendimi daha iyi hissettiriyor o yüzden benimle tartışma.”
Tartışmaya niyetlenmiştim aslında fakat ağzımı açtığım an içine kar doldu ve lafımı ağzıma tıktı. İçeri girdiğimizde salona şöminenin önüne varana dek Jungkook beni kucağından indirmedi.
“ Kar motorundaki adamın beni gördüğünü söylerken neyi kast ediyorsun?” diye sordum Jungkook şömineye daha fazla odun atarken. “Bu kasten üzerime sürdü demektir.”
“Ben de onu dedim zaten.” diye homurdandı. Közleri kurcalamasıyla birlikte alevler canlandı ve insanın iliğini donduran soğuk birazcık kırılmaya başladı.
“Seni gördü. Neden bir insan bunu yapar bilmiyorum. “
“Kim olduğunu da bilmiyorum ama yaptılar işte.”
Tekrar ağzımı açtım fakat diyecek bir şey bulamadım. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Herhangi bir kimsenin kasten beni ezmek isteyebileceğine inanamıyordum. Jungkook ‘un paranoyaklığı bir yana burada kimseyi tanımıyordum ve bu yüzden birilerini beni ezmek isteyecek kadar kızdırmış olamazdım.
“Tek başına dışarı çıkmanı istemiyorum” dedi. Ateşle uğraştığı için hala sırtı bana dönüktü. “Tamam” dedim ve tek sebebi şu an bir tartışmaya girmek istemiyor olmamdı.
Ayağa kalktı saçlarındaki kar tanelerini silkeledi. “Hastalanmadan önce üstündekileri çıkarsan iyi olur.”
Kendimi yaramaz bir çocuk gibi hissederek ve nedenini bir türlü anlayamayarak dediğini yapmaya gittim. Vakit geç olduğundan ve bu saatten sonra bir yere gideceğimizi sanmadığımdan bir pijama altı ile sweatshırt giydim. Aşağı indiğimde Jungkook da kuru bir şeyler giymişti ve ateş iyice güçlenmişti.
Bana uzattığı battaniyeyi minnettarlıkla örtündüm. Karlar içime kadar girmiş gibi hissediyordum. Şöminenin önüne oturup alevlerin tuğlaları yalamasını izlemeye koyuldum. Dışarıda rüzgar ortalığı kasıp kavuruyor en titretiyordu. Görünüşe bakılırsa rüzgar evdeki en ufak çatlağı bile buluyor oradan içeri sızıyordu.
Titreyerek battaniyeye daha sıkı sarıldım ve ateşe iyice sokuldum. bir süre için beni seyretti ve sonra kanepede oturduğu yerden kalktı. İkinci bir battaniye alıp yanıma geldi ve arkama oturdu.
Gerilmiştim.
“Evet” dedi. “Bir fikrim var.” Bacaklarını ayırıp iki yanıma uzattı ve bir koluyla beni sardı. Beni kendine çekip battaniyeyi üstümüze örttü. “Gördün mü bak dürüm gibi olduk.”
Olduğum yerden kımıldamadım sırtımı ona yaslamadım ama şimdiden yayılan sıcaklığını hissedebiliyordum. Ona bu kadar yakın olmak daha önce hiç olmadığı kadar gerginlik verici bir durumdu ve bu yüzden bir şey söylemek için bir süre kendimi zorladım.
“Çok nefis bir dürüm gerçekten.”
“Bence de.” Bir süre sessiz kaldı.
“Sence bizimkiler eve dönmüş ne yapıyorlardır?”
Alevlere odaklandım. “Muhtemelen aileleriyle beraberdirler. Sanırım Tae Jin’in ailesinin evine gidecekti.”
“Onlar birlikte mi?” Sorusu aklının karıştığını gösteriyordu. “İkisinin arasında ne döndüğünü hiç anlamıyorum.”
Güldüm ve gevşemeye başladım artık battaniyeye deli gibi sarılmıyordum. “Ben de bilmiyorum.”
“ O ikisi bildiğin deli. Bir kere bile birlikte çıktıklarını sanmam.”
“Çıkmadılar zaten. Hatta birlikte hiçbir şey yaptıklarını sanmıyorum ama yine de bahse girerim sonunda evlenip bir sürü çocuk yapacaklardır.”
Jungkook arkasındaki televizyon koltuğuna yaslanırken güldü. “Ne düşünüyorum biliyor musun?”
Omzumun üzerinden ona baktım. Başını geriye atmıştı boynu kafamın üstünde upuzun görünüyordu. Boğazı seksi görünüyordu bu haliyle.
Çocuğun seksi olmayan yanı mı vardı zaten?
Göğsüme bir ateş basarken dudaklarımda da bir gülümseme oluştu. “Ne?”
“ Bölüm değiştireyim diyorum.”
“Nasıl?” Bir kahkaha attım. “Baharda mezun oluyorsun Jungkook.”
Başını öne eğerek sırıttı. Gözlerinin kahverengisi sıcacıktı. “Sence çok mu geç yani?”
“ Muhtemelen.” Hafifçe yerimde kıpırdanıp ona doğru dönebildiğim kadar döndüm. Bir bacağım yana doğru açıp bana alan yarattı.
”İşletmeci olmak istemiyor musun? Annen ve üvey baban gibi” O ince dudakları düşünceli bir edayla büzüldü. "Sahiden mi?"
“ Evet.” İşletmecilik bazı insanlar için çekici olmayabilirdi ama bu alanda gayet başarılı bir kariyer yapma ve para kazanma imkanı vardı. Özellikle kendi işini kurmak için gerekli bağlantılara sahip Jungkook gibi biri için. Annesiyle en son konuştuğumda Jungkook onun izinden gidiyordu. Bunu hiç düşünmemeye çalışıyordum aslında çünkü mezun olduktan sonra ben yüksek lisans için Seul’de kalacaktım ve Jungkook da tıpkı annesi gibi sürekli seyahatte olacaktı. Hayatımın yarısından çoğunu onun bir adım yakınında geçirdikten sonra bu ayrılıkla nasıl başa çıkabileceğimi hiç bilmiyordum.
Kafama o an dank etmişti. Ona duyduğum vahşi arzular ya da arkadaşlıktan daha güçlü duygular ne olursa olsun er ya da geç ayrılacaktık içime büyük bir sıkıntı düştü. Gözleri benimkilerle buluştu ifadesi birden ciddileşmişti. “Bilmiyorum.”
İşin gerçeği Jungkook ‘un maçın sonuna geldiğimiz şu durumda bile fikrini değiştirme lüksü vardı. Ailesinin mezuniyetini istediği kadar ertelemeye yetecek kadar parası vardı. Başa dönüp tamamen farklı bir bölüm okuyabilirdi. Hiçbir şey yapmayabilirdi. Benim ailem onların zenginliğinin yanına bile yaklaşamazdı. Babamın kendi sigorta ofisi vardı ve annem de bir özel okulda öğretmendi.
Üniversite eğitimim için ayırdıkları bir bütçe vardı ama şu an fikir değiştirmeye kalksam ya da mezuniyetimi uzatacak olsam beni sopayla kovalardılar.
“ Ne yapmak istiyorsun peki?” diye sordum ama şüphelendiğim bir şey vardı zaten aklımda.
“ Milyoner bir playboy olarak dünyayı dolaşsam.”
“ Ha ha. Çok komik.”
Hemen sırıtıverdi. “Ciddi olayım mı istiyorsun?” Başımı öne doğru salladım. “ Eski barları restore etmek filan. Ne bileyim. Beni yanlış anlama. Kötü bir iş değil bu.”
“Hayır değil. Ama..”
Rüzgar uğuldayarak eserken tavandaki lamba yanıp sönmeye başladı. Jungkook gülümsedi ve ben de hiç farkında olmadan nefesimi tutuyormuşum meğer.
“Bölüm seçmeden önce aldığımız hazırlık derslerini ben biyoloji ağırlıklı seçmiştim hatırlıyor musun? Sonrasında da bir sürü matematik dersi aldım.”
“Evet” dedim ona doğru sokularak. Bu hareketimden memnun görünüyordu çünkü başımı göğsüne yaslayabilmem için hafifçe kımıldadı ve kollarıyla da beni sarmıştı.
“O dersleri aldığın için beyninde bir hasar filan olduğunu düşünmüştüm.”
Güldü. “Yok beynim normal çalışıyor çoğu zaman yani.” Bir an duraksadı ve sonra “Mezun olduktan sonra veterinerlik okumayı düşünüyordum” dedi.
Kalbim buna salak bir tepkiyle karşılık verirken ben de gözlerimi kapattım. Jungkook’un en büyük zayıf noktası hep hayvanlar olmuştu. Bir defasında üçüncü sınıftayken parkta bir güvercin bulmuştu.
Kanadı kırılmış ve kaderine terk edilmişti öleceği kesindi. Jungkook çıldırmıştı sırasına oturmayı reddediyordu ve en sonunda öğretmen ona izin verdi. Jungkook koşa koşa parka gitti küçük kuşu yattığı yerden aldı. Annesini de kuşu veterinere götürmeye ikna etti. Bir güvercin başka kimsenin umursamayacağı bir varlıktı. O an benim kahramanım olmuştu.
“Jim.” Sesinde milyonlar kazanabileceği bir kariyerden tek kazancı hayvanlara yardım etmek olan bir iş uğruna vazgeçmenin delilik olacağını düşünmemi bekliyor gibi bir güvensizlik vardı.
Ona iyice sokularak derin bir nefes aldım. Jungkook’a dilediğim şekilde sahip olamayacağımı biliyordum. Bunu kabullenmiştim. Sarhoş halimi kabul etmiyordu belli ki ama yine de ona arkadaşım diyebiliyor olduğum için gururluydum. “Bence bu harika bir fikir.”
“ Gerçekten mi?” Şaşırmış görünüyordu.
Gülümsedim. “Kesinlikle. Sonuçta bu amaca tutkuyla bağlısın. Bence bunu yapmalısın.”
Jungkook cevap vermedi ancak içinden bir gerginliğin uçup gittiğini hissedebiliyordum. O ana dek varlığını hiç fark etmediğim bir şeydi bu. Belki de buna ihtiyaç duyuyordu. Onaylanmaya. Orada sessizce oturup alevlerin ahşap duvarlar üzerinde yarattığı dans eden gölgeleri izlerken bir şeyin farkına vardım. Aramızda arkadaşlıktan öte bir şey olamayacağını iyi bilsem de ona aşıktım.
Ahh
Jeon Jungkook’u her zaman sevecektim. Fena batmıştım işte.
Elektrik kesilecekti. Dışarıda rüzgar çıldırmış evi ve elektrik hatlarını acımasızca kamçılıyordu. Bu salak kabloları yeraltına gömmenin neden kimsenin aklına gelmediğini ise bilemiyordum. Gece boyu ışıklar yandı söndü. Saat dokuz gibi kar artık o kadar hızlı ve yoğun yağıyordu ki camdan dışarıyı göremez olmuştum. Çam ağaçlarının dalları ağırlıktan bükülüyordu. Saatler önce yatağa yatmıştım ama uyuyamıyordum. Aklım saplantı halinde aynı şeyleri düşünüp duruyordu.
Jungkook’a asılmam, katil kar motoru ve burada ne kadar süre mahsur kalacağımız. Rüzgar da susmak bilmiyordu. Bütün ev üstüme çökecek gibi geliyordu. Sıkıntıyla pencereye arkamı döndüm ve üstüme aldığım yorganı omuzlarıma sıkı sıkı örttüm. Sessizce sahanlığa çıktım Jungkook ‘u uyandırmak istemiyordum.
Yolun yarısını geçemeden bir kapı gıcırtıyla açıldı. “Jim?”
Iç geçirerek arkamı döndüm ve oracıkta salyalarımı akıtmaya başlayacaktım neredeyse. Jungkook odasının kapısında üzerinde sadece alt eşofmanıyla dikiliyordu Karın kasları neden böyle görünmek zorundaydı ki?
Hepsi boğum boğum ve sem sertti.
“Jim?” Odadan çıkıp kapıyı ardından kapattı. “İyi misin?”
“Üşümüyor musun sen?” Bunu der demez kendimi tokatlayasım gelmişti.
Sırıttı. “Yataktan çıkana kadar hayır”
“Mantıklı.” Ağrılığımı bir ayağımdan diğerine verdim. Kendimi pislik gibi hissediyordum. “Özür dilerim. Seni uyandırmak istememiştim.”
“Önemli değil.” Bana doğru sokuldu o katıksız erkeliğini hissedince ondan nefret etmiştim.
“Uyuyamadın mı?”
Esnememi bastırarak başımı iki yana salladım. “Rüzgar sanki koca evi parçalayacak” Derken bir çatırtı koptu ve lafı ağzıma tıkarak beni yerimden sıçrattı. Koridorun sonundaki pencereden gökyüzünün bir kıvılcım yağmuruyla aydınlandığım gördük ve sonra bütün ev birkaç saniye süreyle zangırdadı. Tepemizdeki koridor lambası iki kez yanıp söndü ve sonra sahanlık tamamen karanlığa gömüldü.
“Siktir” dedi Jungkook ve elini sırtıma koyduğunu hissettim. “Galiba elektrik kesildi. Jeneratörün devreye girmesi lazım.” Karanlığa alışmaya çalışarak gözlerimi kırpıştırdım ama Jungkook ‘un sadece siluetini seçebiliyordum. Işıklar yeniden yanmamıştı fakat bir şeyin çalışmaya başladığını derinlerden gelen mırıltısını duyabiliyordum. Koridordaki havalandırma çıkışlarından hava geliyordu ama eski gücünün yarısı kadar bile değildi ve soğuğu kırma adına hiçbir faydası olmuyordu bunun.
Jungkook bir küfür daha savurdu. “Burada kal.”
“Hiçbir yere gitmeye niyetim yok zaten.”
Jungkook ‘un pencereye doğru ilerlediğini duyuyordum. “Üç kere siktir. Ağaçlardan biri devrilip elektrik kablolarını koparmış.” Telaş içinde geri döndü. “Jeneratör yalnızca acil durum modunda çalışır yani sıcaklığı minimum seviyede sağlar boruların donmasını engelleyecek ve buzdolabını filan çalıştıracak bir kapasitede.”
Yine yakınımdaydı sıcak nefesi ahuma vuruyordu. “Sen odana git ben aşağıda her şey yolunda mı diye bir bakayım.”
“Tamam.” Gergin bir şekilde yorganıma iyice yapıştım. Kalbim güm güm atıyordu.
“ Şey gitmek zorunda mısın?”
Elini yine sırtıma koydu. “Birkaç dakika içinde dönerim.”
“ Kusura bakma ama tek düşünebildiğim karda mahsur kalıp birbirini yemek zorunda kalan o insanlar.”
Jungkook yüksek sesli bir kahkaha attı. “Bebeğim o dediğin bin sekiz yüzlerde filan olmuş. Bize bir şey olmaz merak etme.”
“Zombi gibi bacağını kemirmeye başladığımda da böyle diyebilecek misin bakalım” dedim ama yine de elimi duvara koyup karanlığın içinde kedi gibi ilerledim.
Odama varınca hemen pencereye gittim. Kar tüm şiddetiyle yağıyordu ve her yeri kapladığından karanlığa alışmış gözlerim ay ışığı altında etrafı seçebiliyordu. Dev bir çam ağacı ikiye bölünmüştü karların üzerinde kara bir siluetti içimden bir titreme geçti. Mahsur kalmış olmak yetmezmiş gibi yüzyılın fırtınasına karşı sadece idare edecek bir jeneratörle kalmıştık. Galiba Tanrı bizi cezalandırıyordu.
Yatağıma döndüm ve yorganı başıma kadar çektim. Yan yatıp gözlerimi kapıya diktim. Birkaç dakika sonra Jungkook ‘un ayak seslerini duyduğumda gerildim. Elinde bir mum vardı ve mumun loş ışığı elmacık kemiklerinin üzerine gölgeler düşürüyordu. Mumu komodinin üzerine bırakıp yatağa oturdu.
“Bunun için özür dilerim.”
“Neden özür diledin?”
“Her sene buraya gelmek benim fikrim çünkü. Şu an evinde olabilirdin ama onun yerine burada mahsur kalmış durumdasın ve birbirimizi yemeye başlamamızdan korkuyorsun.”
Hafifçe güldüm. “Birbirimizi yemeye başlayacağımızı hiç sanmıyorum.”
“ Başlarsan da lütfen yüzümden başlama. En güzel yanımın o olduğunu söylerler hep.” Sesindeki muziplik beni de güldürmüştü. “Ama soğuk olacak Jim.”
“ Biliyorum fakat bu senin suçun değil. Buraya gelmeyi severim ben.”
Bir an için cevap vermedi. “Bunun nedenini hiçbir zaman anlayamadım biliyorsun. Kaymayı ya da benzer bir eğlenceyi sevmezsin bile.”
Alt dudağımı kemirmeye başladım. “Birlikte zaman geçirmeyi seviyorum yani herkesle demek istiyorum.” Yanaklarıma ateş basmıştı. “Hep beraber bunu yapmayı seviyorum.”
Jungkook uzandı ve loş ışık altında alnıma düşen bir tutam saçı görüp arkaya taradı. “Geldiğine sevindim.”
Bunu duyunca her yanım ısınıvermişti. “Gelmeseydim şu an yapayalnız kalırdın burada da ondan.”
İçten bir kahkaha attı ve sonra pencereye doğru dönüp baktı. “Hayır tek sebebi bu değil.”
Kalbim artık taklalar atmaya başlamıştı. Jungkook battaniyenin ucunu kaldırdı. “Kenara kay.”
Gözlerim yuvalarından fırlayacaktı neredeyse. “Niye?”
“İçerisi daha da soğuyacak ve rüzgarın sesi yüzünden uyuyamıyorsun. Uyuyana dek yanında kalacağını.” Duraksadı. “Ayrıca üstüm çıplak olduğu için şu an donuyorum.”
“Peki.” Yana kayarken bu kelimeyi tam bir aptal gibi kekeleyerek söyledim. Sonra diğer yanıma döndüm çünkü yatakta onunla yüz yüze bakamayacağımdan emindim Battaniyenin altına kaydı bedenlerimiz arasında bir kaç santim olmasına rağmen onu hissedebiliyordum. Tuhaftı ama bütün sırtım ısınmıştı ve geriye doğru sokulup onu gerçekten hissetme dürtüsünü göz ardı etmek çok zordu.
“Senin için bir sakıncası var mı?” Sesi tam kulağımın içindeydi. “Sanırım bunu sana kenara kaymanı söylemeden önce sormalıydım değil mi?”
“Hayır” diye fısıldadım. “Bir sakıncası yok.”
“ Güzel.” Yan döndü ve bana baktığını biliyordum. Kaşık pozisyonundaydık fakat birbirimize dokunmuyorduk o yüzden bu sayılmazdı.
“Çünkü bu yatak benimkinden çok daha rahat ve benim gidesim yok.”
Gitmesini hiç istemiyordum zaten. Cennette gibiydim Gözlerimi kapadım ve o benim şahsıma özel güneşimmiş gibi yakınlığını hissetmeye çalıştım.
“Çocukken de böyle yapardık hatırlıyor musun?” diye sordu.
“Evet.” Ama şu an çok farklıydı. O zamanlar her şey çok saftı ve biz de birbirimize yatıya gittiğimizde eğlence peşinde koşan iki çocuktuk. Üstüne atlayıp onunla her türlü yaramazlığı yapmayı istemeden önceydi bütün bunlar.
Şimdi de o yaramazca şeyleri düşünüyordum arkamı dönüp ona sarılmayı dudaklarını öpmeyi hayal ediyordum. Ona dokunmayı. Onun bana dokunmasını. Soyunmayı. Bunları düşünmeye mutlaka bir son vermeliydim.
“Jim.”
“ Efendim"
Bir an duraksadı. “Bu defa örtüyü kendi üzerime çekmeyeceğime söz veriyorum.”
Göğsüm sıkışmasına rağmen gülümsedim. “Göreceğiz bakalım.”
Beni kudurtan adam yanımda yatarken nasıl uyuduğumu bilmiyordum ama bir şekilde uyumuş olmalıyım çünkü ortalığı yıkan rüzgar beni uyandırdığında saatler geçtiğini tahmin ediyordum.
Doğrulmaya çalıştım fakat kımıldayamadım. Beni olduğum yere mıhlayan şeyin ne olduğunu anladığımda ise gözlerim yuvalarından uğradı ve nefesim kesildi.
Jungkook’un kolu belime dolanmıştı fakat bundan da ötesi tüm bedeniyle beni sarmıştı. Aldığı her derin düzenli nefesi ben alıyor gibiydim. Sıcak soluğu ensemde dans ediyor boynumdan aşağı beni ürpertiyordu. Beni bu şekilde sarmışken onun yanında uyumama imkan yoktu. Bir rahibin bile bu kadar irade gücü olacağından şüpheliydim. Hafifçe kıpırdanarak aramıza birkaç santim mesafe koymaya çalıştım ama belime dolanmış kol beni yeniden kendine çekti.
Nefesimi tutmuştum.
Jungkook beni öyle bir kendine çekmişti ki tüm bedenimi ön tarafına yapıştırdı ve aman tanrım sertleşmişti. Pijamalarımızın üzerinden uzun ve kalın aletinin arka tarafıma baskı yaptığını hissedebiliyordum.
Bedenim anında tepki verdi birkaç saniye içinde uyku mahmurluğumdan eser kalmamıştı. Bedenime söz geçiremememim ya da şu an ne yapacağımı bilemiyor olmamın hiçbir önemi yoktu. Sıcaklık damarlarıma kadar yayılmış ve kasıklarım sızlamaya başlamıştı. Çocukken aynı yatakta yattığımız zamanlara hiç benzemiyordu bu.
Jungkook bir şeyler mırıldandı ve daha da sokuldu çenesi boynumla omzum arasındaki o duyarlı bölgede geziyordu. Tüylerim diken diken olmuştu. Galiba nefes almayı bile kesmiştim. Belimi saran kolu yer değiştirdi ve göbeğimin altına doğru kaydı. Bu hareket üstümdeki giysinin sıyrılmasına neden oldu ve tenim bayağı açığa çıktı. Kalbim kaburgalarımı dövüyordu ağzıma kan tadı gelene dek dudağımı ısırdım.
Jungkook’un parmakları çıplak tenimi okşuyor ve benim irkilerek kendimi geriye doğru atmama neden oluyordu. Derinden gelen seksi bir inleme çıktı ağzından ve kalçalarını öne doğru iterek arkama bastırdı. Açılan parmakları pijamamın gevşek lastiğinin altına girdiler. Yatarken iç çamaşırı giymekten hiç hoşlanmadığım için altımda sadece pijama vardı ve parmakları o kadar yakınımdaydı ki.
Rüya görüyor olmalıydım çünkü bu gerçek olamazdı ve asla uyanmak istemiyordum. Yakıcı dudakları boynuma dokundu ilk önce bunun kazayla olduğunu sandım ama sonra ağzı yeniden şahdanarımı buldu ve oraya sıcacık bir öpücük kondurdu. Bu minik öpücükler devam etti ve boynumdan aşağı doğru indi. Bilinçsizce hareket ediyor başımı geriye doğru atarak boynumu daha fazla onun emrine veriyordum. Sonra kalçaları yavaşça şehvetli bir salınımla beni dürtmeye başladı.
Yarı uyur halde bunları yapabiliyorsa tamamen yanık olduğunda neler yapabileceğini hayal dahi edemiyordum. Muhtemelen beni bambaşka bir adama dönüştürürdü. Sonra eli daha da aşağı inerek yanaklarımın ortasını e oradaki hassas noktayı okşamaya başladı.
Aniden muhteşem bir his tüm bedenimi sardı ve beni doğru düzün düşünemez ya da olanları algılayamaz bir hale soktu.
Vücudum otomatik pilota bağlayarak beynimi devre dışı bıraktı. Kendimi iyice geriye verip parmakları en duyarlı yerimi okşarken bacaklarımı ayırdım. Ne yapacağını bilmek onun için çok kolay görünüyordu.
Bacaklarımın arasındaki ıslaklığı bir parmağıyla okşadı, yavaşça ve derinlere doğru ilerliyordu. İçeri. Dışarı. Yüce tanrım. Bütün bedenim şehvetle zonkluyordu. Gözlerim kocaman açılmıştı ama hiçbir şey görmüyordum. Sessiz olmaya çalışıyordum fakat boğazımın derinliklerinden yükselen şiddetli inlemeye engel olamadım.
O harika el durdu ve sırtıma yapışmış göğsü zınk diye doğruldu. “Jim?”
"Efendim" Hareket etmiyordum.
Jungkook irkilerek geriye sıçradı ve ayağa fırlamasıyla birlikte yatak çöktü.
Vay canına bir insanın bu kadar hızlı hareket edebildiğini daha önce hiç görmemiştim. Yan döndüm ve kalkmaya yeltendim ancak Jungkook ‘un yüzündeki bakış beni durdurdu.
“ Siktir. Çok özür dilerim.” Sesi hırıltılıydı. “Uyuyordum. Rüya gördüğümü sanıyordum siktir.”
İçimdeki hayal kırıklığı öyle bir hızla yayılmıştı ki az önceki arzuyu ve şehveti tamamen boğmuştu. Uyuyormuş tamamen uyuyormuş. Yarı uyur bile değilmiş sanki bu daha iyi bir şeymiş gibi. Ama en azından öyle olsaydı yaptıklarının yarım yamalak da olsa bilincinde olurdu.
Ne düşünüyordum ki zaten ben? Gecenin bir yarısı uyanıp artık bana ve çekiciliğime daha fazla dayanamayacağına mı karar verecekti Muhtemelen otelin barındaki seksi oğlanı görüyordu rüyasında.
“ Bir şey söyle Jimin lütfen.”
Sesindeki endişeyi duyunca nasıl bir aptallık ettiğimi anladım hala da etmeye devam ediyordum. Gözlerimi sımsıkı kapadım. “Tamam. Önemli değil. Büyütülecek bir şey yok.”
Cevap vermedi ve aradan biraz zaman geçince gözlerimi açıp Jungkook ‘u aradım fakat oda boştu. Kudurmuş rüzgarla baş başa kalmıştım.