İnstagram – Tiktok: aysegulkalayzengin
Twitter: aysegulkalay_
***
Yeni bölümden herkese selamlar...
Umarım bölümü beğenirsiniz ve bolca yorumla taçlandırırsınız.
Keyifli okumalar!
***
"MUTLULUK"
Aradan geçen iki hafta kadar sonra büyük gün geldi ve Ayşegül bebeğini kucağına almak için sabırsızca beklemeye koyuldu. Odada onun heyecanına eşlik eden Arslan, bir oturup bir ayaklanıyordu. Heyecandan yerinde duramayacak hâldeyken, odanın kapısı açıldı ve ikisi de donup beklemeye başladı. Ancak gelen Burak'tı. Çiftin yüzünde oluşan hayal kırıklığı, Burak'ın sırıtmasına neden oldu.
"Tüh, minik bir bebek beklerken payınıza ben düştüm!"
"Ay defolur musun, Burak? Bugün seni hiç çekemem!" diyen Ayşegül, heyecanla bekleyeme devam etti. Burak ise onu takmadan elindeki paketten çocuklar için olan Beşiktaş taraftar atkısını çıkardı ve gülümsedi. "Yeğenimi doğuştan Beşiktaşlı yapacağım!"
Ayşegül, onun bu tavrı üzerine yanındaki yastığı alıp Burak'ın suratına doğru fırlattı. Çünkü sevgili kayınının taraftar muhabbetine daha fazla katlanacak hâli kalmamıştı.
"Başlarım sana da Beşiktaş'ına da!" dediğinde, Burak hızla araya girdi. "Bana istediğin gibi başlayabilirsin yengecim ama Beşiktaş'a asla!"
Ayşegül, ona gözlerini devirdi ve derin nefesler alıp sakin kalmaya çabaladı. O sırada Burak durur mu, asla! Paketten bir de minik bir taraftar forması çıkarıp abisine gösterdi.
"Nasıl?" Arslan, minik formaya hayranlıkla baktı. "Efsane!"
Ayşegül, Burak'la birlik olan Arslan'a öfkeyle döndü ve kesişen bakışlarıyla, ikili arasında sözsüz bir çatışma başladı. Bunun üzerine, Arslan çekinerek söylendi.
"Yani... Çokta şey değil..."
"Çokta şey değil mi?" diyerek hayretler içinde kalan Burak, abisine şaşkınca bakıp devam etti. "Abi, sen iyice kılıbık oldun ha! Biraz dik dur, ezdirme kendini bu kadar!"
"Çok konuşma Burak yoksa..." dediğinde, Burak elini kaldırıp onu susturdu ve elini cebine atıp arabasının anahtarını çıkardı. Anahtarı çıkardığı gibi abisinin avcuna tavırlı bir ifadeyle bıraktı. Yüzüne yerleştirdiği bıkkınlık ifadesiyle de alıngan bir şekilde söylendi. "Al sana arabanın anahtarı, ben toplu taşıma araçlarını kullanırım! Kredi kartlarını da vereyim, okulun yemekhanesinden yerim. Sonra elbise falan da ihtiyacım yok. Başka bir tehdit unsuru kaldı mı?"
"Daha artık tehditlerde işe yaramıyorsa..." diyen Arslan, elindeki anahtarı kardeşine verdi ve yaklaşıp karısının yanına oturdu. İkisinin heyecanlı bekleyişi sürerken, odanın kapısı yeniden açıldı ve odaya Buğra ile Bahar girdi. Ayşegül, onları görünce suratını astı.
"Geldiğimize pek sevinmediniz anlaşılan!" diyen Buğra, elini tuttuğu sevgilisine kısa bir bakış atıp onun telaşını ölçtü. İkisinin başka bir heyecanı ve bambaşka bir haberi vardı. Ancak şu an önemli olan, Ayşegül ve bebeğiydi!
"Bebeğimiz gelmedi daha! Bu gidişle de getirmeyecekler sanki! Arslan, bir şey yap! Nerede kaldılar?"
Ayşegül, dudaklarını büktüğü anda odanın kapısı açıldı ve en sonunda kucağında bebekle hemşire odaya girdi. Ayşegül'ün ela gözleri büyürken, Arslan'ın telaşlı hâli görülmeye değerdi.
"Ve işte minik prensesiniz!" diyen hemşire, kucağındaki bebeği Ayşegül'ün kollarına büyük bir dikkatle teslim etti ve doğruldu. Her zaman şahit olduğu gibi, yine bir annenin bebeğine aşkla ve hayranlıkla bakışını izledi. Bu sahneyi her gördüğünde, duygulanmadan edemiyordu.
"Siz birbirinize alışın, ben birazdan gelip emzirme ile alakalı bilgiler vereceğim."
"Olur..." diye yanıtlayan Ayşegül, günlerdir kızına süt sağmış ancak henüz bebeğini birebir doyuramamıştı. Bunun verdiği mutlulukla ve kucağındaki küçük mucizesiyle, gözleri doldu. Artık herkes gibi normal bir anne kız olabileceklerdi.
Her şeyden önemlisi, o artık iki bebeği olan gerçek bir anneydi!
Ayşegül, büyüdüğünü hissetti. Kollarında tuttuğu bu küçük bebeğin dünyadaki tek sığınağıydı. Bebeğinin minik elini tuttuğunda ise hem güldü hem de ağladı. Uzanıp kokusunu içine çektiğinde ise... İşte o anda en çok korktuğu gerçekle yüzleşti. Eğer Arslan'la ayrılsalardı, bebeğini bırakıp nasıl gidecekti? Bu kokuyu soluduktan sonra, onsuz nasıl nefes alacaktı?
Bebeğinin kokusu başkaydı. Bambaşkaydı! Tarifi imkânsız, duygusu ise anlatılmazdı!
"Bu bizim bebeğimiz..." diye mırıldandığında, ıslak bakışları kocasının siyah gözlerine kalktı. Arslan ise karısının yanağını okşadı ve tebessümle mırıldandı. "Bizim bebeğimiz..."
"Biz geldik!" diye neşeyle seslenen Ecrin, kucağında Nehir'le odaya girdi ve minik bebeği görmesiyle, yatağa yanaştı. "Ay çok tatlı!"
"Tok taklı!" diye tekrar eden Nehir, gülüp annesine doğru uzandı. Ayşegül, kucağındaki bebeğini mecburen Arslan'a verip Nehir'i kucağına kabul etti.
"Kızım... Sen anneyi mi özledin?" diye sorduğunda, Nehir ona sıkıca sarıldı ve boğuk boğuk bir şeyler mırıldandı. Ayşegül, kocasının kucağındaki diğer kızına bakıp Nehir'in saçlarına özlem dolu bir öpücük kondurdu. İçi huzura bulandı. Ailesi, herkes yanındaydı. Bunun verdiği duygusallıkla ağlamaya başladı. Arslan ise onun bu hâline kaşlarını çattı.
"Ne oldu yine?"
"Ben çok mutluyum!" Titreyen sesiyle yanıt veren Ayşegül'ün gözyaşlarını, Nehir sildi. "Anne ağlamasın!"
"Yok, ağlamıyorum bebeğim. Bak geçti. Sen kardeşi gördün mü?" diye sorup bebeği işaret etti. Nehir, bebeğe bakıp yüzünü düşürdü. "O çirkin!"
Herkes Nehir'in tepkisine güldükten sonra, Buğra dayanamayarak araya girdi çünkü daha fazla beklemeye sabrı yoktu. Yeterince heyecanlıydı ve bir an evvel haberi vermek istiyordu. Gülümsedi. Boğazını temizleyerek dikkatleri kendi üzerine çekmeye çabaladı ve en nihayetinde o güzel haber dudaklarından döküldü.
"Şey, bizim size söylemek istediğimiz bir şey var." Herkesin bakışları onlarda toplanmışken, Buğra Bahar'ın elini tuttu ve gülümseyerek devam etti. "Biz... Bahar'la evlenmeye karar verdik!"
"Hadi canım!" diye heyecanla söylenen Ecrin, şaşkınca güldü ve abisinin boynuna atladı. Burak ise alayla söylendi. "Vay be! Kahraman erkekleri teker teker evlenip sonbahar yaprakları gibi dökülüyor. Ama şu bir gerçek ki senden bunu beklemezdim Buğra Kahraman! Sen ki gecelerin prensi, sosyetenin yalı çapkını, genç kızların sevgilisi..."
"Uzatma Burak!" diye sinirle söylenen Buğra'yla, sustu ve gülümseyip sarıldı. "Tebrik ederim, abi!"
"Darısı başına..."
"Allah korusun! Kaderime yazıldıysa, silinsin! Ben bekar ve mutlu olarak ölmek istiyorum. Neden bir kişiyle evlenip tüm kızların kalbini kırayım ki? Aşkın ömrü üç yıl derler, neden otuz yılımı heba edeyim? Yuvarlak bir hesap yaparsak; otuz yılda tam on tane manitam ve sınırsız bir aşk yaşantım olacak! Mis!"
"Beyinsiz yaşamak zor olsa gerek..." diyen Arslan, Burak'a laf çarpıp Buğra'yı tebrik etti. Ayşegül ise hâlâ şaşkınca Bahar'a bakıyordu. İkisinin arasındaki özel bağ nedeniyle, gülümsedi ve sıradan bir tebrikle, konuyu sonra konuşmak üzere kapatma kararı aldı. O sırada odaya giren hemşire, herkesi odadan çıkması yönünde uyardı ve Arslan haricinde herkes teker teker çıktı. Ancak Arslan, hâlâ inatla odada duruyordu.
"Bebeğimiz acıkmış olmalı!" diye imayla söylenen hemşire, hâlâ odadan ayrılmayan adamla, Ayşegül'e döndü ve çare bulması adına tebessüm etti. Ayşegül, durumu fark edip kocasına baktığında, onun kızını hayranlıkla izleyişini fark etti.
"Arslan..." diye seslenerek, onun dikkatini üzerine çekmek istese de nafile bir çabaydı. Bu yüzden, yüksek sesle bir kez daha tekrarladı. "Arslan!"
"Hı?"
"Hemşire Hanım, bana bebeği nasıl emzirmem gerektiğini gösterecekmiş."
"Göstersin." Ayşegül, boğazını temizledi. "Gösterecek de... Sen bir hava mı alsan?"
"Niye?"
"Ferahlarsın."
"Yeterince ferahım!"
"Arslan..." diyen Ayşegül, artık sinirlenmek üzereydi. "Çıkar mısın lütfen?"
"Niye çıkıyorum ya?"
"Bebek emzireceğim!"
"Ben de başka bir şey yapacağını iddia etmedim zaten! Konunun benimle alakasını çözmeye çalışıyorum."
"Konunun seninle alakası şu kocacım; ben bebeğimizi emzirmeyi öğreneceğim ve bunun için hemşireyle yalnız kalmam gerekiyor. Çıkar mısın?"
Arslan, kovulduğunu anlayarak yataktan kalktı ve alınmış bir ifadeyle odanın çıkışına ilerledi. Çıkmadan evvel ise gıcık bir ses tonuyla söylendi.
"Sanki görmedik!"
Onun sözü üzerine gülmemek için kendini zor tutan hemşireye, Ayşegül utanarak baktı. Boğazını gergin bir ifadeyle kaşıdıktan sonra, gülümsemeye çabaladı.
"Aslında bu kadar şey değildir!" diye açıklamaya giriştiğinde, saçmalayacağını fark edip sustu. Hemşire ise gülümsemekten başka bir şey yapamadı.
Saatler sonra odada bebeğin kime benzediği tartışması başlamıştı ve Ayşegül, artık bayılacak hâle gelmişti. Neden biraz kafasını dinlemesine izin verilmiyordu? Neden bu kadar çok konuşuyorlardı? Ve neden, bebeğiyle onu azıcık yalnız bırakmıyorlardı?
"Saçlar aynı ben!" diyen Burak, bebeğe ilgiyle baktı. Ecrin ise gözlerini devirip alayla söylendi. "Saçmalama Burak! Sen kumralsın, bebiş esmer! Asıl dudakları, aynı benim dudaklar!"
"Dudaklar aynı senin dudaklar mı? Hadi oradan! Minicik dudağı var bebeğin, seninkiler gibi silikonlu değil! Doğru söyle, estetik yaptırdın da bizim mi haberimiz yok?"
Ecrin, sinirle Burak'ın kafasına bir fiske geçirdi.
"Sensin estetikli! Benim her yerim doğal ve güzel! Allah özene bezene yaratmış maşallah!"
"Bence sen arada kaynayan imalat hatalarındansın. Bu çirkinliğin başka açıklaması olamaz!"
"Sensin çirkin! Kütükgil!"
"Gudubet!"
"Gulyabani!
İkili arasında büyüyen kavgaya el atan Arslan, ikisini de odadan büyük bir zevkle kovdu. Koridordan gelen seslere bakılırsa, hâlâ kavga ediyorlardı ve bu, onun hiç umurunda değildi. Zira hep yaptığı gibi kızını izlemeye başladı. Onu güldürmek için yüzünü şekilden şekle sokması, Ayşegül'ü neşelendirmişti.
"O sana şimdi gülemez ki..." dediğinde, Arslan karısına kısa bir bakış atıp alayla söylendi. "Ne o, kıskandın mı?"
"Ne alakası var?"
"Bilmem, sanki biraz kıskanmış gibisin..." deyip, yaklaştı ve ona yakın bir mesafede yatağa oturdu. "Seni de güldüreyim mi?"
"Hımm... Dene istersen."
Arslan, onun karnını kısa bir şekilde gıdıkladığında gülen karısıyla, gülümsedi ve onun ela gözlerine hayranlıkla baktı. Gülüşü gittikçe azalan Ayşegül ise kocasının yoğun bakışları altında, güçlükle yutkundu. Onun bu güzelliği karşısında bir kez daha kendinden geçen Arslan, uzandı ve karısının dudaklarına uzun bir öpücük bıraktı. Ayrılabildiğinde ise tutku dolu bakışlarını, karısının gözlerine dikti.
"Seni özledim." Ayşegül, tebessüm etti. "Ben de seni özledim."
"Bir an evvel şu hastaneden çıkabilseydik, şahane olurdu."
"Belki yarın doktor beni taburcu eder, olmaz mı?"
"Olsa güzel olurdu. Karıma sarılıp uyumayı özledim. Onun saçlarına dokunmayı..." Eline Ayşegül'ün bir tutam saçını aldı. "Kokusunu..." Hafifçe yaklaşıp karısından burnuna dolan o güzel kokuyu soludu. "Dudaklarını..." Uzandı ve karısının dudaklarına dudaklarıyla kısa bir an dokundu. "Tenini..."
Nefesi kesilen Ayşegül, heyecanla uzaklaştı ve içine derin bir nefes çekti. Yanakları pancar gibi olmuşken, Arslan güldü ve yanağını okşadı.
"En çokta şu utanma hâlini..."
"Beni bu hâle sokmak çok hoşuna gidiyor, değil mi?"
"Ne yalan söyleyeyim, bu hâline bayılıyorum!"
"Gıcık!" deyip gülen Ayşegül, neşeyle yatağına uzandı ve kocasını izlemeye başladı. Gün geçtikçe bir adama daha fazla âşık olunabilir miydi? O oluyordu. Hem de her gün daha fazla... Çok daha fazla! Bu zorunlu mesafe ise çektiği bir hasretti ama bunun bile tadı bambaşkaydı.
Zira aşk, hasretle harmanlanınca daha bir anlamlı... Daha bir sevda!
***
Hastaneden çıktıktan yaklaşık bir ay kadar sonra, Buğra'nın yoğun ısrarları üzerine düğün hazırlıkları başlamıştı. Tabii öncesinde olmazsa olmaz kız isteme merasimi vardı. Kim kimi kimden isteyecek sorunsalı da ayrı bir komediydi. En nihayetinde Selim duruma el atmış ve Bahar'ın abisi modunda akşama katılmıştı. Hayatında hiç kardeşi olmamış birine göre, Buğra'yı hayli terletmeyi başarmıştı. Tabii bir de Reyhan olmazsa olmazdı. Buğra'nın içtiği tuzlu kahveyle, Burak'ın alaylı sesi gecikmemişti.
"Bu iş olmaz!"
"Niye?" diye soran Arslan, Burak'a çatık kaşlarla baktı. Burak ise işin en keyifli kısmına gülerek söylendi. "Çünkü tuzlu kahve olayı, eskiden gelinlerin istemedikleri damada niyetlerini bildirmek için kullandığı bir yoldu. E Bahar tuzlu kahve yapmış, demek ki Buğra'yı istemiyor!"
Buğra, telaşla Bahar'a döndü.
"Bahar, sen beni istemiyor musun?"
Bahar da kızgın bir tavırla Ecrin'e döndü.
"Ben sana tuz koymayalım demiştim!"
Ecrin de bu kez Reyhan'a baktı.
"Ya Reyhan abla, sen demedin mi tuz koyun damadın niyetini çözelim diye?"
Ayşegül'ün bu yoğun trafikte başı döndü. Kim kimin neyiydi, kimin kiminle ne derdi vardı? Bakışlarını kocasına çevirdiğinde, Arslan'ın neşeyle kardeşlerini izlediğini fark etti. İstemsizce onu dürttü ve kendisine bakmasını sağladı.
"Çok sıkıldım, iste de bitsin." Arslan, karısının çocukça şikayetine gülmeden edemedi. "Seni de isteyeyim mi?"
"Beni mi?"
"Seni..." diyen Arslan, imayla karısına doğru yaklaştı ve herkes kendi hâlindeyken onun kulağına fısıldadı. "Bu gece artık şu özlemi bir sona mı erdirsek?"
"İhh! Deme kardeşlerimizin yanında şöyle şeyler!" Arslan, Ayşegül'ün dudaklarına öpücük kondurup alayla söylendi. "Bir daha şöyle şeyler desene..."
"Arslan!" diye kızan Ayşegül, Burak'ın alaycı sesiyle kocasından uzaklaştı.
"Ohoo! Ama olmaz ki böyle! Olan var olmayan var, değil mi?" deyip, Bihter Ziyagil edasında devam etti. "Gözlerimin önünde birbirlerini seviyorlar! Ben işkenceler içinde kıvranırken, onların mutluluğundan ölüyorum!"
Onun taklidiyle gülen Ecrin, dayanamayarak lafa atladı.
"Bir de şu vardı; ben bu kapı açıldığında da öleceğim, Behlül. Benim ölmemi istiyor musun? Beni kaybetmeyi göze alabiliyor musun? Beni... Beni beni... Bihter'ini!"
Ecrin'in taklidini ağzı açık ayran budalası gibi izleyen Selim, Arslan'ın bakışlarının hedefi olmuştu. Karısına dönüp şüpheyle sordu.
"Selim, niye Ecrin'e böyle aptal aptal bakıyor."
"Aşk..." diyen Ayşegül, kırdığı potla hızla kocasına döndü ve onun şaşkın bakışlarıyla toparlamaya çabaladı. "Aşktan olacak hâli yok ya! Herkes bakıyor! O da bakıyor!"
"Yemin ediyorum Sokrates'in savunması, senin savunmanın yanında bir hiç gibi kaldı! Aşırı ikna oldum şu an biliyor musun?"
"Ya sana yalan borcum mu var?"
"Siz yine benden bir şey saklıyorsunuz değil mi?"
"Yok, olur mu hiç? Ne saklayacağız?" dedikten sonra, telaşla devam etti. "Ya istesene artık şu kızı! Valla ben burada çatladım ha!"
Arslan, değişen konuyla durumu uzatmasa da sonrasında karısından olan bitenle alakalı çok güzel geri dönüşler alacağına emindi. O istemese de anlatması için fazla iyi taktikleri vardı. Hepsini tek tek onun üzerinde deneyecekti.
"Neyse gençler! Gelelim asıl meseleye..." dediğinde, herkesin bakışları onda toplandı. O da Reyhan ve Selim'i muhatap alıp lafa girdi. "Allah'ın emri peygamber efendimizin kavliyle, kızınız Bahar'ı oğlumuz Buğra'ya istiyoruz."
Reyhan, nazlı bir edayla sordu.
"Oğlunuz ne işle meşgul?" Herkes birbirine baktıktan sonra, Arslan yanıt verdi. "Aile şirketinde yönetici olarak çalışıyor."
"Yani?"
"Yani derken?"
"Yani meslek ne? Bu çocuk yarın bir gün şirket battığında, kızımızı nasıl besleyecek? Aç mı bırakacak açıkta mı bırakacak? Var mı bir el becerisi?"
Buğra, Bahar'a bakıp şaşkınca söylendi.
"Ben sana bakarım, Bahar. Valla! Taşı sıksam suyunu çıkarırım." Bahar, onun bu şaşkın hâline gülmeden edemedi. "Biliyorum aşkım, sen rahat ol. Reyhan abla, seninle biraz uğraşmak istiyor sadece."
"Hee! Tamam o zaman."
Reyhan, şaşkın ikiliden bakışlarını çekti ve dönüp Arslan'a ciddiyetle söylendi.
"Madem gençler birbirini görmüş sevmiş, e hayırlı olsun o zaman!"
İşte Buğra'nın mutluluk dolu günleri böylelikle resmi olarak başlamış oldu. Bahar'la yeni bir hayat kurmak için her şeyini yeniden düzenlemiş ve hayatıyla alakalı birçok değişikliğe gitmişken, Bahar'ın da bazı konularda ona uyması kaçınılmazdı. İkisi de güzel bir başlangıç için fazlasıyla emek harcıyorlardı. Tabii bu durum Arslan için biraz sıkıntı getirmişti. Hem ev hem iş aynı anda, fazla yoğun oluyordu.
Buğra'nın evlilik mevzusu nedeniyle, yeni şubenin açılışı için yurt dışına o çıkacaktı. Bunu henüz Ayşegül'e söyleyememişti ama artık söylemeliydi. Bir ay başkaları için kısa, onlar içinse hayli uzun bir zamandı. Onca zaman ertelemişken, daha fazla erteleyecek zamanı kalmamıştı ve bir şekilde bu konuyu, Ayşegül'e açmak zorundaydı.
***
Bölüm Sonu
***