fifty-eighth sonnet \\ taekook

By VELINEz

112K 10.6K 7.2K

Yitirilen güzellikler, yaşanamayan ya da açıklanamayan sevgiler, karşılaşılan vurdumduymazlıklar; incelikten... More

straight to hell
you knew the game and played it
and it pains me just to hear you have to say it
won't tell me to stop
he told me i should take it in
listen to every word he speaking
thinks that i should be a little cautious
all that he invested in goes
i'd say he needs medicine
the wires getting older
i can hear the way they're creaking
well, i can tell the wires pulled
it kills to know that you've been defeated
i can hear it in ur voice while ur speaking, you can't be treated
mr.know-it-all had his reign and his fall
light at the beginning of the tunel
but he tells me that i'm dreaming
you knew you had a reason
admits to me that every little flaw
i just pray the wires aren't coming
i'm having trouble in believing
that never let him sit upon the top
wires.
teşekkür, yeni fic

when he talks i hear his ghosts every word they say to me

2.7K 285 144
By VELINEz

Hi gayss im here!!! Sonunda yeni bolumleri paylaşmaya başladım. Üniversiteye başladım ve derslerimden dolayı bir süre bölüm yazamadığım ve en önemlisi emeklerimin karşılığını alamadığımı düşündüğüm için bölümü yayından kaldırdım. Aslında yaza kadar yeniden yayımlamayı düşünmüyordum fakat Fifty eighth sonnet'i o kadar özlediğimi farkettim ki dayanamayarak yeniden yükledim.

Yorumlarınız beni motive ediyor lütfen yorumlarınızı eksik etmeyin😭😭 İyi okumalar💖

Zaman ilerliyor, dakikalar ömrümüzden siliniyor; biz yaşlanıyor ve bir nefes daha ölüyorduk. Yaş aldıkça seviniyor ölüme adım adım yaklaştığımızı bile unutuyorduk. Parmak sayısı kadar ömrümüze çeşit çeşit anlamlar yüklüyorduk. Ve tek bir kavram hepimizin hikayesinde kılık değiştiriyordu.Mutluluk, sevinç, hüzün heyecan, aşk, tutku ve şairin kalemini büken özlem.

Özlem; aileye özlem, sevilene özlem, dosta özlem sayabileceğimiz bir sürü çeşidi var fakat en acısı; insanın elini ayağını bağlayan geçmişe özlemdi. Çünkü her şey geri gelirdi; kişiler geri gelir ortamlar geri gelirdi ama tarih terekkür etmezdi. Her şey tıpatıp aynı olsa da eski hislerin bir türlü olmazdı.

Şimdi ise karşımda geçmişim duruyordu.

Geçmişim geçmişimin baş ucundaydı.

Oradaydı ve ben geçmişe özlemimi gideriyordum. Fakat demiştim ya aynı duygular olmazmış diye; yoktu. Geçmişteki aşkım şimdi dallanıp fidanlanmış gibiydi. Minnet duyuyordum, teşekkür ediyordum içten içe.

Gülümsedim hafifçe "Hoş geldin." dedim. O an anladım, cevapsız sorularım yokmuş meğer. Benim tek bir doğrum varmış. Aklıma Mingyu Amca'nın sorusu geldi. Cevabım ikinci seçenek oluvermişti, ben ondan nefret dahi edemezdim.

Biraz çekingen bir tavırla "Merhaba" dedikten sonra yeniden sustuk. Gözlerimiz özlem gidermek için dudaklarımızdan izin istedi. Her bir ayrıntısında tek tek oyalandım. Gözüme ilk çarpan şey siyahtan kurtararak açık kestane rengine boyatılmış saçları olmuştu. Onu ilk defa bu şekilde görmüştüm ve nelerden mahrum kaldığımı fark edebilmiştim. Sanki ölümcül bir hastalıktan kurtulmuş gibi göz altlarından morluklar tamamen yok olmuştu. Dudakları eskisi gibi çatlak değildi. Kilo almış olmalıydı yanakları tombullaşmış, pembeleşmişti.

Zaman güzelliğine güzellik katmış ve ben onun karşısında bu şekilde durmaktan utanmıştım.

Bakışları hala üzerimdeyken "Ne zaman geldin?" dedim kısık bir sesle. Heyecanlı bir çocuk gibiydim gülümsememek için yanaklarımın içini ısırıyordum.

"Bu öğlen."

Anladığımı belli edercesine başını salladığımda gözlerini kaçırdı. Elimdeki çiçekleri ailemin mezarının üzerine bıraktım.

Ailemin baş ucundaki yerinden birkaç adım geriye çıkarak benim mezarın yanına girmeme müsade etti. Yerlerimizi değiştirdiğimizde gözlerim bir süreliğine ailemin toprağında gezindi. Daha sonrasında yağan yağmura rağmen şemsiyemi indirerek ellerimi birbirine kenetledim.

Kenetli ellerim göğüs hizamdayken gözlerimi de kapattım. Kaç yaşında olursam olayım ne zaman darda hissetsem kendimi ailemin başucunda ellerim kenetli bir şekilde bulurdum. Şimdi de üzerime yağmur tanecikleri düşerken ben onlarla heyecanımı paylaşıyordum.

Kapalı gözlerimden usul usul yaşlar akmaya başladı. Keşke 18 yaşındaki Jeongguk olarak kalsaydım diyordum. Geçmişe sıkışıp kalsaydım. Yaşım büyüdükçe yalnızlaştım, pastamdaki üflediğim her mum teker teker götürdü sevdiklerimi. Yalnızlık beni günden güne öldürdü.

Sırılsıklam olmuştum fakat üşümüyordum.

Yağmur hızlanırken arkamdan gelen sesler sonrası üzerime düşen yağmur taneleri kesilmişti. Gözlerimi hafifçe açarak yan tarafıma baktığımda onun da tıpkı benim gibi gözlerini kapattığını görmüştüm. Ona baktıkça dudaklarım benden bağımsız sürekli gülümsemek, gözlerim ise onun her bir ayrıntısını ezberlemek istiyordu. Uzun kirpikleri iç içe geçmiş kaşları çatıktı. Koyu kırmızı dudaklarını birbirine bastırmıştı ifadesi ciddiydi.

İçim gidiyordu, bu adam beni mahvediyordu.

Bir süre sonra uzun süren bakışlarımı hissetmiş olmalıydı ki gözlerini açmış fakat bana dönmemişti. Farklıydı, göz göze gelmekten kaçınıyor fakat gözlerimiz buluştuğunda çekemiyordu.

Bir süre sonra "Ağlama. Onlar seninle gurur duyuyorlar." demiş bakışlarını bana çevirmişti. İnanmak istercesine ona baktığımda hafifçe gülümsedi. "Eşsizsin Jungkook. Gördüğüm her şeyden daha güçlüsün." dedi sakin bir ses tonuyla. Gülümsemesine ufak bir tebessümle karşılık verdim.

Gözleri gülümsememde takılı kalınca yeniden bir döngüye girdiğimizi hissetmiştim. Fakat bir şekilde kendimi kurtarmış, ufak bir teşekkürle beraber tuttuğu şemsiyemi elime alarak mezardan uzaklaştık.

Şimdi ise yan yana yürüyorduk. "Ne zaman gideceksin peki?" diye sordum aramızdaki gerici sessizliği bozmak amacıyla. "Biletim yarın sabah." dedi göz ucuyla bana bakarak.

Üzüntümü gizlemek için "Kalacak bir yerin var mı?" dediğimde adımlarımız yavaşlamıştı. "Henüz yok. Geceyi geçirebileceğim bir otel ayarlamayı düşünüyorum." demişti.

"Bugün hava gerçekten çok kötü. Bir taksi bile bulman çok zor...İstersen bende kalabilirsin." dediğimde bir süre sessiz kalmıştı. Beklentiyle yüzüne baktım. O ise oldukça durgundu yüzüme bakmaya bile cesaret edemiyor gibiydi. Bu yüzden ısrar ettim. "Evde yalnız yaşıyorum bir sorun olmaz."

"Peki o halde."

Memnun bir şekilde gülümsedikten sonra yürümeye başladığımda bana uymuş arabaya doğru ilerlemeye başlamıştık. Sessizdik ve bu beni geriyordu, fakat ne konuşmalıyım hiçbir fikrim yoktu. Kilidi açarak sürücü koltuğuna geçtiğimde o da yan tarafımdaki koltuğa oturmuştu. Klimayı açarak bana doğru kanatlarının bir kısmını ona çevirdiğimde ufak bir teşekkür etmişti.

Arabayı çalıştırdığımda otomatik olarak açılan radyodan cılız bir ses yükseldi.

Seninle bir araya gelsem bir kez daha
Gözlerine bakıp diyeceğim ki; seni özledim.
Mest eden anılarımda
Yalnız dans etsem bile yağmurda
Bu sis dağıldığında 
Paçalarımdan sular damlaya damlaya sana koşacağım.

Öyleydi de. O ne zaman, ne şekilde gelirse gelsin onun için hazırdım. Vazgeçemiyordum ondan, insan nefesinden vazgeçer miydi?

Arabamı park ettiğim yerden çıkarak anayola girdim. Gözleri ön kısımdaki dosyalara kaydığında "Öğretmenliğe başladın mı?"diye sormuştu.

Başımı onaylarcasına sallayarak "Evet bir lisede görev yapıyorum." dedim. Hafifçe gülerek  "Zor olmalı" dediğinde "Evet, zamane gençleri bazen fazla yorucu olabiliyor." demiştim.

"Hepimiz öyleydik."

Haklıydı, deli doluyduk biz enerjimiz bitmezdi hiç. Demek istediklerim dilimin ucuna gelse de sessiz kalmayı tercih ettim. Ondan sonra da pek fazla konuşmadık. Ben sessizce arabayı sürerken o da aynı şekilde beni izliyordu. Sanırım biraz değişmiştim.

Kıvırcık saçlarımı düzleştirmiş ensemde küçük bir topuz yapmıştım. Üzerimdeki takım elbise beni olduğumdan olgun ve resmi gösteriyordu. Bana bakıyordu sanki gurur duyarcasına. Sevinmiştim, annesine yaptığı ilk resmi gösteren bir çocuk gibi heyecanlanmıştım da.

Kısa süre sonra evimin önüme geldiğimde otomatik kumandayla bahçe kapısı açmış içeriye girebilmiştim. Pek lüks olmasa da evimi seviyordum. Küçük sevimli bir arka bahçesi ve bir verandası vardı. Arabayı garaja park ettikten sonra ikimiz de arabadan indik.

Şimdi ise kapıya kadar döşeli olan taş yolda sessizce yan yana yürüyorduk. Kilitli kapıyı açıp ilk olarak girmesi için müsade ettikten sonra ben de arkasından girmiştim. Ayakkabılarını çıkarttığında misafir terliklerinden önüne koymuştum. Kibarca  teşekkür ederek terlikleri giymiş beni takip etmişti.

Salona girdiğinde evimi her zaman toplu tutan bir başak burcu olmama şükretmiştim. Gözlerinin salonumda gezdiğini farkettiğimde ben de ilk kez görüyormuşçasına incelemiştim.

Gri duvarlara yerleştirdiğim tablolar bir tarafa astığım bazı fotoğraflar yemek masasının üstündeki vazodaki orkidelere kadar hepsini incelemişti. "Bunlar öğrencilerin mi?" diye sordu. İlk öğrencilerimle omuz omuza çektirdiğimiz bir fotoğraftı.

"Evet ilk öğrencilerim. Okulun ilk günüydü ve çok gergindim." dediğinde kıkırdadı. Gülümsemesine karşılık vererek "Tavuk sote yapacağım yersin değil mi?" diye sordum.

"Hayır hayır zahmet etme o kadar. Basit bir yemek yapalım....mmmm ramen mesela...evet ramen yiyebiriz" dediğinde kaşlarımı şaşkınlıkla kaldırdım. Evet önceden sık sık yerdik fakat şimdi sonuçta büyüktük ve ramen gibi basit bir yiyeceği hala yemesine şaşırmıştım. Benim için ise ramen işten gelip yorgun olduğum akşamlarda yediğim basit bir yemekti.

Yine de onaylarcasına başımı sallayıp kabanımı ve takım elbisemin ceketini çıkardım. Gözlerinin üzerimde olmasını es geçerek kravatımı çözmüş gömlek kollarımı katlamıştım.

Bar tipi masanın arkasında geçerek dolaptaki paketleri çıkarmış tencereye su koyarak ocağın altını açmıştım. Yeniden sessiz kalmamız için "Rahat bir şeyler vermemi ister misin?" dediğimde onaylarcasına başını salladı.

Odama girip üstümü değiştirerek temiz sweatlerim ve eşofmanımdan bir tane yatağımın üzerine bırakarak kendisine seslendim. Teşekkür ederek odaya girdiğinde odadan çıkmış mutfağa girmiştim.

Nasıldım, nasıl hissediyordum hiç bilmiyordum. Hayalimizdeki gibiydik sanki. Beraber işimizden gelip üstümüzü değiştirdikten sonra akşam yemeğimizi yeriz. Hayalimizdeki gibi, fakat ayrı ayrı.

Kısa süre sonra odadan çıktığında kendisine fazlaca bol kıyafetlerimi giymişti. Dudaklarıma ufak bir gülümseme yerleşti. Çok güzeldi beyaz sweatshirt esmer tenine, karamel saçlarına o kadar yakışmıştı ki karşıma alıp yanaklarından ısırmak istemiştim.

Gözlerim sweatin yakasından açılan boynuna kaydığında ondan giderken verdiğim kolyeyi görmüştüm. Ne kadar şaşırmasam da hala saklaması hoşuma gitmişti. Gülümsememi saklamaya çalışsam da gözlerimin parladığına emindim mutlu olduğumu karşıdan geçen bir insan bile fark ederdi.

Adımlarını sürükleye sürükleye tam dibime sokuldu.
Ufacık bir çocukmuş gibi davranmasına dayanamıyordum, yaptığı basit bir hareket bile o kadar güzel geliyordu ki gözüme, kendime verdiğim tüm sözleri unutuyordum. Hazır ramenleri tabaklara boşalttıktan sonra iki tabağı da elime almış masaya ilerlemiştim.

Tabakları masaya bıraktığımda o da tam karşıma oturdu. Yemeğinden bir ısırık aldıktan sonra başını çok güzel anlamında salladı. Onu izlemeyi kesip yemeğime başlamayı düşünsem de bir türlü yapamıyordum. Kulak arkasına sıkıştırdığı saçları yumuşacık gözüküyor ara sıra gözlerinin önüne gelerek onu rahatsız ediyordu.

Çubuğu ağzına götürerek bir ısırık alıyor yemeğin baharatı dudaklarını kızartıyordu. O ise karşımda böyle güzel dururken ben saatlerdir hissettiğim açlığımı dahi unutuyordum. Bakışlarımı hissetmiş olmalı ki kafasını yemekten kaldırıp bana baktığında ne diyeceğimi bilemeyerek heyecanlanmış, gözüme ilişen sosu elime alarak "Bak bu sos da çok güzel. Senin için birazcık acı ama benimkinden deneyebilirsin. " diyebilmiştim. Taehyung pek fazla acı yiyemezdi biliyordum fakat o an, sosun onun için ne kadar acı olabileceğini hesaplayamamıştım.

Çubukları yardımıyla benim tabağımdan birazcık alarak ağzına attığında yüzünü ekşitince anlayabilmiştim. Dudakları kıpkırmızı olmuş gözleri kızarmıştı.

"Of acıydı dimi keşke vermeseydim!" Telaşla ayağa kalktığımda dolaba giderek soğuk su aldım. Yanan ağzına hava vermek için salladığı ellerini es geçerek bardaktaki suyu yavaşça içirdim. Şimdi ise biraz daha sakinleşmişti fakat yanakları kıpkırmızı gözüküyordu. Bu görüntüye dayanamayarak kıkırdadığımda kaşlarını çattı.

"Kızma hemen sadece çok tatlı gözüküyordun." dedim yerimden doğrularak fakat dediğim şeyin farkına daha yeni varabilmiştim. O da bir şey demeyince yerime geçmiş sessizce yemeğimize devam etmiştik.

Kısa sürede yemeklerimizi bitirdiğimizde salona geçmiş şarap içmeyi teklif etmiştim. Birazcık rahatlamaya ihtiyacım vardı. O da teklifimi kabul ettiğinde ayağa kalkarak iki kadeh ve şarap alarak yeniden yanına döndüm.

Şimdi ise koltuklarımızda yayılıp şaraplarımızı yudumluyorduk. Yıllar sonra bir araya gelen eski iki dost gibiydik. En basit bir konu hakkında bile dakikalarca konuşuyorduk. Gülüyordu, yemin ederim gözlerinin içi parlıyordu. Öyle bir bakıyordu ki bana hiç değişmediğini fark ediyordum. Karşımdaki adam en az eskisi kadar çok seviyordu beni.

"Heran nasıl?" diye sorduğumda güldü. "Büyüdü artık kocaman oldu." demiş orta sehpanın üzerindeki telefonunu alarak telefon ekranını göstermişti.

Şaşırmıştım, yaklaşık bir yılda büyümüş git gide babasına benzemeye başlamıştı. Telefonu gizleme gereği duymayarak gözlerimin önünde galeriye girdi ve kızının resimlerini açtı. İki üç kere kaydırdıktan sonra kendisiyle kızının bir fotoğrafını gördüm. Kucağındaki kızı yanağını öperken kocaman gülümsüyordu. Parıl parıldı gözleri.

Üzgünüm Heran.. o an sadece babanı izliyordum.

"Onu çok seviyorsun değil mi?" dedim gözlerimi resimden ayırarak. Onaylarcasına başını salladı. "Bazı zamanlar tek dayanağım Heran'dı" dedi sessizce. "İsmini bilerek koydun değil mi?" dediğimde duraksadı. "Yeryüzünde açan ilk çiçektir orkide, tüm çiçeklerin anasıdır derler."

Kadehimin dibindeki şarabı kafama dikerek gülümsedim. "O yüzden bana derdin orkidem diye. Yüreğinde açan ilk çiçek bendim Taehyung."

Gözlerini hafifçe kısarak biraz sessiz kalmış hemen ardından "Jungkook iyi gözükmüyorsun. Uyuyalım mı hm?" dediğinde başımı tamam anlamında salladım. "Sen yatakta yat ben burada yatacağım." dediğimde "Hayır bunu kabul edemem. Lütfen sen yatağına geç ben burada uyurum." demişti ayağa kalkarak.

Yaklaşık on dakika süren ufak çaplı tartışmanın ardından çözümü bulmuş ikimiz de salonda yatmaya karar vermiştik. Ne kadar memnun olmasam da odadan iki yastık ve ince bir çarşaf alarak birisini ona verdim. Şimdi ise ben rahatsız koltuklarımdan birine uzanırken karşı koltuğumda yatan onu izliyordum. Tahmin ettiğim gibi kızıyla konuşuyordu.

Üzerimdeki ince tişörtü çıkararak rastgele bir yere bırakmış başımı yastığa koymuştum. Evin içerisi zaten sıcak olduğundan yorganımı göbeğime kadar çekmekle yetinmiştim. Şimdi ise telefonla işini bitirip soluna -benim olduğum tarafa- dönmüştü.

Gözlerinin bir süre göğsümde gezindiğini loş ışığa rağmen fark edebilmiştim. Gözleri tam kalbimin hizasında duran orkide dövmesinde takılı kaldı. Derin iç çekişlerini duyabiliyordum fakat sessiz kaldım.

O göğsümdeki çiçekten gözünü alamıyordu, ben ondan. Çünkü o gördüğüm tüm çiçeklerden daha güzeldi. Karşı karşıya iki beden birbiri için yanıp tutuşurken uyumaya çalıştık. Gece boyunca ikimiz de uyuyamamıştık biliyordum ama tek kelime dökülmemişti dudaklarımızdan.

Biliyorduk; bu gece bitecek, o gidecekti. Yeniden.

Sabah henüz yediyi gösterirken evden çıktım.

OHA YUH JUNGKOOK O SAATTE NEREYE
GİTTİ 🤨🤨🤨

BÖLÜM HAKKINDA YORUMLARINIZI BURAYA BIRAKABİLİRİSNİZ

NEYSE DİĞER BÖLÜMDE GÖRÜŞEÜÜZ BEN KAÇTIM BBB 🥳🥳

Continue Reading

You'll Also Like

187K 13.4K 53
"Bir bilsen ne kadar zamandır şunun hayalini kurduğumu." Şakağıma doğru bir öpücük daha kondurdu. "Seni doyasıya öpüp koklamayı." Ardından yanağıma i...
215K 10.9K 66
Oynanılan her oyun er ya da geç bitmeye mahkumdur..
31.8K 2K 28
"Ne kadar gay bir aile."
8.1K 436 8
'Ah, Jeon. Şimşekten korkar ama gök gürültüsü kadar güçlüdür. Çekingendir ama cesurdur. Naziktir ama yeri geldiğinde sınırı aşmayı da bilir. Yardımse...