Stay Alive

By Aeri-L

1.1K 57 48

Now or Later 2. sezon kitabıdır... Jungkook Hoseok ona böyle bakarken onunla aynı okulda olmaya nasıl dayana... More

En Sevdiğin Renk Mavi??
Görüşürüz...Görüşelim...
Hyung...
Bir Melek Tarafından İyileştirildim
Bir Beni Mi İstemedin?
Al Saçına Falan Takarsın
Son Dakika!!!
Dikdörtgen Sehpa
Namuman...
BOLAHAE
Her Şeye Sahip Olabilir Miydik??
Bekle ve Gör
Wooga Vs. Bulletproof
Beni Sevdiğini Söyleyebilirsin
Kedişim Değil Misin???
Nothing On Me
Uzaylı Çocuğa Kim Yardım Edecek?
Ondan Daha İyi Bir Sevgili Olabilirim
Birilerinin Gözüne Batmışız....
Seni Düşündüm
Böyle Bitmesine İzin Verme

Özlemek Nasıl Bir Şey

176 8 0
By Aeri-L

Ve ikinci sezon ile geri döndüm... Umarım bölümü beğenirsiniz çünkü birkaç kez silip yeniden yazdım bir türlü içime sinmedi çünkü. Ayrıca biraz geç kaldım biliyorum fakat şu an Portekiz'de Erasmus yapıyorum ve daha çok yeni alışmaya çalışıyorum o nedenle kusura bakmayın. Ama elimden geldiğince bölüm atacağım.

Lütfen yorum yapmayı unutmayın düşüncelerinizi merak ediyorum. Tahminlerinizi de aynı şekilde. O zaman ilk bölümümüz ile açılışı yapıyorum.

Umarım beğenirsiniz iyi okumalar...

Ayrıca yakın bir zamanda Stay Alive coverımı hem instagram sayfamda hem de SoundClaud hesabımda yayınlayacağım. Eğer coverlarıma da göz atmak isterseniz aşağıya link bırakıyorum.

https://instagram.com/coverby_jade_?utm_medium=copy_link İnstagram ID; coverby_jade_

https://soundcloud.app.goo.gl/QBzti SoundClaud ID; coverby_jade

evet reklamımı da yaptıktan sonra sizi yeni bölüme alalım...



Önünde ona doğru gelen iri yarı arkadaşını da çeviklikle atlattıktan sonra yoluna hızla devam etti ve çok uzatmadan potaya pürüzsüz bir üçlük attı. Attığı bu sayıyla da kendi takımı az bir farkla galip gelmişti. Üstüne atlayan takım arkadaşlarından kurtuluşu olmadığını bildiği için kaçmaya çalışmamıştı bile. Hepsi birden üstüne çullanmış ve onu çoktan yere sermişlerdi. Hadi ama halı saha değildi ki burası her seferinde poposu üstüne düşüyor ve canı yanıyordu. Onların kutlamasına sesini çıkarmadan katılırken aklına gelen şeyle gözlerini basket sahasını çevreleyen çitlerin ardında durak piknik masalarına çevirdi. Gözleri tek bir kişiyi arıyordu fakat üstündeki takım arkadaşları yüzünden doğru dürüst göremediği için bir türlü bulamıyordu. En sonunda arkadaşları kutlamasını bitirip üstünden teker teker kalkıp banklarda duran çantalarına yöneldiğinde o da ayağa kalktı ve masalara daha dikkatli baktı.

En sonunda gözleri aradığı bedenle buluştuğu anda yüzünde nedenini bilmediği bir gülümseme oluştu. Kendisi kadar yapılı olmasa da hafif kaslı olduğu belli olan fakat her türlü kibar ve nazik olan oğlan yine piknik masası tarzı olan masların birine oturmuş kitap okuyordu. Başucunda açılmamış bir su vardı ve Jungkook o su şişesini her gördüğünde anlamlandıramadığı bir mutluluğa kapılıyordu. Çocuğun adını dahi bilmiyordu bazen alnına döktüğü ama bazen özene bözene yaptığı saçları, parlak bakışları, nereden baksanız kibar olan hareketleri ile tamamen tanıyordu çocuğu ama ismini sorsanız söyleyemezdi.

Onunla olan ilk etkileşimi aylar önce yine arkadaşları ile basket oynadığı bir hafta sonunda suyunu getirmeyi unuttuğu için yaşanmıştı. Susuzluktan ölecek gibiydi ve yakınlarda market yoktu fazlaca yürümesi gerekiyordu bir şişe su içebilmek için. O gün genelde olduğu gibi bunun için fazlası ile yorgundu. İşte tam da arkadaşlarından su dilenirken gerçekleşti her şey. Bomboş olan alanda sadece o vardı yine kitap okuyordu ve başucunda da açılmamış bir şişe su duruyordu aynı şu anda olduğu gibi. Uzun soluklu oturmaya geldiği belliydi. Arkadaşlarına sadece blöf yapmak istemişti. 'sizden medet umacağıma şurada kitap okuyan çocuktan umarım daha iyi.' diyerek denemişti şansını. Arkadaşları ise çocuğun sessiz görünümüne aldanıp vermeyeceğine emin bir şekilde Jungkook'a gidebileceğini söylemişlerdi. Ki Jungkook da her ne kadar okulda fazlası ile popüler de olsa kesinlikle insan ilişkilerinde berbat bir insandı.

Ama söylemişti bir kere blöfünü yutmadıkları için arkadaşlarına ve daha çok şansına lanet okurken yavaş ve çekingen hareketler ile çocuğa yaklaşmıştı. Arkadaşlarının onun arkasından kıkırdamaları durumunu pek kolaylaştırmasa da ve ne kadar gerilse de sonunda çocuğun yanına ulaşabilmişti. Fakat çocuk okuduğu kitaba o kadar dalmıştı ki Jungkook'un başında dikildiğini fark etmemişti bile.

Jungkook ne yapacağını bilemese de geri dönemeyeceğini bildiğinden çekingence elini çocuğun omzuna uzatmış ve hafifçe dokunmuştu. Çocuk anında korku ile gerilerken dudakları aralanmış fakat tek bir ses bile çıkmamıştı. Gözleri bir anda korku ile parlamıştı ve ellerini kendine siper etmek için harekete geçirse de durdurmuştu. Jungkook onun bu hareketini kendisinin bir harekette bulunmadığı için olduğunu düşünmüştü. Jungkook onun bu kadar korku dolu bakmasını anlayamasa da hemen düzeltmeye çalışmıştı durumu. Yanlış anlaşılmak istemiyordu.

- Şey özür dilerim korkuttum...

Çocukta tek bir mimik bile oynamamıştı. Put kesilmişti resmen.

- Gerçekten üzgünüm ama su almayı unutmuşum ve suyunu alabilir miyim diye soracaktım...

Çocuk bir süre Jungkook'un yüzüne bakmaya devam edince Jungkook pişman olmuştu. Tanımadığı birinden ne diye su istiyordu ki. Ya da tanımadığı bu güzel çocuk ona neden suyunu versindi ki... Güzel mi?

Jungkook tam pişmanlığını dile getirecekken çocuk başını sallamıştı. Jungkook bunun ne olduğunu tam anlamı ile anlayamamış ve kesinliğinden emin olamadığı için suyu almamıştı. Hala gözleri çocuğun üzerindeyken çocuk şişeyi almış ve Jungkook'a uzatmıştı. Yüzüne bakmadan... Jungkook şişeyi alırken biraz da olsa çocuğun yüzünü görmeye çalışmış ve kızaran yanaklarını fark etmişti. Bu Jungkook'u gülümsetirken hafifçe başını eğmiş ve kibarca teşekkür ettikten sonra arkadaşlarının yanına geri dönmüştü.

Evet, bu hikâyede pek bir şey yoktu su vermişti işte abartılacak bir şey yoktu. Fakat daha sonra yeniden geldi. Başucuna bir şişe bıraktı ve kitap okumaya başladı. Jungkook maç bitip de yine su arayışına girdiğinde ise gözleri ile onu yakaladı ve başucuna bıraktığı suyu işaret etti. Hayır, ne konuştu ne de tanışma girişiminde bulundu. Sadece her hafta sahanın dışındaki oturma alanlarına geldi, başucuna bir şişe su koydu ve kitap okumaya başladı. Jungkook ise neden yaptığını bilmiyordu fakat çantasında bir şişe suyu olsa bile asla onu içmedi ve her zaman kendisi için oraya konan suya gitti.

Ve işte yine oradaydı elinde her hafta okuduğu gibi kapkalın bir kitap ve başucunda açılmamış suyu ile Jungkook sanki onu bekliyormuş gibi hissetmekten kendini alamamıştı. Orada fazla uzun süre durmuş olacak ki arkadaşının omzuna dokunması ile irkilerek kendine geldi. Kafasını zorla arkadaşına çevirdiğine baktığı yere gülümseyerek bakan arkadaşı aynı gülümseme ile Jungkook'a döndü.

- Kardeşin biliyorum tanışma işlerinde berbatsın ama çocuk seni beklediğini daha ne kadar belli etsin. Kaç ay oldu hala çocuğun adını bile öğrenemedin. Bir de diyorsun ki onu görünce şansım açılıyor kazanıyorum.

Evet, arkadaşına hak veriyordu ve ayrıca o şans meselesi vardı bir de. Tabi onunla ilk karşılaşmasından beri aylar geçmişti ve bazen gelmemişti güzel çocuk. Gelmediği günler ise Jungkook'un takımı hep kaybetmişti. En başta kuruntu yaptığını ve saçmaladığını düşünmüştü fakat bu üst üste birkaç kez olunca arkadaşları da resmen büyük bir şaşkınlıkla ona hak vermişlerdi.

Herkes vedalaşıp giderken arkadaşı Jungkook'un omzunu sıkmıştı cesaret vermek için ve daha sonra o da banklardaki çantasını alıp çıkışa yönelmişti. Arkadaşlarının arkasından derin bir nefes alıp cesaret toplamıştı Jungkook. Gözleri hala o güzel çocuğun üstündeydi. Arkadaşları haklıydı artık o çocukla tanışmalıydı. En azından adını öğrenmeliydi. Sesini duymalıydı...

Tam hareketlenecekken çocuk ondan önce davrandı ve kafasını kitabından kaldırıp direkt olarak sanki amacı gerçekten buymuş gibi Jungkook tarafa bakmıştı. Jungkook'un da zaten kendisine baktığını görünce gözleri kocaman olmuş ve hemen kitabına geri dönmüştü. Jungkook onun bu tatlı hareketine gülümserken onun gerçekten kendisine bakmak için başını kaldırdığına emin olmuştu. Bu biraz olsun ona cesaret verirken hemen hareketlenmiş ve banklardaki çantasını kaptığı gibi çocuğun oturduğu yere ilerlemişti.

Çocuğun yanına gelince bu sefer başında durup suyu almak yerine tam karşısına oturmuş ve masada duran suyu alıp açmıştı. Gözlerini bir kez bile çocuktan çekmezken suyunu yudumladı. Karşısındaki çocuk bakışlarını kaldırmadan yerinde kıpırdanınca Jungkook onu gerdiğini fark edip hemen bir şeyler düşündü söyleyebilecek.

Aklına gelen ilk şeyi yaptı daha sonra. Çocuğun okuduğu kitabı yakaladığı gibi elinden aldı ve okuduğu yeri parmağı ile tutarken kitabın ismine baktı. Ne söylemesi gerektiğini düşünürken kitabı inceliyormuş gibi yaptı. Göz ucuyla çocuğa baktığındaysa onun şaşkın ifadesi ile karşılaşmıştı. En sonunda kenarda duran ayracı alıp kitabın arasına koyup kitabı da kenara koydu. Su şişesinin de kenara iteledikten sonra ellerini masanın üzerinde birleştirdi ve en güzel gülümsemesini yüzüne yerleştirdikten sonra gözlerini karşısındaki çocuğa dikti. Fazla düşünmemesi gerektiğini düşündükçe saçmaladığını fark ettiği için aklına gelen ilk şeyleri söylemeye karar verdi.

- Jeon Jungkook adım... Kusura bakma insanlarla ilişkilerim pekiyi değil o yüzden tanışmak için çok geç kaldım. Eğer sen de beni beklediysen bu zamana kadar tanışmak için güzel bir gün bence...

Çocuğun gözleri şaşkınlıkla açıldı ve daha sonra surat ifadesi Jungkook'un okuyamayacağı bir şekle büründü. O an Jungkook için sirenler çalmaya başlamış ve içinden hata mı ettim düşüncesi geçmişti.

- Yani beni bekledin mi? Şey hani su falan... Ondan... şey ettim... Ben

Jungkook utandığı için ne dediğini bilemezken çantasının kulpunu çoktan sımsıkı tutmuştu ve kaçmak için hazırlanıyordu. Kaçabilir ve hatta bu yaşadığı utanç yüzünden arkadaşları ile bir daha basketbol oynamaya gelmeyebilirdi bile. Tam içinden kaçmak için geri sayıma başlayacakken sesini duydu. Kaç aydır sesini merak ettiği hatta konuşamıyor mu acaba diye ihtimaller arasında sıkıştığı çocuğun sesini duymuştu. Güçsüz ve kısık ama... Jungkook'u büyülemek için yeterliydi. Sesi öyle güzeldi ki Jungkook kulaklarının kutsandığını hissetti. Zarif, naif, kibar...

- Bekledim...

Jungkook duyduğu sese odaklanmışken ne söylediğini anlayamadığı için safça hıhladı. Anlamamıştı. Ya da beyni bu sesi tekrar duymak için ona iyilik yapıyordu.

- Seni... Bekledim... Gelmeni...

Jungkook duydukları ile kocaman gülümsemiş ve hevesle atılmıştı öne.

- Tanışalım o zaman adın ile başlayabilirsin.

Karşısındaki çocuk hala çekingen olsa da duruşunu düzeltmiş ve o da masaya yaslanmıştı.

- Jung Hoseok... Aslında artık Kim Hoseok ama... Hoseok işte...

Jungkook onun bu sözlerine gülümsemiş ve devam etsin istemişti sonsuza kadar konuşmasını dilemişti böylece sonsuza kadar bu narin sesi dinleyebilirdi. Sonsuza kadar onun gözlerinin derinliklerine bakıp sonsuza kadar anlatacağı şey saçma sapalak bir şey olsa bile onu dinleyebilirdi. Dinlerdi.

O gün akşama kadar konuştular. Biraz olsun Hoseok 'un çekingenliğini kırabilmek için yapmadığı şey kalmadı. Normalde yapmayacağı kadar çok konuşmuş normalde gülmediği kadar çok gülmüştü. Ödülü ise Hoseok 'un kırılgan gülüşü ve naif sesinden duyacağı birkaç cümleydi. Jungkook zamanını böyle geçirmeye bayılmıştı. Hoseok ona bir şeyler anlatırken kendisine engel olamadı ve boş bulunup sarhoş bakışları ile bir itirafta bulundu.

- Hoseok sen benim umudum gibisin.

Hoseok anlattığı kitap bölümünü anlatmayı duyduğu şey ile kesti. Şaşkınca baktı Jungkook'a. Bu sözler kalbine neden depar attırmıştı ki oysa bunu kendisine yasaklamıştı. Kalbi neden onu dinlemiyordu. Jungkook ise karşılaştığı şaşkın bakışlar ile kendine geldi hemen ve durumu kurtarmaya çalıştı.

- Yani sen olmayınca kaybediyorum hep ben... Seni görünce kazanmak için bir umudum oluyor... Yani... Öyle...

Jungkook her şeyi batırdığını hissederken sıkıntı ile bir nefes verdi ve elinin ensesine götürüp gerginlikle kaşıdı. Mahvetmişti işte korkutmuştu Hoseok'u. Nasıl düzelteceğim bu durumu diye düşünmeye başlamışken duyduğu kıkırtı ile kafasını anında kaldırmış şaşkın bakışlarını karşısında kıkırdayan çocuğa dikmişti. Hoseok en güzel melodilerden biri gibiydi o an Jungkook için ve Jungkook'un kalbi de onun için atan beat. Jungkook o hep gülsün istedi onu hep bu şekilde dinleyebilmek izleyebilmek için. Hoseok ise istedi. Kendisine küçücük bir olayda belki de büyük bir hurafe olmasına rağmen umut diyen bu çocuğun ona umut olmasını istedi. İlk defa bencillik etti ve hayatında hiçbir şeyi istemediği kadar bunu istedi.

-Günümüz-

Masada herkes gruplara ayrılmış bir şekilde sohbete dalmıştı. Jungkook'un gözleri ise tek bir yere odaklıydı. Başını bir kez bile kaldırmadan yemeğine odaklanmış bir şekilde oturan Hoseok... Onu görmek karnına bir bıçak saplamış, göğsünü paramparça etmişti. Onu ne zamandan beri görmüyordu ya da ne zamandan beri sesini duymuyordu. Gittiğinden beri ona ulaşamamıştı... Ne yaptıysa ne ettiyse cevap alamamıştı. Ne yani yeniden karşılaşmaları bu şekilde mi olacaktı. Her şekilde karşılaşmayı ummuştu fakat bu şekilde değildi... Hayır.

Jungkook kaşığını bıraktı masaya, iştahı kaçmıştı. Gözlerini Hoseok'tan ayıramıyordu. Gidişi ve gidişinden sonra babası ile yaptığı konuşma... Aslında öfke de vardı içinde fakat özlemi ve sevgisi her zamanki gibi galip geliyordu. Yine de ondan bir açıklama bekliyordu. Hiçbir sebep yokken kendisine düşman olmuştu önce daha sonra ise her şeyi bırakıp kaçmıştı... Belki de gerçekten ona âşık olmuştu ve bu yüzden bırakmıştı kendisini.

Bunu düşünmek kalbini daha da yaralarken Chanyeol ile sohbet eden adama baktı. Namjoon'a. Birlikte kaçmışlardı ve onlar kaçtıktan sonra herkes onlar hakkında konuşmuştu. Namjoon'un değerli babası Jungkook'a anlatmıştı kendi gerçeklerini. Jungkook ise başka açıklama olmadığı için inanmıştı kalbinin eline veren açıklamalara. Gözlerinde oluşan öfkeyi fark etmedi ve bütün kinini gözlerinden akıttı o an.

Herkes yemeğini bitirdiğinde Jungkook yemeğine tek bir çatal daldırmamıştı. Luhan ise onun tabağını alırken bunu fark etmiş ve boş olan elini omzuna atıp sıkmıştı. Az çok ne olduğunu biliyor ve destek olmak istiyordu.

- Akşam konuşalım olur mu?

Jungkook ise sessizce kafasını salladıktan sonra ayaklandı ve herkes gibi salona geçmek yerine odasına gitmek için merdivenlere yöneldi. Fakat merdivenlerde gördüğü Hoseok ile yerinde durdu. Hoseok gözden kaybolunca ise hızla merdivenleri çıktı ve ona yetişti. Arkasına baktığında ise kimsenin onlara dikkat etmediğini görünce rahat bir nefes verdi ve devam etti. Hoseok'un kapılara baktığını görünce sessizce ona yaklaştı. Ne yapacağını bilmiyordu aslında sinirliydi öfkeliydi fakat çok özlemişti onu. Ne yapacağını bilemezken sahte bir şekilde öksürdü ve onun kendisine dönmesini bekledi.

Hoseok ise onun arkasında olduğunu geldiği ilk andan beri hissetmişti zaten. Arkasını dönmeye cesareti yoktu... Onunla yüzleşmeye... Onu hala seviyordu ve aslında onu sevmeye yüzü de yoktu. Derin bir nefes aldı ve maskesini yüzüne yerleştirdi. Sadece bir akşamlık daha ondan nefret ediyormuş gibi yapabilirdi.

Sakince arkasını döndü ve toparladığı tüm cesareti ile Jungkook'un yüzüne baktı. Yüzündeki maskesi ile kusursuz bir oyuncuydu o an. Jungkook ise acıdı kendine gördüğü yüz ile. Hala onu seviyordu çaresizce.

- Ne istiyorsun??

Soğukça sordu Hoseok daha fazla onun yüzüne bakmaya tahammül edemiyordu. Onun hüzünlü gözlerini görmek mahvediyordu onu ve gardını düşürmeye yaklaştırıyordu. Yapamazdı....

- Kaybolmuş gibiydin...

Hoseok gözlerini devirdi ve kaçmak için arkasını döndü. Daha fazla bu ortamda kalmak istemiyordu. Bu gecenin bitmesi için dua ediyordu içinden.

- Yapma ama Hoseok en azından eskiden arkadaştık... Sen başkasına âşık olup ortadan kaybolmadan önce yani.

Hoseok duyduğu şeyle nefesini kaybetti bir an. Gözleri kocaman olurken yaşadığı hayal kırıklığı ile kalbi ağırlaştı. Gözleri doldu hafiften ve inanamadı. O adamın arkasından uydurduğu rezil hikâyeyi elbette biliyordu. Ama... Jungkook gerçekten bu hikâyeye inanmış mıydı? Hiç mi güveni yoktu kendisine? Onu severken başkasına âşık olup kaçacak kadar mı aşağılık görüyordu kendisini? Sinirle dolup taştı. Hem ona hem kendisine hem de engel olamadığı her şeye sinirlendi. Öfke ile sıktı yumruklarını ve arkasını dönüp tekrar buluştu Jungkook'un gözleri ile.

Jungkook isteyerek söylememişti amacı bu değildi fakat engel olamamıştı içindeki kırgın ve açıklama bekleyen tarafına.

- Düzgün konuş Jungkook ben kimseye aşık olmadım...

Hoseok'un söylediklerine inanamaz bir şekilde gülmüş ve sinirli bir nefes bırakarak sakinleşmeye çalışmıştı. Neden kaçmıştı o zaman hiçbir şey söylemeden hiçbir iz bırakmadan Namjoon ile neden kaçmıştı. Dizilere konu olacak hikâye gibiydi.

- Neden o zaman? Neden hiçbir şey söylemeden Namjoon Hyung ile kaçtın? Senin için bu kadar değerim yok muydu?

Hoseok omuzlarını düşürdü ve başını yere eğdi. Nasıl anlatacaktı ki yüzü var mıydı neden kaçtığını anlatmak için. Cesareti var mıydı peki buna?... Gücü... Jungkook'un ondan nefret etmesine bir şekilde dayanabilirdi fakat iğrenmesi... Bu onu öldürürdü.

Bu ortamdan hemen kaçmak istedi o an. Yine kaçacaktı Jungkook'un yanından geçebilmek için bir kaç adım atmıştı ki Jungkook'un sesi ile durdu.

- Tabi kaç sevgilinin yanına git...

Jungkook asla amacı olmayan şeyler yapıyor asla söylemek istemediği şeyler söylüyordu. Neden böyle oluyordu bilmiyordu ama her söylediğinden anında pişman oluyordu. Öfkeyle kalkıyordu ve bu büyük bir hataydı. Ne kadar kırılmış olursa olsun Hoseok'un kırılmasını istemiyordu. Yoksa... İstiyor muydu? Artık bir önemi yoktu bunun bunu yüzüne yediği yumrukla anlamıştı.

Hoseok sinirlerine hâkim olamamış ve Jungkook'un yüzüne yumruğu geçirmişti. Namjoon onun abisinden daha fazlasıydı. O zorunlu olmamasına rağmen onu kurtarmıştı ve asla böyle şeyleri hak etmiyordu. Kendisinden istediği kadar sinirini çıkarabilirdi fakat Hyunguna laf edemezdi. Jungkook ani gelen yumruk ile sendelese de karşılık vermedi. Hak ettiğini biliyordu bu yumruğu fakat bu Hoseok'u daha da sinirlendirmişti. Jungkook'un sevgisini hak etmediğini düşünüyor ve sevgiyi reddediyordu. Jungkook'un ne olursa olsun böyle olması onu çileden çıkarıyordu.

Tekrar vurdu o yüzden benden nefret et dercesine. Jungkook yine hiçbir atak göstermedi. Hoseok sinirle vurdukça kendini korumak adına yaptığı hamleler dışında hiçbir şey yapmadı. Hoseok üstüne geldikçe geri geri gidiyordu ki ayağının boşluğa gelmesi ile geri doğru sendeledi. Tabi onun yakalarına yapışmış olan Hoseok da onunla birlikte gelince ikisi birlikte merdivenlerden yuvarlanmaya başlamıştı.

Jungkook altta kalabilmek için Hoseok'un belini tutarken Hoseok ellerinin onun başının altına siper etmişti. İkilinin düşüşü son bulduğunda ise Hoseok belli etmemeye çalışarak ellerini çekti ve tekrar yakalarına yapıştı. İkisi de birbirlerinde bir yara var mı diye kontrol ettiklerini kesinlikle belli etmemişlerdi. Gözlerinde nefret belliydi belli olmayan duygular ise onları asıl yakan duygulardı.

****

Jungkook sabah kalktığında henüz saat oldukça erkendi. Hava daha yeni yeni aydınlanıyordu evde çıt çıkmıyordu ki bu saatte kimse uyanmazdı zaten. Bütün gece uyuyamamıştı zaten ve uyuduğu bir iki saatte de uykudan nefret etmişti. Hoseok'un görmek kalbini sızlatmıştı ama onun kalbini kırmak onu mahvetmişti. Hoseok'u görmek onu yeterince allak bullak ederken bir de üstüne Yoongi Hyungunu görmüş ve iyice tepe taklak olmuştu duygu durumu.

Yoongi ile Kore'ye ilk geldiğinde tanışmıştı. Hoseok hiçbir iz bırakmadan ortadan kaybolduktan sonra onu çok aramıştı ama elindeki imkânlar kısıtlı olduğu için bir yerde tıkanmıştı. Elindeki tek bilgi de zaten babasının ona anlattıklarıydı. Asla inanmak istemediği ama bütün çevresinin ve okulun inandığı şeye kulak asmamaya çalıştı. Belki de içten içe inanmıştı yoksa akşam Hoseok'a söylediklerini başka şekilde açıklayamazdı. Hoseok'tan sonra babası ve Hyungu daha da çekilmez bir hal almış ve Junmyeon Hyungundan yardım isteyip Kore'ye gelmişti. Yoongi ile de o zaman okulda tanışmışlardı. Yoongi onun toparlanmasındaki en büyük etkendi ama bir şekilde Yoongi'yi de kaybetmişti. Hoseok'un bıraktığı enkazı toparlayan Yoongi daha sonrasında Jungkook'u bırakmıştı. Jungkook nedenini asla bilememişti fakat Yoongi ile konuşmayı çok istiyordu. Karmakarışık hayatında kendisine iyi gelen tek kişiyi Yoongi'yi yeniden kazanmak istiyordu.

Kafası karman çorman bir şekilde yüzünü yıkadı kendine gelebilmek için. Aynadaki yansımasına baktı bir süre. Ne zamandan beri böyle görünüyordu... Ölü gibi. Yaşamak zorunda kalmış bir ölü gibi. Derin bir nefes aldı ve aynadaki yansımasından çekti altları morarmış gözlerini. Hırkasını alıp odasından çıktı ve merdivenlere yöneldi. Mutfağa gidip kendine bir bardak kahve yaparken elinden geldiğince sessiz olmaya çalışıyordu. Bir kaç dakika sonra elindeki kahvesi ile bahçeye çıkmış ve salıncağa oturmuştu. Aydınlanmaya başlayan gökyüzüne dikti gözlerini kahvesinden bir yudum aldıktan hemen sonra. Hafif esiyordu hava üşütecek kadar değildi ama gözlerinde yaşların birikmesini engelliyordu. Bunun için tanrıya teşekkür etti çünkü ağlamak istemiyordu. Aklında dönüp duran Hoseok'un anıları ile her zaman güleceğini her zaman mutlu olacağına dair söz vermişti kendine. Hoseok bir gün gelip ona her şeyi anlatacaktı buna inanıyordu... Belki de bunun için karşılaşmışlardı umudunu kaybetmemeliydi. Hem Hoseok onun... Umuduydu.

" Sakın umudunu yitirme Jungkook... Herkes yitirsin ama sen değil çünkü yanında ben varım."

Jungkook aklında yankılanan sesle gözlerini kapattı. Sanki elleri ellerindeydi ve gözlerine bakan gözleri yine parlıyordu. Kıvır kıvır saçları alnına dökülmüş ve parlak gülümsemesi yüzündeydi. Yanındaydı sanki yine... Dudaklarında bir gülümseme oluşurken kapalı bile olsa dolan gözlerinin farkında değildi.

" Jungkook eğer dikkatini biraz daha oyuna vermezsen bu maçı almana ben bile yardımcı olamam. O yüzden ben gitmiyorum buradayım... Git ve kazan."

Yüzünde takımın boyaları ile kendisini takımın yedek kulübesinden izleyen Hoseok gözlerinin önüne geldiğinde ise hafifçe kıkırdamıştı. Onun kendisine uğur getirdiğine inanırdı hep ve her maçını izlemeye gelmesi için onun peşinde dolaşırdı. O gittikten sonra ise o sahaya bir daha adımını bile atmamıştı.

" Seni kandırdı!!!"

"Baksana başkası ile kaçmış!!"

"Karaktersizmiş Kook üzülmene değmez.."

" Masum yüzünün ardında nasıl bir kişilik saklıyormuş gördük."

Hayır, benim umudum bana bunu yapmaz elbette açıklaması vardır. Zorunda kalmıştır, elinden bir şey gelmemiştir yoksa beni bırakmak istemez o da. Bana gülümsemesi sahte olamaz, sözleri yalan, gözleri yalancı olamaz. O beni herkesten çok sever. O beni bırakıp gitmez. Bensiz gitmez... Bensiz...

- O seni seviyordu Kook... Her şeyin bir açıklaması vardır.

Jungkook duyduğu ses ile bir anda irkildi ve açtı ne kadar süredir kapalı olan gözlerini. Sesin geldiği tarafa baktığında Luhan'ın kendisine hüzünlü bir gülümseme ile baktığını gördü. Luhan'ın sözlerini idrak etmeye çalışırken yüzüne değen hafif esinti ile üşüdüğünü hissetti. O zaman fark etti yüzünün ıslak ve gözlerinin hala dolu olduğunu. Çenesinin titremesine engel olamazken Luhan'ın söylediklerinin doğru olmasını o kadar çok istiyordu ki. Umudu günden güne solarken birinin yeşertmesi gerekiyordu ve bu işi Luhan üstlenmiş gibiydi. Luhan Jungkook'un çökmüş yüzüne daha fazla dayanamayarak ensesinde tuttuğu gibi göğsüne çekmişti. Jungkook ise sanki bunu bekliyormuş gibi gözyaşlarını sessizce dökmeye başladı. Ait olduğu ve istendiği tek yer burasıymış gibi hissediyordu ve burası onun güvenli yeriydi. Güvendeydi.

- Ben... Hyung ben onu çok özledim... Ben...

Luhan onu susturdu Jungkook konuşmakta yeterince zorlanıyor ve zaten yüklerinin altında kalıyordu. Sımsıkı sarılmaya devam etti sadece canı yanan çocuğu sımsıkı tuttu. Acısını almak istiyordu ama bunun mümkün olmadığının farkındaydı.

- Hyung... Kalbimdeki bu ağrı özlemse eğer... Ölecekmişim gibi hissettiriyor.

****

Sehun işlerinden başını anaca kaldırabildiğinde neredeyse sabah olduğunu gördü. Geriye esneyerek belini kıtlatırken rahatlama ile derin bir nefes verdi. Luhan'a sarılarak uyumak varken burada olmak gerçekten çekilmezdi. Zaten neredeyse sabah olduğu için müzik sesi iyice kısılmıştı ve odasından neredeyse hiç duyulmuyordu. Biraz daha oturduktan hemen sonra bu kadarının yeterli olduğunu düşünerek ayaklanmış ve ceketini de alarak ofisinden çıkmıştı. Merdivenlerden indikten sonra bara doğru ilerlemiş ve son kez çalışanları kontrol ettikten sonra çıkmayı planlıyordu. Her şeyi kontrol ettikten hemen sonra herkese veda edip arkasını dönmüştü ki girişte gördüğü yüz ile olduğu yerde durdu. Biraz ilerisinde kendisine bakan kişiye görünce derin bir nefes almış ve sıkıntı ile iç geçirmişti.

Hoseok karşısında hiç uyuyamadığı belli olan hali ile duruyordu. Gözaltları morarmış, gözleri kıpkırmızı olmuş ve saçları dağınıktı. Üzerindeki eşofman da nasıl bir halde olduğunu belli ediyordu. Dişlediği dudaklarından onun kendisini zor tuttuğunu anlayabiliyordu. Ceketini bara bıraktı ve derin bir nefes alırken kollarını iki yana açtı. Kollarını açtığını görmesi ile Hoseok'un ona koşması bir olmuştu. Boynuna atlayan çocuğun beline sarmıştı kollarını ve sımsıkı sarılmıştı o da. Hoseok buraya gelmekte geç bile kalmıştı ve Sehun onun geleceğini en başından beri biliyordu.

Hoseok'u bıraktıktan sonra çalışanları yollamış ve onu bar taburelerinden birine oturttuktan sonra ona hafif bir içki ikram etmişti. Daha sonra ise ses çıkarmadan geçip yanına oturmuştu. Onu sıkıştırmazdı hiçbir zaman ve biliyordu ki ona geldiyse her şeyi anlatacaktı. Kardeşlerdi onlar ve elbette dertleri olduğunda birbirlerini bulurlardı ilk.

Hoseok derin bir nefes verip içkisinden bir yudum aldıktan sonra nasıl başlayacağını bilemeyerek aklına gelen ilk şeyi söylemişti ve aslında ne dediğini kendisi bile dinlemeyecek kadar ilgisizdi.

- Fazlaca değişiklik yapmışsın... Çok iyi görünüyor her şey.

Bu sözlere cevap vermemişti Sehun onun asıl konuya gelmesini bekliyordu.

- BU içki yeni sanırım ne var bunda?

Bu soruyu da es geçip içkisinden bir yudum almıştı. Alışık olduğu konuşmalardı bunlar. Hoseok ona gelir ve geldiği konudan kaçmaya çalışırdı. Sehun ise içini dökmesi için sessizce yanında oturur beklerdi. Aslında konu gayet basitti neyden bahsedeceğini tahmin etmek onun için zor olmamıştı.

- Hala barmenlik yapıyor mu..

Sehun sesli bir şekilde nefes alıp sert bir şekilde bardağını bara bırakınca sözü yarım kalmıştı Hoseok'un. Gözlerini yavaşa kapattı ardından ama buna anında pişman oldu. Her kapattığında gözleri önüne gelen Jungkook'un hayal kırıklığı dolu gözleri kalbine batıyordu ve canı hiç olmadığı kadar acı içinde kalıyordu. Sehun onun hüzünle büzülen yüzüne baktı dikkatle. Hoseok korkuyordu... Jungkook'a hiçbir şey söyleyememişti ve onu arkasında bıraktığı için pişmandı. Sehun onu böyle gördükçe kalbinin ağrıdığını hissetti. İlk tanıştıkları zamanki gibi.

- Ben korkup kaçtığım şeye yakalandım bu gün Sehun.

Hoseok'un çenesi titrediğinde kalbindeki ağırlığın arttığını hissetti Sehun. Elinden hiçbir şey gelmiyordu ve Hoseok'un yorulduğunun farkındaydı.

- Bana hayal kırıklığı ile bakıyordu... Bense yine kaçtım. Nasıl anlatabilirim ki utancımı ben... Korkuyorum.

Hoseok'un omuzları daha da düşmüş ve gözlerindeki yaşlar daha fazla direnememişti. Sehun onun ne kadar süredir güçlü durmaya çalıştığını biliyordu ve Hoseok'un yorgunluğunu hissetmişti. Elinden bir şey gelmemesi onu sinirlendiriyordu.

- Onu çok özledim ben... Hakkım olmadığı halde çok özledim.

Dudaklarından kaçan hıçkırık Sehun için son damla olmuştu ve Hoseok'u omuzlarından tuttuğu gibi göğsüne çekmişti. Hıçkırıklar ile ağlarken göğsüne sığındı Sehun'un ve Sehun da onu daha sıkı tuttu. Acısını ondan almak istiyordu Yükünü omuzlarından atmak...

- Hoseok hissettiğin her şey hakkın... Sen hissetmeyi hak ediyorsun kendine bunu yapma daha fazla ne olur...

Hoseok omuzları sarsılırken Sehun'a tutundu canı yanıyordu.

- Eğer bu kalbimdeki ağırlık özlem ise Sehun daha fazla taşıyamıyorum.

*****

Kyungsoo Hyungu onu asla dinlememiş ve kendi bildiğini okumuştu. Ne yaparsa yapsın ona karşı gelemiyordu Yoongi çünkü amcası öldükten sonra ilk defa Kyungsoo Hyungu ona sahip çıkmıştı. Yoongi uzun süredir tek başına hayatının üstesinden gelmeye çalıştığı için yorgundu ve tam her şeyden vazgeçmiş hayatını boş vermişken Kyungsoo Hyungu ortaya çıkmış ve ona tutunacak dal olmuştu. Umutlanmak istememişti Yoongi fakat artık çok geçti umutlanmıştı bile. Artık yalnız olmadığına kendini inandırması hiç de uzun sürmemişti ayrıca. Tek başına savaşmaktan gerçekten yorulmuştu ve Kyungsoo ona yalnız olmadığını göstermek ister gibi oradaydı. İçi sımsıcaktı o yüzden.

Bir de başka bir nedeni daha vardı içinin sımsıcak olmasının o da şu an karşısında kahve içerken ona cıvıl cıvıl bir şeyler anlatan sarı saçlı çocuktu. Aslında ona baktıkça insanın içi açılıyordu o kadar renkli ve o kadar neşeliyi. Yoongi daha önce onun gibi biri ile karşılaşmamıştı ve o nedenle de yüzündeki şaşkın ifadeyi bir türlü silemiyordu. İlk gördüğünde Kyungsoo Hyungunu ikna etmeye çalıştığı için ona dikkat etmemişti fakat daha sonra yani o koluna girip cıvıl cıvıl konuşmaya başlayınca inceleme fırsatı bulmuştu.

Her şeyi Yoongi'ye göre farklıydı ve bir bakıma ilginçti çünkü daha önce böyle biri ile tanışmamıştı. Sarı saçlarında rengârenk tokalar vardı mesela. Üstüne giydiği crop tarzı pembe kazağı ve altında açık renk yırtık kotu ayrıca yüzüne yaptığı rengârenk makyajı ile Yoongi'den o kadar farklıydı ki. Hatta tam tersiydi Yoongi'nin. Ellerini, Kulaklarını ve boynunu süsleyen yine renk renk olan takıları ayrıca gözlerine taktığı göz makyajı ile uyumlu olan renkli lensleri... Hayır, Yoongi asla onu yargılamıyordu hatta ona imrenmişti bile. Yoongi hep babasının ona verdiği 'erkek adam...' ile başlayan nasihatler ile büyümüştü ve hayatında hiç renk olmadan büyümüştü. Simsiyahtı onun çocukluğu ve karşısındaki çocuğa baktıkça hayatına renk geliyordu sanki.

Yoongi daldığı bu tip düşüncelerden karşısındaki çocuğun sesi ile sıyrıldı. Çocuk ona tatlı tatlı gülümserken yalandan çattığı kaçları ile ona bakıyordu. Evet, oturduklarından beri kesinlikle onu dinlememişti ve şu an yakalanmıştı.

- Yoongi sen beni dinlemiyor musun?! Bak Kyungsoo Hyung dövebilirsin dedi ha ona göre..

Jimin tatlı tatlı yumruğunu kaldırmış onu tehdit ederken Yoongi'nin dudakları yukarı doğru hafifçe kıvrıldı. Bunu yapmayalı çok uzun zaman olmuştu ve Yoongi bu ilginç hissi uzun zaman sonra ilk defa yaşıyordu. Karşısındaki çocuk kalbini öyle bir ısıtıyordu ki kalbinin buz tuttuğunu bile unutuyordu. Her zaman soğuk olan üşüyen elleri o gülümsediğinde çözülüyordu sanki.

- Çok tatlısın...

Yoongi sesli düşündüğünün bile farkında değilken Jimin duydukları ile donup kalmıştı. Yoongi ona hala aynı şekilde bakarken yanaklarının yandığını hissetti ve yüzündeki büyük gülümseme yerini hafif bir tebessüme bıraktı. Yoongi ise dudaklarından çıkan kelimeler için pişman olmakla uğraşmak yerine Jimin'in başını yere eğse bile belli olan kıpkırmızı yanaklarını izlemeyi seçmişti. Jimin ise hem mutlu olmuş hem de utanmıştı hafiften çünkü onunla ilk tanışan insanlar her zaman önce yargılardı. Jimin Yoongi'nin de öyle olacağını düşünmüştü. Nedenini bilmiyordu ama tavrı ve dış görünüşü yüzünden böyle bir yanılgıya düştüğünü tahmin edebiliyordu. Ön yargısı yüzünden kendisine sinirlendi. Aslında en nefret ettiği davranış şekli olan ön yargıyı şimdi başkası için kullanmıştı. Derin bir nefes aldı ve konuyu dağıtıp kızaran yanaklarını gizlemek için başka bir konuya geçti.

- Ne zaman başlamak istersin? Merak etme sen ne istersen onu yaparız söz.

Yoongi elini ensesine götürdü ve alttan bakışlarla Jimin'e baktı. Jimin kendisine böyle hevesle bakarken söylemek istediklerini nasıl söyleyeceğini bilmiyordu. Boynunu yana eğerek kıtlattıktan hemen sonra nereye kaçtığını bilmediği sesi ile konuşmaya başladı.

- Aslında ben bu işten sıyrılmama yardımcı olursun diye düşünmüştüm.

Jimin ona inanamayan bir yüz ifadesi ile baktıktan hemen sonra onaylamaz sesler çıkarmış ve kollarını göğsünde bağladıktan sonra geri yaslanmıştı. Nedenini bilmiyordu fakat istemiyordu... Yani Yoongi'nin bu işten sıyrılmasını istemiyordu. Jongin'in ödev olarak Yoongi'yi vermediğini biliyordu bu konuda ciddi olmadığına emindi fakat Yoongi'ye bunu söylemek istemiyordu. Onunla dans etmek istiyordu ve sadece tanışalı 1 saat falan olmuştu. Jimin nedenin bilmiyordu ama Yoongi'ye bakınca onun yanında kalması gerektiğini hissediyordu... Sanki gözleri ne kadar yalnız olduğunu bağırıyordu ona ve Jimin'in içindeki bir ses ona cevap vermek istiyordu... 'Yalnız değilsin...' Belki de Jimin e yalnız hissettiği için Yoongi'nin neler hissettiğini anladığını düşünüyordu. Sonuçta Jimin de etrafınca pek sevilmez ve dış görünüşü, hareketleri yüzünden yargılanır, dışlanırdı.

- Olmaz Yoongi yapamam Kyungsoo Hyungu duydun...

Yoongi dudaklarını dişleyip ıslatırken gözleri etrafında gezinmiş daha sonra ise dirseklerini masaya koyup masanın üzerinden Jimin'e doğru eğilmişti. Sanki ona bir sır vermek istiyor gibi sessizce konuşmaya başlamıştı sonrasında.

- Hadi ama Jimin... Ben beceremem böyle şeyleri... Hem elimi neye atsam mahvoluyor, kırılıyor, dökülüyor... Kyungsoo Hyunga yapıyoruz dersin olur biter işte hem sen de uğraşmış olmazsın.

Jimin onun sözlerindeki kırgınlığı hissettiğinde kalbi sızladı. Hayır, Yoongi'yi anlamıyordu, onun acısı daha büyük ve derindi ve onu anlayamazdı. Ama istedi... Jimin onun kalbini ve kırgınlığını anlamak istedi. Neden?

- Olmaz Yoongi tek taraflı bakma hem olaya. Sen benim ödevimsin ve ben bu okulu bitirmeliyim.

Yoongi Jimin'in haklı olduğunu kabullenir bir şekilde geri sandalyesine yaslanırken kollarını göğsünde birleştirmişti. Jimin onun bu hareketini tatlı bulurken bu sefer o masaya yaklaştı.

- Yoongi bana güven olur mu? Bir şeyler kırıp dökülse bile toparlayabileceğime eminim. Sadece deneyelim.

Yoongi bu sözlerin ardından Jimin'in gözlerine baktı. Jimin bu sözleri sadece dans dersleri için söylemiş olsa bile Yoongi sanki o gözlerde daha fazlasını görüyordu. Yoongi yaşadığı şu son günlerde fazla umutlanıyordu ve ne kadar çok umutlanırsa o kadar yüksek bir yamaçtan kendini atacaktı. Ama Jimin ona bu şekilde bakarken Yoongi istemeden edemedi. Ona güvenmeyi istemekten alıkoyamadı kendini.

*2 hafta sonra*

Namjoon şirketteki işlerle boğuşurken kapısını bile tıklatma zahmetinde bulunmayan Chanyeol ile uzun zaman sonra yerinden kalktı ve yine Chanyeol'ün ısrarları ile yemek yemek için şirketten çıktı. Karnından gelen seslere de daha fazla tahammül edememişti tabi. Tabi yemek teklifini kabul ederken sevgilisini de yanına almak için hastaneye uğrayacaklarını asla düşünmemişti. Hastane yoluna girdiklerinde her ne kadar tek kaşını kaldırıp çenesini sıkarak sinirli olan bakışlarını Chanyeol'e çevirse de Chanyeol sadece sevimli bir şekilde gülümsemiş ve yeniden yola dönmüştü. Namjoon bütün yol boyunca kapıyı açıp kendimi buradan atsam ne kadar kan kaybederim diye düşünmüştü. Ah tabi bir ara kardeşine mesaj atmış ve yemek teklif etmişti. Tabi ki kardeşi onu reddetmiş ve derse kalacağını söylemişti. Aslında kardeşi Jungkook ile karşılaştığından beri kapalı olan benliğini daha çok kapatmış ve yine kendi dünyasında kendince haklı çıkacağı konuşmalar yapıyordu. Namjoon her ne kadar elinden geldiğince kardeşinin yanında olsa da iki gencin arasındaki sorunlar çözülmeden kesinlikle kardeşi eskisi gibi olmayacaktı.

Hastaneye yaklaştıklarında Namjoon düşüncelerinden sıyrıldı ve kendini kapıdan atmak için çok geç kalıp kalmadığını ölçmeye çalıştı. Elbette geç kalmıştı Chanyeol çoktan arabayı park etmiş ve arabadan çıkmıştı. Namjoon sıkıntı ile nefesini verirken o da peşinden çıkmış ve onu takip etmişti. Hayır, maden sevgilisi ile yemeğe gidecekti neden kendisini de davet etmişti ki. Baş başa yemek yemek varken neden üçüncü birine ihtiyaç duymuştu. Kendisi de üçüncü tekerlek olmaktan hiç memnun değildi ve bu konumu kesinlikle sevmemişti. Ayrıca düşündüğünde bu konumdan asla kurtulamadığını o an fark etmişti. (Y/N: EHEHEHEHEHE kurtaracağım ben seni o konumdan Namu sen hiç merak etme.)

Chanyeol'ün peşinden hastaneye girdi ve onun çoktan sevgilisini bulduğunu gördü. İkili sarılırken onlara yaklaştı ve arada biraz mesafe olacak şekilde durdu. İkilinin sarılması bittikten hemen sonra Baekhyun samimi bir şekilde Namjoon'a gülümsemiş ve ona da sarılmıştı.

- Harika zamanlama benimde tam işim bitmişti. Ama henüz Seokjin'e haber vermedim aslında kaç saattir nöbette onu da tam kestiremiyorum ama. Neyse ben eşyalarımı almaya gideyim ondan sonra Seokjin'i de alır çıkarız.

Baekhyun sevgisinin elinden tutup onu da götürürken Namjoon elbette onları takip etmemişti. Olduğu yerde bekleyecekti. Giden ikilini arkasından biraz daha baktıktan sonra derin bir nefes verdi ve etrafına bakındı. Tamam, belki şu kenarda biraz otururdu. Koltuklara doğru yönelirken Chanyeol'ün onu neden çağırdığını daha iyi anlıyordu. Baekhyun yeni stajyerini yalnız bırakmak istememiş ve onu da adavet etmişti ve Chanyeol de bu nedenle yalnız kalmak istemediği için tanıdığı biri olarak kendisini çağırmıştı. Harika...

Derin bir nefes alırken yorgunluğunun omuzlarına bindiğini hissediyordu yavaş yavaş. Çalışırken pek bir şey fark etmemişti fakat şimdi fark ediyordu ki cidden yorulmuştu. Mimar olarak görevini yerine getirirken de gerçekten çok yoruluyordu fakat Junmyeon ona yönetimi verdiğinde işlerin daha da ağır olacağını pek kestirememişti. Junmyeon ona güvendiği için minnettardı e onun güvenini boşa çıkarmak istemiyordu bu yüzden iki kat fazla çalıştığı doğruydu. Ayrıca kardeşi de vardı ve onun rahat bir şekilde yaşatmak istiyordu...

Gözlerinin ağırlaştığını hissederken boynunda bir ağrı hissetti. Boynunu iki yana çevirerek kütlettikten sonra arkasındaki duvara yasladı. Saatini kontrol ettikten sonra tam gözlerini kapatacaktı ki acil kapısından çıkan genci gördü. En başta tam olarak algılayamasa da daha sonradan fark etti onun Seokjin olduğunu. Gördüğü görüntü ile endişelenirken anında yaslandığı yerden doğruldu ve gözlerini ona dikti.

Acil kapısından çıkan Seokjin'in giydiği normalde beyaz olan önlük kıpkırmızı olmuştu tıpkı elleri gibi. Seokjin ellerindeki kanlı eldivenleri zorla da olsa çıkardı ve kenarda duran çöp kutusuna attı. Gözaltlarında oluşmuş olan mor halkalar Namjoon'un olduğu yerden bile rahatlıkla görünüyordu. Fazlası ile yorgun olduğu düşmüş olan omuzlarından da belliydi.

Seokjin bir süre olduğu yerden bir süre kıpırdamadı gözleri elleri üzerindeydi ve göz bile kırpmıyordu. Namjoon onun iyi olmadığını fark etmişti fakat yanına gidip gitmeme konusunda emin olamadı en başta fakat Seokjin'in bu hali onu endişelendirmişti. Derin bir nefes aldıktan hemen sonra etrafında bir göz attı ve oturduğu yerden kalktı. Ceketini düzeltirken Seokjin'e doğru yürümeye başladı. Seokjin ise hala hareket dahi etmiyordu.

Seokjin'in yanında durdurdu adımlarını şimdi ise sırtı ile bakışıyordu. Dikkatini çekebilmek için hafifçe sahte bir şekilde öksürdü fakat Seokjin yine hareket dahi etmemişti. Namjoon ne yapacağını bilemez bir şekilde etrafına bakmıştı yine. Böyle durumlarda ne yapılır emin değildi.

Elini tedirgince kaldırdı ve Seokjin'in omzuna koydu hafifçe. Her ne kadar hafifçe koymuş olsa da Seokjin'in irkildiğini hissetmişti. Seokjin yavaşça ona döndü ve bir iki saniye kendini gelmeyi bekledikten sonra kapalı olan gözlerini açtı. Karşısında sadece bir kere gördüğü bu adamı bulunca ne demesi gerektiğini düşünmüştü ilk önce. Fakat daha adını bile bilmiyordu bu adamın. Yorgun yüzüne bir gülümseme yerleştirmeye çalıştı fakat ne kadar başarılıydı orasını bilemiyordu.

Namjoon onun bu halini görünce üzülmüştü gerçekten fazlaca yorgun görünüyordu. Ayrıca üstündeki kana bakılacak olursa günü fazlası ile zorlu geçmişse benziyordu.

- Ah üzgünüm seni gördüm ve...

Namjoon elini ensesine götürdü ve ne demesi gerektiğini düşündü.

- ... Kötü görünüyordun. İyi misin?

Seokjin yorgunluktan karşısındaki adamın sözleri zar zor ayırt edebiliyordu ve gerçekten kendini ayakta zor tutuyordu.

- Ah teşekkür ederim düşüncen için ama iyiyim sorun yok... Sadece uzun zamandır nöbetteyim ve...

Namjoon karşısında zorlukla konuşan adamı dinlerken onun yüzünü acı ile buruşturduğunu gördü ve endişe ile kollarını ona uzattı. Seokjin ise karnına saplanan büyük acı ve gözlerinin buğulanması ile tutunacak bir yer ararken Namjoon'un kollarına tutundu. Daha sonra ise gözleri yavaşça kararırken kendini daha fazla tutamayıp bıraktı. Seokjin Namjoon'un kollarına düşerken Namjoon'un gözleri olabildiğince açılmış ve yüzü endişeli bir hal almıştı. Ne yapacağını bilemez bir halde Seokjin'i tutmaya çalışırken Baekhyun'un sesi ile o tarafa döndü. Baekhyun Seokjin'in ismini haykırdıktan hemen sonra elindekileri Chanyeol'ün eline tutuşturmuş ve ikilinin yanına koşturmuştu. Seokjin'i tutmaya çalışan Namjoon Baekhyun onların yanına geldiğinde Seokjin'i kucağına almış ve ve telaşla etrafına bakınıp daha sonra koluna dokunup ilerleyen Baekhyun'un ne demek istediğini gayri ihtiyari anlamıştı. Onu takip etmiş ve girdiği odaya girip Seokjin'i de yatağa yatırmıştı.

Baekhyun Seokjin ile ilgilenirken Namjoon da olanları anlatmıştı. Daha sonra ise ikili Baekhyun'un tarif ettiği soyunma odasına gitmiş ve Seokjin'in dolabından eşyalarını alıp odaya getirmişlerdi. İkili dışarıda beklerken Baekhyun Seokjin ile ilgilenmiş ve o uyanana kadar başında beklemişti. Seokjin'in başında onun uyanmasını beklerken çalan telefonu ile gözleri oraya kaymıştı... Kanlı önlüğü üzerinde duran telefonu eline ladı ve arayan kişiye baktı. Kardeşi olduğunu görünce odanın diğer ucuna ilerledi ve pencere önünde durdu. Kardeşine Seokjin'in kötü belli etmek istemediğinden aklına gelen en mantıklı yalanı uydurmuş ve bir şey belli etmemişti. Fakat kardeşi telefonu kapatmamış ve hafif sinirli bir tonda Baekhyun'un haberdar olamadığı ve aslında olması gereken şeylerden yakınmıştı. Baekhyun ise duydukları ile her ne kadar sinirlense de belli etmemiş ve Seokjin'in kardeşini telkin ettikten sonra telefonu kapatmıştı. Hayır, Seokjin'e sinirlenmemişti aksine kendine kızıyordu.

Yaklaşık bir kaç saatin sonunda Seokjin resmen yerinde zıplayarak uyanmış ve ne üstünün değiştirildiğini ne de odada ona endişe ile bakan Baekhyun'u fark etmeden saatine bakmıştı. Telaşla içinden bir şeyler sayıklarken ayağa kalkmaya çalışmış ve hala yorgun olan bedeni buna izin vermeyerek sendelemişti. Baekhyun anında onu tutarken Seokjin ancak o zaman Baekhyun'un orada olduğunu fark etmiş ve sakinleşerek neler olduğunu anlamaya çalışmıştı. Baekhyun'un onu kalktığı yere geri oturtması ile de sakinlemişti biraz. Baekhyun yanındaydı ve rahat bir nefes alabilirdi. Baekhyun Seokjin'in sakinleşmesi ve kendine gelmesi için biraz ona zaman tanıdı. Daha sonra ise kenardaki sandalyeyi çekerek tam karşısına oturdu. Baekhyun onun neden bu kadar yorgun olduğunu artık biliyordu ve neden bunu daha önce fark etmediğini sorguladı.

Daha sonra derin bir nefes aldıktan sonra dudaklarını ıslattı ve konuşmaya başladı. Seokjin'in gözleri çoktan yere sabitlenmişti bile.

- Seokjin iyi misin? Ben... Biz endişelendik. Kardeşin de aradı bir kere. İşin olduğunu ve onu arayacağını söyledim.

Seokjin kafasını yavaşça salladı ve derin bir nefes aldıktan sonra yerden çekmediği gözleri ile cevap verdi. Sesi bile çok yorgun geliyordu kulağa.

- Teşekkür ederim Hyung... Ve evet iyiyim sadece biraz zorlandım acile ciddi bir kaza gelince ve nöbette de ben olunca...

Seokjin açıklamaya çalışırken Baekhyun onun sözünü kesmiş ve ciddi bir ses tonu ile sormuştu.

- Ama normalde bu gün nöbet sen de değildi Seokjin. Ben de çıkmak için seni arıyordum.

Seokjin gözleri hala yerde iken dudaklarını dişlemeye başladı. Ne diyecekti de kurtulacaktı bu durumdan bilmiyordu ve bir şeyler düşünmesi gerektiğinin farkındaydı. Ayrıca kardeşinin fazladan bir şeyler söyleyip söylemediğini de kestiremiyordu.

- Seokjin bana neden söylemedin. Fazladan nöbet yapıyordun ve benim şimdi haberim oluyor. Kimin yerine nöbet tutuyordun Seokjin.

Seokjin dudaklarını kemirirken buradan kaçamayacağını biliyordu. Derin bir nefes alırken kısık sesi ile cevap verdi.

- Hyung stajyerlerden biri hasta olduğu için izin almış ve diğeri de annesi ile ilgilenme zorundaymış sanırım. Gelip benden rica edince...

Baekhyun inanamaz bir şekilde gülmüştü. Bu gülüş fazlası ile alay barındırıyordu ve Seokjin de bunu anlamıştı. Suçlu bir çocuk gibi ne kıpırdıyor ne de gözlerini yerden çekiyordu.

- Rica demeyelim ona kim emir verdi sana nöbete kalman için... Hangi hocan emir verdi?

Seokjin bunu söylemek kesinlikle istemiyordu çünkü eğer söylerse başının belaya gireceğine emindi. Sıkıntı çıksın istemiyordu ya da hiçbir hocanın ona takmasını. Bu yüzden de sessizliğini korudu.

- Seokjin sen söylemesen de ben bunu bulabilirim fakat beni uğraştırmamanı tercih ederim. Sen benim stajyerimsin kimse seni istediği gibi ezemez.

Evet, Seokjin'e kızmamıştı Baekhyun aksine onu bu şekilde kullanan kimse ona kızgındı ve bir ders vermesi gerektiğini biliyordu. Seokjin başını iki yana salladı reddedercesine ve Baekhyun onun bu hareketine fazlası ile şaşırmıştı. Seokjin'in neden çekindiğini anlayabiliyordu ama hayır buna gerek yoktu kesinlikle.

- Seokjin sorun yok çekinmene de gerek yok söyle bana kimdi?

Seokjin çoktan başının belaya gireceğini anlamıştı ve istemiyordu. Tam da istediği hastanede istediği doktorun yanında staj yapıyordu. Artık doğru düzgün bir şekilde kardeşine bakabilirdi. Başına bela almak kesinlikle istemiyordu. Başını yeniden iki yana salladı. Baekhyun'a karşı inisiyatif kullanıyordu ve bunun da ne kadar süreceğine emin değildi. Sadece boş verse ve devam etse olmuyor muydu?

- Seokjin neyin var senin şu haline bak ne kadar yorgunsun. Böyle devam ederse seni yanımda tutamam. Dikkatini veremez hata yaparsan ne olur hiç düşündün mü? Seokjin bizim işimiz canlılar ile biliyorsun değil mi? Şimdi söyle...

Seokjin 'seni yanımda tutamam.' dan sonrasını duymamış ve korku ile gözlerini açarak bakmıştı Baekhyun'a Baekhyun ise bir cevap bekliyordu. Yüzünde gayet otoriter bir ifade varken tek bir mimik bile oynamıyordu. Seokjin yapacak başka bir şeyin olmadığını anlayınca omuzlarını düşürerek teslim oldu. Bu saatten sonra hastanede ona rahat yoktu.

- Bay Choi izne ayrılan iki stajyer yerine bakmamı istedi.

Daha sonra ise telaşla kendini açıklamaya çalıştı.

- Ama sana haber verecektim. Sana sormam gerektiğini söyleyince Bay Choi onu dinlemem gerektiğini ve bunun bir istek değil emir olduğunu söyledi. Sana de söyleyemedim. Özür dilerim Hyung lütfen beni başka bir hocaya verme.

Baekhyun'un duyduğu isimle sinirleri tepesine çıkmıştı. Choi Minho onu bir türlü rahat bırakmıyordu. Kıskançlığı ve hırslarından bıkmıştı ve Seokjin'e yaptığı bu muamelede son nokta olmuştu artık.

- Seokjin sen Chanyeol ve Namjoon ile bekle benim ufak bir işim var.

Seokjin endişe ile açtığı gözleri ile Baekhyun'a baktı ve o harekete geçince onu durduracak bir şey söyleyemedi bile. Kapıdan çıkan Baekhyun'un arkasından ilerledi ve önlerinden geçtikleri ikiliyi bile umursamadan devam eden Baekhyun'un peşine takıldı. Tabi Baekhyun'un bu sinirli halini gören Chanyeol ve Namjoon da peşlerine takılmıştı. Seokjin onu durduramadan acildeki dinlenme odasına giriş yaptı Baekhyun ve tam da aradığı kişiyi karşısında buldu. Kendi stajyeri ile kahve içip gülüşen adamla sinirleri zıpladı. Seokjin Baekhyun'un arkasından ona yetişmişti fakat onu durduramamıştı. Tabi arkalarından gelen Namjoon ve Chanyeol de ne olduğunu anlayamamışlardı.

- Yah! Choi Minho!

Minho ne olduğunu anlayamazken arkasını dönmüş ve Baekhyun'u görünce sahte olduğu çok belli olan gülümsemesi ile bakmıştı. Baekhyun'un sinirli halini es geçmiş ve hiçbir şey yokmuş gibi selam vermişti.

- Ah Baekhyun-ah nasılsın?

Baekhyun'un sinirleri onun bu laubali tavrı yüzünden daha da zıplarken Chanyeol de sakin olmak için elinden geleni yapıyordu. Bu vıcık adam onun sevgilisine 'Baekhyun-ah' mı demişti az önce.

- Rol yapmayı bırak Minho. Gıcık gülümsemeni görünce suratını yumruklamaktan başka bir şey istemiyorum zira.

Minho laubali tavrını elden bırakmazken yandan bir şekilde gülümsemiş ve kolunu Baekhyun'un omzuna atmıştı. Baekhyun sinirle derin bir nefes alırken Chanyeol Namjoon onu tutmasaydı kesinlikle adamın üzerine atlayacaktı.

- Hadi ama Baekhyun sakinleş biraz ne bu agresiflik. Hem de sevgilinin yanında. Bak kırışıklıkların çıkar sonra terkedilirsin falan bir de o acınla uğraşmayalım hastane olarak.

Baekhyun Minho'nun sözleri ile kendini kaybetmişti artık bu zevzek adamın acısı ile bu şekilde dalga geçmeye ve tiye almaya hakkı yoktu ve kendinde bulduğu bu hakkı götüne sokacaktı şimdi. Omuzunda duran elini tuttuğu gibi seri bir hareketle çevirdi ve kolunu geriye doğru bükerken Minho'nun iki büklüm olmasını sağladı. Asla şiddet yanlısı bir insan olmamıştı ama elbette hak edene hak ettiği gibi davranmayı biliyordu. Seokjin bütün bunların kendisi yüzünden odluğunu düşünürken endişe ile Baekhyun'a bakıyordu diğer stajyer ise korku ile geri yaslanmış ve dudaklarından bir çığlık kaçırmıştı.

- Bir daha benim hakkımda ileri geri konuşurken dikkat et Choi Minho bir yerlerin kırılmasın. Ayrıca bir daha benim stajyerime sakın emir vermeye kalkma haddini bil yoksa ben çok güzel öğretirim.

Baekhyun tehlikeli sesi ile tehditvari sözlerinin hemen ardından Minho'nun kolunu bırakmış ve adamın acı ile iki büklüm oluşunu izlemişti. Daha sonra ise arkasını dönüp Seokjin'i kolundan tuttuğu gibi dışarı çıkarmıştı. Chanyeol sevgilisini gururla izlerken Namjoon etkilenmiş bakışları Baekhyun'un üstündeydi daha sonra ise tatmin olmuş yüz ifadesi ve büktüğü dudakları ile Chanyeol'e bakmış ve ona başparmağını kaldırarak ' iyi seçim' mesajını vermişti. İkili daha fazla bekletmeden Baekhyun'un arkasından gitmişlerdi. Baekhyun ise Seokjin'in kalan eşyalarını aldıktan hemen sonra dışarı çıkmış ve Chanyeol'ün arabasının önüne gelmişti. Seokjin özür dilemeye başlayınca ise bir de ona sinirle bağırmış ve özür dilemeyi kesmezse onu bırakacağı ile ilgili tehditlerini sırladıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi tatlı tatlı yemeğe gitmeyi "teklif etmişti." Tabi ki de kimsenin reddetme şansı olmadığı bir teklifti bu.



Evet değerli okuyucularım nasıl buldunuz yeni bölümü umarım sevmişsinizdir.

Çiftler hakkındaki tahminlerinizi almak istiyorum... Özellikle HopeKook ile ilgili tahminlerinizi. Sizce önceden aralarında ne oldu ve Jungkook neyden bahsediyor ya da Hoseok gerçekten kaçtı mı? Ne yaşamış olabilir. Aslında bu fic ilk sezona göre daha dramatik bir kurguya sahip. O yüzden yorumlarınızı bekliyorum... Görüşürüz öpüldünüz...

Continue Reading

You'll Also Like

59.6K 8.5K 32
seninle aramızdaki çok başka. bambaşka.
15.6K 1.8K 42
Barış'ın sanaldan tanıştığı ve hoşlandığı çocuk nefret ettiği sınıf arkadaşı çıkar.. "Benim gözyaşım binbir lisanla akar Düştüğü yerde volkan olur ta...
91.7K 8.6K 28
Taehyung bir katildir ve hapishaneden kurtulmak için taklit yaparak akıl hastanesine girer. O sırada orada hasta yatan Jungkook ile karşılaşır ve Jun...
66.1K 2.3K 21
Alaz'la Asi yer değiştirmiş olsa nasıl bir dinamikleri olurdu çok merak ettim. Yaman, Alaz ve Cesur'un birlikte büyüdüğü; Asi'nin Soysalanlar'ın kız...