ALEX +18 (Avesta Serisi 2. Ki...

By Geranium26

238K 26K 20.6K

Kitap +18 içeriklidir ve yetişkinler içindir. ''Acı şekillendiricidir ve bir kadını savaşçıya dönüştürür. Yas... More

Kim Kimdir?
AVESTA HARİTASI ❤
1. Bölüm - Tanıtım
2. Bölüm - Günümüz / Burning Spirit
3. Bölüm - Northend / Yedi yıl Önce
4. Bölüm - Rüyalar
5. Bölüm - Lider
6. Bölüm - Albino
7. Bölüm - Umut
8. Bölüm - Jade
9. Bölüm - Tanıdık Bir Yüz
10. Bölüm - Acıma
11. Bölüm - Gerçek
12. Bölüm - Lanet
13. Bölüm - "Bir"
14. Bölüm - Yemek
15. Bölüm - Ürperti
16. Bölüm - Camila
17. Bölüm - "Değmezsin!"
18. Bölüm - "Eva"
19. Bölüm - "O"
21. Bölüm - "Ne İçin?"
22. Bölüm - Başlangıç
23. Bölüm - Planlar
24. Bölüm - Mazda
25. Bölüm - Özgür İnsanların Şehri
26. Bölüm - Gelincikler
27. Bölüm - Milisler
28. Bölüm - Yardım
29. Bölüm - Victoria
30. Bölüm - Kadim Kabileler
31. Bölüm - Dominik
32. Bölüm - Blake
33. Bölüm - "Tanı Beni"
34. Bölüm - Ceza
35. Bölüm - Gizem
36. Bölüm - Kâbus
37. Bölüm - İhtimal
38. Bölüm - Karar
39. Bölüm - Kusursuz
40. Bölüm - Mutluluk
41. Bölüm - Baskın
42. Bölüm - Savunma
43. Bölüm - "Neden?"
44. Bölüm - Karar
45. Bölüm - Yeşil Elmalar
46. Bölüm - Katpatuka
47. Bölüm - Calista
48.Bölüm - Arayış
49. Bölüm - Şart
50. Bölüm - Anılar
51. Bölüm - Yolculuk
52. Bölüm - Geri Dönüş
53. Bölüm - Hesaplaşma
54. Bölüm - Theremore
55. Bölüm - Marcus
56. Bölüm - KAIN I.
57. Bölüm - KAIN II.
57. Bölüm - KAIN III.
Marcus I
Marcus II
Marcus III.
Marcus IV
Marcus V.
Marcus VI.
Marcus VII.
Marcus VIII.
Marcus IX
Marcus X
Marcus XI
Ardwin & Saya

20. Bölüm - Kadim Kılıçlar

3.1K 368 128
By Geranium26

Her yer uğulduyor. Gökyüzü karanlık ve art arda çakan şimşekler korkudan ödümü koparıyor.

Havanın sıcaklığını hissetmesem de sanki üşüyormuş gibi ürperiyorum.

Bir anda etrafımda savrulmaya başlayan metallerin ışıltısı karanlıkta gözlerimi alırken, gök gürültülerinin sesini bile bastırıp korkumu unutturuyor. Kılıçlar, sahiplerinin bedenlerini göremediğim çevik hareketlerke birbirinin üzerine atılırken, bir kapışmanın ortasında kalmış gibiyim.

Hemen arkamdan, "Bul onu!" diye fısıldanan sesle, irkilerek olduğum yerde dönüyorum ama o karanlıkta hiçbir şey göremiyorum.

Bir süre sonraysa, "Bul onu!" sesleri her yerden gelmeye başlıyor ve resmen ellerimle kulaklarımı kapatmamak için zor tutmaya başlıyorum kendimi.

Sonra bir anda bedenimi tam bayıldığım noktada görmeye başlıyorum. İki büklüm yerde uzanmışken, Helen ve Kavin panikle başıma eğilmiş neyim olduğunu anlamaya çalışıyor ve vücudumu sarsıp duruyorlar. 

Bir süre, sanki dışarıdan bir seyirci gibi kaşlarımı çatarak olanları izliyorum. 

Ve içten içe, Helen'in fazlasıyla içinde bulunduğu belli olan o panik  haliyle bir yerlerimi kırmayacağını, ya da bana gerçek bir beyin sarsıntısı geçirtmiyor olacağını umuyorum.

Hemen ardındansa ileride gözümü alan bir ışıltı dikkatimi çekiyor. Ve bakışlarımı  oraya çeviriyorum.

Güneş ışığını yansıtan ayna gibi bir parıltı, sanki dikkatimi çekmek ister gibi arka arkaya sürekli parlıyor. 

"Bul onu, bul onu, bul onu..."

Sanki ruhum ansızın tekrar bedenime dönmüş gibi bir anda irkilerek gözlerimi açtım. Baş ağrım hiç yaşanmamış gibi geçmiş ama duyduğum uğultular hala devam ediyordu.

Helen, "O lanet biradan bir daha içmeyeceğiz." derken, "Ondan değil." diyerek güç bela doğruldum ve savsak adımlarla atıma doğru yöneldim.

Resmen ayakta zor duruyordum ama ne yapmam gerektiğini biliyordum ve yapmak zorunda olduğumu da...

Helen ve Kavin'in, beni durdurmaya çalışmalarına aldırmadım ve atımı elimden geldiği kadar hızlı bir şekilde rüyamda gördüğüm parıltıya doğru sürmeye başladım.

Yaklaştıkça artmaya başlayan uğultulardan, doğru yolda olduğumu anlamam zor değildi. Ve arada ki mesafeyi kapattıkça, bedenim daha çok kendine geliyor ve hızla toparlanıyor gibiydi.

Helen ve Kavin hemen arkamdaydı.

Daha da hızlandım...

Ya atımı hiçliğe doğru sürerken ne yaptığımı bildiğime dair bana olan güvenleri sonsuz ve cidden göz yaşartıcıydı, ya da sonunda gerçekten keçileri kaçırmış olduğumdan eminlerdi...

Uğultuların geldiğini hissettiğim yerde atımı aniden durdurdum.

Sonra bakışlarım, sonsuzluğa uzanıyormuş gibi görünen kurak toprakların ortasında ki, bir kaç ufak kaya parçası arasında görünen karanlık boşluğu buldu. Nereye geldiğimi anlayınca ise buruk bir acıyla nefesim kesildi ve gözlerimin dolduğunu hissettim...

Hassiktir!

"Neden?"

Yıllar önce gözümü açtığım o ufacık mağaranın girişindeydim...

Uğultular kesinlikle içeriden geliyordu. Oraya tekrar inmek bana ne yapacaktı bilmiyordum ve dürüst olmak gerekirse o an bunu düşünmek bile istemiyordum.

"Kahretsin Alex neler oluyor?" diye sordu Helen sabırsızca.

Atımdan inerken, "Orada bir şey var." dedim sadece. Sanki bu yeterince mantıklı bir açıklamaymış gibi.

Kısılmış gözlerini mağaranın girişine diktiklerini gördüm, ancak o an kafayı yediğimi düşündüklerini dile getirmek istemiyorlardı belli ki.

Ben girişe yaklaşıp tereddütle önünde durmaya başladığımdaysa, "Ne gibi?" diye sordu Kavin. Sesindeki şüpheden, kesinlikle aklımı kaçırdığımı düşündüğü belli oluyordu. Ancak bunu sesli olarak dil getirmek istemeyecek kadar düşünceliydi neyse ki.

Ben bile deliliğe ne kar yakın olduğumla ilgili kendimden endişe etmeye başlamışken, başkalarının da aynı kuşkuları dile getirmesi o an için istediğim son şeydi.

Hissettiğim şeyi bilsem de tanımlayamıyordum ama oradaydı işte. Bu da akıl sağlığı yerinde olan birinin düşüncelerine pek benzemiyordu. Bu yüzden daha fazla düşünmeyi bıraktım ve "Burada bekleyin." deyip hızla ufacık girişten içeri girdim.

Helen'in arkamdan sayıp sövdüğünü işitsem de, duymamazlıktan geldim.

İçerisi hatırladığımdan daha dar ve havasızdı.

Ya da ben burası için fazlasıyla büyümüştüm.  Tünelin sonuna geldiğimde yolun ikiye ayrıldığını gördüm.

Bu, daha önce hatırladığım bir ayrıntı değildi.

Daha önce dışarı çıktığımda geldiğim yol sol taraftı diye hatırlıyordum, ancak uğultu sesi sağ tarafımdan geliyordu. 

Çok fazla düşünmeden sağa doğru döndüm, yol gittikçe kıvrılıyor ve daralıyordu ancak geçmemi engelleyecek kadar değil.

Uğultu gittikçe arttı...arttı...ve arttı.

En sonunda geniş bir açıklığın girişine geldim. Burası benim uyandığım yerden çok daha büyük ve ferahtı. Girişte duvara yazılmış olan belli belirsiz şekilleri de o an fark ettim. Her ne yazıyorsa çoktan yıpranıp, aşınmış ve okunmayacak hale gelmişti. Ben kaşlarımı çatmış dikkatle şekillleri incelerken,  toz olur gibi bir anda silinip gitmelerini dehşet içinde izledim.

Nabzım boynumdan fırlayacak gibi atmaya başlamış ve tüm bedenim ürperirken yine de hissettiğim en baskın duygu korku değildi. Daha çok heyecan gibiydi. 

Her ne olursa olsun tanıdık, bildik bir huzur vardı ruhumda.

O saçma sapan, ne olduğunu biliyordum ama tanımlayamıyordum duygusuydu işte yine. Açıklayabileceğim en basit şekliyle olan buydu.

Dizlerimin titremesine aldırış etmeden, nefesimi tutarak odanın içine girdim.

Tam ortada, oyularak şekil verilmiş gibi görünen yuvarlak bir kaya vardı. Üstünde ise toz içinde kalmış bir kumaş parçası...

Yavaşça oraya doğru yöneldim. Uğultu katlanılmaz şekilde artmıştı, ancak üstünde ki tozdan artık siyahtan çok gri gibi görünen kumaşa dokunduğum an giderek azalmaya başlamıştı.

Kumaşı yavaşça kaldırdım ve heyecandan nefesim kesildi.

Altında yan yana duran iki kılıç vardı. Uğultu yine katlanılmaz bir şekilde artarken her iki kılıcın da o anda resmen bir ışık kaynağı gibi parladığını gördüm. Kılıçların üstünde ki desenler ve ince işçiliği göz alıcıydı. Ne kadar zamandır burada oldukları ile ilgili hiç bir fikrim yoktu ama üzerlerinde eskidiklerine, ya da biraz elden geçmelerine gerek olan tek bir yıpranma bile yoktu.

Titrek ellerimle içlerinden birine dokunduğum an duyduğum tüm uğultular anında kesilip yerini huzur dolu bir sessizliğe bıraktı. Ancak bu kez dokunduğum kılıcın parlaklığı gözümü alacak şekilde artmaya başladı.
Boyutları ve ağırlıklarından belliydi ki; tek elle kullanmak için tasarlanmamışlardı.
Normal bir savaş kılıcından daha kısa, ikisinin toplam da ağırlığıysa anca sıradan bir kılıç kadardı.
Her iki elle birden kullanmak için özel olarak yapılmışlardı ve kusursuzdular....

"Onlar senin."

Hızla arkamdan gelen sese doğru döndüm ancak elbette yine kimse yoktu.

Bir süre sıklaşan soluklarımı ve ürpermiş bedenimi sakinleştirmeye çalışarak, dikkatli gözlerle etrafımda birilerini arar gibi tek bir ses bile çıkarmadan öylece durdum. Sonra bakışlarım tekrar kılıçları buldu.

Onların ne olduklarını biliyordum ve benimdiler...

İkisini birden kabzalarından kavradım, parıltıları inanılmaz bir şekilde artarken, bana verdikleri his sanki görünmez bir güç ve kalp atışlarımı saatlerdir koşuyormuşum gibi arttıran delicesine bir heyecandı.

Bir şekilde, kayıp bir parçamı bulmuş gibiydim. Elime kusursuz bir uyumla oturuyor, ağırlıkları ve dengeleri kolumun bir uzantısı gibi beni tamamlıyordu.

Sanki onlarda ait oldukları yerdelermiş gibi yavaş yavaş şiddetle parlamayı bırakıp ellerimde hayat buldular.

Onları istemeye istemeye tekrar beze sarıp çıkışa doğru yöneldim.

Dışarı çıktığımdaysa, Helen ve Kavin'in endişeyle beni beklediklerini gördüm.

Bakışları hızla elimdeki beze kaydı.

"O da nesi?" diye en sonunda konuşan Helen oldu.

"Bunlar." dedim elimdeki bez parçasını hafifçe aralayarak, "Elf çeliğinden yapılmış kılıçlar."

Kavin bana aklımı kaçırmışım gibi bakarken, Helen'in gözlerinde, bir şekilde söylediğim şeyin doğru olduğunu bildiğini görebiliyordum.

"Vay canına!" deyip parmaklarıyla yavaşça kılıçlara dokunmak üzereyken, birden canı yanmış gibi elini çekti.

Ve "Hassiktir!" deyip bir adım geri çekildi.

Bu kez ona tuhaf tuhaf bakan bizdik. Afallamış ve fal taşı gibi açılmış gözleri bir süre benim ve kılıçlarımın arasında gidip geldi.

Sonra sesli bir şekilde yutkunup, "Onlara dokunamıyorum." derken sanki kafası karışmış gibi Kavin ve bana bakmaya başladı.

"O da ne demek be!" derken Kavin içlerinden birinin kabzasını kavradı ancak sanki görünmez bir duvara hızla çarpmış gibi bir anda geriye doğru savruldu.

Hassiktir! 

Bu da nesiydi?

Kılıçların kadimlerden olduğunu parlamalarından anlamıştım. Saya bana bundan bahsetmişti.

Ve "Onu sahibinden başkası kullanamaz." derken sanırım söylemek istediği buydu...

"O kılıçlar sadece Theremore'dan çıkan çelikle yapılır."

"Elf kılıçları, ölümsüzlere tıpkı normal kılıçların bizlere verdiği gibi zarar verir. Hızla iyileşme yetenekleri hiçbir işe yaramaz ve öldürülebilirler. Ancak artık tek bir elf kılıcı bile kalmadığından, impler de dâhil bir ölümsüzü öldürmek neredeyse imkânsız."

"Kılıçlar kayboldular, zaman içerisinde unutuldular..."

"En son yaklaşık altı bin yıl önce kullanıldılar. Başlarda sonraki nesillere aktarıldılar ama zamanla paraya sıkışan bir torun tarafından satıldılar, ya da yeni bir çekice ihtiyaç duyan demirci tarafından eritildiler. Ve farkında bile olmadan başka amaçlar için kullanıldılar.''.

"Ne yaptıklarının farkında bile değillerdi. Çünkü normalde bir elf kılıcının görünüş olarak diğer kılıçlardan bir farkı yoktur. Sadece elf büyüsü de kullanılarak dövülmüş kadim kılıçlar farklıdır, ancak onların da farkını sadece kılıcın kendi seçtiği sahibi bilir."

"Yani herkes kullanamaz bu kılıcı. Kendi sahibini sadece kendisi seçer ve onu kullanma hakkına sahip olur"

"Büyü ile dövülmüş olması sahibinin başka büyülerden etkilenmemesini sağlar. Samanaların, ya da büyü kullanan her hangi birinin savaşlardaki en büyük avantajını ellerinden alır."

"Sahibine parladığı söylenir, ya da fısıldadığı. Hatta sahibiyle konuştuklarını söyleyenler de var."

"Bildiğimiz şey ise; artık tek bir elf kılıcının bile kalmadığı."

Saya çok yanılmıştı. İşte iki tanesi hala buradaydı. 

Üstelikte kadim olanlardandı...

Daha da önemlisi benimdiler!

Kavin düştüğü yerden şaşkın şakın kılıçlara bakıyordu.

"Elf kılıçlarının böyle bir özelliği olduğunu bilmiyordum." derken, saygıyla dolu korkulu bir yüz ifadesiyle elimdeki bezin arasında duran kılıçlara bakıyordu.

Söylediği şey doğruydu. Aslında yoktu, üstelik şu an için tam olarak neden bilmiyorum ama onu düzeltmeyecektim de. Kadim olmalarının beni her türlü büyüye karşı koruyacak olması önemliydi. İleride kesinlikle bu konuda işime yarayacaklardı. Belki de Helen ve Kavin'in ne kadar az bilirlerse o kadar huzurlu ve güvende olacaklarını düşünüyordum.

Şu anda çoktan yapmış olduğum planlarımla uykuları kaçacak olan bir tek bendim...

Söylememe gerek olmadığını biliyordum ancak Helen'in boş boğazlığı en büyük zaafıydı. Bu yüzden gözlerimi özellike onunkilere dikip, "Bunu kimse bilmemeli." dedim.

İkisi de aynı anda kafalarını sallayarak, "Elbette." diye onayladılar, ancak kuşkulu bakışlarımı Helen'den çekemiyordum.

Gözlerini devirip, "Tamam, söz veriyorum. Ağzımdan kaçırmayacağım bile, çünkü bugün olanları hemen şimdi unutuyorum." dedikten sonra sırıttı ve "Elbette o Blake denen adama nasıl baktığın kısmı hariç." diye ekledi.

Söylemesine bile gerek yoktu. Biliyordum ki o adamı ne kendi unutacak, ne de bir süre benim unutmama izin verecekti.

Northend'e geri döndüğümüzde vakit oldukça geç olsa da, kimsenin kuşkulanmasına sebep olacak kadar da değildi.

Hızla kışlanın silahlarından ve bakımından sorumlu olan kölenin yanına gittim. Arta kalan vakitlerinde para kazanmak için ekstra işler yapmasına müsaade ediliyordu. Ehh, benimde buraya geldiğimden beri aldığım ve henüz tek bir harcama bile yapamadığım bir maşım vardı.

Kılıçlara dokunmasına izin vermeden ölçülerini aldırmama kafası karışmış olsa da, sahip olduğum bütün paramı alacak olması yüzünde engelleyemediği bir gülümseme oluşturmuştu.

Buna değerdi...

Zaten parayı ne yapacaktım ki?

İstediğim şey basitti...

Kılıçları sırtımda rahatça taşıyabileceğim bir kılıf gerekiyordu...

Duncan'ın beni kendisine özenmekle suçlayacağını düşünüp içten içe gülümsesemde bu kararımı değiştirmeme sebep olmayacaktı. 

Çadırıma geçmeden önce yapmam gereken son bir şey kalmıştı.

Artık günlük bir rutin haline getirdiğim ve neredeyse günümün en güzel zamanını geçirdiğim için iple çektiğim yeni bir alışkanlık edinmiştim.

Albino...

Elbette hala huysuzdu. Üstelik yeni kötü alışkanlıklar edindiği bile söylenebilirdi.

"Isırmak!"

Eskiden biri yanına yaklaştığı zaman gerginleşir ve huzursuzca yerinde kıpırdanmaya başlardı. Ancak artık yanına gelenleri dikkatle izliyor ve bir anlık dalgınlıklarını kollayarak direk ısırmaya çalışıyordu.

Artık bakışlarından, pusuya yatıp ısırmak için uygun bir an kolladığı anları anlayabilir olmuştum.

Bence sakıncası yoktu... 

Netice de ısırmadığı ve güvendiği tek insan bendim. Hem arkadaşlar birbirlerini ısırmazlardı, hatta bunu ona birkaç kez söylemiş bile olabilirdim ki aramız bozulmasın. Sonuç olarak söylediklerimi ciddiye aldığı ortadaydı.

Kim bilir? Belki de edindiğimiz arkadaşlar gerçekten de bizi kötü etkileyebiliyordu...

Ancak böyle giderse, bir süre sonra ahırda ki kimse ellerini kullanamadığı için problem yaşayacaktık.

Tüylerini fırçalarken bakışlarım Albino'nun gözlerindeydi.

Yaralı ruhlar, kendisi gibi olanları koca kalabalıklar içinde bile seçerdi, kendisine yaklaşan herkese ise ilk tepkisi saldırmak olurdu. Bu içgüdüsel bir refleks haline gelirdi ve normal olanın bu olduğuna o kadar inandırırdı ki herkes kendini, başka türlüsünü zamanla unuturdu.

Albino ise benim için bunun hayvanlarda bile aynı olduğunun kanıtıydı.

Güven sorunları yaşıyor, başkalarıyla olmaktansa huzuru yalnız kalmakta buluyordu, huysuz ve saldırgandı ve elbette yaralıydı.

İstenmemiş, kusurlu görülmüş ve kötü muameleye maruz kalmıştı.

Değerli bulunmamıştı...

Ona da birileri, "Değmezsin!" demişti işte.

Bu yüzden davranışlarında sonuna kadar haklıydı...

Mutluluk, ruhun huzurunda saklıydı ve aldığı bir yarada ne kadar uğraşırsak uğraşalım geride izleri kalırdı. Tıpkı bedenimizdeki yaralar gibi... Ancak tek bir fark vardı; ruhumuzdaki izler bile acıtırdı.

Ona bakarken ise benim gördüğüm tek şey güçlü bir hayvandı.

İçtenliğe, sevilmeye, ilgi görmeye ve her şeye değeceğini bilmeye muhtaç, güçlü bir hayvan...

Lütfen aklınıza takılan bir şey olduğunda yorumlarda benimle paylaşın, cevap vermekten mutluluk duyarım.

Olumsuz her eleştirinizle kendimi ve kitabımı geliştirmemi sağlarken, her olumlu düşüncenizle günümü aydınlatırsınız.

Kendinize çok iyi bakın, görüşmek üzere...

Continue Reading

You'll Also Like

353K 30.2K 55
Kapak: benbittimaq Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Gör...
118K 6.6K 33
Gece yarısı sokakta karşısına çıkan evsiz bir kediyi evine alan bir kız en fazla kediyle ne yaşayabilirdi? "ben aslında evine aldığın kediyim, " ger...
87.7K 6.7K 66
"James lütfen öyle söyleme o bizim aşkımızın meyvesi" "NE AŞKI?" Diye bağırdı James 1. #Dracomalfoy 02/01/2024 1. #Harrypotter 31/08/2023 1. #Slyther...
4.8M 6.5K 1
Küçük bir hata iki insanın hayatını sonsuza kadar değiştirebilir mi? Evet... Çünkü bazı hataların telafisi olmaz. Conner McLead diğer adı Şeytan! O k...