Keyifle okuyun ❤️
MEDYA: Zeynep Bastık-Uslanmıyor Bu
Ama sen onu gel anlat kalbe
Yürüyor önümde büyük harbe
Darbe üstüne darbe
Uslanmıyor bu
Video kaydını sonlandırıp kamerayı çantama koymaya başladım. Allahtan şu üç ayaklı sabitleyiciler vardı da çekim yapabilmiştim.
Şu ana kadar emniyete daha gece yarısı olmadan birkaç tane alkol kavgası ile gelenler olmuştu. Onlar hakkında görüntü alıp kısa bir açıklama yapmıştım biraz önce. Kameradaki görüntüleri birazdan kanala yollardım. Şimdi biraz dinlensem ve sıcak bir şeyler içsem iyi olacaktı.
Eşyaları sırt çantama koyup emniyetin içine doğru ilerledim. Hava bir hayli soğuktu. Ama kar yağmıyordu. Belki kar yağsa daha ılık olurdu. Yani bence öyle olurdu.
Çay ocağına doğru ilerlerken bir yandan da telefonumdaki bildirimlere bakıyordum. Irmak Şile'de oturan kuzeninin yanına gitmişti. Aslında benimle olmak istiyordu ama yıllar önce bu isteğinden vazgeçmişti bile.
Akşam olduğundan çay ocağı kapalıydı. Bende zaten oradaki masaları kullanmak için oraya gidiyordum. Oradaki kahve makinesi sıcak şeyler içme ihtiyacımı bir hayli karşılardı.
Hemen küçük bir masaya yerleşip tabletime kameranın hafıza kartını takıp çektiğim haberleri editöre mail attım. Bu çektiklerim yeterde artardı ama gene de haber bulma ümidim vardı.
"Işık." Gelen ses ile başımı kaldırdığımda Feriha bana bakıyordu. Elindeki kutu dikkatimi çekmişti.
"Selam.." Ona doğru bakmamla bana doğru adımladı. "Ne yapıyorsun burada?"
Feriha'nın sözleri ile omuz silktim. "Birkaç haber kanala yolladım. Sonra öyle oturuyordum. Sen ne yapıyorsun?"
Feriha elindeki kutuyu yorulmuş gibi yanımdaki sandalyeye bırakıp, karşımdaki sandalyeye oturdu.
"Ne yapayım ya öyle kavga edenleri sorguladım. Şimdi de Arda bekliyor dışarıda onun yanına gideceğim." Meraklı ifadelerle baktım.
"Devriye falan mı?"
Gözlerimin parlamasıyla hafif kahkaha attı. "Yok be. Aslında bizim işimiz bitti gibi. Şimdi böyle yılbaşı diye zor durumda kalan birkaç kişiye yardım için bir şeyler aldık."
Sözleri ile yüzümde şefkatli bir tebessüm oluştu. Ne iyi düşünmüşlerdi.
"Her yıl elimizden geldiğince bir şeyler yapıyoruz. Hatta sende gel işin yoksa. Hem yemek falan da yiyeceğiz."
Kolumdaki saate baktığımda on bire geliyordu. Aslında gitsem olurdu belki bende bir şeyler yapardım. Faydam dokunurdu. "Bilmem olur mu ki? Önceden bilseydim bir şeyler alırdım."
Feriha aklına gelmiş gibi hızlıca konuştu. "E biz orada yemek ısmarlıyoruz. Sonra hesabı bölüyoruz. Sende istersen hesaba katılırsın."
Heyecanla ellerimi çırptım. Bu olurdu. Sofrada küçük bir tuzum olmasını isterdim. "Tamam geleyim. Hem size telsizde belli mi olur haber falan gelir canlı canlı çekerim."
Sözlerime gülümseyip ayağa kalktı. "E gel bakalım bulursun belki haber. Belayı çeken biri olduğun için."
Sözlerine numaradan homurdanıp ayağa kalktım. Sırt çantama tabletimi de koyduktan sonra Feriha'nın ardından yürümeye başladım. "Kutu ağırsa yardım edeyim."
Başını iki yana salladı. Bende ses etmeyerek peşinden yürümeye başladım. Emniyet binasından çıktığımızda Arda ilerde bir arabanın bagajına aynı Feriha'nın elinde olan kutulardan yerleştiriyordu.
Bizi görünce hafifçe doğrulup Feriha'nın elindeki kutuyu aldı.
"Işık'ta bizimle gelecek. "
Gülümseyerek bana baktı. "Hoş geldin. Ve inşallah bugün kazasız belasız biter."
Sözleri ile aynı anda Feriha ile kahkaha attılar. Hayır ben bu kadar mı başımı belaya sokuyordum.
Evet tatlım...
"O kadar mı korkuttum sizi ya?" homurdanmama gülümseyen Arda başını onaylarcasına salladı. Gözlerimi somurtarak kıstım. Onlar ise bu halime gülüp arabayı işaret edip binmeye başladılar. Yavaşça Arda'nın açtığı kapıdan geçip, arka koltuğa yerleştim.
Ara sıra konuştuğumuz yol yaklaşık on beş dakika sonra sona erdi. Burası geçen gün Irmak ile adam dövdüğüm. Ve dahası Atilla'nın bana dürüm aldığı yerdi.
"Çantanı bırakabilirsin."
Ardanın sözüyle başımı sallayıp çantamdan sadece küçük cüzdanımı ve telefonumu aldım.
Arabadan inip Arda ve Feriha'nın bir adım ardındaydım ve giydiğim topuklu botlar onlara yetişmek isterken bir hayli fazla ses çıkarıyorlardı.
Küçük kebapçının oraya geldiğimizde bir hayli kalabalık olduğunu gördüm. Yaşlı, genç vardı. Bazıları içeride bazıları dışarıdaydı. Arda'ların adımları durunca, bende durup karşıya baktım...
****
ATİLLA'DAN
Annem, kız kardeşim ve yengemin hazırladığı yemeklerle ailecek yılbaşı yemeğini biraz önce yemiştik.
"Oğlum bak yemek yiyince kan can geldi sana. Bence evlen."
Annemin sözleriyle ben hariç herkes gülmeye başladı. Yeğenim Miray'da merakla bana baktı. "Amca sen evlenecek misin?"
Ters ters, gülen aile bireylerine baktıktan sonra yerde oturan yeğenim Miray'ı kucağıma aldım. Sarı saçları bukle bukle önüne gelmişti. Saçlarını yüzünden çektikten sonra ailenin çoğu ferdi gibi mavi olan gözlerine baktım.
"Hayır amcam. Babaannen şaka yapıyor." Yanımdaki kız kardeşim Asiye hızla bize doğru eğildi. "Halacığım amcan evde kaldı."
Elimle Asiye'nin saçlarını dağıttım. Dili çok uzamıştı.
"Amca bizde evde kalıyoruz ki. Neden kızdın?"
Miray'ın sorusuna kızmak istesem de boncuk gözlerini merakla açmasıyla yüzümde kocaman gülümseme oldu. Saçlarına bir öpücük kondurdum.
"Oğlum, kalır mısın bugün?" Babamın sözleriyle ona baktım.
"Yok baba on ikiden sonra Arda'nın yanına geçeceğim. Oradan da eve geçerim herhalde. "O arada çayları getiren yengeme teşekkür ettim.
"Eee geri dön oğlum. Yarın kahvaltı yapardık."
Miray'ı yavaşça halının üstüne bırakıp konuşan anneme döndüm. "Sabah gelirim anne. Gece gece gel git olmasın."
Annem tebessüm edip televizyonda oynayan programa döndü. Her zaman ki gibi üstünde hafif bir durgunluk vardı. Ve ailedeki herkes bunun sebebini biliyordu. İstesem de annemin üzüntüsünü geçiremiyordum. Tek yaptığım onu hep çok sevmekti. Daldığım düşüncelerden abimin sesiyle sıyrıldım.
Abim Aykut avukattı. Ben ve kız kardeşimin aksine bu mesleği seçmişti. Babam emekli emniyet amiriydi. Kız kardeşim de bu yıl polis akademisi sınavlarına girecekti. Yakında onunla da meslektaş olacaktık.
"Özgür ne yaptı yerleşti mi?" Çayımdan bir yudum alıp karşımda oturan abim ve yengeme döndüm. "Evet benim bir alt katımdaki dairede kalacak. Geçti geçen gün."
"Durgun gördüm onu. Eski uçarı halleri kalmamış sanki."
Gülümsedim. Aslında hala aynıydı. Sadece biraz daha kendini törpülemişti. "Yok aynı. Sadece biraz daha dikkatli. Bu boşanma işi biraz dengesini bozdu."
Yengem Su konuştu o ara." Kaç yıl evli kaldılar?"
Dudak büktüm. "Yanlış hatırlamıyorsam iki yıl sürdü. O da tam iki yıl dolmamış bile olabilir." İkisi de başını onaylarcasına sallayınca bakışlarım yerde oturup resim yapan Miray'a kaydı.
Ailemizin neşe kaynağıydı. İsmi bizim için çok önemli birinden yadigardı. Zaten sarı saçları, gözleri de tıpkı ona benziyordu...
****
Neşe ile geri sayım yapan aileme bakıyordum. Bu konuda çok heyecansız biri olduğum için yalnızca onlara tebessüm ederek katılıyordum.
"Üç, iki ve bir. Mutlu yıllar..."
Bağırarak koşturan Miray'a bakıp gülmeye başladım. Minik farenin uykusu da gelmemişti. Ayağa kalkıp yeni yıllarını kutladım herkesin. Onların coşkusu bana da bulaşmışçasına tebessüm etmeye devam ediyordum...
"Ee hadi ben kalkayım." Oturduğum yerden kalkıp annemlere baktım. Abimler biraz önce bir yukarıda olan dairelerine geçmişlerdi.
"Annem yarın kahvaltıya gel olur mu? Sonra beraber mezarlığa geçeriz." Anneme tebessüm edip yanağından öpüp uyudu uyuyacak olan babama baktım.
"Baba hadi yarın görüşürüz."
Babam uykulu gözlerini açıp bana başını salladı. "Tamam oğlum. "
Annem ile beraber kapıya gelip ayakkabılarımı giydim. Anneme son bir sarılıp evden çıktım. Saat on ikiyi yirmi geçiyordu. On dakika da Arda'ların yanında olurdum.
Beklediğim gibi hemen hemen on dakika sonra varmıştım. Arabadan indiğimde sokağın cıvıl cıvıl olduğunu gördüm. Gece çoğu kişi için bitmemişti anlaşılan.
Ardaların oturduğu masaya ilerledim.
"Mutlu yıllar gençler. " Arda ve Feriha ne konuşuyorlarsa ben gelince bir kızardılar bir şey oldular. Vardı bunlarda bir hal ama neyse.
"Baş komiserim hoş geldiniz. Mutlu seneler."
"Mutlu seneler baş komiserim."
İkisine tebessüm edip etrafa bakmaya başladım. Her yıl burada durumu pek iyi olmayan insanlara kendi çapımızda yemek ısmarlardık. Elimizden geleni yapmaya çalışıyorduk sadece.
Oturmadan Necip abiye bakmak için içeriye girdim. Necip abi harıl harıl kebaplarını pişiriyordu.
"Kolay gelsin abi."
Necip abi beni görünce babacan bir tavırla gülümsedi. "Hoş geldin oğlum. Hani Özgür nerede?"
" Evden çıkmadan mesaj attım. Gelir birazdan." Bana başını sallayıp işine devam etti. Bende onu işinden alıkoymamak için dışarıya çıkmak için hareketlendim. Tam kapıdan çıktığımda deniz kenarındaki rüzgardan uçuşan siyah saçlar dikkatimi çekti. Gözümü ayırmadan oraya doğru ilerledim.
Çünkü siyah saçlar çok tanıdıktı...
Birkaç adım kala duyduğum hıçkırık sesiyle adımlarımı durdurdum. Bu kadın Işık'tı. Yan profilden onu çok iyi seçiyordum.
Peki burada ne yapıyordu?
Dahası neden ağlıyordu?
"Işık..."
Seslenmemden bir iki saniye sonra başını bana çevirdi. Evet ağlıyordu. Mavileri sulanmıştı. Birkaç adımda yanın gelip tam karşısında durdum. "Neden ağlıyorsun?"
Benim konuşmam ile gözyaşları hızlandı. Hızlıca kurulamak istese de yenileri ekleniyordu. "Ben öylesine. Sen peki sen ne yapıyorsun burada?" Burnunu çekip tekrar yanaklarını kuruladı.
Onu ne bu kadar üzmüştü?
Dahası neden acı çektiğimi hissediyordum o gözyaşları görünce?
"Arda'lar çağırdı."
Bana bakıp başını salladı. O şu an tanıdığım enerjik, konuşkan kadın gibi değildi. Yaralı bir kuş gibiydi. "Bende onlarla geldim. Gerçi şimdi gidecektim de zaten." Kaşlarım çatıldı. Hemen niye gidecekti ki?
"Ben geldim diye mi gidiyorsun?" Başını iki yana salladı.
"Yok. Ne bileyim. Hem ben bugün çalışıyorum. Baya emniyetten uzak kaldım. Ondan yani." Başımı belli belirsiz sallayıp konuşmaya başladım.
"Tamam biraz daha otur. Yemek yedin mi?"
Gözlerini büyüttü. Geldiğimden beri ilk kez enerjisinin geri geldiğini gördüm. "Ya oradaki adama diyorum acısız olsun. Olmaz diyor. Kızıyor bir de. Neymiş ben çok konuşmuşum."
Hızlı konuşmasıyla tebessüm ettim. O hep böyle olmalıydı. Üzgün olmak ona yakışmıyordu. Neden ağladığını sormak istesem de tekrar üzmemek için hemen açtığı konudan konuşmaya başladım.
"Ben alırım sana acısız." Gözleri parladı.
"Ama bana alıyormuşsun gibi deme. Ben biraz fazla kızdırdım galiba. Gıcık oldu bana." Gülümseyerek başımı salladım. "Demem hadi gel."
Yan yana Arda'ların masasına ilerlerken biraz öncesinden daha iyi olduğunu fark ettim. Bu haline sevinerek masasın etrafındaki sandalyelere oturduk.
"Işık nerelere kayboldun?"
Işık, Feriha'nın sorusuyla gözlerini kıstı. "Dedim ya biraz denizi izleyeceğim. Valla bir leylasınız he ikiniz. Nereye daldınız anlamadım."
Işık'ın sözleri ile Arda ve Feriha kızardılar. Gözlerimi Işık'a çevirdiğimde bana bakıp ikisini göstererek göz kırptı. Hareketiyle yutkunmak zorunda kaldım.
Bu kadın öyle göz kırpma hareketi falan dışarıda yapmamalıydı. Çok tehlikeli ve güzel oluyordu...
Gelen çırak ile düşüncelerden sıyrıldım.
"Sen bize bir acılı bir de acısız dürüm getir olur mu abim." İçecek için Işık'a döndüğümde çırağın sözlerini duydum.
"Abi, Necip abi acısız yapmaz. Eğer ablaya istiyorsan. " Şaşkınlıkla baktım. Bu kadar kızdırmış mıydı yani Işık, Necip abiyi? Sorar gibi gözlerimi Işık'a çevirdim.
"Sen ne dedin de sana yapmıyor Necip abi acısız." Işık rahatsızca yerinde kıpırdandı. Kendi kendine bir şeyler mırıldanıp bana döndü.
"Ay bana işte dedi acılı güzel olur falan. Bende dedim olsa da olur ama acısız daha güzel olur. Sonra işte ne ara böyle acılı acısız kavgasına tutuştuysak ben içimden diyorum sanıyordum ama dışımdan şey dedim."
Işık'ın kaçırdığı gözlerini bana dikip konuştu. "İsot yiye yiye kabız olmuş herhalde. Sinir yapmış dedim. "
Ben gülmemeye çalışırken o da gözünü devirip konuşmaya devam etti. "Tamam şey de dedim. Çok yemeyin poponuz yanar. Ama yani bunda ne var? Ben hep sağlık açısından şey ettim."
Gür bir kahkaha dudaklarımdan fırladı. Necip abi gibi ciddi şakadan çok hoşlanmayan insana denilecek en son şeyleri söylemişti. Ah Işık ah. Nasıl böyle tatlısın sen.
Ne diyorum ben ya.
Kahkaham sona erdiğinde hala yüzümde tebessüm vardı. Işık desen gözlerini deviriyordu kahkaha atmama. Yavaşça ayağa kalkıp konuştum.
"Ben gider söylerim merak etme."
Hafifçe omuz silkti. Gülmeme kızmıştı demek ki. Bu haline tekrar gülüp içeriye doğru adımladım. Necip abi de bana bakıyordu.
"Tanıyor musun baş belasını?"
Kimi kastettiğini anlayarak başımı salladım. Necip abi tebessüm ederek dürümleri gösterdi. "Yaptım acısız. Zaten yapacaktım baktım ortadan kaybolmuş. Ama çok konuşuyor. Yemin ederim bir ara isot yedirecektim sussun diye."
Sözlerine küçük bir kahkaha atıp Işık'ın olduğu tarafa baktım. Feriha ile konuşuyordu. "Öyle fazla konuşur. Baş belasıdır. Emniyette muhabir. Hep böyle. Enerjik, seni çileden çıkaran..."
Sessiz bir iç çekip Necip abiye döndüm. Oda bana dikkatle bakıyordu.
"Anlaşılan sadece baş belası değil senin için. Başka anlamlarda ifade ediyor gibi. "
Söylediklerine anlamaz gözle baktım.
"Anlamadım ne kastettin abi?" Sözlerim üzerine gülümsedi. Elindeki tepsiyi uzatıp konuşmaya başladı.
"Diyorum ki senin için sadece bir baş belası değil. Ama sen şu an farkında değilsin. Gözler her şeyin aynası. Yakında anlarsın. Neyse hadi şimdi götür bakalım dürümleri."
Söylediklerine başımı sallayıp arkamı döndüm. Bir yandan da düşünüyordum. Işık benim için ne anlam ifade ediyordu ki.
Baş belası?
Emniyette çalışan bir muhabir?
Ya da bambaşka bir şey...